17 Aralık 2012 Pazartesi

İslamoğlu Tef. Ders. RÛM (01-02) (127-A)






El Hamdu Lillahi Rabbil'Alemiyn Vesselatü Vesselâmü alâ Resulüna Muhammedin ve alâ alihi ve ashabihi ecmaiyn.

Rabbişrah liy sadriy;

Ve yessirliy emriy;

Vahlül ukdeten min lisaniy;

Yefkahu kavliy; (Tâhâ 25-26-27-28)

Rabbim, göğsüme genişlik ver, kolaylaştır işimi, düğümü çöz dilimden, ki anlasınlar beni. Amin! Amin..!

Değerli Kur’an dostları bugünkü dersimizle Kur’an ın yepyeni bir sitesine daha seyahate çıkacağız. Vahyin bize tenezzül buyrulan gök sofrasından gıdalanacağız. Bu gıda mideyi dolduran ve doyuran ve hepi topu 1- 1.5 günlük ömrü olan bir gıda değil. Bu gıda ruhu dolduran ve doyuran ve ruh kadar ölümsüz olan, sadece bu dünyada kalmayıp öteyi de kuşatan, insanın ruhunu büyüten, ona enerji veren, basiretini, ferasetini iz’anını, irfanını, imanını, ihsanını artıran bir gıda.

Onun içinde her sure yeni bir keşiftir. Göklerin sofrası üzerinde yaptığımız derin bir keşif. Bu keşif insanın önüne ufuklar açar bu keşif sayesinde insan eşyayı daha iyi kavrar. Bu keşif sayesinde insan varlığın kabuğunu geçer özüne bakar ve ulaşır. Vahyin aslında muhatabı üzerinde ki en büyük etkisi de buradadır. Bu girizgahtan sonra suremizin mukaddimesine geçebiliriz.

Rûm suresi Kur’an ın tedvininde 30. sırada bulunan sure. Sure adını, ilk ayetinde ki Bizans anlamına gelen Rûm dan alır. Ya da Bizanslılar. Gelecekte vuku bulacak Bizans – Pers savaşının akıbeti hakkında gayba ilişkin mucizevi bir haber yer alır adını veren ayette. Kur’an ın mucizelerinden biridir bu. Kur’an baştan sona mucize olsa da içerisinde gerek insanın hiçbir kaynaktan öğrenemeyeceği geçmişi ilişkin verdiği bilgiler. Gerek insanın Ruhunun istikbaline dair, yani, ahirete dair verdiği bilgiler, gerekse dünya hayatında ileride gerçekleşecek olaylar hakkında verdiği bilgiler ve dördüncü olarak da dışa açılmamış, sadece içerde kalmış, kendisinden başka o sırrı kimsenin bilmediği, insanın ta yüreğinde gizlediği bazı bilgileri faşetmesi, işte Kur’an ın maddi anlamda ki dört alanda gösterdiği mucizedir bunlar.

Bu sureden önceki surede hatırlayacaksınız Ankebût suresinde Kur’an ın muhatapları ona gökten bir mucize indirilmeli değimliydi dediler. Kur’an olarak şöyle cevap verdi; Onlara “mucize olarak bu kitabı indirmemiz, bu vahyi indirmemiz yetmedi mi?”

Sanki bu surenin mucizevi bir haber taşıyan ilk ayeti oraya bir gönderme gibi. Yani bu vahyin içerisinde gözle görülür, elle tutulur mucizevi haberler yer alıyor. Bunu dahi göremeyen bir göz hangi mucizeyi görür dercesine.

Tirmizi’nin İbn Abbas’tan naklettiği bir rivayetten anlıyoruz ki daha Hz. peygamber döneminde bu sure bu isimle anılıyor. Sahabe de bu ismi kullanıyor. Onun için sureye verilen Rûm adı daha sonra yerleşmiş bir ad değil, daha Hz. peygamber döneminde iken kullanılan bir isim.

Surenin zamanına gelince; Sure Mekki, hatta ünlü iki müfessir, ikisi de Endülüs’ün göz bebeklerinden, biri doğu aleminde şöhret bulmuş, ikincisi batı İslam aleminde şöhret bulmuş iki Endülüs müfessirir olan Kurtubi ve İbn. Atıyye’ye göre bu konuda ittifak var. Yani surenin bütünüyle Mekki olduğu konusunda ittifak var.

Çağdaşımız Bazergân 1 ve 26. ayetler arasını nübüvvetin 6. yılına, peygamberlik döneminin 6. yılına yerleştirir. Namaz vakitleri ile ilgili olan 17 -18. ayetleri dikkate aldığımızda, namaz vakitleri ile ilgili Kur’an da ki diğer ayetlerle bakışımlı olarak okuduğumuzda Bazergân’ın bu görüşü isabetli geliyor.

Sure İbn. Abbas kaynaklı rivayette, onu esas alırsak eğer nüzul sıralamasında 84. sırada yer alıyor. İnşikak ve Ankebût sureleri arasına yerleştirilmiş İbn. Abbas kaynaklı bu rivayet.

Surenin konusu; Medeniyetlerin kıyametine atıfla başlar sure. Özelde Bizans ve Pers medeniyetinin kıyametlerine atıfla başlar ve sure kozmik kıyamete atıfla son bulur. Yani yer yüzünde ki medeniyet kıyametiyle başlayan sure, kâinat, ya da kozmik, küresel kıyametle son bulur.

Hayatın dış yüzünün iç yüzüne, dünyadan ahirete, görünenden görünmeyene, kabuktan öze çevirir muhatabın bakışını 7. ayette. Surenin ana teması varlığın tabi olduğu temel bir yasadır. Oluş ve bozuluş. Kevn ve fesat, varlık, yaratılmışların tümü buna tabidir. Hâlık ve mahlûk diye bunun için ayırırırz. Hâlık yasa koyar, mahlûk bu yasaya tabidir. Mahlûkatın tamamının tabi olduğu temel yasalardan biri kevn ve fesat yasası, oluş ve bozuluş. Doğum ve ölüm. Geliş ve gidiş bu yasaya tabidir. Ve sure her ayetinde adeta gerek açıktan gerek dolaylı olarak bu yasaya atıf yapar. Özellikle 19 ve 25. ayetleri bu atfın en doğrudan yapıldığı ayetler. Medeniyetler de ölür ve dirilir sonucuna getirir sure. 40 ve 50. ayetleri arasında bunu işler.

Ancak, mahlûkat içerisinde, yaratılmışlar dünyası içerisinde ayrıcalıklı yeri olan bir varlık vardır. İnsan. İnsan bu ayrıcalığı ne sayesinde elde ettiği sorusunu sormamız için bize sure yol gösterir ve fıtrat üzerinde odaklar bakışlarımızı. Çünkü insan yaratılmışlar içerisinde ki ayrıcalığını fıtrat sayesinde elde etmiştir. Allah’ın insandan istediği, peygamberlerin ve onlar vasıtasıyla gönderilen vahiylerin amacı bu fıtratın Allah’ın insan benliğine nakşettiği bu fıtratın bozulmadan, ters döndürülmeden, tahrip edilmeden, tahrif edilmeden Allah’a teslim edilmesidir. Yani emanetin ihanet görmeden teslimi.

İşte 30. ayet bu gerçeği dile getirir. Feekım vecheke liddiyni haniyfa* fıtratAllâhilletiy fetaren Nase aleyha* lâ tebdiyle li halkıllâh. (30) varlığını, vecheke, yüzünü değil, o külden cüzdür. Varlığını tüm yamuk ve batıl inançlardan arındırarak sadece Allah’ın has dini olan hanif dine döndür, çevir. Yani saf inanca yönel. Arkasından; fıtratAllâhilletiy fetaren Nase aleyha o din ki Allah’ın insan benliğine nakşettiği fıtrattır. Devamı daha ilginç ve tamamlayıcı. lâ tebdiyle li halkıllâh. Yani varlığını Allah’ın insan benliğine nakşettiği, kazıdığı o temel değerlere döndür ki, Allah’ın yaratışında bir bozulmaya, bir tahrife, bir tahribe meydan verilmesin.

Bu insan hakkında ki adeta bütün bir bilginin usaresi, özü, öz suyu olan ve insanı tanımada muhteşem bir anahtar işlevi gören bu ayet ancak bir vahyin ürünü olabilir. Ve bu ayeti göz önüne almadan ne din anlaşılabilir, ne nübüvvet anlaşılabilir, ne hayat anlaşılabilir, ne insan anlaşılabilir. Onun için bu sure adeta bu anahtar ayetle kendi ana temasını da ele vermiş olur. Bu kısa özetin ardından şimdi suremizi tefsire geçebiliriz.




1-) Elif, Lâââm, Miiiym;

Elif, Lâm, Mim. (A.Hulusi)

01 - Elif, Lam, Mim. (Elmalı)


Elif, Lâââm, Miiiym bunlar heca harfleri, Türkçesiyle söylersek hece harfleri. Bunlar üzerinde daha önce yeri geldikçe Huruf-u mukadda üzerinde çok ayrıntılı olarak durmuştuk. Hemen hatırlatayım ki Kur’an da Huruf-u Mukadda’nın başında geldiği bu ayrık harflerin, kesik kesik harflerin başında geldiği surelerin hemen tamamı vahye atıfla başladığı halde, bunun 3 istisnası vardır. Bu istisnalardan biri bir önceki sure olan Ankebût idi, orada değindik. Biri de bu sure. Yani vahye atıfla başlamaz. Fakat aslında doğrudan vahye atıfla başlamaz demek daha doğru olur, dolaylı atıfla başlar.

Haddi zatında arkasından gelen ve bir gaybi haberi mucizevi olarak bize veren bu ayetler, vahyin kaynağına bir atıf değil midir. Hatta bunu bakış açınıza göre değişir, doğrudan bir atıf bile sayabiliriz. Ama bu harfler hakkında 30. aşkın görüş serdedilmiş, tefsir yapılmış ve bunlardan biri de Hz. Ebu Bekir’e ait olan; Her kitabın bir sırrı vardır, bu vahyin sırrı da bu harflerdir görüşüdür ki, bu görüş  bize bu harfler hakkında yapacağımız tüm yorumların nihai yorum olmaktan uzak olduğunu, bu harflerin işlev ve anlamının nihai tespitini ancak bu kelamın sahibinin yapacağını düşünmeye götürüyor.


2-) ĞulibetirRum;

Rum (Bizanslılar), mağlup oldu! (A.Hulusi)

02 - Rum mağlup oldu. (Elmalı)


ĞulibetirRum Bizanslılar yenilgiye uğradılar.

Mekkidir dedik değil mi sureye ittifakla. Hakikaten bu ayetlerin Mekki olmadığına dair hiç kimseden bir görüş sadır olmamıştır. Peki, Bizanslılardan bahsediyor bu ayetler ve üstelik geçmiş zaman kipi kullanıyor; ĞulibetirRum Yani Bizans’lılar yenilgiye uğradılar. Demek ki o anda bir olay olmuş ve bu geçmiş zaman kipiyle bir haberi veriyor. Bir olguyu, bir olayı, o anda olmuş bir olayı.

Bu olayın ne olduğunu öğrenmek için tarihe müracaat etmemiz lazım. Bizans tarihini yazan tüm kaynakların ortak noktası olarak bu tarihe müracaat ettiğimizde şöyle bir dünya görüyoruz. Peygamberliğin başında 2 süper güç var dünyada.  1- Bizans. 2 – Pers imparatorlukları. Bu iki imparatorluk birbirinin hasmı, adeta çift kutuplu bir dünya ve bu iki kutup arasında 100 yılı aşkın bir zamandan beri yenişilemeyen bir savaş. Harbüs sical derler Arapça da. Yani birbirine galip gelemediği iki tarafın bir savaş sürüyor.

Bizans; Herakliyus yönetiminde, Pers imparatorluğu 1. Hüsrev Perviz yönetiminde. Bu iki güç birbirinin nüfuz alanlarına göz dikmiş Bizans’ın hakimiyet alanı pers imparatorluğunun sınırları olan bu günkü Mezopotamya, Irak’ı ikiye bölen, Fırat ve Dicle arasında ki bir noktadan Azerbeycan’a doğru bir çizgi çekin. İşte pers İmparatorluğunun sınırı orada bitiyor, Bizans Irak’ın büyük kısmı, Suriye’nin tamamı, Filistin’in tamamı, Mısır’ın tamamı, hatta Tunus’a kadar uzanan bölge ve daha aşağı iniyoruz Habeşistan’a kadar Afrika’nın çok büyük bir kısmı. Yine aşağı iniyoruz; Yemen. Unutmayınız Ebrehe Bizans kralını temsilen Kâbe’ye saldırmıştı.

İşte böylesine büyük bir imparatorluk Bizans o dönemde. Ve Persler Bizans’ın iç kargaşalığından da istifade ile çok güçlü bir orduyla saldırıya geçerler. 100 yıllık bu çekişme işte bu noktada Pers’ler lehine tamamen Bizans’ın büyük ve ağır bir yenilgisiyle son bulur. 613 te Suriye düşer, Şam ele geçer. 614 de Filistin ele geçer Kudüs düşer. 615 ve 616 da Mısır teslim olur. Böyle ve Anadolu’nun tamamı Pers’lerin eline geçer.

Unutmayınız Pers’ler İstanbul’a kadar gelir ve İstanbul’u kuşatırlar ve Üsküdar yakınlarında Karargâh kurar Pers ordusu. Böyledir yani Bizans’ın kalbine kadar gelir. Hatta o kadar ki, Bizans imparatoru kaçıp Kartaca’ya, Tunus’a sığınmak gibi planlar yapar. Yani Bizans’ın başkenti de düşme tehlikesiyle karşı karşıya kalır. Böylesine çok ağır bir yenilgidir. Yani adeta Bizans iflas etmiş ve çözülme aşamasına gelmiş, hatta belki yok olup var olma aşamasındadır. Yani varlığı tartışılır haline gelmiştir.

Tabii bu haber Mekke’ye gelir. Mekke’ye gelen bu haber üzerine Mekke’de iki tür tavır takınılır. Müşrikler bu habere çok sevinirler, çünkü öteden beri Hire ile yani pers İmparatorluğunun merkezi Hire ile çok yakın ilişkilere sahiptirler. Sadece bu değil onların Bizans düşmanlığının temelinde Hıristiyanlığın ehli kitap ve bir peygambere dayalı bir din olması da gelmektedir. Yani vahye dayalı bir inanç sistemine karşı, putperest olan Pers imparatorluğunu tutarlar. İşin inanç boyutu da vardır.

Aslında işin inanç boyutu Bizans ile Pers savaşlarında da ön plandadır. Çünkü Pers imparatoru Bizans’ı yendiğinde bir anlaşma yapar. Yani Bizans bir muahede ister, barış ister, ama ne pahasına 1000 yük altın, 1000 yük gümüş, 1000 yük ipek, 1000 erkek, 1000 kadın, 1000 at, böyle 1000 lerle giden bir muahededir bu ve hepsini verir Bizans. Yani Pers sarayı ne istemişse Bizans hiç birine hayır diyemez. Fakat Pers İmparatoru ateşperest Zerdüşt dinine inanan Hüsrev şöyle bir şey daha dile getirir.

- Bu yetmez, İmparatorunuz gelecek, bizim taptığımız ateşin önünde yere kapanacak ve kendi haçını kıracak.

Yani olayın bir inanç boyutu vardır. Hatta daha sonra Bizans bu yenilginin öcünü alıp da Azerbaycan’da ki zerdüştün doğduğu kente girip orayı yerle bir edince ve en büyük ateş gedeyi, yani ateş perestşerin, ateşe tapanların taptığı en büyük mabedi yıkınca şöyle diyecektir.

- Beni kendi dinine davet ediyordu şimdi ibadet edecek bir ateşte bulamayacak.

Onun için karşılıklı bir inanç boyutu var. Tabii Pers İmparatoru Kudüs’e girdiğinde Kudüs’ü yerle bir etmişti. Kudüs’te ki büyük mabedi yerle bir etmiş ve kutsal Haçı alıp götürmüştü. Yani Hıristiyanlık dünyası için bir numaralı kutsal eşya sayılan haçı alıp götürmüştü. Onun için iki taraf arasında böylesine inanca müteallik bir çekişme de var ve bu çekişme Mekke’de yansıyor. Mekke’de müşrikler kendi taraflarını yine Purperest olan, ateş perest olan pers sarayından yana yapıyor. Müminler de henüz o güne kadar kendilerine bir davet ulaştırmadıkları için inkar etmediklerine şahit olmadıkları ve bir peygamberin vahyine iman ettiğini bildikleri Hıristiyanlardan yana tavır koyuyorlar.

Bu tavrın arkasında daha temelli bir başka sebep var. O da o anda Habeşistan Muhacirlerinin bir Hıristiyan olan Habeş ülkesi kralı tarafından bağrına basılması ve bu muhacirlere orada el üstünde yer verilmesi ve Habeşistan dan gelen birkaç Hıristiyan din adamı ekibinin göz yaşları içerisinde Mekke de Kur’an ı dinleyip onun mesajını kabul edip geri dönmüş olması.

İşte bütün bu hadiseler üst üste konulduğunda müminlerin neden Bizans’ın yanında Pers sarayına karşı tavır aldıkları anlaşılıyor. Yani olayın arka boyutunda daha farklı nedenler var.

Ve bunun üzerine bu üzüntü, bu kesin yenilgi ve tabii bu yenilgiden bir de Müslümanların büyük bir endişesi var. O ne? Habeşistan’da ki o yedek gücün dağılma, dağıtılma yok edilme endişesi. Müşrikler bunun için Fırsat kolluyorlar. Necaşi’ye çok yalvardılar Amr İbn-ül As başkanlığında bunu yaptıramadılar. Bunları çıkar ülkenden diyorlardı. Tüm hediyelerine rağmen, rüşvetlerine rağmen Müminleri kovduramadılar Habeşistan’dan. Fakat eğer Bizans’ın nüfuzu tamamen Afrika da yok olursa onun yerini Pers imparatorluğu alacak ve müşrikler çok büyük dostlukları olan Pers’lilere Habeşistan’da ki Müslümanların kökünü kazıtmayı düşüneceklerdi.

Tabii bu Onlar için stratejik bir değer biçen Resulallah’ı da üzüyordu. Düşündürüyor ve kederlendiriyordu. Çünkü unutmayınız ki Hayber’in fethine kadar Habeşistan’da ki bu muhacir grubunu Resulallah Medine’ye getirtmedi, gelmelerine izin vermedi. Ta ki Medine İslam devleti artık kendisine yönelecek hiçbir ciddi güç kalmayıncaya kadar o gücü, Habeş Muhacirlerini orada bir alternatif olarak tuttu.

İşte bütün bunlar dikkate alındığında sevinenlerin niye sevindiği, üzülenlerin niye üzüldüğü ortaya çıkacaktır ve bu üzüntüyü teskin eden mucizevi bir haber geldi. Nedir o da, devamında göreceğiz onu.

Devam ediyor B sayfasına geçiniz,
127. videoyu toplu olarak burada bulabilirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder