18 Mart 2013 Pazartesi

İslamoğlu Tef. Ders. SÂFFÂT(01 - 05) (140-A)






El Hamdu Lillahi Rabbil'Alemiyn Vesselatü Vesselâmü alâ Resulüna Muhammedin ve alâ alihi ve ashabihi ecmaiyn.

Rabbişrah liy sadriy;

Ve yessirliy emriy;

Vahlül ukdeten min lisaniy;

Yefkahu kavliy; (Tâhâ 25-26-27-28)

Rabbim, göğsüme genişlik ver, kolaylaştır işimi, düğümü çöz dilimden, ki anlasınlar beni. Amin!

Değerli Kur’an dostları Kur’an lı bir hayat, Kur’an lı bir memat dileyerek, rabbim Kur’an ı bize aç, bizi Kur’an a aç niyazında bulunarak Kur’an ın gölgesi altında yaşanmış bir hayatı bize lütfet duasıyla bugünkü dersimize giriyoruz.

Bugün Kur’an ülkemizin yepyeni bir sitesine daha yelken açacağız. Görmediğimiz nice sularda birlikte seyahat edeceğiz. İnşallah o derin suların , nefesimiz derinliklerine inmeye ne kadar yeterse dalışlar gerçekleştirip inciler, mercanlar, mücevherler çıkartacağız ve onları ömrümüz boyunca dünyamız ve ukbamızda göğsümüze taktığımız yüreğimiz kadar pirupak tutacağız ve yolumuza ışık yapacağız.

Bu sitenin adı Sâffât. Elimizde ki mushafta 37. sure. Sure adını 1. ayetinden alıyor. Saf saf dizilenler, sıra sıra olanlar, hizaya gelenler, ya da dizenler, getirenler, sıra sıra edenler anlamına gelir. Surenin tek meşhur adı bu tüm kaynaklarımızda.

Surenin iniş dönemi, öncelikle söyleyeyim ki Mekki bir sure. Mekke döneminin 3 periyodundan orta periyoduna denk geliyor. Habeş hicretinden sonra olduğu açık. Sure hangi dönemde indiğine dair bize içinde bir takım işaretler de vermiş. Mesela bu surenin 62. ayetine, İsra suresinin 60. ayeti atıfta bulunur. Bunun anlamı şu Bu sure İsra’dan sonra inmiş olamaz. Yine aynı ayet Duhan/43 e yapılan itiraza cevaptır. Yani bu surenin 62. ayeti, Duhan/43 ayetine yapılan itiraza bir cevap olarak inmiş. Bunun anlamı da şu; Bu sure Duhan suresinden önce inmiş olamaz. Yani en son ve en ön aralığı tespit etmiş bulunuyoruz. En’am, lokman sureleri arasına yerleştirmiş ilk otoritelerimiz.

Surenin konusu bir önceki sure olan Yasin suresi gibi ahiret, yani hesap günü. İlk ayetler, 1. ayetten 11. ayete kadar dikkati manaya önceleyen Mekki üslubun en güzel örneklerinden. Aslında bu surenin tamamında Mekki üslup çarpıcı bir biçimde kendini gösteriyor.

Mekki Üslup kısaca şu; Kur’an ın üslubunu ikiye ayırabiliriz dönemsel olarak. Mekki ayetler kendine has bir üslup taşırlar, medeni ayetler de kendine has bir üslup taşırlar. Bu iki üslup arasında ki fark ta şu. Mekke de inen ayetler anlamdan daha çok muhatabın dikkatini çekmeyi önceler. Medine de inen ayetler ise anlamı önceler. Onun için Mekki ayetler kısa, veciz, çarpıcı ve “ses düzeni olan, akustik ve şiirsel” dir. Şiirle alakalıdır demiyorum. Yani içinde böyle dip akıntısı gibi akan bi4r şiirsellik var, bir ses uyumu vardır. Medeni ayetler ise nispeten uzun, daima bir açılım taşıyan, adeta Mekki ayetlerin tefsiri niteliğindedir. Bu da Kur’an ın iniş süreci, ile alakalıdır.

Birine bir söz anlatacaksanız, önce onun dikkatini çekmek zorundasınız. Dikkatini çekmek, dikkatini toplamak, bana bakar mısın demek, beni dinler misin demek, bana kulak ver demek ve kulak verdiğine kani olduktan sonra söyleyeceğini, söylemek.

Yasa belli, iyiler ödüllendirilir, kötüler cezalandırılır. Sure de bundan söz ediyor. Kendilerine atalar yolunu mazeret kılan vahyin ilk muhatapları, ve daha sonra ve çağdaş modern muhatapları kim olursa olsun onların hepsine birden modeller veriyor. 9 peygamber özelinde modeller sunuyor. Ama özellikle vahyin ilk muhatabı olan inkarcılara Hz. İbrahim modelini biraz ayrıntılı sunuyor. Yani bununla şunu söylüyor;

Atalarımızın yolunu mu izliyoruz diyorsunuz? Peki siz atalarda da mı ayırımcılık yapıyorsunuz. İbrahim de atanız. Niçin iyi atalar dururken kötü ataları izliyorsunuz. Kötü örnek olmaz, kötü misal olmaz. O zaman siz samimi değilsiniz. Aslında atalarınızı mazeret gösteriyorsunuz fakat kötü olan sizsiniz. Çünkü iyiyi örnek almanız gerekirken geçmişin içinden kötüyü seçip örnek alıyorsunuz. Bunu da açıkça söylüyor.

İnnehüm elfev abaehüm dâlliyn (69) Onlar atalarını sapık olarak buldular. Devam ediyor; Fehüm alâ asârihim yühre'un (70) Bu çok ilginç fakat diyor onların ardından öylesine körü körüne seğirtiyorlar ki anlayana aşk olsun. Yani hem sapık olarak buldular hem de onların ardından yetişelim diye tabana kuvvet koşuyorlar. Yühre’un, aslında bu kelime hre’, körü körüne birini izlemek, körü körüne, şaşkınca ona yetişeyim de ne olursa olsun diye ona yetişmeye çabalamak.

Hz. İbrahim ve kurbanlık oğlunun sınavı ele alınıyor surede. Hem de ayrıntılı olarak. 100 ve 105. ayetler arasında ve sonunda iyilik bedelsiz değildir diyor sure. inna kezâlike neczil muhsiniyn (105) işte biz iyileri böyle ödüllendiririz. Yani 4.500 yıl önce gök kubbeye koy verilmiş bir çığlık hala bugün kendisine aşıklar topluyorsa, hala yüreklerimizde yankı buluyorsa, Allah sadece ahirette değil, burada da ödüllendiriyor demektir. İşte İbrahim ve İsmail (A.S.) örneğinden yola çıkarak İnananların, mü’minlerin alması gereken ders bu.

Ve sure, en büyük sapma Allah ile insan arasında ki doğrudan iletişimi kesen şirktir diyor. Bunu da 149 – 166. ayetleri arasında uzun uzun işliyor. Şirk İnsanın Allah karşısında haddini bilmemesi. Tanrı tayinine kalkışması, Allah’a ait mükemmel bir niteliği onun dışında bir varlığa yakıştırıp, yakıştırdığı varlık karşısında da nesneleşmesidir. Ama bundan da öte şirkin İnsana yaptığı en büyük kötülük doğrudan iletişimi kesmesidir. Rabbi ile doğrudan iletişim kurmak. İnsana yakışan bu. Eğer dolaylı iletişim kurmaya kalkarsanız anlam kayba uğrar, mesaj kayba uğrar. Sizin mesajını da kayba uğrar, alacağınız karşılıkta kayba uğrar. Onun için rabbinizle doğrudan bağlantı kurun. Dolaysız iletişim kurun mesajıdır şirki reddeden her ayet.

Bu kısa özetten sonra şimdi Sâffât suresinin tefsirine geçebiliriz.




1-) VesSaaaffati saffâ;

And olsun o saflar olarak dizilenlere (boyutları oluşturan kuvvelere). (A.Hulusi)

01 - Kasem olsun ol kuvvetlere: o saf dizip de duranlara. (Elmalı)


VesSaaaffati saffân düşün, Fikret, aklet, teemmül et, üzerinde uzun uzun dur. Sıra sıra dizilenlerin ve sıra sıra dizenlerin.

Bu manayı vermem boşuna değil, gerekçesini izah edeceğim. Sâffât, tekili sâffe. İnsan, melek, kuş gibi hareket yeteneği olan varlıklarla ilgili kullanılan bir kelime. Kur’an da hareket yeteneği olan tüm varlıklara atfedilir. İlk 3 ayette kim kastediliyor sorusu farklı cevaplar bulmuş. Klasik müfessirlerimiz burada hemen bir çoğu melekler cevabını vermişler ki, ben tevakkuf ediyorum bu cevap üzerinde, yani duraksıyorum. Tereddüdüm var. Çünkü bu surenin 165. ayetinde şöyle buyruluyor;

Ve inna le nahnus saffun (165) işte o saf saf olanlar, o sıra sıra dizilenler bizleriz. O ayetin bağlamına baktığımızda Allah’ın has kulları olduğunu görüyoruz. Yani surenin içinde burada ki saf saf dizilenlerin kimliğine dair bir delil var. Buradan yola çıkarak burada saf saf dizilenler Allah’ın has kulları, müminler, ona teslim olanlar diyebiliriz.

Tabii daha ötesi de var. Burada bazı müfessirler, ki başta Razi, burada ki sıra sıra dizilenler vahiydir, bununla kasıt vahiydir demiş. Ki aslında 3. surede ki tâliyat harflerin sıra sıra dizilerek anlamlı kelime, kelimelerin sıra sıra dizilerek anlamlı cümle, cümlelerin sıra sıra dizilerek anlamlı metin oluşturması anlamına gelir. O halde ilk 3 ayetten bahsettiğimize göre acaba sâffât’a da böyle bir anlam yüklenebilir mi sorusu önemli.

Vahiy eğer bu yorumu kabul edersek ki güzel bir yorum, bu durumda sıra sıra dizilen vahiy sanki canlı, kanlı özne gibi takdim edilmiş. Bu mühim, bunun altı çizilmesi gerek. Zaten Kur’an da vahye özne muamelesi yapmamızı isteyen bir çok işaret var. Unutmayınız bundan önce Yasiyn, VelKur'ânilHakiym. (1-2) Hakiym’i tefsir ederken ısrarla vurgulamıştım. Hakiym mübalağa ile ismi faildir, özne formudur. Yani özne olan biri için kullanılır. Muhatabı üzerinde öznelik yapacak, Hakiym, ismi fail, yani failin ismi. O halde Kur’an ismi faildir. Hakiym olan Kur’an. Unutmayın bu Allah’ın da sıfatı aynı zamanda. Kendi sıfatından bir pay vermiş vahye ve vahiy muhatabı üzerinde bir inşada bulunuyor. Muhteşem bir inşada. İşte burada da onu görmek mümkün. Bu ikinci yoruma göre.

Acaba 1. yorumla 2. yorumu, yani Sâffât; hem samimi mü’minleri hem de vahyi, ikisini birden içermez mi? Diye bir soru sorabiliriz haklı olarak. Cevabını da çok güzel alıyoruz. Merhum büyük müfessirimiz, bu toprakların yetiştirdiği Ebus Suud; Evet diyor. Bu kelime sarf olarak 2 manayı birden içerir. Yani hem fail, hem mef’ul manasını. Hem dizen, hem dizilen manasını. O halde ben de ikisini birden içermek yerine neden bir tanesini tercih edip diğerini atalım ki. Zaten usulse böyle bir kural vardır. Eğer delillerin arasını cem etmek, birleştirmek, te’lif etmek mükinse iki delilden biri atılmaz. İşte bu noktada;

VesSaaaffati saffân sıra sıra dizilenleri düşün, onları sıra sıra dizenleri düşün. Hizaya dizilenler Mü’minler, onları hizaya sokan da vahiy. Saf saf olan mü’minler, onları saf saf eden kurşunla berkitilmiş bir duvar gibi, hani Hucurat suresinde ifade buyruluyor ya; (hayır Saff/4 olacak) ..saffen keennehüm bünyanun mersus. (Saff/4) kurşunla birbirine berkitilmiş tuğlalardan yapılmış muhteşem bir duvar gibi omuz omuza, saf saf çelik gibi, yani dağılmış yürekleri kurşundan bir duvar gibi birleştirdik.

İşte bunu kim yaptı sorusunun cevabı da ilk ayetin içinde vahiy yaptı. Vahiy parçayı bütünler, dağınığı toplar, bölünmüşü bütünleştirir, parçalanışı, parçayı bütünün içine koyar. Sizin parça olarak gördüğünüz şeyi bütün içinde görmenizi sağlar ve parçayı bütün içinde değerlendirme yeteneği kazandığınızda parça da kökü duran, kötü gibi gelenin bütünde çok güzel olduğunu görürsünüz. O zaman uçağa yetişmek için gaza basıp ta kaza yapmanızı çok kötü olarak nitelendireceğiniz yerde, 1 saat sonra o uçağın düştüğü haberini aldığınızda. Bu bana ne büyük bir iyilik oldu deme ihtimalinizi hep aklınızda tutturur. İşte parça bütün ilişkisini Kur’an inşa ettiği akılla, tasavvurla böyle kurar.


2-) Fezzacirati zecra;

O (Allâh'tan engelleyici - perdeleyici faktörleri) şiddetle defedenlere. (A.Hulusi)

02 - O haykırıp da sürenlere. (Elmalı)


Fezzacirati zecran vazgeçirip set çekenleri.

Vahyin nehiyleri, ikili anlamı tercih ettiğimize göre vahiy ve mü’minler. Yani set çeken ve vazgeçiren, geri durduran, bazı şeylerde tutan sizi. Yürüme diyen, dur diyen, buraya girme diyen. Bu vahye yönelik olarak anladığımızda vahyin nehiyleri, vahyin yasakları. Çünkü vahiy; içinde zehir olan köftelere el uzatmamızı engeller Çünkü vahiy zakkum’u yememizi engeller. Güzel kokar, albenilidir, güzel görüntüsü vardır, ama yemeye kalktığınızda zehirlidir, öldürebilir. Zaten bu surenin içinde de zakkum gelecek. Onun için günah öyledir, Zakkuma benzer. Dışardan albenilidir, caziptir. Ama yemeye kalktığınızda zehirler. İşte vahiy ona karşı sizi uyarır ve engeller.

Mü’minler için aldığımızda nehy i anil münker, kötülükten sakındırma, vazgeçirme. Mü’minin böyle bir görevi var. Ona tekabül eder bu ayet.


3-) Fettaliyati zikra;

O zikir (hatırlatıcıyı) okuyanlara. (A.Hulusi)

03 - Ve o yolda zikir okuyanlara. (Elmalı)


Fettaliyati zikra uyarmak için peş peşe gelenleri.

Evet, uyarmak için peş peşe gelenler. Yine vahiy eksenli düşündüğümüzde vahyin uyarmak için ardı ardı sıra gelmesi. Saf, hareketli varlıklar için değil mi. Tilavette harfler için kullanılır. Yani harfler yan yana gelince anlamlı kelime, kelimeler yan yana gelince anlamlı cümle, cümleler yan yana gelince metin oluşturur. Burada saf, bir amaca ulaşmak için sıraya dizilmekse, tilavette bir anlama ulaşmak için sıraya dizilmektir. Onun her ikisini de birden ilk 3 ayette birden görüyoruz. Nasıl ki harfler bir manaya, ilahi manayı içine almak için sıra sıra dizilmeleri gerekiyorsa ey mü’minler, sizi de ilahi misyonu üstlenmeniz için sıra sıra dizilmeniz gerek, saf saf olmanız, disipline girmeniz gerekiyor. Biz bu mesajı alıyoruz.


4-) İnne ilâheküm le Vâhıd;

Muhakkak ki sizin tanrınız (olarak düşündüğünüz) Vâhid'dir! (A.Hulusi)

04 - Ki ilâhınız birdir sizin. (Elmalı)


İnne ilâheküm le Vâhıd şüphe yok ki ilahınız elbette bir tektir.


5-) Rabbüs Semâvati vel Ardı ve ma beynehüma ve Rabbül meşarık;

Semâların, arzın ve ikisi arasında olanların Rabbidir (Esmâ'sıyla açığa çıkaranı) ve doğu(ş)ların (açığa çıkacakların) da Rabbidir! (A.Hulusi)

05 - Hep o Göklerin Yerin ve aralarındakilerin rabbi ve bütün müşriklerin rabbi. (Elmalı)


Rabbüs Semâvati vel Ardı ve ma beynehüma ve Rabbül meşarık göklerin, yerin ve onlar arasında ki her şeyin rabbi ve bütün doğuların rabbi.

İlginç, bütün doğuların rabbi. Güneşin doğum yerleri, meşarık. Güneş iki gün aynı yerden doğmaz. Daima derece derece kayar. Ama burada güneşle, ayla, geceyle gündüzle, yerle gökle, yağmurla ilgili bir şey söylendiği zaman, tabiatla ilgili bir şey söylüyor olmaktan daha çok, onun aracılığı ile manevi bir şey söyler Kur’an. Çünkü Kur’an fizik kitabı, coğrafya kitabı değil. Bu manada hep bize, bizi biz eden, bizi biz kılan, bizi ebedi kılan insani tarafımızı onarır.

İşte o noktada ne söylüyor manevi güneşlerin farklı farklı doğum merkezlerine işaret ediyor. Mesela peygamberler. Her biri bir güneşti, her biri farklı doğdu. Ama güneş olmalarını engellemedi. Her biri bir güzelliği temsil etti, ama ortak güzellikleri de hep oldu. Her biri farklı coğrafya da geldi. Ama hepsi de güneşti. Farklı dilleri konuştu, ama hepside güneşti.

Dahası her vahiy farklı farklı yerden doğan güneşin doğuşuna benzer. Her vahiy aynı güneşin farklı yerlerden doğuşuydu. Kökü aynı idi. Allah’tan geliyordu, ama farklı farklı yerlerden doğuyordu. Güneş farklı yerden doğar ama, güneş aynı güneştir. Çünkü ışık kaynağı olan bir şeydir, karanlığın tersine. Karanlıksa kaynaksız bir şeydir. Onun için karanlık bir başına var olan bir şey değildir. Karanlık, ışığın yok olduğu halidir. Işık olmadan karanlığı tarif edemeyiz, tanımlayamayız. Çünkü karanlık kendi başına bizatihi var olan bir şey değil.

Batıl budur işte. Aslında batıl yoktur, “mış” gibi görünür. Varmış gibi. Yoktur aslında. Çünkü bir temeli yoktur. Bir gerçekliği yoktur, yalana dayanır. Bakınız tüm batıllar yalana dayanırlar. Hakikatse tektir. Kaynağı tektir, fakat hakikatin geliş yolları farklı farklıdır. Tıpkı güneşin geliş yolları gibi.

İşte bu farklılıklar arasındaki uyumu gör. Bu farklılıklara düşman olma. Bu farklılıkları algıla, bu farklılıklar hayatın doğasında vardır. Olanca farklılığına rağmen muhteşem bir uyumu sergiler. Ey insanoğlu sen de farklı mizaçlara, farklı huylara, farklı yapılara, farklı dillere, farklı renklere sahip olmana rağmen güneş gibi tek bir hakikate yönelmelisin. Farklı yerlerden doğabilir sana hakikat ama unutma ki kaynağı tektir.


Devam ediyor B sayfasına geçiniz.
140. videoyu toplu olarak BURADA bulabilirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder