9 Eylül 2011 Cuma

İslamoğlu Tef. Ders. Enfal (Giriş)(58-A)




Rabbişrah liy sadriy;
Ve yessirliy emriy;
Vahlül ukdeten min lisaniy;
Yefkahu kavliy; (Taha 25-26-27-28) Göğsüme genişlik ver, kolaylaştır işimi. Düğümü çöz dilimden ki anlasınlar beni.

Bu Kur’ani duaya ta yüreğimizden amin..! diyerek muhteşem Kur’an ülkesinin yepyeni bir sitesine, yine muhteşem bir sitesine giriyoruz. Bu sitenin ismi Enfal, Enfal suresi.

Sure adını ilk ayetinden alıyor. Kök anlamıyla ganimetler, hatta çağrışımlarını da dikkate alırsak, bahşiş, lütuf, ihsan, nimet, savaş gelirleri anlamına geliyor.

Tedvinde, yani resmi sıralamada bu sure 8. sırada yer alıyor. Ama nüzul sıralaması tabii ki daha farklı. Bedir sürecinde iniyor bu sure. Onun içinde sahabeden ve tabiinden bu sureye bedir suresi diyenlerde var. Çünkü sure baştan sona savaş hukukuyla, bedir süresi çerçevesinde savaş hukukuyla ilgili bir takım hükümler ve ahlaki kurallar içeriyor.

Surenin iniş yılı özellikle bedir süreci deyince hicretin 1. ve 2. yılı, belki daha geç dönemi de kapsıyor diyebileceğimiz surenin sonları 3. yılını da bu sürece dahil edebiliriz. Ama şu kesin ki sure ana konuları itibarıyla hicretin 2. yılında vuku bulan bedir savaşı etrafında dönüyor.

Hatırlayacaksınız bu sureden önceki sure, yani A’raf suresi peygamberlerle onların inkarcı kavimleri arasındaki o bitimsiz, o insanlık tarihi boyunca süren Hakk – Batıl savaşını işliyordu. Ve hassaten Musa peygamber ve firavun arasındaki mücadeleye daha fazla yer veriliyordu, bundan önceki A’raf suresinde.

Neden resmi sıralamada A’raf suresinden hemen sonra konmuş gibi bir soru gelecek olursa, belki, muhtemelen sebebi, A’raf suresindeki bu geçmiş peygamberlerle onlara karşı çıkan kavimlerin arasında ki mücadele, bu surede Resulallah’la ona karşı çıkan, onun getirdiği vahyi inkar etmekte direnen Mekke putperest toplumu arasındaki mücadeleden söz ettiği için hemen A’raf suresinden sonraya yerleştirilmiştir diyebiliriz.

Bu surenin tamamıyla bir bütün halinde bir konudan, özellikle bedir sürecinden söz ettiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Onun içinde sure içerisinde bazı rivayetlerin söz ettiği gibi birkaç ayetin farklı zaman dilimlerinde nazil olmuş olması, dayanaksız bir iddiadan öte gitmiyor.

Surenin etrafında döndüğü Bedir süreci nedir. Bu süreci anlamadan bu sure, En’fal suresi doğru anlaşılamaz. Onun içinde En’fal suresini tefsir etmeden önce mutlaka bu surenin içine doğduğu, tabir caizse bu surenin ana rahmini teşkil eden, bu surenin yeryüzündeki davetçisi, çağırıcısı, belki surenin ayakları dediğimiz, ki vahiy; başı gökte ayakları yerde bir mesajdır derim her zaman. Bu işte, surenin ayakları nerde duruyor.

Başı gökte de ayakları nerede duruyor sorusunun cevabı olmak üzere kısaca hem nübüvvet tarihindeki muhteşem bir dönüm noktası olan, hem de insanlık tarihinde ender görülen bir devrin sayılması gereken ve Arap yarımada tarihini 1400 yıl etkileyecek ve geri dönülmez bir sürece sokacak olan bedir savaşını burada özetlemem gerekiyor.

Bedir savaşı süreci Hicretin 1. yılının sonlarına doğru Mekkeli liderlerden Ebu Süfyan komutasında, liderliğinde bir büyük kervanın Şam’dan Mekke’ye doğru yola çıktığı haberinin Şaban ayında Medine’ye ulaşması ile başlar. Bu kervan Mekkelilerin dışarıya gönderdiği en büyük kervanlardan biriydi. Malum; Li iylâfi Kureyşin; (Kureyş/1) suresinde de ifade buyrulduğu gibi Kureyş, yılda iki kez, daha doğrusu iki yere, iki büy6ük kervan çıkarıyordu. Biri güneye kışın, diğeri kuzeye yazın. Güneye çıkan kervan yemene ve Habeşistan’a gidiyor, yine Yemen üzerinden Umman’a ve sahil şeridine gidiyor, kuzeye çıkan kervan da Şam’a, Suriye’ye, Filistin’e gidiyordu.

İşte bu kuzeye çıkan yılın en büyük kervanı idi ve 1000 deve yükünden oluşuyor, büyük bir hazine taşıyordu. 40 kişi koruyordu bu 1000 deve yükünden oluşmuş hazineyi. Kervan haberi Medine’ye geldiğinde Resulallah’ın yaptığı ilk iş bir savaş konseyi toplamak olmuştu. Hicretten sonra müminler artık yeni bir toplum oluşturup, bu topluma yeni bir siyaset biçmek konusunda titiz davranıyorlar ve Medine toplumunu bir kurum oluşturmak üzere örgütlüyorlardı. Resulallah özellikle Medine de vahyi hayata aktaracak, vahyi yeryüzünde temsil edecek bir toplum oluşturmak için çaba sarf ediyordu ki, peygamberlik görevlerinden biri de bu idi.

Onun için seriyyeler çıkartıyordu. Bedir’e kadar dört seriyye çıkmıştı. Seriyye; Müfreze, etrafı kolaçan eden, güvenlik sağlayan öncü birlikler de diyebiliriz biz buna. Bu bir yerde Medine toplumunun, Medine’de ki Müslümanların; Artık biz siyaset olarak ta bölgede bir gücüz. Biz korumasız zavallı bir topluluk falan değiliz. Bizi görmeniz gerekiyor anlamına geliyordu, böyle bir mesajı vardı bunun.

Ebu Süfyan kervanının haberi geldiğinde Resulallah savaş konseyini topladı ve Medine’de tabii ki böylesine zengin bir kervanın üzerine gitme konusunda her hangi bir itiraz yaşanmadı. Ama tabii ki böyle bir operasyon Mekkelileri de ayağa kaldırabilecekti. Ki bu çok büyük ihtimaldi. Mekkeliler böylesine büyük bir serveti Medine’ye bırakamazlardı. Kimse bunu beklemiyordu zaten. Bu olmayacak bir şeydi. Onun içinde bu da savaş konseyinde gündeme geldi.

Mekkeliler ya harp açarlarsa, ya Medine’ye saldırılarsa bir avuç Müslüman ne yapardı. Çünkü o güne kadar çıkarılmış müfrezelerde hiç Medineli Ensar bulunmuyordu. Bulunmuyordu çünkü Medine ye karşı bir Mekke ordusu yürüsün istemiyordu Resulallah. O nedenle de sorunu Mekke ile Mekke’den çıkan muhacirler, yani Mekke asıllılar arasında ki bir problem olarak, lokal bir problem olarak tutmak istiyordu. Ama artık bu çerçeve de tutulamayacak kadar iman davası oturmuştu ve iman davası artık yarımadayı da aşacak bir rüzgar yakalamak istiyordu. Onun içinde ciddi bir dönüm noktası olacak kararlar arifesindeydi Müslümanlar.

Resulallah tabii ki misyonunu iyi biliyordu. O getirdiği mesajın sadece Mekke ile, Medine ile, Necit le bölge ile, hatta yarımada ile sınırlı olmayan, bütün bir dünyaya hitap eden diriltici bir mesaj, İnsanlığı muhatap alan bir ilahi hitap olduğunu biliyordu. Bu bilinçle hareket ediyor, ama onun etrafındaki insanların ufku henüz bunu kavrayacak çapta değildi. Onlar gelen mesajın yeryüzünde nasıl Muhteşem bir inkılaba mayalık yapacağını henüz daha kavrayamıyorlardı.

Onlar biraz da bireysel bir fedakarlık olarak görüyorlardı yaptıklarını ve tercihlerinin de bireysel kurtuluşları için yapılacak bir ahlaki tercih olduğunu sanıyorlardı. Onun bundan öte gelen mesajın yeryüzüne meydan okuyan bir siyasal duruş olduğunu henüz kavrayacak noktada değillerdi. Fakat peygamber bunu çok iyi kavrıyordu. Tabii peygamberin etrafındaki bir avuç seçkin insan da bunu kavrıyordu.

İşte Mekke’nin Medine ye harp açma, savaş açma ihtimali gündeme gelince bir takım insanlar böyle bir ihtimalin çok büyük bir tehlike olduğunu, onun için böyle bir operasyona girişilmemesi gerektiğini düşündüler. Çünkü zayıfız diyorlardı. Sayımız sınırlı, Mekke’nin karşısında duramayız diyorlardı.

Doğru sayıları sınırlıydı, silahları sınırlıydı, güçleri sınırlıydı. Ama bir tek şeyi hesap etmiyorlardı; İmanın en büyük imkan olduğunu ve Resulallah onu hesap ediyordu. Etrafında ki o güzide terbiyesinden geçmiş olan bir avuç seçkin insanda hesap ediyordu. Özellikle Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer’in direnmesi sonucunda savaş ihtimalini de göze alarak Medine’den çıkma kararı alındı.

Fakat ilginç olan bir şey var, o güne kadar Resulallah Mutad olan tavrı dışında bir şey yaptı, kervanın üzerine yürüyeceğini daha haftalar öncesinden piyasaya yaydı. Oysa ki ne hicret günü hicret haberini duyurmuştu, ne hicretin istikametini duyurmuştu ve daha sonraki savaşları duyurmuştu. Mesela Mekke üzerine yürüneceğinden hiç kimsenin haberi yoktu.

Resulallah’ın ömrü boyunca böyle gizli bir strateji takip etmesini hatırlayınca biz burada çok farklı bir taktik güttüğünü görüyoruz. Yani Resulallah’ın asıl amacının kervan üzerine yürümek falan olmadığını anlıyoruz. Aslında Mekkelileri yuvasından çıkarmak istiyordu. Yani bir Hakk batıl mücadelesinin gongunu vuruyordu. Bunun farkındaydı. Ama kervanı bahane etmek istiyordu. Ki Resulallah’ın bu duygusunu biz bu surenin 5 ve 6. ayetlerinden açıkça anlıyoruz, açıkça. Onun için burada şu gündeme geliyor; elimizdeki hiçbir siyer kaynağı Resulallah’ın başlangıçta böyle bir niyetinin olabileceği hakkında en ufak bir ihtimale bir yer vermiyor.

O halde biz bir ilkeyi daha çıkarmamız gerekiyor, Mevcut siyer kaynakları Kur’an esas alınarak yeniden dizayn edilmeli. Yeniden eleştirilmeli.

Kur’an bedir savaşını bize, bizzat içinden naklediyor. O gün inmiş metinler bunlar. Elimizde ki hiçbir siyer kaynağı bu kadar hadise gününe ve yerine yakın olamaz. Yani işi, karşılaştırmalı ve metin kritiği açısından ele alsak dahi öyle. Kaldı ki Kur’an ın kaynağı açısından ele aldığımızda zaten bir problem yok. Onun için Resulallah daha çıkarken böyle bir ihtimali biliyor ve eğer böyle bir ihtimal belirirse Resulallah’ın gayesi imanın önünü açmak olduğu için İslam’la insan arasında ki engeli kaldıracak bir savaş olacaktı. Ganimet değil.

Çıktı İslam ordusu ve Mekkelilerin çıktığı haber alındı. Bence Mekkeliler Medine ordusundan daha önce yola çıkmıştı çünkü Bedir yaklaşık Medine’ye 100 mil uzaklıkta bir mesafe. Medine - Mekke arası yaklaşık 300 mil olduğu düşünülürse bu durumda Mekkelilerin daha önce çıkmış olması daha akla yatkın gözüküyor.

O halde eğer bu kanaatimiz doğru ise Medine’den Resulallah çıkmadan Mekke ordusunun çıktığı haberini almış olması gerekiyor. En azından çıktıktan hemen sonra almış olmalı.

Bedir yakınlarında iki ordu karşılaştı. Mekke ordusu 1.000 kişiden oluşuyordu, 700 deve, 100 at ve tamamı zırhlı 1000 e yakın insan.

Peki bunun karşısında Medine ordusu nasıldı? Topu topu 300 yoksul insan. Bir tarafta 700 savaş hayvanı varken beri tarafta sadece 70 deve. Bir tarafta 100 at varken beri tarafta sade 1 ya da 2 at var idi. Yani rakamların iflas ettiği bir savaşla karşı karşıyayız. Hiçbir savaş kuramının kurtaramadığı, hiçbir matematik yöntemle içinden çıkamayacağımız bir orantısızlık, bir dengesizlik.

İşte böyle bir şart içerisinde Mekke ordusu geldi ve Bedir’de en müsait yeri tuttu. Hatta suları tutmuştu Taberi’nin verdiği bilgiye göre. Onun için de Müslümanlar baya telaşlandılar. Çünkü susuz kalma endişeleri vardı. İşte o andan itibaren Allah’ın yardımlarını, ardı ardına yardımlarını hem maddi hem manevi yardımlarını gördüler. Yardımla kulandılar, imanla kuşandılar. İmanı imkana dönüştürdüler ve bir avuç inanmış insan, tıpkı Bakara suresinde ki Talut ve Calut kıssasında haber verildiği gibi;

..kem min fietin kaliyletin ğalebet fieten kesiyraten Biiznillâh.. (Bakara/249)

Nice az topluluk vardır ki inanmış, sürüleri, yığınları, kalabalıkları ezip geçmiştir, yenmiştir onları.

İşte bu müjde geçmişte yaşanmış olan bu müjde yeryüzünde bir kez daha, hem de muhteşem bir örneği ile yaşanılıyor ve Bedir toprakları Yeryüzünün görüp görebileceği en büyük iman hamlesine şahitlik yapıyordu ve savaş sonu da Mekke müşrik ordusu yerle bir oluyor ve iman yepyeni bir ufka koşuyordu.

O gün orada yeryüzünün bahtı değişiyordu.

O gün orada yarımadanın tarihinde görüp göreceği en büyük iman inkılabı gerçekleşiyordu.

O gün orada bir avuç insan tarihe bir destan yazıyordu.

İşte o gün orada iman güneşinin önünde ki yarasalar çekiliyordu. İmanla insan arasına girilmiş olan en katı engel kalkıyordu. Artık iman insanla, tohum toprakla buluşacak ve iman meyveye duracaktı. Bedir bunun adıydı.

İşte bu süreçte nazil oldu Enfal suresi. Enfal suresi, Bedir sürecinde nazil olması hasebiyle konu olarak şu başlıklar altında inceleyebiliriz bu sureyi.

1 - Yevmül Furkan diyor. Enfal Bedir için, Hakkın batıldan ayrıldığı gün. Tam da yeryüzünün görüp görebileceği en büyük muhteşem inkılaplardan biri olan Bedir savaşına verilebilecek isim. Hakkın batıldan ayrıldığı gün, seçildiği gün Yevmül Furkan.

Dolayısıyla surede konusunu hep bu çerçeve de işleyecekti ki 1. çıkaracağımız ilke bu sureden, savaş ahlakı. Savaşta bir ahlaka dayanır, kuralıdır. Yani savaş yapmak, birileri ile düşman olmak, ahlaksız olmayı gerektirmiyor. Savaşsanız dahi bunun bir ahlaka, bir ilkeye dayanması gerekiyor. İman insanı düşmanına dahi bir ahlak götürmek zorunda.

2 – Sebebe değil, müsebbibe bakın mesajıydı bu surenin verdiği mesaj. Kazandığınız tüm başarı size ait değil. Onun için siz başarınızı Allah’a borçlu olduğunuzu unutmayın. Yani; La havle vela kuvvete illa billâh Güç ve kuvvet yalnızca Allah’a aittir. İlkesini hayata dönüştürüyordu bu sure.

Aslında surenin söylemek istediği şuydu; Yücelmek istiyorsan güç kaynağını kendinde vehmetme. Çünkü yükselmek isteyen hiçbir şey, içindeki bir şeye değil, dışındaki bir şeye yaslanmak ve oraya basarak yükselmek durumundadır. Ey İnsan sen mutlaka bir destek noktasına sahip olmak durumundasın. Dışında bir destek noktası. Dışında bir kaynak. Çünkü sen kendi kaynağın olamazsın. Yaratılmış olan hiçbir şey kendi gücünü kendisine borçlu değildir. Mutlaka gücünü dışındaki daha büyük bir güçten alır. İnsan, sen de gücünü Allah’tan alıyorsun. O’nun şaheserisin.

Yer yüzünü bile oynatmak isteseniz bir manivela gerekir. Manivela yerin dışında bir destek noktasına sahip olması gerekir. O destek noktası olursa ancak yer yüzünü bile oynatabilirsin. İşte o destek noktasıdır insanın gücünü aldığı o yer. O’nu unutma mesajı.

3 - Bir başka mesajı surenin Hakk batıl savaşıdır tüm mücadele, mal ve dünya, ikbal ve iktidar mücadelesi değil. Onun için adını doğru koyup, koyduğumuz bu ada yakışan bir mücadele sergilemezseniz, çok ucuz gitmiş olursunuz.

4 – Bir başka sureden çıkaracağımız ders; hayat tasavvurunuz, hayatınızın dayandığı tasavvur; şeytanın gör dediği yerden bakarsınız farklı görürsünüz, Allah’ın gör dediği yerden bakarsanız farklı görürsünüz. İşte bu girişten ve özetten sonra şimdi sureye girelim.



Devam ediyor B sayfasına geçiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder