15 Eylül 2011 Perşembe

İslamoğlu Tef. Ders. Enfal (29-32)(59-B)

A sayfasından devam



29-) Ya eyyühelleziyne amenû in tettekullahe yec'al leküm furkanen ve yükeffir anküm seyyiatiküm ve yağfir leküm* vAllâhu ZülFadlilAzîym;

Ey iman edenler... Eğer Allâh'tan korunursanız (fıtrî ahdinize ve Rasûlullâh ile ulaşanlara hıyanet etmezseniz), sizin için Furkan (Hak ile bâtılı ayırt etme kuvvesi) oluşturur, kötülüklerinizi örter ve sizi bağışlar... Allâh, Zül Fadlil Aziym'dir. (A.Hulusi)

29 - Ey iman edenler! Allaha korunursanız o, size bir Furkan verir ve tarafınızdan seyyiatınızı örter, sizin için mağfiret de eder, Allah azîm Fadıl sahibidir. (Elmalı)


Ya eyyühelleziyne amenû siz ey iman edenler, in tettekullahe yec'al leküm furkane eğer Allah’a karşı sorumluluk bilinci ile hareket ederseniz, size Hakkı batıldan ayıracak bir temyiz gücü verir Allah. Gözünüz keskin olur, Yani bu sınavı nasıl aşarım diye soruyorsunuz değil mi. İyi de ben elimdeki nimetlerin bana vereceği zararları nasıl engelleyebilirim. Bunu nasıl ayırt edebilirim. Çünkü nimet. Ama içinde tıpkı çok sevimli olan bir takım eşyanın içinde sevimsiz olan taraflarında olması gibi bir sevimsizlik gizliyor. Ya da bir zarar gizleyip geliyor. Ben bunu ondan nasıl ayırabilirim, bunun nimet tarafından yararlanıp, bela olan tarafını nasıl ayıklayabilirim. Diye sorarsanız, işte cevabı diyor Kur’an.

Eğer Allah’a karşı sorumluluk bilinci ile davranırsanız, Allah işte bu ikisini ayıracak bir güç verir size. Furkan gücü. Farkı fark etme gücü.

O zaman hamını hasından, altınını posasından ayırabilirsiniz. O zaman altın suyuna batırılmış tenekeleri fark edebilirsiniz. O zaman bir mihenk taşı gibi davranırsınız. Tüm size verilmiş sınav araçlarını o mihenk taşı ile tespit edersiniz. Kaç ayarlık.

Size yaklaşan her insanın ayarını ölçersiniz. Dolayısıyla böyle bir Furkan gücü yani ayırma gücü, fark etme gücü, ki peygamberin dilinde bu şöyle ifade edilir;

İtteku feraset el mü’min.” Müminin keskin iç bakışından, iç görüsünden sakının. Çünkü; “fe innehu yenziru bi Nurullahi azze ve ceh.” O Allah’ın kendisine verdiği ışıkla bakar.

Allah’ın kendisine verdiği gönül ışığıyla. Bir çokları bundan mahrum olduğu için bakarsınız köftenin içindeki zehri fark edemeyen o zavallı mahluklar gibi, köftenin içine kendisini itlaf için verilmiş zehri fark edemez. Bir çokları peyniri görür de, peynirin altındaki tuzağı göremez. Bir fare ile (Affedersiniz) bir insanı ayıran temel özellik budur. Peynirin peynir olduğunu fare de bilir, insan da bilir. Ama insanın bilip farenin bilemeyeceği işte bir fark var, bir şey var. O ne?

İnsan; O peynir oraya niye gelmiş, o peynir niçin orada, oraya kim koymuş, neden koymuş diye düşünebilen varlıktır. Bunu öbürü düşünemez. Düşünemediği içindir ki o faredir. İnsan değildir. İnsan da bunu düşünebildiği kadar insandır. Ne kadar, ne, niçin, neden, nasıl sorularını sorabiliyorsa o kadar insandır. Onun için bu sorular varlık sorularıdır. Ben kimim, ben niçin varım, ben ne amaçla varım, ben nereden geliyorum, ben nereye gidiyorum soruları işte bu soruların temelinde yatar ve varlık sorusudur. Varlık sorununu, varlık sorusuyla çözebilir insan.

ve yükeffir anküm seyyiatiküm ve yağfir leküm ve kötülüklerinizin üzerini örter ve sizi bağışlar. Yani yalnızca size yanlışı doğrudan, hakkı batıldan, güzeli çirkinden, iyiyi kötüden ayırma yeteneği bahşetmekle kalmaz, aynı zamanda kötülüklerinizin üzerini örtüp sizi bağışlar.

vAllâhu ZülFadlilAzîym; Çünkü Allah’tır sınırsız lütuf ve kerem sahibi olan.


30-) Ve iz yemküru Bikelleziyne keferu liyüsbituke ev yaktüluke ev yuhricuke, ve yemkürune ve yemkürullah* vAllâhu hayrul makiriyn;

Hani o hakikat bilgisini inkâr edenler, senin işlevini durdurmak yahut seni öldürmek ya da seni (yurdundan) çıkarmak için sana mekr (hile) düzenliyorlardı. Onlar mekr kurarlar, Allâh, mekrlerine mekrin sonuçlarını yaşatarak cevap verir (yaptıklarını kendi aleyhlerine çevirir)! Allâh mekr oluşturanların en hayırlısıdır! (A.Hulusi)

30 - Hani bir vakit dı o kâfirler seni tutup bağlamaları veya öldürmeleri veya sürüp çıkarmaları için sana tuzak kuruyorlardı, onlar tuzak kurarlarken Allah da karşılığını kuruyordu, öyle ya Allah tuzakların hayırlısını kurar. (Elmalı)


Ve iz yemküru Bikelleziyne keferu liyüsbituke ev yaktüluke ev yuhricuk hani bir zaman da inkarda direnenler senin önünü kesmek, veya öldürmek ya da sürgün etmek için sana tuzaklar kuruyorlardı. ve yemkürune ve yemkürullah nitekim onlar hep tuzak kurmuşlar, Allah’ta onların tuzağını boşa çıkarmıştır. vAllâhu hayrul makiriyn; zira Allah tuzakları boşa çıkaranların en hayırlısıdır. Ya da buradaki hayrul makiriyn deki Hayr, Allah karşı tuzak kuranların en hayırlısıdır. 

Burada onların kurduğu tuzak insanın hep şerrine, kötülüğüne, Allah’ın kurduğu tuzaklarsa insanın hep hayrına daima lehine olur anlamı da çıkar.

Ayetin ayakları Mekke de duruyor, ama ayetin parmağı tüm zamanları gösteriyor, tüm insanları gösteriyor, tüm çağları gösteriyor. Tüm zamanlar ve çağlar boyunca imanını başında bir taç gibi taşıyan, imanını bitimsiz bir imkana dönüştüren iki ayaklı iman olmuş müminlere karşı ayartıcı iç güdüleriyle hareket edip şeytanın, çağındaki sözcülüğünü üstlenmiş, tüm odaklar tarafından tuzak kurulacağını haber veriyor. Müminleri böyle bir şeye hazırlıklı olmaya davet ediyor. İşte ayetin parmağıyla işaret ettiği zamanlar ve zeminler üstü hakikat bu.

İmanını bitimsiz imkana dönüştüren insanlara, size karşı kurulmuş maddi, manevi tuzaklara hazır olun, onlara düşmeyin deniliyor. Unutmayın bir tuzağın tuzak olması için mutlaka hile ile kurulması, mutlaka görülmez olması, mutlaka sizi atlatması gerekir. Onun için insana kurulmuş en büyük tuzağı, yine insanın iç güdüleri, ayartıcı öz benliği kurar. O nedenle yukarıdaki ayetler, özellikle 25., 26. ayetler insana kurulacak tuzakların, insanı nasıl büyük bir sınava çektiği ifade ediliyor ve yine 28. ayette bu tuzakların içerisinde çok tanıdığınız şeyler de olabileceğini, çocuk gibi, mal gibi sizin sahip olduğunuz değerlerin bile sizin önünüze kurulmuş bir tuzağa dönüşebileceği ima ediliyor.


31-) Ve izâ tütla alehim ayatüna kalu kad semi'na lev neşaü lekulna misle hazâ in hazâ illâ esatıyrul evveliyn;

Onlara işaretlerimiz okunduğunda: "Gerçekten işittik... Eğer dilesek elbette bunun benzerini biz de söylerdik... Evvelkilerin masallarından başka bir şey değil bu!" dediler. (A.Hulusi)

31 - Ve onlara âyetlerimiz okunacağı zaman artık işittik, dilesek bunun gibisini biz de söyleriz, bu, eskilerin efsânelerinden başka bir şey değil diyorlardı. (Elmalı)


Ve izâ tütla alehim ayatüna kalu ne zaman ayetlerimiz kendilerine iletilse derler ki; kad semi'na lev neşaü lekulna misle hazâ in hazâ biz bu tür sözleri önceden de işitmiştik.

Neyi kastediyorlar önceden de işitmiştik demekle, aslında dinledikleri hikayeleri, şiirleri, edebi metinleri kastediyorlar.

İstesek; lekulna misle hazâ istesek buna benzer sözleri biz de düzüp koşardık. Öyle diyorlar, öyle bir iddiaları var. Ama çok ilginç değil mi, bu meydan okumayı, bu küstahça meydan okuyuşu vahye karşı hep iddia ettiler de bir kez bile ispat edemediler. Bu da çok ilginç.

 in hazâ illâ esatıyrul evveliyn; Hem bu eskilerin masallarından başka bir şey değil diyorlar.

Mekkeli putperestlerin vahye karşı gösterdikleri tepkilerden biri bu. Böylesine küstahça bir karşı çıkış. Dediğim gibi, hep bir iddia olarak kalmış, hiç ispat edilememiş bir karşı çıkış bu. Lekulna ifadesi, düzüp koşmak. Kale kökünden gelen, fiilinden türetilen tüm sözcükler, sadece söz söylemeye tekabül etmez. Girdiği bağlama göre; düşündü, tasarladı, söyledi, iddia etti, sordu, cevap verdi, ileri sürdü gibi bir çok anlama gelir bağlamına göre. Onun için burada özellikle edebi metinler kastedilerek, biz de düzüp koşardık, biz de böyle sözler yazabilirdik veya dinledik anlamına.

Tabii eskilerin masalları iddiası çok çirkin bir iftira Kur’an a karşı. Onlar; masalların çocukları, masallarla büyümüşler, unutmayınız, özellikle bu ayetlerin ayaklarının durduğu Mekke kültürü; Gas, gıssas ismi verilen gaas..! çok farklı isimler veriliyor; Kıssacılar, hikayeciler, masalcılar var. Yani o gün masal, kıssalar, o günün TV si olarak kullanılıyor. Özellikle odalarda akşamları insanlar, bir takım alemler yaparken, işte bu insanlar, hikayeciler onları eğlendiriyorlar.

Bu hikayelerin, bu masalların hiçbir gerçekliği yok. Hepsi efsane ve mitoloji. Zaten kimse de gerçekliğini soruşturmuyor. Sadece eğlenmek için dinliyorlar. Anlatanlar da eğlendirmek için anlatıyor.

İşte bu mantık. Kur’an a bakarken de bu mantıkla bakıyorlar, onun için de anlamıyorlar, anlayamıyorlar, alamıyorlar, eskilerin masalları diyorlar. Oysa ki ebedi hayatın ilkeleri idi fark edemiyorlar. Çünkü duruşları yamuk, yamuk balkıyorlar, nasıl doğru görsünler.


32-) Ve iz kalullahümme in kâne hazâ hüvel hakka min 'ındike feemtır aleyna hıcareten mines Semai evi'tina Bi azâbin eliym;

Hani, "Ey Allâhım... Eğer bu senin indînden Hakk'ın kendisi ise, (o takdirde) gökten üstümüze taşlar yağdır! Yahut bize acı bir azap ver" demişlerdi. (A.Hulusi)

32 - Bir vakit da ey Allah, eğer bu, senin tarafından gelmiş hak kitap ise durma üzerimize gökten taşlar yağdır veya bize daha elîm bir azâb ver demişlerdi. (Elmalı)


Ve iz kalu ..! Bir zamanda tuttular şöyle dediler, Allahümme in kâne hazâ hüvel hakk ey Allah’ım bu eğer senin katından gelen bir hakikat ise, min 'ındik, senin katından gelen bir hakikat ise, feemtır aleyna hıcareten mines Semai evi'tina Bi azâbin eliym; o zaman üzerimize taş yağdır, ya da bize can yakıcı bir azap gönder. Böyle dediler.

Aslında Enes Bin Malik’e göre bunu söyleyen Mekke’de, Ebu Cehil. Buhari naklediyor. Bu bir meydan okuma. Bu Kur’an a, vahye karşı küstahça bir meydan okuma. Eğer Allah’tan geliyorsa, işte biz karşı çıkıyoruz, neden cezalandırılmıyoruz diye bir meydan okuma.

Neden Mekke’de olmuş, gerçekleşmiş bir hadise, tam da bu surenin içinde yıllar sonra dile getiriliyor? Bedr’in arkasından indirildiğini hatırlarsanız bu ayetlerin, işte Allah böyle gazap eder, böyle bela verir ve aynı isme, Enes Bin Malik’e göre bunu söyleyen Ebu Cehil. Bedirde yerlere yıkılan, cansız düşen Ebu Cehil. Yani Allah nasıl helak eder, nasıl gazap eder, nasıl taş yağdırır işte böyle denilmek isteniyor. Yani insanlar vasıtasıyla belasını gönderir. Koyduğu yasalar çerçevesinde gazap eder edecekse. Onun için işte gökten taş yağmasını mı bekliyorsunuz, gökten taş yağmasını beklemek, Ebu Cehilce bir beklentidir.

Ben Allah’a karşı çıktım, ya da bildiğim tüm sureleri diyor bir gün bir ateist, tuvalette okudum yine de çarpılmadım. Tam Ebu cehilce bir mantık bu. Tam Ebu Cehilce. Hani halkın hafızasında; Allahın parmağı yok ki adamın gözünü çıkarsın. Derler. Aslında bu şu anlama gelir, Allah eğer gözü çıkarılacak bir iş yapmışsa bir adama ve onu, o gazabı, o belayı, o cezayı hak etmişse, parmağı olan birini gönderir. Onun için burada söylenen de bu Ebu Cehilce bir yaklaşımı açık ediyor ayet.



Devam ediyor C sayfasına geçiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder