3 Aralık 2012 Pazartesi

İslamoğlu Tef. Ders. ANKEBUT (24-25)(125-A)






Değerli Kur’an dostları bugünkü dersimize inşallah Ankebût suresinin 24. ayetiyle devam ediyoruz. Ancak bugünkü dersimizin ilk ayetlerine başlamadan bir açıklama yapmamız gerekli. 24. ayetle devam eden konu, haddi zatında daha önceki 16 ve 18. ayetlerle dile gelen Hz. İbrahim ile ilgili kıssanın bir devamı. 16 – 18. ayetler arasında kıssa aktarıldı ve 18. ayette bir noktada kesildi. Kıssadan hisseye geçildi yani. 19 – 23. ayetler arasında, bu kıssadan ne hisse alabileceğimiz vurgulandı.

Önce afaki ayetlere çekildi dikkatimiz, sonra yaratılışın nasıl başladığına. Daha sonra da ahirete ve yeniden dirilişe değinildi. İşte bu noktada. Hz. İbrahim ile ilgili kıssaya yeniden dönülüp şöyle buyruluyor.

Bismillah.

24-) Fema kâne cevabe kavmihi illâ en kaluktüluhü ev harrikuhü feencahullahu minen nar* inne fiy zâlike le âyâtin li kavmin yu'minun;

(İbrahim'in) toplumunun cevabı şu oldu: "Onu öldürün yahut Onu yakın!" (Fakat) Allâh, Onu ateşten kurtardı... Muhakkak ki bu olayda, iman eden toplum için elbette işaretler vardır. (A.Hulusi)

24 - Onun için ona kavminin cevabı sâde şu oldu: öldürün onu veya yakın dediler, Allah da onu o ateşten kurtardı, elbette bunda iman edecek bir kavim için şüphesiz âyetler var. (Elmalı)


Fema kâne cevabe kavmihi illâ en kaluktüluhü ev harrikuhü İbrahim’e tekrar dönecek olursak, böyle bir parantez içi giriş cümlesi kullanmak durumundayız. Kavminin onun davetine verdiği tek cevap onu öldürün, ya da yakın demekten ibaretti. Aslında bir peygamber var. Peygamber Allah’tan aldığı emri kavmine götürmüş. Kavmi putlara tapıyor. Allah’tan başkalarına ilahlık yakıştırıyor. Kendi şeref ve izzetlerine hakaret ediyor. Kendi kerametlerini beş paralık ediyorlar.

Peygamberleri onlara insan kerametine uygun davranın, Allah’a nankörlük yapmayın, kendi değerinizi beş paralık etmeyin eşyayı putlaştırıp kendinizi nesneleştirmeyin, eşya karşısında nesne olmayın, iç enerjinizi tüketmeyin. Eğer ille de kul olacaksanız, ki, mutlaka olacaksınız, sizi yaratana kul olun diyor. Peki buna karşı onların cevabı ne oluyor? Daha doğrusu cevapları olmuyor, tehditleri oluyor. Onu öldürün, ya da yakın.

Sözün gücüne karşı gücün sözü harekete geçiyor. Peygamberin kullandığı güç sözün gücü, ilahi vahiy. Fakat ona karşı söyleyecek söz bulamayanlar gücü konuşturuyorlar. Tehdidi, işkenceyi, saldırganlığı. Tarihin tüm devirlerinde olduğu gibi hakikate karşı söyleyecek sözü olmayan tüm zorbalar, tarihin her döneminde hak söz karşısında mutlaka güç kullanmaya kalkmışlar, tehdit etmişler, yıldırmak istemişler, varlığını ortadan kaldırmak istemişler, işkence ve eziyet etmişlerdir. Aslında Hz. İbrahim’e karşı girişilen bu gücün sözcülüğü tarih boyunca tüm çağların Nemrutlarının hakka karşı tek tavrı olmuştur.

Eşkıya dünyaya hükümdar olunca, sözün gücünün yerini, gücün sözü alır. İslam bir söz medeniyetidir, tüm peygamberler bu medeniyetin söz işçisidirler. Onlar sitelerini, medeniyetlerini söz taşlarıyla inşa ederler. Çünkü söz değerlidir. Eğer söz değerli olmasaydı Allah konuşmazdı. Önce söz vardı. Yuhanna incili doğru sözle başlıyor. Önce söz vardı ve inanın yine Hakk söz kalacaktır, gerisi yok olacaktır. Tüm zorbalıklar, tüm müstekbirlikler, tüm tehdit, işkence ve yıldırma operasyonları sözü alt edemeyecektir. Hakk söz gücünü kendisinden alır. Onun için hakikat zorbalığa karşı boyun eğmemiştir ve geriye kalan yine hakikatin gücü olmuş.

İşte bu kıssa, işte Kur’an da ki tüm İbrahim kıssaları aslında Kur’an da ki tüm peygamberler kıssaları Hakk sözün gücü, gücün gücünü alt eder. Gücün sözcülerini alt eder ilkesinin, kanununun, yasasının kıssa biçiminde ifadesinden başka bir şey değildir. Sözlerin sultanı vahiyden bu gerçeği öğrenmeye devam edelim.

 feencahullahu minen nar Fakat Allah onu ateşten  kurtardı. Enbiya/69. ayetine müracaat edersek bu kurtuluş daha açık bir biçimde yer alır.

Ya naru kûniy berden ve selâmen alâ İbrahiym.(Enbiya/69) ey ateş İbrahim’e serin ve selamet ol. Emri ile aslında varlık içerisindeki şuursuz Müslümanlar, yani ateşte Allah’ın kanunlarına tabi, gökte yerde, soğuk ve sıcakta, ay da güneşte, gecede gündüzde, ırmakta denizde. Onun için şuursuz Müslümanlar şuurlu kardeşleri darda kaldığında onların yardımına koşarlar. Tıpkı Musa’nın yardımına koşan deniz gibi, Tıpkı Nuh’un yardımına koşan su gibi, tıpkı İbrahim’in yardımına koşan ateş gibi.

inne fiy zâlike le âyâtin li kavmin yu'minun Şüphesiz inanan bir toplum için bunda da alınacak bir ders mutlaka vardır. Nedir ders? İlk ayeti hatırlayalım;

Ehasiben Nasu en yütrekû en yekulu amenna ve hüm lâ yüftenun. (01) sadece iman ettik demekle sınanmadan, denenmeden bırakılacağınızı, kurtulacağınızı mı sandınız, sanıyorsunuz. Yanlış sanıyorsunuz, bu doğru değil. Sınanacak ve deneneceksiniz. Allah bu yasasını İbrahim’e dahi istisna kılmadı. Peygamberlerini dahi bu yasasından müstesna tutmadı. Muhammed’ini dahi tutmadı. -Hepsine salâtu selâm olsun.- Sizi mi tutsun, niye tutsun. İşte bakın alınacak ders bu. Mutlaka bir ders vardır ve bu derslerin başında da ilahi yasaya atıf gelir. Sınanmadan kimse güzelleşmiyor, yücelmiyor. İbrahim’in imanı ateşle imtihanının simgesidir. Öyle bir imtihan ki ateşin aşkı yakmadığının göstergesi.

Eğer aşık isen yare,
Düş İbrahim gibi nare.
Sakın aldanma ağyare,
Bu Gülşen de yanar olmaz.
(Seyyid Nizamoğlu)

Diyor duya Allah dostu bir aşk eri. Eğer aşık isen gözünü kırpmadan düş ateşe. Bu gül bahçesinde yanan olur mu? Onun için aşk yanmaz. Gerçek iman yanmaz. Gerçek muhabbet yanmaz. Yanan bedendir. O yanmaz. Onun için belki o güçlü olursa bedeni de yakmaz. Yani tıpkı güçlü benden bir elektrik akımı gibi atlama yapar. Ruhtan bedene, bedeni de içine alır, alanına kapsamına alır ve onu da yakmaz.

Kamil imanı hiçbir Nemrut’un ateşi tarihte yakmamıştır, yakamamıştır. İmanı yakan bir ateş yoktur aslında. Bakın cehennem bile imanı yakamayacaktır. Onun için kalbinde hardal tanesi kadar imanı olanlar, son genel afta, çünkü onu yakamayacaktır. Allah onları bırakın diyecek diyor sevgili efendimiz Buhari’nin naklettiği bir hadiste.



25-) Ve kale innemet tehaztüm min dûnillâhi evsânen meveddete beyniküm fiyl hayatid dünya* sümme yevmel kıyameti yekfüru ba'duküm Biba'dın ve yel'anü ba'duküm ba'da* ve me'vakümün naru ve ma leküm min nasıriyn;

(İbrahim) dedi ki: "Siz dünya hayatında (atalarınızla) aranızdaki duygu bağı yüzünden Allâh dûnunda putlar edindiniz. Bu yüzden kıyamet sürecinde kiminiz kiminizi inkâr edecek ve bir diğerine lânet edecektir! Mekânınız ateştir ve yardımcınız da yoktur." (A.Hulusi)

25 - Ve dedi ki: siz sâde Dünya hayatta aranızda sevişmek için Allah ı bırakıp bir takım evsâna tutulmuşsunuz amma sonra Kıyamet günü bazınız bazınıza küfredecek ve bazınız bazınızı lânetleyecek varacağınız yer ateştir, sizin için yardımcılardan eser de yoktur. (Elmalı)


Ve kale innemet tehaztüm min dûnillâhi evsânen meveddete beyniküm fiyl hayatid dünya ve İbrahim dedi ki. İbrahim’e karşı kavmi böyle cevap vermişti. Aslında verememişti, tehdit etmişti. Cevap veremeyince cevapları tehdit olmuştu. Ve İbrahim buna karşılık şöyle dedi. Allah’ı bırakıp ta bir takım heykeller peydahlamanızın tek nedeni şu dünya hayatında onlarla aranızdaki çarpık sevgi bağıdır. Dedi.

Evet, buradaki “çarpık” ifadesini açıklayıcı olarak kullandım. Aslında zımnen hitabın yan anlamı olarak zaten var. Çünkü; fahvel hitaptan sözün gelişinden  onu anlıyoruz. meveddete beyniküm fiyl hayatid dünya şu dünya hayatında aranızda ki çarpık sevgiden kaynaklanıyor diyor onları tanrılaştırmanız. Onları tanrılaştırıp heykellerini dikmeniz.

Çarpık sevgi. Hani Bakara/165. ayeti olacak değil mi; Allah’ı sever gibi severler diyordu ya; yuhıbbûnehüm kehubbillâh* velleziyne âmenû eşeddü hubben Lillâh. (Bakara/165) Fakat iman edenler en çok Allah’ı sever. Sevgiyi en çok Allah’a ayırırlar sevgiden en büyük payı. İşte oraya bir atıf görmek lazım burada.

Sevginin çarpığına tutku derler. Aslında gerçek sevgi özgürleştirir, tutku tutuklar. Tutku zincir vurur. Tanrılaştırmayla sonuçlanır tutkunun süreci. Gerçek sevgi sevene hayat verir. Tutku ise sevenin hayatını yok eder, alır. Gerçek sevgi ak sevdadır, tutku kara sevdadır. Yani sevdanın yüzüne çalınmış bir karadır. Çarpık sevgi enerjiyi, insanın iç enerjisini yok eder, öldürür. Elini kolunu döker. Gerçek sevgi ise insana enerji verir. Sevdin mi dağları devirirsin, Bisütun dağını delen Ferhat gibi. Ama çarpık sevgi insanın elini kolunu döker, hatta aklını başından alır. O nedenle ikisi arasındaki farkı vurguluyor aynı zamanda ayet.

Bu ibare aynı zamanda şu gerçeği de söylüyor. Ayette geçen evsân, Heykeller, tapınma nesnesi olan heykeller. Aslında doğrudan bu ifade o heykellere atıf değil, o heykellerin kendisini temsil ettiği kimselere, tarihi şahsiyetlere bir atıf. Onun için ayetin devamını böyle okumak lazım.

sümme yevmel kıyameti yekfüru ba'duküm Biba'dın ve yel'anü ba'duküm ba'da zaten bu ibare biraz önce söylediğim şeyin delili. Daha sonra kıyamet gününde birbirinizi reddedecek ve birbirinizi lanetleyeceksiniz diyor. Tanrılaştırılanlarla, tanrılaştıranlar karşılıklı birbirlerini reddedecekler. Kur’an da sık sık bu diyaloga yer verilir. Birbirleri ile polemik yaparlar. Özellikle iş işten geçtikten sonra, yani gerçeği gördükten sonra, yani hesap gününde.

Bizi bu adam kurtaracak, veya biz bu adamın arkasına takılırsak yaşadık. Veya dünyada bu adamla biz şeref buluruz dedikleri kimseler orada yüz karası çıkınca onların arkasına takılmak tan dolayı bırakın bir ödül almayı, aferin almayı; yazıklar olsun size denildikte onlar orada sanki dünyada arkalarından gitmemişler gibi; biz sizden beriyiz, bizim sizinle bir işimiz yok diyecekler. Tanrılaştırdıkları, kendilerini tanrılaştıranların suçunu üstlenmeyecek. Bakın biz demedik ki bunlara bizi tanrı yapın diye, bizi tanrılaştırın, veya bizi tapınma nesnesi yapın, bizim heykellerimizi dikip de onlara tazim gösterin diye biz demedik ki diyecekler.

Tabii demeye yüzü olanlar bunu diyecekler. Peygamber olsun, aziyz olsun, veliy olsun, şeytan olsun, Nemrut olsun, Firavun olsun fark etmez. Yani tanrılaştırılanın kim olduğu fark etmez. Onun için bu ayette birbirlerini lanetleyecekler diyor. Yani siz beni tanrılaştırmakla laneti hak etmişsiniz, ne şikayet etmeye hakkınız var.

Tabii öteki tanrılaştıran da, veya onu saygı nesnesi olarak görende; Biz sizinle onunla şerefleniriz diye bunu yaptık. Yani bir getirimiz olur diye yaptık. Biz ahirette böylesine götüreceğinizi bilsek, böylesine yüz karası olacağınızı bilsek size yer yüzünde bu kadar önem verir miydik diyecekler. Onun için atıf oraya.

ve me'vakümün nar en sonunda hepinizin varıp duracağı yer ateştir. ve ma leküm min nasıriyn size yardım eden biri de asla ama asla çıkmayacaktır.

Devam ediyor B sayfasına geçiniz.
125. videoyu toplu olarak burada bulabilirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder