24 Aralık 2012 Pazartesi

İslamoğlu Tef. Ders. RÛM (30-30) (128-A)






Değerli Kur’an dostları bugünkü dersimize kaldığımız Rûm suresinin 30. ayetiyle devam ediyoruz.


30-) Feekım vecheke liddiyni haniyfa* fıtratAllâhilletiy fetaren Nase aleyha* lâ tebdiyle li halkıllâh* zâliked diynül kayyimü, ve lâkinne ekseranNasi lâ ya'lemun;

Vechini (şuurunu) Hanîf olarak (tanrıya tapınmaksızın, Allâh'a şirk koşmaksızın) o Tek Din'e yönelt! O Allâh Fıtratı'na (beynin ana çalışma sistem ve mekanizması) ki, insanları onun üzerine (o ana sistem ve mekanizmayla) yaratmıştır! Allâh yaratışında değişme olmaz! İşte bu, Din-i Kayyim'dir (sonsuz geçerli Sistem, Sünnetullâh'tır)... Ne var ki insanların çoğunluğu (bu gerçeği) bilmezler. (A.Hulusi)

30 - O halde yüzünü dine bir hanîf olarak tut: o Allah fıtratına ki insanları onun üzerine yaratmıştır, Allah yaratışına bedel bulunmaz, doğru sâbit din odur, velâkin nâsın ekserisi bilmezler. (Elmalı)


Feekım vecheke liddiyni haniyfa artık sen varlığını her tür sapmadan uzaklaşarak tümüyle doğru ve asıl dine çevir.

Ekım vechek; harfiyen yüzünü çevir manasına gelmekle birlikte yüz zatın varlığın aynası olduğu için varlığını çevir anlamına ulaşıyoruz. İstikametül vech ile ikametüs sâlâh arasında bir bağlantı olsa gerek. Varlığı doğrultmak, insanın varlığına istikamet vermek. İnsanın varlığının istikametini doğru yöne çevirmek.

Burada insanın fıtratına doğru yönelmesini, yaratılıştan taşıdığı güzel eğilimleri ortaya çıkarmasını, Allah’ın kendisine nakşettiği potansiyeli gün yüzüne çıkarmasını bir yöneliş, varlığı istikamete yöneltmek, varlığa istikamet vermek olarak niteleyebiliriz. Ki devamında bu daha da açıklanacak.

fıtratAllâhilletiy fetaren Nase aleyha Allah’ın, insanlığın özüne yaratılıştan nakşettiği fıtrattan yana çevir varlığını.

Evet, asıl burada anahtar kavram fıtrat. Bu form ile Kur’an da kullanıldığı yer burası. Yarmak ortaya çıkarmak, var etmek, yaratmak gibi anlamlara gelen “fatr” kökünden türetilmiş. FıtraAllah; Allah’ın yarattığı öz, nakşettiği temel. Bunu Kur’an da ki bir başka ifade ile örtüştürebiliriz sıbğatAllah Allah’ın boyası ve men ahsenu minallâhi sıbga, (Bakara/138) Allah’tan daha güzel boyası olan kimdir. Yani Allah’tan daha güzel kim güzel boya vurabilir, kim boyayabilir.

Allah’ın nakşettiği fıtrat, Allah’ın vurduğu boyadır. İnsan özünde bu boya ile doğar. Çünkü bir amaca mebni olarak yaratılmıştır, amaçsız değildir. İnsan yaratılış amacını yer yüzünde gerçekleştirmek için, -ki bu amaç tevhid ve adalettir- kendini gerçekleştirmesi lazımdır. Amacını gerçekleştirmek için kendini gerçekleştirmek zorundadır. Kendini gerçekleştirmek öncelikle kendine yönelmek, kendini bulmak, kendini bilmekle olur. Çünkü insan halifedir. Yer yüzünde hayatın inşasıyla görevlidir. Bu inşanın 2 unsuru vardır.

1 – Alt yapı,
2 – Üst yapı.

Bu inşanın 1. unsuru olan alt yapı var olandır. Yani insanla birlikte yaratılmış olandır. İnsanın özünde var olandır. Sonradan gelen bir şey değil, önceden verilmiş olan bir şeydir. İşte ona Kur’an “fıtrat” diyor. Vahiy ona fıtrat adını veriyor.

Fıtrat; iyiye meyil diye çevirebiliriz. İnsanın yaratılıştan iyiye meyyal, güzel olana eğilimli. Doğru, Hakk ve yararlı olana eğilimli oluş özelliği diyebiliriz. Yani insan Pavlus Hıristiyanlığının dediği gibi doğuştan günahkar değil. İnsan doğuştan kötü değil, kusurlu değil. Aksine doğuştan iyi, iyiye meyyal, iyiye eğilimli, Allah’ı tanımaya ve bilmeye yatkın. Bunun için gerekli olan donanımlarla donatılmış. O nedenle biz fıtratı insanın iyiye, hakka, hayra, doğruya güzele yararlıya olan yaratılıştan getirdiği eğilim olarak anlayabiliriz.

Fakat insan sonradan bozulabilir, sonradan yamulabilir, sonradan bu iyi özün üzerini örtebilir. Bu iyi temelin üzeri, -ki alt yapı demiştik- örtülürse buna vahit; Küfür diyor. Küfür örtmektir zaten. Küfür insanın fıtratının üzerini kapatmaktır. İnsanın fıtratı bir vicdan inşasına elverişlidir. Bu inşayı kim gerçekleştirir, kim gerçekleştirebilir? Elbette alt yapıyı kim kurmuşsa insanın fıtratında en iyi vicdanı da o yaratır. O gerçekleştir. Yani O Allah’tır.

Dolayısıyla üst yapıda O’na ait olmalıdır. Biz o üst yapıta din diyoruz. Din üst yapısı fıtrat alt yapısıyla uyumlu olursa insan kendi kendisiyle barışık, tanışık, bilişik olur. Kendi kendisine yabancılaşmaktan korunur. Kendi kendini gerçekleştirir, kendini bilir dolayısıyla rabbini bilir, sorumluluğunu idrak eder ve yerine getirmeye çalışır. Bu da insanın ebedi mutluluğunun garantisidir. Böyle bir başlangıç, işte böyle bir sonucu getirir.

Ama böyle değil de alt yapıya uygun olmayan bir üst yapı, bir din, yani din insanın kendisini kalıbına soktuğu herhangi bir inanç sistemi olabilir. Hayat tarzı haline getirdiği her inanç ve düşünce sistemi, insanda dinin fonksiyonunu üstlenmeye başlar. Dolayısıyla din Hakk olmazsa batıl olur. Batıl olursa üst yapı alt yapı ile çakışmaz, çatışır. Bu çatışma insanın iç dünyasına yansır. Üst yapıyı bir somun, alt yapıyı da bir cıvataya benzetirsek, somunun dişlisiyle cıvatanın dişlisi ters gelir. Bundan her ikisi de zarar görür. Yanlış somun doğru cıvatayı da yalama edecektir, ya da bozacaktır. İşte ayetin devamında da zaten bu uyarıyı görüyoruz. Ama devamına geçmeden önce biz fıtratı, Allah’ın; insanın özüne nakşettiği o temel oluşuma Resulallah’ın getirdiği yaklaşımı da zikrediverelim.

- Küllu mevlûdin yu’ledu alel fıtrat. Her doğan fıtrat üzere doğar diyor efendimiz. Fe ebehu o tertemiz doğan çocuğu baba ve annesi yu hevvidanihi ve yunassiranihi ve yumaccüsanihi ya Yahudileştirir, ya Hıristiyanlaştırır, ya Mecusileştirir.

Bu aslında tüm inançların özü olan tevhidin daha sonradan saptırılma biçiminin bir birey üzerinde gerçekleştirilmesidir. Yani bireysel bir tezahürüdür. Nasıl ki bir İslam peygamberi olan Hz. Musa’ya gelen İslam vahyi saptırıldıktan sonra Yahudileşme oluşmuş, bir İslam peygamberi olan Hz. İsa’ya gelen İslam vahyi saptırıldıktan sonra Hıristiyanlaşma oluşmuşsa, işte bir İslam insanı olan ve özünde fıtrat olarak, Müslüman olarak yaratılan. Yani bu ne demektir; Tertemiz, pırıl pırıl, işlemeye elverişli, karalanmamış bir fıtratla yaratılan insanın kötü ellerde bozdurulması, yamultulması, saptırılması sonucunda tıpkı temiz inançların daha sonradan tahrif edilmesi gibi temiz fıtratlar da daha sonradan tahrif edilebilmektedir.

İşte buna vahiy küfür, şirk ilha caht, fısk, nifak, fücur vs. gibi farklı katmanları olan farklı anlamlar verir. Devam edelim;

lâ tebdiyle li halkıllâh bu ibareyi bir üsttekiyle birlikte anlamak lazım. Onun için ona bağlıyorum ta.. ki (ona bağlamamız gerekiyor) Taa..! ki Allah’ın yarattığında olumsuz bir değişme olmasın. Yani Allah’ın insanlığın özüne yaratılıştan nakşettiği fıtrattan yana varlığını çevir, taa ki Allah’ın yarattığında bir değişme, bir bozulma, bir çözülme, bir çürüme olmasın.

Bu ibareyi birkaç şekilde de çevirebiliriz, ya da Allah’ın yaratışı değiştirilemez şeklinde de anlayabiliriz. Bu tebdil kelimesinin etimolojisinden çıkan bir anlam. Tağyir; bir şeyin vasfını değiştirmek, tebdil; bir şeyi özü ile,bir başka şey yerine getirerek değiştirmektir. Yani Allah’ın yaratışı değiştirilemez manasını anlarsak eğer, tebdil’in kelime köküne vararak o zaman fıtrat bir başka şeyle değiştirilemez, ancak ne olur? Üzeri örtülür. Yani Allah’ın boyasının üzerine sentetik boya çekilir.

Ya da bu ibareyi 3. şekilde daha tercüme edebiliriz; Allah’ın yarattığında bir değişikliğe gitmeyin. Bu da nehiydir. Yani bir şeyi yapma emri. İnşai olarak ta, ihbari olarak ta bu ibareyi çevirebiliriz. Taberi ve Zemahşeri bu son şekli ile anlamışlar bu ibareyi. Ama değerli dostlar biz tebdil’in, tağyirden farkını göz önüne alarak, yani bir şeyin sıfatını değiştirmek değil, bir şeyin özünü değiştirmek manasını öne alarak ve değiştirilemez şeklinde tercüme ederek. Peki burada yasaklanan ne? Yasaklanan fıtratın üzerinin örtülmesi. İşte buna dikkat çekiyor ayet. Allah’ın insanın özüne nakşettiği o temiz fıtratın üzerini örtmek. Onun üzerine sentetik herhangi bir boya sürmek.

Allah’ın nakşettiği fıtrat, kanaryanın sarısına benzer. Öyle değil mi. Gülün kırmızısına benzer. Eğer gülün kırmızısını yok edeyim derseniz, gülü yok edersiniz. Kanaryanın sarısını siz kazıyarak, tiner dökerek çıkaramazsınız çünkü o onun doğal rengidir. Yaratılıştan getirdiği renktir. Fakat sahte bir boya ile boyayabilirsiniz üzerini.

Nitekim insan da böyle. elinize alabilirsiniz bir insanı, anne baba olarak yaratıldığı fıtratın aksi istikamette üzerine kalın bir astar çekersiniz. Çok kalın bir astar. Onun üzerine sizin devamınız olarak ilk öğretimde birileri eline alır bir kat yağlı boya çeker. Onun üzerine orta öğretimde 2 kat daha çekerler, Onun üzerine yüksek öğrenimde bir vernik sürerler. Onun üzerine daha başkaları bir koruyucu sürerler, bakarsınız bir güneş gördüğünde, hatta bazen bir sabah ezanıyla 30 yılda saptırılan ana boyasının üzeri sürekli boyanıp asli boyasını kaybetsin diye çaba gösterilen bu insan bir sabah ezanında, 30 saniyede ana boyasını keşfediverir. Çatlayıverir o sentetik boya.

Bakarsınız Kur’an ı eline alır, vahiyle yüz yüze gelir, o sentetik boya birden bire kavlayıp dökülüverir. O 30 yıllık saptırma girişimi boşa çıkar, altından ana renk tüm canlılığıyla Allah’ın yarattığı fıtrat o pırıl pırıl öz çıkıverir ve tanıyamazsınız. Onu, saptırdığı anne babası da tanıyamaz kendisini saptıran. Kendisini saptıran öğretmeni de tanıyamaz. Benim sürdüğüm boya nereye gitti der. Fakat Allah’ın boyası çıkmıştır ortaya. Allah’ın boyası, sıbğatallah, Allah’ın boyası ve men ahsenu minallâhi sıbga. (Bakara/138) Allah’tan daha güzel kim boyayabilir. Kimin boyası olur ki.

İşte dostlar Müslüman olmak, bir yere gitmek değildir. Müslüman olmak kendine gelmektir. Müslüman olan birine falancalara, feşmekancılara, ya da bize hoş geldin demeyin. Kendine hoş geldin deyin. Müslüman olan herkes aslında unuttuğu, uzaklaştığı örttüğü vicdanına geri dönmüştür. Ve Müslüman olma süreci, kendinde olma sürecidir. Ve İslam’dan uzaklaşma süreci aslında otomatikman kendinden uzaklaşma sürecidir. O nedenle bizi özümüzde, yamuk olarak değil, fıtrat üzere yaratan Allah’a nasıl şükredelim, nasıl hamd edelim. En iyisi sonsuzca hamdolsun diyelim.

Sapma arızidir dostlar. Fıtrat tabii dir. Hiçbir arızi, tabiinin yerini tutamaz. Fıtrat doğaldır, sapma sanaldır, ya da sentetiktir. Onun içindir ki sentetik sapmalar yıllar yılı ağırlaştırılarak sürdürülse de insan eğer hidayetin kapısını vurmayı bilirse, bakıyorsunuz bir anda sıkı sıkı kapatılan kapıların arasından sızan ışığı görüyor, o ışığın arkasına tüm varlığıyla düşüyor. Çünkü o ışığın aslında içinden gelen ışıkla aynı olduğunu biliyor. O ışığa hasret olduğunu biliyor. Bu hasret aslında belli bir süre bastırılabiliyor. Saptırıcı etkilerle, farklı sinyallerle insanın fıtratının yayınladığı bu çığlık bastırılabiliyor. Küfür örtüsüyle örtülebiliyor, isyan örtüsüyle örtülebiliyor. Tuğyan örtüsüyle örtülebiliyor. Bu örtü bazen çok kalın olabiliyor. Fakat eğer insan kendine yönelme, kendine dönme, özüne dönme konusunda irade sergilerse, bu perde ne kadar kalın olursa olsun onu yırtabiliyor. Bu yırtmada elbette Allah’ın yardımı, hidayet şeklinde tezahür eden Allah’ın yardımı çok büyük bir fonksiyon icra ediyor. Ama bu yardımın ulaşması içinde insanın böyle bir irade sergilemesi gerekiyor. Eğer bu iradeyi sergilerse insan kendisiyle bilişiyor, buluşuyor, tanışıyor, barışıyor, sarısıyor.

Yemek yeme fıtrıdir mesela. Allah yaratılıştan insanın fıtratına yemek yemeyi koymuştur. Çünkü yaşaması için bu gerekli. Fakat bunun saptırılması nasıl olur? Şöyle olur; insana verilen yemek yeme fıtri güdüsü saptırılırsa insan kendisini yaşatacak şey yemek terine, kendisini öldürecek zehir içer. Yemek yeme fıtri güdüsünü tam aksi bir istikamette kullanır amacının tersine kullanır. Fıtratın üzerinin örtülmesi de budur işte. İnsanın özüne Allah’ın nakşettiği fıtrat, aslında doğru bire biçimde kullanıldığında insana doğru istikameti verir. Ve vahiyle buluştuğunda bu alt yapı üst yapı ile tamamlanır ve mutluluğun adresi bulunur.

Ama saptırıldığında tıpkı yemek yeme fıtri güdüsünün saptırıldığında insanı yaşatan bir sonuç vermekten çıkıp, insanı öldüren bir sonuç, ölüme sürükleyen bir sonuç verdiği gibi fıtratta eğer amacından saptırılırsa insanı mutlu eden bir sonuç yerine mutsuz eden, bahtsız eden, bedbaht eden bir sonuca götürür.

zâliked diynül kayyim işte doğru dinin amacı budur.

Evet değerli dostlar, fıtratı izah eden ayet devamında ki cümlede doğru din budur dedi. Demek ki doğru din aslında fıtri olandır. Peki yanlış din nedir? Fıtri olmayan, insanın yaratılıştan getirdiği doğasına aykırı olan. Bu manada doğal olmayan yönelişler aynı zamanda doğru olmayan din çerçevesinde değerlendirilir. O nedenle Müslüman olmak aslında doğasına dönmektir. Müslüman olmak aslında özüne dönmektir. Müslüman olmak aslında yaratılışıyla buluşmaktır, amacıyla buluşmaktır. zâliked diynül kayyim doğru dinin amacı budur işte.

Buradan şu da anlaşılır, insana gönderilen vahiylerin amacı insanı bir yere götürmek değil, insanı kendine getirmek, insanı kendinde inşa etmektir. İnsanı kendisi ile buluşturmak ve biliştirmektir. İnsanı kendisiyle tanıştırmaktır. O nedenle vahiy üst yapısı fıtrat alt yapısıyla buluşunca tohumla buluşmuş toprak gibi sevinir. Dalla buluşmuş yaprak gibi sevinir. Etle buluşmuş tırnak gibi sevinir. Bunlar birbirlerinden ayrıldığında ikisi de fonksiyonunu kaybeder, üzülür.

ve lâkinne ekseranNasi lâ ya'lemun ve fakat insanların çoğu bunu bilmezler. Neyi bilmezler? Elbette İslam’ın fıtrat alt yapısının en uygun üst yapısı olduğunu bilmezler.

İnsan kendine yabancılaşmamak istiyorsa fıtratına dönmek zorundadır. Bunu bilmezler. Dahası her insanın asli boyası Allah’ın boyasıdır. Çevresel faktörler onun üzerini kapatır. Fakat ne kadar kapatırsa kapatsın yine de asıl boya altında durmaktadır. Fakat  boyaya ulaşmayı bilmezler. Bir türlü sıyıramazlar sentetik boyayı. Bilmezler kendilerine vurulan sahte boyaların kendilerine yakışmadığını bilmezler. Onların hiç birinin doğal boyalarıyla boy ölçüşemeyeceğini bilmezler. Bilenlerse sahte boyaları tamamen atarlar ve asli boyasına dönerler.

Devam ediyor B sayfasına geçiniz.
128. videoyu toplu olarak burada bulabilirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder