Değerli Kur’an dostları bugünkü
dersimize kaldığımız Rûm suresinin 30. ayetiyle devam ediyoruz.
30-) Feekım vecheke liddiyni haniyfa*
fıtratAllâhilletiy fetaren Nase aleyha* lâ tebdiyle li halkıllâh* zâliked
diynül kayyimü, ve lâkinne ekseranNasi lâ ya'lemun;
Vechini
(şuurunu)
Hanîf olarak (tanrıya tapınmaksızın, Allâh'a
şirk koşmaksızın) o Tek Din'e yönelt! O Allâh
Fıtratı'na (beynin ana çalışma sistem ve
mekanizması) ki, insanları onun üzerine (o ana sistem ve mekanizmayla)
yaratmıştır! Allâh yaratışında değişme olmaz! İşte bu, Din-i Kayyim'dir (sonsuz geçerli Sistem, Sünnetullâh'tır)... Ne var ki insanların çoğunluğu (bu gerçeği) bilmezler. (A.Hulusi)
30 - O
halde yüzünü dine bir hanîf olarak tut: o Allah fıtratına ki insanları onun
üzerine yaratmıştır, Allah yaratışına bedel bulunmaz, doğru sâbit din odur,
velâkin nâsın ekserisi bilmezler. (Elmalı)
Feekım vecheke liddiyni haniyfa
artık sen varlığını her tür sapmadan uzaklaşarak tümüyle doğru ve asıl dine
çevir.
Ekım vechek; harfiyen yüzünü çevir manasına gelmekle birlikte yüz
zatın varlığın aynası olduğu için varlığını çevir anlamına ulaşıyoruz.
İstikametül vech ile ikametüs sâlâh arasında bir bağlantı olsa gerek. Varlığı
doğrultmak, insanın varlığına istikamet vermek. İnsanın varlığının istikametini
doğru yöne çevirmek.
Burada insanın fıtratına doğru
yönelmesini, yaratılıştan taşıdığı güzel eğilimleri ortaya çıkarmasını,
Allah’ın kendisine nakşettiği potansiyeli gün yüzüne çıkarmasını bir yöneliş,
varlığı istikamete yöneltmek, varlığa istikamet vermek olarak niteleyebiliriz.
Ki devamında bu daha da açıklanacak.
fıtratAllâhilletiy fetaren Nase aleyha
Allah’ın, insanlığın özüne yaratılıştan nakşettiği fıtrattan yana çevir
varlığını.
Evet, asıl burada anahtar kavram
fıtrat. Bu form ile Kur’an da kullanıldığı yer burası. Yarmak ortaya çıkarmak,
var etmek, yaratmak gibi anlamlara gelen “fatr”
kökünden türetilmiş. FıtraAllah;
Allah’ın yarattığı öz, nakşettiği temel. Bunu Kur’an da ki bir başka ifade ile
örtüştürebiliriz sıbğatAllah Allah’ın boyası ve men ahsenu minallâhi sıbga,
(Bakara/138) Allah’tan daha güzel boyası olan kimdir. Yani Allah’tan daha güzel
kim güzel boya vurabilir, kim boyayabilir.
Allah’ın nakşettiği fıtrat,
Allah’ın vurduğu boyadır. İnsan özünde bu boya ile doğar. Çünkü bir amaca mebni
olarak yaratılmıştır, amaçsız değildir. İnsan yaratılış amacını yer yüzünde
gerçekleştirmek için, -ki bu amaç tevhid ve adalettir- kendini gerçekleştirmesi
lazımdır. Amacını gerçekleştirmek için kendini gerçekleştirmek zorundadır.
Kendini gerçekleştirmek öncelikle kendine yönelmek, kendini bulmak, kendini
bilmekle olur. Çünkü insan halifedir. Yer yüzünde hayatın inşasıyla görevlidir.
Bu inşanın 2 unsuru vardır.
1 – Alt yapı,
2 – Üst yapı.
Bu inşanın 1. unsuru olan alt
yapı var olandır. Yani insanla birlikte yaratılmış olandır. İnsanın özünde var
olandır. Sonradan gelen bir şey değil, önceden verilmiş olan bir şeydir. İşte
ona Kur’an “fıtrat” diyor. Vahiy ona
fıtrat adını veriyor.
Fıtrat; iyiye meyil diye
çevirebiliriz. İnsanın yaratılıştan iyiye meyyal, güzel olana eğilimli. Doğru,
Hakk ve yararlı olana eğilimli oluş özelliği diyebiliriz. Yani insan Pavlus
Hıristiyanlığının dediği gibi doğuştan günahkar değil. İnsan doğuştan kötü
değil, kusurlu değil. Aksine doğuştan iyi, iyiye meyyal, iyiye eğilimli,
Allah’ı tanımaya ve bilmeye yatkın. Bunun için gerekli olan donanımlarla donatılmış.
O nedenle biz fıtratı insanın iyiye, hakka, hayra, doğruya güzele yararlıya
olan yaratılıştan getirdiği eğilim olarak anlayabiliriz.
Fakat insan sonradan bozulabilir,
sonradan yamulabilir, sonradan bu iyi özün üzerini örtebilir. Bu iyi temelin üzeri,
-ki alt yapı demiştik- örtülürse buna vahit; Küfür diyor. Küfür örtmektir
zaten. Küfür insanın fıtratının üzerini kapatmaktır. İnsanın fıtratı bir vicdan
inşasına elverişlidir. Bu inşayı kim gerçekleştirir, kim gerçekleştirebilir?
Elbette alt yapıyı kim kurmuşsa insanın fıtratında en iyi vicdanı da o yaratır.
O gerçekleştir. Yani O Allah’tır.
Dolayısıyla üst yapıda O’na ait
olmalıdır. Biz o üst yapıta din diyoruz. Din üst yapısı fıtrat alt yapısıyla
uyumlu olursa insan kendi kendisiyle barışık, tanışık, bilişik olur. Kendi
kendisine yabancılaşmaktan korunur. Kendi kendini gerçekleştirir, kendini bilir
dolayısıyla rabbini bilir, sorumluluğunu idrak eder ve yerine getirmeye
çalışır. Bu da insanın ebedi mutluluğunun garantisidir. Böyle bir başlangıç, işte
böyle bir sonucu getirir.
Ama böyle değil de alt yapıya
uygun olmayan bir üst yapı, bir din, yani din insanın kendisini kalıbına
soktuğu herhangi bir inanç sistemi olabilir. Hayat tarzı haline getirdiği her
inanç ve düşünce sistemi, insanda dinin fonksiyonunu üstlenmeye başlar.
Dolayısıyla din Hakk olmazsa batıl olur. Batıl olursa üst yapı alt yapı ile
çakışmaz, çatışır. Bu çatışma insanın iç dünyasına yansır. Üst yapıyı bir
somun, alt yapıyı da bir cıvataya benzetirsek, somunun dişlisiyle cıvatanın dişlisi
ters gelir. Bundan her ikisi de zarar görür. Yanlış somun doğru cıvatayı da
yalama edecektir, ya da bozacaktır. İşte ayetin devamında da zaten bu uyarıyı
görüyoruz. Ama devamına geçmeden önce biz fıtratı, Allah’ın; insanın özüne
nakşettiği o temel oluşuma Resulallah’ın getirdiği yaklaşımı da zikrediverelim.
- Küllu mevlûdin yu’ledu alel fıtrat. Her doğan fıtrat üzere doğar diyor efendimiz. Fe ebehu o tertemiz doğan çocuğu baba
ve annesi yu hevvidanihi ve yunassiranihi
ve yumaccüsanihi ya Yahudileştirir, ya Hıristiyanlaştırır, ya
Mecusileştirir.
Bu aslında tüm inançların özü
olan tevhidin daha sonradan saptırılma biçiminin bir birey üzerinde
gerçekleştirilmesidir. Yani bireysel bir tezahürüdür. Nasıl ki bir İslam
peygamberi olan Hz. Musa’ya gelen İslam vahyi saptırıldıktan sonra Yahudileşme
oluşmuş, bir İslam peygamberi olan Hz. İsa’ya gelen İslam vahyi saptırıldıktan
sonra Hıristiyanlaşma oluşmuşsa, işte bir İslam insanı olan ve özünde fıtrat
olarak, Müslüman olarak yaratılan. Yani bu ne demektir; Tertemiz, pırıl pırıl,
işlemeye elverişli, karalanmamış bir fıtratla yaratılan insanın kötü ellerde
bozdurulması, yamultulması, saptırılması sonucunda tıpkı temiz inançların daha
sonradan tahrif edilmesi gibi temiz fıtratlar da daha sonradan tahrif edilebilmektedir.
İşte buna vahiy küfür, şirk ilha
caht, fısk, nifak, fücur vs. gibi farklı katmanları olan farklı anlamlar verir.
Devam edelim;
lâ tebdiyle li halkıllâh bu ibareyi
bir üsttekiyle birlikte anlamak lazım. Onun için ona bağlıyorum ta.. ki (ona
bağlamamız gerekiyor) Taa..! ki Allah’ın yarattığında olumsuz bir değişme
olmasın. Yani Allah’ın insanlığın özüne yaratılıştan nakşettiği fıtrattan yana
varlığını çevir, taa ki Allah’ın yarattığında bir değişme, bir bozulma, bir
çözülme, bir çürüme olmasın.
Bu ibareyi birkaç şekilde de
çevirebiliriz, ya da Allah’ın yaratışı değiştirilemez şeklinde de
anlayabiliriz. Bu tebdil kelimesinin etimolojisinden çıkan bir anlam. Tağyir;
bir şeyin vasfını değiştirmek, tebdil; bir şeyi özü ile,bir başka şey yerine
getirerek değiştirmektir. Yani Allah’ın yaratışı değiştirilemez manasını
anlarsak eğer, tebdil’in kelime köküne vararak o zaman fıtrat bir başka şeyle
değiştirilemez, ancak ne olur? Üzeri örtülür. Yani Allah’ın boyasının üzerine
sentetik boya çekilir.
Ya da bu ibareyi 3. şekilde daha
tercüme edebiliriz; Allah’ın yarattığında bir değişikliğe gitmeyin. Bu da
nehiydir. Yani bir şeyi yapma emri. İnşai olarak ta, ihbari olarak ta bu
ibareyi çevirebiliriz. Taberi ve Zemahşeri bu son şekli ile anlamışlar bu
ibareyi. Ama değerli dostlar biz tebdil’in, tağyirden farkını göz önüne alarak,
yani bir şeyin sıfatını değiştirmek değil, bir şeyin özünü değiştirmek manasını
öne alarak ve değiştirilemez şeklinde tercüme ederek. Peki burada yasaklanan
ne? Yasaklanan fıtratın üzerinin örtülmesi. İşte buna dikkat çekiyor ayet.
Allah’ın insanın özüne nakşettiği o temiz fıtratın üzerini örtmek. Onun üzerine
sentetik herhangi bir boya sürmek.
Allah’ın nakşettiği fıtrat,
kanaryanın sarısına benzer. Öyle değil mi. Gülün kırmızısına benzer. Eğer gülün
kırmızısını yok edeyim derseniz, gülü yok edersiniz. Kanaryanın sarısını siz
kazıyarak, tiner dökerek çıkaramazsınız çünkü o onun doğal rengidir.
Yaratılıştan getirdiği renktir. Fakat sahte bir boya ile boyayabilirsiniz
üzerini.
Nitekim insan da böyle. elinize
alabilirsiniz bir insanı, anne baba olarak yaratıldığı fıtratın aksi
istikamette üzerine kalın bir astar çekersiniz. Çok kalın bir astar. Onun
üzerine sizin devamınız olarak ilk öğretimde birileri eline alır bir kat yağlı
boya çeker. Onun üzerine orta öğretimde 2 kat daha çekerler, Onun üzerine
yüksek öğrenimde bir vernik sürerler. Onun üzerine daha başkaları bir koruyucu
sürerler, bakarsınız bir güneş gördüğünde, hatta bazen bir sabah ezanıyla 30
yılda saptırılan ana boyasının üzeri sürekli boyanıp asli boyasını kaybetsin
diye çaba gösterilen bu insan bir sabah ezanında, 30 saniyede ana boyasını
keşfediverir. Çatlayıverir o sentetik boya.
Bakarsınız Kur’an ı eline alır,
vahiyle yüz yüze gelir, o sentetik boya birden bire kavlayıp dökülüverir. O 30
yıllık saptırma girişimi boşa çıkar, altından ana renk tüm canlılığıyla
Allah’ın yarattığı fıtrat o pırıl pırıl öz çıkıverir ve tanıyamazsınız. Onu,
saptırdığı anne babası da tanıyamaz kendisini saptıran. Kendisini saptıran
öğretmeni de tanıyamaz. Benim sürdüğüm boya nereye gitti der. Fakat Allah’ın
boyası çıkmıştır ortaya. Allah’ın boyası, sıbğatallah, Allah’ın boyası ve men ahsenu
minallâhi sıbga. (Bakara/138) Allah’tan daha güzel kim boyayabilir.
Kimin boyası olur ki.
İşte dostlar Müslüman olmak, bir
yere gitmek değildir. Müslüman olmak kendine gelmektir. Müslüman olan birine
falancalara, feşmekancılara, ya da bize hoş geldin demeyin. Kendine hoş geldin
deyin. Müslüman olan herkes aslında unuttuğu, uzaklaştığı örttüğü vicdanına
geri dönmüştür. Ve Müslüman olma süreci, kendinde olma sürecidir. Ve İslam’dan
uzaklaşma süreci aslında otomatikman kendinden uzaklaşma sürecidir. O nedenle
bizi özümüzde, yamuk olarak değil, fıtrat üzere yaratan Allah’a nasıl
şükredelim, nasıl hamd edelim. En iyisi sonsuzca hamdolsun diyelim.
Sapma arızidir dostlar. Fıtrat
tabii dir. Hiçbir arızi, tabiinin yerini tutamaz. Fıtrat doğaldır, sapma
sanaldır, ya da sentetiktir. Onun içindir ki sentetik sapmalar yıllar yılı
ağırlaştırılarak sürdürülse de insan eğer hidayetin kapısını vurmayı bilirse,
bakıyorsunuz bir anda sıkı sıkı kapatılan kapıların arasından sızan ışığı
görüyor, o ışığın arkasına tüm varlığıyla düşüyor. Çünkü o ışığın aslında
içinden gelen ışıkla aynı olduğunu biliyor. O ışığa hasret olduğunu biliyor. Bu
hasret aslında belli bir süre bastırılabiliyor. Saptırıcı etkilerle, farklı
sinyallerle insanın fıtratının yayınladığı bu çığlık bastırılabiliyor. Küfür
örtüsüyle örtülebiliyor, isyan örtüsüyle örtülebiliyor. Tuğyan örtüsüyle
örtülebiliyor. Bu örtü bazen çok kalın olabiliyor. Fakat eğer insan kendine
yönelme, kendine dönme, özüne dönme konusunda irade sergilerse, bu perde ne
kadar kalın olursa olsun onu yırtabiliyor. Bu yırtmada elbette Allah’ın
yardımı, hidayet şeklinde tezahür eden Allah’ın yardımı çok büyük bir fonksiyon
icra ediyor. Ama bu yardımın ulaşması içinde insanın böyle bir irade
sergilemesi gerekiyor. Eğer bu iradeyi sergilerse insan kendisiyle bilişiyor,
buluşuyor, tanışıyor, barışıyor, sarısıyor.
Yemek yeme fıtrıdir mesela. Allah
yaratılıştan insanın fıtratına yemek yemeyi koymuştur. Çünkü yaşaması için bu
gerekli. Fakat bunun saptırılması nasıl olur? Şöyle olur; insana verilen yemek
yeme fıtri güdüsü saptırılırsa insan kendisini yaşatacak şey yemek terine,
kendisini öldürecek zehir içer. Yemek yeme fıtri güdüsünü tam aksi bir
istikamette kullanır amacının tersine kullanır. Fıtratın üzerinin örtülmesi de
budur işte. İnsanın özüne Allah’ın nakşettiği fıtrat, aslında doğru bire
biçimde kullanıldığında insana doğru istikameti verir. Ve vahiyle buluştuğunda
bu alt yapı üst yapı ile tamamlanır ve mutluluğun adresi bulunur.
Ama saptırıldığında tıpkı yemek
yeme fıtri güdüsünün saptırıldığında insanı yaşatan bir sonuç vermekten çıkıp,
insanı öldüren bir sonuç, ölüme sürükleyen bir sonuç verdiği gibi fıtratta eğer
amacından saptırılırsa insanı mutlu eden bir sonuç yerine mutsuz eden, bahtsız
eden, bedbaht eden bir sonuca götürür.
zâliked diynül kayyim işte doğru
dinin amacı budur.
Evet değerli dostlar, fıtratı
izah eden ayet devamında ki cümlede doğru din budur dedi. Demek ki doğru din
aslında fıtri olandır. Peki yanlış din nedir? Fıtri olmayan, insanın
yaratılıştan getirdiği doğasına aykırı olan. Bu manada doğal olmayan yönelişler
aynı zamanda doğru olmayan din çerçevesinde değerlendirilir. O nedenle Müslüman
olmak aslında doğasına dönmektir. Müslüman olmak aslında özüne dönmektir.
Müslüman olmak aslında yaratılışıyla buluşmaktır, amacıyla buluşmaktır. zâliked diynül
kayyim doğru dinin amacı budur işte.
Buradan şu da anlaşılır, insana
gönderilen vahiylerin amacı insanı bir yere götürmek değil, insanı kendine
getirmek, insanı kendinde inşa etmektir. İnsanı kendisi ile buluşturmak ve
biliştirmektir. İnsanı kendisiyle tanıştırmaktır. O nedenle vahiy üst yapısı
fıtrat alt yapısıyla buluşunca tohumla buluşmuş toprak gibi sevinir. Dalla
buluşmuş yaprak gibi sevinir. Etle buluşmuş tırnak gibi sevinir. Bunlar
birbirlerinden ayrıldığında ikisi de fonksiyonunu kaybeder, üzülür.
ve lâkinne ekseranNasi lâ ya'lemun
ve fakat insanların çoğu bunu bilmezler. Neyi bilmezler? Elbette İslam’ın
fıtrat alt yapısının en uygun üst yapısı olduğunu bilmezler.
İnsan kendine yabancılaşmamak
istiyorsa fıtratına dönmek zorundadır. Bunu bilmezler. Dahası her insanın asli
boyası Allah’ın boyasıdır. Çevresel faktörler onun üzerini kapatır. Fakat ne
kadar kapatırsa kapatsın yine de asıl boya altında durmaktadır. Fakat boyaya ulaşmayı bilmezler. Bir türlü
sıyıramazlar sentetik boyayı. Bilmezler kendilerine vurulan sahte boyaların
kendilerine yakışmadığını bilmezler. Onların hiç birinin doğal boyalarıyla boy
ölçüşemeyeceğini bilmezler. Bilenlerse sahte boyaları tamamen atarlar ve asli
boyasına dönerler.
Devam ediyor B sayfasına geçiniz.
128.
videoyu toplu olarak burada
bulabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder