2 Eylül 2011 Cuma

İslamoğlu Tef. Ders. Araf (158-163)(56-C)

B sayfasından devam


158-) Kul ya eyyühenNasü inniy Rasûlullahi ileyküm cemiy'anilleziy leHU mülküs Semavati vel Ard* lâ ilâhe illâ HUve yuhyiy ve yümiyt* fe aminu Billâhi ve Rasûlihin Nebiyyil Ümmiyyilleziy yu'minu Billâhi ve kelimatiHİ vettebi'uhu lealleküm tehtedun;

De ki: "Ey insanlar... Kesinlikle ben hepinize gelmiş Allâh Rasûlü'yüm... Semâların ve arzın mülkü 'HÛ'nundur! İlâh yoktur sadece 'HÛ'! Diriltir, öldürür! Bu yüzden iman edin, Esmâ'sıyla nefsinizin dahi hakikati olan Allâh'a ve Ümmî Nebi olan O Rasûl'e ki O, Esmâ'sıyla nefsinin dahi hakikati olan Allâh'a ve O'nun bildirdiklerine iman eder. O'na tâbi olun ki hakikate erdirilesiniz." (A.Hulusi)

158 - De ki: ey insanlar! Haberiniz olsun ben size, sizin hepinize Allahın Resulüyüm, o Allah ki bütün Semavat-ü Arzın mülkü onun, ondan başka ilâh yok, hem diriltir hem öldürür, onun için gelin iman edin Allaha ve Resulüne, Allaha ve Allahın bütün kelimatına iman getiren o ümmî Peygambere, ve ittiba' edin ona ki bu hidâyete irebilesiniz. (Elmalı)


Kul ya eyyühenNasü inniy Rasûlullahi ileyküm cemiy'a Ey Muhammed de ki; Ey insanlar iyi bilin ki ben Allah’ın hepinize gönderdiği elçisiyim.

Çok ilginç, bu ayet Kur’an da ki başka ayetlerle birlikte Resulallah’ın tüm insanlığa, sadece bölge halkına değil, tüm insanlığa gönderildiğini ifade eden bir çok ayetten biridir. ileyküm cemiy'a bir kısmınıza değil, hepinize.

elleziy leHU mülküs Semavati vel Ard bana benden dolayı sahip çıkmayacaksınız. Bana benden dolayı hürmet etmeyeceksiniz, bana benden dolayı inanmayacaksınız. Bana inanacak, bana sahip çıkacak, bana hürmet edecek beni destekleyecekseniz, kim adına destekleyeceğinizi söyleyeyim mi. Destekleyeceğiniz o zatın özelliği şudur; elleziy leHU mülküs Semavati vel Ard göklerin ve yerin hakimiyeti, egemenliği kendisine ait olan Allah için destekleyeceksiniz. Çünkü beni, ben göndermedim. Beni O gönderdi.

lâ ilâhe illâ HUve O kendisinden başka tanrı olmayan bir ilahtır. yuhyiy ve yümiyt hayatı ve ölümü O yarattı. fe aminu Billâhi ve Rasûlihin Nebiyyil Ümmiyyilleziy yu'minu Billâhi ve kelimatiHİ o halde Allah’a ve O’nun elçisine inanın. Allah’a ve O’nun bütün mesajlarına inanan ümmi haberciye de inanın. Allah’a ve O’nun elçisine inanın, Allah’a ve O’nun bütün mesajlarına inanan ümmi haberciye, ümmi nebiye de inanın. Yani öncelikle siz değil o iman etti. Yani imanda o kendisine değil, kendisinin de inandığı şeylere çağırıyor sizi.

Bu çok önemli, peygamberler kendilerine çağırmazlar. Onun için peygamberler kılavuzdurlar. Ben menzilim demezler, onlar menzile götürürler. Kılavuzdurlar. Ardına takılanlarla birlikte yürürler, menzili maksuda ererler. O menzilde cennet vardır.

vettebi'uhu lealleküm tehtedun; ve ona uyun ki doğru yolu bulabilesiniz.


159-) Ve min kavmi Musa ümmetün yehdune Bil Hakkı ve Bihi ya'dilun;

Musa halkından bir topluluk bulunur ki Hak olarak hakikati bildirirler ve hakikati yaşamanın gereği olarak, hakkını verirler! (A.Hulusi)

159 - Evet, Musâ’nın kavminden bir ümmet de var ki hakka irşad ederler ve onunla adalet yaparlar. (Elmalı)


Ve min kavmi Musa ümmetün

Yeni bir pasaja girdi; Ve min kavmi Musa ümmetün yehdune Bil Hakkı ve Bihi ya'dilun; Musa’nın toplumu içerisinde gerçeğe kılavuzluk eden ve onun sayesinde adaletli davranan bir kesim de vardı.

Dikkatinizi çekiyor değil mi üslup. Sevgili Kur’an dostları ne diyor bakınız. Musa’nın kavmi içerisinde gerçeğe, hakikate kılavuzluk eden ve onun sayesinde adaletli davranan. Gerçeğe kılavuzluk ettiği için adaletli davranan. Bunlar çok önemli, üzerinde belki saatlerce durulması gereken her kelimenin üzerinde saatlerce durulması gereken kavramlar bunlar. Ama ne yazık ki belli bir zamanda belli bir miktarı işlemek durumundayız.

Asıl bu ayetten benim aldığım ders şu; Kur’an düşünce sistematiğinde toptancılığa yer vermiyor. Süpürücülüğe yer vermiyor. Bakınız süpürüp atmadı. Ayıklayın diyor ve ayıklıyor. Musa’nın arkasındaki insanları toplayıp ta çöp tenekesine atmıyor, ayırıyor. İyileri hep ayırıyor. İyilerde var diyor. İyiyi takdir ediyor. Kötüyü tekdir ediyor ama iyiyi de takdir ediyor ve bize bir şey öğretiyor; siz de böyle yapın diyor.


160-) Ve katta'na hümüsnetey aşrete esbatan ümema* ve evhayna ila Musa izisteskahü kavmühu enıdrib Bi asakel hacer* fenbeceset minhüsneta aşrete ayna* kad alime küllü ünasin meşrabehüm* ve zallelna aleyhimül ğamame ve enzelna aleyhimül menne vesselva* külu min tayyibati ma razaknaküm* ve ma zalemuna ve lâkin kânu enfüsehüm yazlimun;

Biz onları on iki gruba, topluluğa ayırdık... Halkı ondan su istediklerinde Musa'ya: "Asa olarak (kendindeki kuvvelerle asanı bütünleştirmiş olarak) taşa vur" diye vahyettik... Ondan on iki kaynak fışkırdı... Her grup kendi meşrebini (içeceği yeri) hakikaten bildi... Bulutu üzerlerine gölge yaptık ve kudret helvası ve bıldırcın inzâl ettik... (Dedik): "Sizi rızıklandırdığımız temiz - pak şeyleri yeyin"... Onlar bize zulmetmediler, nefslerine zulmetmekteydiler. (A.Hulusi)

160 - Mamafih biz onları on iki sıbta, o kadar ümmetle ayırdık ve Musâ’ya kavmi kendisinden su istediği vakit şöyle vahy ettik: «Vur asan ile taşa» o vakit ondan on iki göz akmağa başladı, nâsın her kısmı kendi su alacağı yeri belledi, bulutu da üzerlerine gölgelik çektik, kendilerine kudret helvasıyla bıldırcın da indirdik, ki size merzuk kıldığımız nimetlerin temizlerinden yiyin diye, bununla beraber zulmü bize etmediler ve lâkin kendi nefislerine zulüm ediyorlardı. (Elmalı)


Ve katta'na hümüsnetey aşrete esbatan ümema derken biz onları 12 boya, gruba ayırdık. Yine atlamalarla tarihi hadiseyi aktarıyor. Zamanın içinde 3.000 yıl öncesine, MÖ 1000 yıllarına düşen bir hadiseyi anlatıyor Kur’an burada. 3.000 yıl öncesine ilişkin tarihi bir olaydan yola çıkarak bize müthiş bir öğüt veriyor Kur’an. O öğüdün ne olduğunu pasajın, dersimizin sonunda söyleyeceğim.

Biz onları 12 boya, gruba ayırdık. ve evhayna ila Musa izisteskahü kavmühu enıdrib Bi asakel hacer toplumu Musa’dan su talep ettiğinde ona; asanla taşa vur diye emrettik.

Fenbeceset, (fenfecerat diye de var bir başka ayette. Burada da Fenbeceset gelmiş).  fenbeceset minhüsneta aşrete ayna* kad alime küllü ünasin meşrabehüm Bunun üzerine taştan 12 su gözü fışkırdı ve bu sayede herkes nereden içeceğini öğrenmiş oldu.

Şimdi anlıyoruz yukarıda neden; esbatan ümemen geldiğini. Esbatan’ı anladık boy. Değişik boylara ait insan öbekleri. Ama hemen arkasından bir de onu açıklayıcı tarzda temyiz olan bir ifade daha gelmiş, ümemen. Buradaki ümem, ümmetin çoğuludur ama grup anlamına gelse gerektir, yani onlar sadece kan bağı ile bölünmediler. Bir de grupçuluk yapıyorlardı biz bunu anladık. Öyle grupçuluk yapıyorlardı ki birinin içtiği yerden öbürü içmeyecekti. Onun içinde 12 göz temin edildi onlara. Birinin su içtiği yerden öbürünün içmeyeceği kadar grupçuluk, hizipçilik. İşte Yahudileşmek dediğim hadise nerelerden başlıyor. Ona aslında dikkat çekiyor. Bir dip akıntısı gibi alttan alta.

ve zallelna aleyhimül ğamame ve enzelna aleyhimül menne vesselva Yine onları bulutla gölgeledik, üzerlerine de kudret helvası ve bıldırcın kuşu indirdik.

Aslında ben mot a mot böyle literal bir çeviri yerine, üzerlerine indirdik biçiminde değil de onlara menne vesselva ikram ettik diye çevirmek istiyorum. Çünkü enzelna aleyhimül menne vesselva’ da ki enzelna; inzal, nüzul, Arap dilinde misafire ikram edilen sofraya Nüzul denir. Onun için Allah tenezzül buyurmuştur derim hep Kur’an için. Allah ikram etmiştir. Allah’ın sofrasıdır vahiy. O sebeple Allah ikram etmiştir. Menne vesselva’yı.

Aslında bunu biz daha önce menne vesselva’yı açıklamıştık Bakara suresinde. Eğer oradaki açıklamalarımızı hatırlarsanız. Menn, Tevrat’ta man diye geçiyor. Kişniş tohumu gibi diyor Tevrat. Ayrıntı da veriyor. Seherlerde İsrail çocukları kalktığında çölün yüzeyinde kişniş tohumu gibi ince bir tabaka bulurlardı bembeyaz.  Bunu toplarlar, öyle de yerler, ekmekte yaparlar, yağı içinde idi çünkü diyor. Çok ilginç, Allah’ın nimetine bakınız. Menn bu.

Selva, kelime anlamı, Menn aslında nimet anlamına da gelir. Menn, menene.

Selva da sözcük anlamı dil olarak eğlencedir, insanı eğlendiren şey anlamına gelir.

Selvayı, kadim müfessirlerin aktardıklarından yola çıkarak bıldırcın kuşu diye çevirmişler ama ben, men ve selva yı, şöyle iki kademeli olarak anlıyorum. Menn; asli yiyecek, Selva; çerez. Çerezini bile unutmadık demektir. Yani hem yiyeceğini verdik zahmetsizce, hem de çerezini verdik çölde.

Menn i peygamberimiz nasıl anlamış diye baktığımda;

- El kem’etu minel menn. Kem’e, yani mantar. Menn dendir der peygamberimiz.

Demek ki kendiliğinden, zahmetsizce, insan eli değmeden yetişip de gıda aldığımız şeyler, menn e giriyor. Mantarı da hiç kimse ekmez biliyorsunuz. Kendiliğinden çıkar, Hiç bir emek vermeden elde ettiğiniz nimettir. Onun için emek vermeden elde edilen nimet anlamına gelse gerek.

külu min tayyibati ma razaknaküm ve dedik ki; size bahşettiğimiz rızkların temiz ve güzel olanlarından yararlanın. ve ma zalemuna ve lâkin kânu enfüsehüm yazlimun; fakat, Onlar ne yaptılar, Onlar nankörlük etmekle bize zulmetmiş olmadılar. Asıl zulmettikleri kendi öz benlikleri idi.

Evet, zulmettiler. Ama kime? Yani Allah’ın ne emir ve nehiylerinden bir çıkarı vardır, ne de emir ve nehiylerine karşı çıkan insandan zarar görür. Onun için insan, çıkarı olan da insandır, zarar görecek olan da insandır ve Yahudileşen İsrail oğullarına bir atıftır ayetin bu son cümlesi. Nasıl Yahudileştiler görüyorsunuz dercesine.


161-) Ve iz kıyle lehümüskünu hazihil karyete ve külu minha haysü şi'tüm ve kulu hıttatün vedhulül babe sücceden nağfir leküm hatıy'atiküm* seneziydül muhsiniyn;

Hani onlara: "Şu şehirde yerleşin... Ondan istediğiniz yerden yeyin. 'Mağfiret et', deyin ve kapısından secdenin anlamını yaşayarak girin ki, hatalarınızı sizin için mağfiret edelim... Muhsinlere daha da ziyade edeceğiz" denildi. (A.Hulusi)

161 - Ve o vakit onlara denilmişti ki şu şehre sakin olun ve ondan dilediğiniz yerde yiyin ve «hıtta» deyin ve secde ederek kapıya girin ki size suçlarınızı bağışlayalım, Muhsinlere ilerde ziyadesini vereceğiz. (Elmalı)


Ve iz kıyle lehümüskünu hazihil karyeh hani bir zaman da onlara denilmişti ki şu ülkeye yerleşin. ve külu minha haysü şi'tüm oranın ürünlerinden dilediğiniz gibi yararlanın.

Yerleşin denilen ülke atalarının ülkesi olan Filistin de ki İsrail oğulları yurdu olsa gerek. Ki, onlar Yusuf peygamber döneminde Filistin’i terk edipte Mısır’a yerleşince artık kendi topraklarına küçümser gözle bakmaya başladılar. Onun için Allah onlara geri, büyük babalarınız olan Yakub’un toprağına dönün, orayı ihya edin diyor, öyle emir alıyorlar. Oranın ürünlerinden dilediğiniz gibi yararlanın.

ve kulu hıttatün vedhulül babe süccede bir yandan da bağışla, estağfurullah, bize rahmet indir, bizi affet diye yalvarın ve mahviyet içerisinde vedhulül babe sücceden iki büklüm, boynunuzu eğerek, alçak gönüllülükle kentin kapısından girin.

nağfir leküm hatıy'atiküm evet, bu Hata’ sözcüğünün iki cemisinden biri bu cemi böyle de gelebilir bu şekilde de ;

hatıy'atiküm* seneziydül muhsiniyn; Biz de sizin hatalarınızı bağışlayalım. Aslında burada hata değil. Hata diye çevirmem doğru olmaz. Sizin kasıtlı olarak yaptığınız suçlarınızı bağışlayalım çünkü Hata’y kasıtlı olarak yapılan suç demektir. Niyette kötüyü kastetmek ve eylemde de kastettiğiniz kötüyü tutturmaya Hata’ denir, Aht’a ise, niyette iyiyi kastedip de onu tutturamamaktır. İşte hata diye buna denir. Türkçeye yanlış geçmiş. Onun için;

..Rabbenâ lâ tüahıznâ in nesiynâ ev ahta'nâ.. (Bakara/286) Deriz. Ev hata’na değil. Yani iyi kastedip de kötüye vurduğunuz şeylerden dolayı bizi sorguya çekme deriz. Onun için burada ki hata diye çevrilemez, burada ki günahlar, bile bile işledikleri günahlarınızı bağışlayalım ve sonunda güzel davranış sergileyenleri ödüllendirelim.


162-) Febeddelelleziyne zalemu minhüm kavlen ğayrelleziy kıyle lehüm feerselna aleyhim riczen mines Semai Bi ma kânu yazlimun;

Onlardan bilfiil zulmedenler, sözü, kendilerine söylenenden başka (söz) ile değiştirdiler... Bu yüzden zulümlerinin karşılığı olarak semâdan azap irsâl ettik. (A.Hulusi)

162 - Derken içlerinden o zulüm edenler, sözü değiştirdiler, kendilerine söylenenden başka bir şekle koydular, zulmü âdet etmeleri sebebiyle biz de üzerlerine Semadan bir azâb salıverdik. (Elmalı)


Febeddelelleziyne zalemu minhüm kavlen ğayrelleziy kıyle lehüm Fakat onlardan kendilerine kötülük edenler, sözü kendilerine söylenenden başkası ile değiştirdiler. Takas ettiler sözü.

Alın bir Yahudileşme alamet daha. Özeti, kelimelerle oynamak. Böyle, Yahudileşme alameti. Bugünde Yahudileşenlerin kelimelerle oynadıklarını görürüz. Polemik yaparken kelimelerle oynarlar. Kelimelere takla attırırlar. Kelimelerin amaçlarını saptırırlar. Anlamlarını saptırırlar. Onlara takla attırırlar.

Bakara suresinin 58- 59. ayetlerinde geçiyordu hatırlarsanız;

..la tekulû ra'ınâ ve kulunzurnâ.. (Bakara/104)

Raina demeyin, unzurna deyin. Bana bak, bize bak, bizi gözet. Aslında Râina niye demeyin, aynı manaya geliyor; Raîna diye dillerini kırıveriyorlardı peygamberimizle konuşurken, çobanımız manasına geliyordu bu da. Bakın..! Hz. Aişe onun için bu ahlaksızlıklarını iyi fark etmişti. Bir gün Resulallah’a selam verdiler, essamü aleyküm diye. Allah kahretsin demektir. Esselam ile essam arasında çok dikkatli dinlemezseniz ayıramazsınız. Ama Hz. Aişe çok dikkatliydi, farkına vardı.

- Ya Resulallah niye selamlarını aldın?

- Ya Aişe ben de Ve aleyküm dedim ya..! Buyurmuştu.

Yani aynısı da sizinle olsun. Resulallah’ımızın farkı bu işte. Yani hiç şey yapmıyor, karşısındakileri mahcup etmiyor, ama ne yapılması gerekecekse de onu yapıyor. Dikkatli ama aynı zamanda da teennili. Aynı zamanda geniş. Karşısındaki insanlara karşıda davranış açısından çok yumuşak. Onun için; Ben de ve aleyküm dedim ya, ya Aişe. Diyor. Yani aynısı da size olsun dedim. Onun için bunda şey olmaya gerek yok dercesine.

Onun için kelimelerle oynuyorlardı onlar. Ki Nisa/46. ayetinde de bu kelimeleri oynamaları aynen geçer.

 feerselna aleyhim riczen mines Semai Bi ma kânu yazlimun; Bunun üzerine biz de ettikleri kötülük yüzünden onların üzerine gökten bela yağdırdık.

Kelimelerle oynamalarına şöyle bir tarihsel örnek verilir; Onlara şöyle dendi; Hıppa deyin. HıppaHımpa dediler. Bir tek harfini değiştirdiler. Hımpa buğday anlamına gelir. Yani bize rahmet indir değil de buğday indir anlamına gelecek bir sözle değiştirdiler diye bir tarihi nakil var. yukarıdan inmek, indirmek anlamına gelen bir sözcük İbrani dilinde. Yani bize rahmet indir, bize af indir anlamına, estağfurullah anlamına. Onlar


163-) Ves'elhüm anilkaryetilletiy kanet hadıratel bahr* iz ya'dune fiys sebti iz te'tiyhim hıytanühüm yevme sebtihim şürre'an ve yevme lâ yesbitune lâ te'tiyhim* kezâlike nebluhüm Bi ma kânu yefsükun;

Onlara, deniz kıyısında olan şehir halkından sor!.. Hani Sebt'te (Cumartesi gününde balık avlayarak) haddi aşmışlardı... Çünkü balıklar, Sebt gününde bollaşıp ortaya çıkardı da; diğer günler görünmezdi! Yoldan çıkmaları yüzünden, onları böyle denedik. (A.Hulusi)

163 - Sor onlara, o denizin hadâret, bir iskelesi olan o şehrin başına geleni, o vakit Sebtte tecavüz ediyorlardı: o vakit ki Sebt -ibadet için tatil- yaptıkları gün balıkları yanlarına akın akın geliyorlardı, Sebt yapmayacakları gün ise gelmiyorlardı, işte biz onları fasıklıkları sebebiyle böyle imtihana çekiyorduk. (Elmalı)


Ves'elhüm anilkaryetilletiy kanet hadıratel bahri Mesela, yukarıdaki ayetin sonu ile ilgili bir mesele bu. Vav daha çok manaya ilişkin değil, işlevsel bir harftir. Bir edattır ve kendisinden önceki pasajın konusu ile daha sonraki konuyu birbirine bağlar. Adeta araya söz girince yukarıdaki konuyu araya giren sözden sonra geri yukarıya bağlamak için konulur ki ben işte bu işlevi ifade edecek bir çok kelime olabilir. Oraya en uygun kelime neyse o konulur. Ben de bunda mesela dedim.

Mesela; Ves'elhüm anilkaryetilletiy kanet hadıratel bahr sor onlara deniz kıyısındaki mamur kentin halini. iz ya'dune fiys sebti iz te'tiyhim hıytanühüm yevme sebtihim şürre'an ve yevme lâ yesbitune lâ te'tiyhim Evet, sor onlara demişti, hani onlar sept günü dışında ortaya çıkmıyorlar diye, son cümleyi başa getireyim ki anlaşılabilsin, hani onlar Cumartesi tatil günü ortaya çıkmıyorlar diye sept gününde balıkların kendilerine akın akın gelişine tamah ederek, cumartesi geleneğini çiğniyorlardı.

Bunu anlamamız için biraz bilgi vermem lazım. Şabat diye bilinen Cumartesi geleneği Yahudi dininde ibadete ayrılmış bir gündür Cumartesi.

Bunu da nasıl ettiler biliyor musunuz. Allah onlar için ibadete ayırmadı. Peygamberlerinden onlar haftada ibadetlerine tahsis edecekleri, hiç dünyalık iş yapmayacakları bir gün istediler. Yine kendi talepleri üzerine konulan bir teşrii konulan bir yasadır bu. Kendi talepleri, kendiler talep ettiler, kendiler böyle oynadılar, bozdular, ihanet ettiler. Cumartesi onun için bu talepleri üzerine dünyevi hiçbir iş yapmamak üzerine sırf Allah’a ayırmaları gereken bir gündü. Şabat günü.

Onlar ne yapıyorlardı biliyor musunuz? Kitaba uymak yerine kitabına uydurmak, işte Yahudileşme alametlerinden en büyüğü idi. Cuma akşamından deniz kenarındaki Yahudi halklar ağlarını geriyorlardı, Cumartesi akşamı ağı topluyorlardı. Cumartesi de çalışmamış oluyorlardı hesapta. Yani Allah’a karşı uyanıklık yapıyorlardı bir yerde, (haşa.) Olur mu, olabilir mi. İşte onun için Allah’a karşı Yahudilik yapmak diye de çevirebiliriz bu söylediğim şeyi. 

Kitaba uyduruyorlardı dedim kitaba uymak yerine. Hile yapıyorlardı, hile i şer’iye denmez tabii ki, Bu hile-i gayri Şer’iye idi. Onun için şer-i hile olmamalı, olamaz zaten. Burada dolayısıyla Yahudilerin bu hilelerine dikkat çekiyordu işte bu ayet.

Neden dikkat çekiyordu? Açık efendim, siz de ey ümmeti Muhammed hile yapıp ta Yahudileşen İsrail oğulları gibi Yahudileşmeyin. Açık.

kezâlike nebluhüm Bi ma kânu yefsükun; Biz yoldan çıkmaları nedeniyle onları işte böylesine dünyalığa müptela kıldık.

Ben böyle çevirdim, ama böylesine sınadık diye de çevirebilirim. Bu sınama Allah’ın takdiri gereği balıklar Cumartesi geliyorlar, Cumartesi dışında gelmiyorlardı. Onun için buda Allah’ın onları sınamak için koyduğu bir sınav idi.


Devam ediyor D sayfasına geçiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder