11 Mart 2013 Pazartesi

İslamoğlu Tef. Ders. YASİYN (41-47) (139-A)




Değerli Kur’an dostları geçen dersimizde Yasin suresinin 40. ayetine kadar işlemiştik. Geçen ders tefsirini yaptığımız ayetleri hatırlayacak olursak ve ayetüh lehüm (41) serisi idi. Yani onlar için belgeler, ayetler, işaretler, dersler vardır. Kim onlar? Elbette bizler, Kur’an ın tüm muhatapları. Ders alacak aklı, görecek gözü, çalışan yüreği, düşünecek zihni ve Akleden kalbi olanlar için. Varlık kitabını Akleden kalp sahipleri okurlar. Varlığa bir kitap gibi bakarlar. Varlık kitabını okumayanın ilahi kitabı tek başına okumuş olması çok büyük bir anlam ifade etmez. Çünkü ilahi hitap bu varlık kitabının bir şerhi, bir tefsiri, bir açıklamasıdır.

İşte bugün de 41. ayetle devam edeceğimiz dersimiz, ilgili seriye ait varlık kitabına atıfla başlıyor.


41-) Ve ayetün lehüm enna hamelna zürriyyetehüm fiyl fülkil meşhun;

Bizim onların zürriyetlerini o dopdolu gemilerde yüklenip taşımamız da onlar için bir işarettir! (A. Hulûsi)

41 - Bir âyet de onlara o dolu gemide zürriyetlerini taşımamız. (Elmalı)


Ve ayetün lehüm enna hamelna zürriyyetehüm fiyl fülkil meşhun bizim, onların nesillerini, zürriyetlerini dolu gemilerle taşımamızda da onlar için bir ders vardır, bir öğüt vardır. Yani bu da bir ayettir ve bu ayette okunmalı, anlaşılmalı, tefsir edilmeli, te’vil edilmeli, teşrih edilmelidir. Suya kaldırma kuvveti veren ilahi yasaya bir atıf, bu ayet o.

Ve ayetün lehüm onlar için dersler vardır, ayetler vardır diyen her ayet biraz önce de değindiğim gibi muhatabına hitap eder. Yani varlığa gören, sadece bakan değil, baktığını gören bir gözle bakan herkes varlığı okunacak bir kitap gibi görür. Dahası varlığı bir parmak gibi görür, işaret eden bir parmak, işaret parmağı. Neye işaret ediyor, neyi gösteriyor diye sorar.

Her gösterge bir şeyi gösterir, peki bu neyi gösteriyor? İşte bu soruyu sorduğu anda var edenle var edilen arasında ki bağ kuruluverir. O illiyet bağı keşfedilir. Bu bağ keşfedildiğinde var edileni bilmek ilme dönüşür. İşte ilim o zaman ilim olur. Yani bilgi, veri, data o zaman ilim olur, alamet olur, işaret olur ve alem Allah’ı gösteren bir parmağa dönüşür.

İşte burada da bize suyun kaldırma gücünün, o kaldırma gücünden istifade ile yüzen gemilerin neye işaret ettiğini, yani bu suya kaldırma gücü vermeseydi Allah bu yolculuğun yapılıp yapılamayacağını, tabii sadece bu değil, daha da arka planda suya bile insana hizmet etsin diye yasa koyan Allah’ın insan için hiçbir yasa koymadığını düşünmenin abes olduğunu ima ve işaret ediyor aslında. O nedenle suyu boş bırakmadı Allah ta sizi boş mu bırakacak. Suya bir amaç koydu da sizin için, yani suyu kendisi için yarattığı insanoğlu için bir amaç belirlemesin mi? Onu amaçsız mı bıraksın.


42-) Ve halaknâ lehüm min mislihi ma yerkebun;

Onlar için onun misli, binecekleri şeyleri yaratmış olmamız! (A. Hulûsi)

42 - Ve kendilerine o misilliden binecekleri şeyler yaratmamızdır. (Elmalı)


Ve halaknâ lehüm min mislihi ma yerkebun ve onları benzer nitelikte taşıma araçları (yapabilecek kabiliyette) yaratmamızda da onlar için ayetler vardır. Yani, min mislihi ma yerkebun her türlü taşıta atıftır. Bugün füzeye kadar, uçağa kadar, arabaya kadar, ne kadar taşıma aracı var bunları yapabilecek kapasiteyi insana veren Allah’tır.

Buradan belki yine bu parmağa bakarken bu işaret parmağına aslında çok görmezden geldiğimiz, unuttuğumuz bir hakikati hatırlatıyor. İnsanoğlu Hayran hayran uçağa bakar da, o uçağı yapan, icat eden insana hayran hayran bakmaz. Peki aslında hiçbir sanat eseri sanatkarsız olmayacağına göre, sanata hayran olup ta sanatkara hayran olmamak nasıl bir kafa. Esere hayran olup ta müessire hayran olmamak nasıl bir kafa. Füzeye, uzay araçlarına hayran hayran bakıp ta o aracı tasarlayacak, o aracı icat edecek bir varlık olan insana sıradan muamelesi yapmak. Hele o insanı tasarlayan Allah’ı unutmak, onu yok saymak. İşte bu, bu işaret parmağının gösterdiği, bu ayetin gösterdiği yer o.


43-) Ve in neşe' nuğrıkhüm felâ sariyha lehüm ve lâ hüm yünkazûn;

Eğer dilesek onları suda boğarız da, ne imdatlarına yetişen olur ve ne de kurtarılırlar! (A. Hulûsi)

43 - Dilersek onları gark da ederiz o vakit ne onlara feryatçı vardır, ne de onlar kurtarılırlar. (Elmalı)


Ve in neşe' nuğrıkhüm eğer dilersek biz onları suda boğabiliriz. Ya da boğarız. Bu hem suyun kaldırma yasasına bir atıf. Eğer biz o yasayı koymazsak suda boğulurlardı. Hem de mevcut yasasıyla birlikte yine de suda yüzen taşıtların Allah’ın hıfz-ı emanına muhtaç olduğuna bir atıf. Yani istersek kaldırma yasasına rağmen yine boğarız. Onun için suya böyle bir yasa koyduk diye Allah’a muhtaç olmadıklarını düşünmesinler, sanmasınlar. Yine Allah’a muhtaçlar. Çünkü o yasayı koyanın elindedir onların kaderi.

felâ sariyha lehüm ve lâ hüm yünkazûn Bu takdirde imdatlarına kimse koşamaz, yetişemez ve onlar kurtarılamazlar da. Gerçekten Bu ayetin hatırlattığı tarihte çok büyük kazalar var. Yani Allah’a baş kaldırmış, Allah’a kafa tutmuş insanların, bunu Artık Allah bile batıramaz diye yaptıkları gemilerin mesela Titanic’in Kalat meşhuruyla, batması, onu yapan insanların duyguları. Tarihi verilere göre Titanic i kızağa oturtan, yani bu projenin sahibi olan kişi, böylesine muhteşem bir taşıtı denize indirdikten sonra bunu tanrı bile batıramaz demiş.

Bilmiyorum, Allah’la ayaklaşan her insanın başına gelecek olan aynı şeydir. Burada da zaten bu ayetler bağlamında verilmek istenen ders bu. Allah’ın koyduğu yasaları kullanarak bir takım kolaylıklar sağlıyorsunuz kendiniz için. Bir takım icatlar gerçekleştiriyorsunuz, bir takım tasarımlar yapıyorsunuz. Fakat bütün bunlar yine sizi Allah’tan müstağni kılmaz. Yani yine Allah’a mahkum ve mecbursunuz. Nasıl mecbur olmazsınız ki, Allah’ın verdiği kabiliyeti ve kapasiteyi kullanarak yapıyorsunuz onları. Ama bu gerçeği unuttuğunuz anda bu kapasite başınıza bela olur. Yani sizi yaşatsın rahat ettirsin, size huzur versin diye yaptığınız her şey size bela getirir, size mezar olur, sizin huzursuzluğunuzu artırır. Onun için ne yapıyor olursanız olun Allah ile bağlantıyı koparmayın, irtibatı kesmeyin. Allah ile irtibatı kestiğiniz anda ortaya koyduğunuz her şey amacının tam tersi bir işleve bürünüverir.

Tabiat alışılmış davranışların dışında davranmaya başlarsa eğer, düşünsenize bizler tabiatın alışılmış davranışlarla sonsuza kadar tekrar edeceğini, kendisinin tekrar edeceğini düşünüyoruz. Fakat alışılmış davranışları göstermemeye başlarsa bu bizim için alışılmamış. Çünkü insan oğlunun şu tabiatta ki, şu dünya misafirhanesinde ki misafirliği çok kısa. Şu evrenin yaşına göre insanoğlunun soyunun yaşı nedir ki, ne kıymeti var ki birkaç milyon yılın 15 milyar yıl karşısında. Dolayısıyla bu kısacık misafirlikte ne gördü ki insanoğlu? Ama insanoğlunun görmediğini gören biri var, bilmediğini bilen biri var. Tabiatın hep alışılmış davranışlar göstermeyeceğini bilen biri var. Daha doğrusu alışılmışın dışında davranışlar gösterme yeteneği veren biri var.

Düşünün, su hep alışıldık davranışın dışına çıkıp ta kaldırma gücünü bir an için geri çekiverirse. Rüzgar hep alışıldık davranışın dışına çıkıp ta maksimum esiş birimini ikiye katlayıverirse, 200 mil hızla değil de bir gün 500 mil hızla esmeye başlarsa. Deprem hep alışılmış davranışı olan 8 e kadar güçle sallama davranışını 12 ye katlayıverirse yeryüzünün şekli değişir. Bunu hiç hesap etmiyor insanoğlu.

Daha ötesi var insanoğlunun yeryüzü misafir hanesinde güvenliği nasıl saplanacak. İnsanoğlu güvenlik deyince çok küçük toprak birimlerinde aldığı tedbirleri aklına getiriyor. Peki kürenin güvenliğini kim sağlayacak, yer kürenin güvenliğini. Yer küre bir yığın kozmik kazaya açık, peki bu güvenliği kim sağlayacak. Allah’tan başka bir ihtimal var mı? Yer kürenin güvenliğini sağlayacak biri var mı. İşte bütün bunları düşünmemiz ve nihayetinde Allah’a iltica etmemiz, Allah’a yönelmemiz isteniyor.

Tabii bunun tersi insanoğlunun tabiatı hoyratça kullanması. Yani suyu çürütmesi,i suyu kokutması, havayı çürütmesi, kokutması. Toprağı çürütmesi, kokutması. Elini değdiği her şeyi berbat etmesi. Üstelik kendisi için yaratılmış ve kendisine emanet edilmiş bu şeylere ihanet etmesi.

Sonuç? Bu sorumsuzluktur. Sorumsuzluk bir zincirleme günah galerisidir. En düşüğü varlığın en aşağısına, en yükseği varlığın zirvesine karşı sorumsuzluk. Toprağa karşı sorumsuzluk başlamışsa, Allah’a karşı sorumsuzluğa kadar gider. Onun için takva sadece  İnsan Allah ilişkisinde değil, insan toprak ilişkisinde de geçerli. İnsan – tabiat ilişkisinde de geçerli. Sorumluluk bilincinin kaybolması. Bunun temelinde ahiret inancının zafiyeti yatar. Bir insan ahireti gözden kaçırdığında, kulak ardı ettiğinde, göz ardı ettiğinde ancak sorumsuz olabilir. İşte ayette aslında oraya getiriyor sözü.


44-) İllâ rahmeten minNA ve meta'an ilâ hıyn;

Ancak bizden bir rahmet olarak ve yalnızca belli bir süre nasiplenmeleri için ömür vermemiz hariç. (A. Hulûsi)

44 - Ancak tarafımızdan bir rahmet ve bir zamana kadar yaşatmak için başka. (Elmalı)


İllâ rahmeten minNA ve meta'an ilâ hıyn sadece katımızdan bir rahmet ve geçici bir mühlet tanımamız sayesinde yaşayabilirler, (ayakta kalabilirler, hayatta kalabilirler.)


45-) Ve izâ kıyle lehümütteku ma beyne eydiyküm ve ma halfeküm le'alleküm turhamun;

Onlara: "Önünüzdekinden (karşılaşacaklarınıza karşı) ve arkanızdakinden (yapmış olduklarınızın sonuçlarından) korunun ki rahmete eresiniz" denildiğinde (yüz çevirirler). (A. Hulûsi)

45 - Hal böyle iken onlara önünüzdekini ve arkanızdakini gözetip korunun ki rahmete şayan olasınız denildiği zaman. (Elmalı)


Ve izâ kıyle lehümütteku ma beyne eydiyküm ve ma halfeküm le'alleküm turhamun kendilerine sizi bekleyen ahiret ve geride bıraktığınız dünya hayatından dolayı sorumluluktan titreyin ki, tir tir titreyin ki, sorumluluğunuzu o kadar içten duyun ki ilahi merhamete ulaşabilesiniz denildiğinde, (yüz çevirdiler.)

Biraz önce sorumsuzluğun temelinde ahirete inançtaki zaafın yattığını söylemiştim. İşte o ayet geldi. Sorumluluktan kaçmak için insanoğlu o kadar büyük bir yanlış işliyor ki insanın tabiatında ölümsüzlük arzusu vardır, insan böyledir. Çok sever, ister ki 1.000 yıl yaşayım ..lev yu'ammeru elfe sene.. (Bakara/96) diyor ya Yahudileşmiş İsrail oğullarını ele aldığı bir ayette Kur’an. Tabii bu dünya da yaşamak. Aslında dünya da yaşamak değil onun kisi, onun tüm yaşamı dünyaya ait olduğu için dünyevileşmiş bir akıl, tüm hayatı buraya hasrettiği için, teksif ettiği için burada düşünüyor. İnsanoğlu fıtratı icabı ölümsüzlüğü ister.

Fakat sorumsuzluk insanın fıtratında ki bu arzuyu bile bastırıyor. Sorumsuz bir hayat yaşadığında bu dar-ı dünyada, bu geçici hayatta, kalıcı bir ölüm sonrası hayatı inkar etmeye kalkıyor. Şuna bakınız, yani küçücük hayatı sorumsuzca yaşadım diye, sonsuz ebedi hayatın üstünü çizmeyi istemek. Nasıl bir şey, işte ahireti inkar budur. İnsan fıtratında ki bir arzuyu bile sırf sorumsuzluk için feda edebilmek. Ölümsüzlüğünü sorumsuzluğuna feda etmeyi isteyebiliyor. Ama tabii bunu beceremiyor, yapamıyor.


46-) Ve ma te'tiyhim min ayetin min âyâti Rabbihim illâ kânu 'anha mu'ridiyn;

Onlara Rablerinin işaretlerinden bir delil gelmez ki, ondan yüz çevirmesinler. (A. Hulûsi)

46 - Kendilerine rablerinin âyetlerinden her hangi bir âyet de gelse mutlaka ondan yüz çevire geldiler. (Elmalı)


Ve ma te'tiyhim min ayetin min âyâti Rabbihim illâ kânu 'anha mu'ridiyn zira onlara ne zaman rablerinden bir mesaj ulaşmışsa, her seferinde ondan yüz çevirmişlerdir. ‘anha mu’ridiyn. Yüz çevirmişler, ona sırt dönmüşlerdir.


47-) Ve izâ kıyle lehüm enfiku mimma razekakümullâhu, kalelleziyne keferu lilleziyne amenû enut'ımü men lev yeşaullahu at'ameh* in entüm illâ fiy dalâlin mubiyn;

Onlara: "Allâh'ın sizi beslediği yaşam gıdalarınızdan Allâh için karşılıksız bağışlayın" denildiğinde hakikat bilgisini inkâr edenler, iman edenlere dedi ki: "Dileseydi Allâh, kendisinin doyuracağı kimseyi mi yedirip doyuralım? Siz ancak apaçık bir dalâlet içindesiniz." (A. Hulûsi)

47 - Allahın size merzuk kıldığı şeylerden hayra sarf edin denildiği zaman da onlara o küfredenler iman edenler için şöyle dediler, biz hiç yedirir miyiz o kişiye ki Allah dilese ona yiyeceğini verirdi, siz apaçık bir dalâl içinde değil de nesiniz! (Elmalı)


Ve izâ kıyle lehüm enfiku mimma razekakümullâhu, kalelleziyne keferu lilleziyne amenû enut'ımü men lev yeşaullahu at'ameh kendilerine Allah’ın size verdiği rızıktan, servetten, nimetten Allah yoluna sarf edin denildiğinde küfürde direnenler tabii ki. İnkarda ısrar edenler, imanda sebat edenlere ne yani derler Allah’ın istemesi halinde doyuracağı kimseyi biz mi doyuralım. Yani Allah’ın doyurmadığını biz mi doyuralım derler. in entüm illâ fiy dalâlin mubiyn ve eklerler işte gördünüz, işte açıkça görülüyor ki siz iyice kaçırmışsınız, iyice sapıtmışsınız. Yani siz acıklı bire şaşkınlık içinde değil de nesiniz. Derler.

Evet, İnfak önerildiğinde, İnfak ne demek? Servetten Allah yolunda harcamak. İnfakın bahusus karşılığı bu. Yoksa Kur’an da sadakat olarak ta gelir, zekat olarak ta gelir. Artma ve arınma yöntemi. Sadaka, Allah’a sadakati ispatlama yöntemi sadaka. Ama infak özellikle Allah yolunda, ya da Allah yoluna, ya da Allah rızası için harcama. Burada infak denilmesinin sebebi nefak kökünden gelmesinin sebebi, çok ince bir nükte var. Biliyorsunuz münafık ta aynı kökten türetilir. Bu kökten türetilmesinin sebebi bir tünelin bir ucundan atınca, tünelin ahirette ki çıkışından alınacağına inanmak. Yani nefak zaten tünel demektir. Köstebek yuvasına da onun için aynı isim verilir. Yani dünyada ki ucundan atınca, infak edince, ahirette sizi bekleyen bir yatırıma, bir servete dönüşmesi. Onun için çift dünyalı olanlar infak ederler. Tek dünyalı olanlar nifak ederler. Çift dünyalı olanların tek yüzü olur, tek dünyalı olanların çift yüzü olur. İki yüzlülerdir.

İşte infak Allah’a daha fazlasını almak için vermektir. İnfak Allah’ın verdiğini paylaşmaktır ki daha fazlasını versin. Dahası Allah’ın verdiği geçici nimeti paylaşarak, Allah’tan kalıcı nimet almaktır. İnfak budur.

İmanın test edilmesinin yöntemlerinden biri olarak geçer Kur’an da, iman infakla test edilir. Karşılığını orada almak için bu dünyada seve seve vermek. İnkarcı tavır vereceğine takılmış burada. Ama alacağını görmüyor. Sadece vereceğine takılmış. Onun için de diyor ki, Allah istese doyururdu, biz mi doyuralım. Allah’ın doyurmadığını biz mi doyuralım. Onun için bunu görmüyor Allah’ın onu doyurmayıp bunu da doyacağından fazlasıyla rızıklandırmasının sebebini görmüyor. Aslında onun doyacağını bunun eli ile vermiş ona. Onu görmüyor. Yani emanet verildiğini görmüyor. Kendisinin doyacağından fazlasının elinde olmasının hikmetini kavrayamıyor.

Bu Allah’tan bağımsız ve bağlantısızı düşünmenin acıklı sonucu. Çünkü tek dünyalı dedim ya biraz önce. Servete hesabı sorulacak bir emanet olarak bakmıyor. Bakmadığı içinde infak etmeye yanaşmıyor. Dünyevileşmiş bir aklın akıbeti bu.


Devam ediyor B sayfasına geçiniz,
139. videoyu toplu olarak BURADA bulabilirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder