22 Temmuz 2011 Cuma

İslamoğlu Tef. Ders. En’am (110-112)(48-B)

A sayfasından devam

110-) Ve nukallibü ef'idetehüm ve ebsarehüm kema lem yu'minu Bihi evvele merretin ve nezeruhüm fiy tuğyanihim ya'mehun;

Onların fuadlarını (Esmâ mânâ özelliklerini şuura yansıtıcılar - kalp nöronları) ve gözlerini (görüp değerlendirme) kalbederiz (kilitleriz), başta (mucize gelmeden önce) ona iman etmedikleri gibi! Onları kendi taşkınlıklarında kör ve şaşkın, bocalar durumda, kendi hâllerine terk ederiz! (A.Hulusi)

110 -    Biz onların kalplerini ve gözlerini ters döndürünüz, ilkin buna imân etmedikleri gibi bırakıveririz kendilerini de tuğyanları içinde kör körüne bocalar giderler. (Elmalı)


Ve nukallibü ef'idetehüm ve ebsarehüm Bizde onların gönüllerini ve gözlerini çeviriverdik.

Nasıl bir çevirme? Yani artık gözleri görüyor olduğu halde, yürekleri görmez oldu. Hakikate karşı gözlerini kapattılar ve tabii kalplerini de. Kalplerini çevirince artık Hakkı duymaz oldular. Hakka yönelmez oldular. Bu bir mühürlenme hali. Bir başka yerde;

..tabeAllâhu alâ kulubihim.. (Tevbe/93) buyurulur.

Allah onların kalplerine mühür bastı. Bu döndürme. Eğer yüreği dönerse gerçekten güzeli çirkin görmeye, çirkini güzel görmeye başlar. Tıpkı Ebu Cehil ile Ebu Bekir arasında ki görüş farkı gibi.

Ebu Cehil geliyor diyordu ki;

- Ey Muhammed yeryüzünde senin kadar çirkin bir adam görmedim. Bir felaketsin..! Diyordu.

Ebu Bekir geliyordu hemen aynı gün.

- Anam babam sana feda olsun Ya Resulallah, ne kadar güzelsin..!

Bu bir bakış meselesi. Nerenizle baktığınız, nerenizle gördüğünüz meselesi. Yürek başkentinde şeytanın iktidar olduğu bir insan, şeytanın gör dediği yerden bakar.

Yürek başkentinde imanın iktidar olduğu bir insan, Allah’ın gör dediği yerden bakar.

Allah’ın gör dediği yerden bakınca güzel gözükenler, şeytanın gör dediği yerden bakınca kötü görünürler.

Allah’ın gör dediği yerden bakınca hakikat olan şeyler, şeytanın gör dediği yerden bakınca batıl gibi gözükür. Saçma gibi gözükür. Sihir gibi gözükür. Boş şey gibi gözükür. Gülünç gibi gözükür bazılarına. Onun için gördüğünüzü değil bakışınızı kontrol edin. Ve bakışınızı düzeltmeden baktığınızı düzeltmeye kalkmayın. Bakışı yamuk olanın baktığı hep yamuk olur. Çünkü hiçbir şeyi doğru görmesi mümkün değildir bakışı yamul olanın.

kema lem yu'minu Bihi evvele merre Ne demişti ayetin başında; Biz de onların gönüllerini ve gözlerini çeviriverdik. Tıpkı ilk başta, O’na inanmadıkları konumda olduğu gibi. Yani ayetler gelmezken, vahiyle muhatap olmazken, cahilken, Allah onlarla konuşmazken ne kadar sapıklık içerisine düşmüşlerse, Allah onlarla konuşmaya başlayınca. Peygamber gönderdikten sonra vahiy gönderdikten sonrada ilk sapıklıkları gibi hala kör, sağır ve kalpsiz olarak duruyorlar. İşte o ilk gibi evvela merratin ifadesi, o ilk sapıklığa dikkat çekiyor ve bir şey değişmedi diyor. Çok şey değişti ama bakışı değişmeyince o değişen şeyler onda hiçbir şeyi değiştirmedi.

Yeryüzüne güneşlin doğması sizin dünyayı kendinize zindan etmemeniz için yeterli değil, gözünüzü e açmanız lazım. Eğer güneş doğmuş, fakat siz gözünüzü kapatmakta ısrar ediyorsanız yeryüzü sizin için hala karanlıktır. Hala gecedir. Onun için insan iradesi gözü açmak için kullanıldığında Allah iradesi o göze ışığı yani hidayeti ulaştırır. İşte hidayetin şartı insan iradesinin gözünü açmasına bağlıdır. Ve bitiyor ayet;

ve nezeruhüm fiy tuğyanihim ya'mehun; ve biz onları küstahça taşkınlıkları içerisinde kör ve şaşkın bir biçimde bırakırız.

Sapmak isteyen saptırılır. Doğru yola gelmek isteyen hidayete ulaştırılır. Bu bir sebep sonuç ilişkisidir ve burada söylenen de o dur.

ve nezeruhüm fiy tuğyanihim ya'mehun; ve biz onları küstahça taşkınlıkları içerisinde, kör ve şaşkın bir biçimde bırakırız derken Allah, Onlar gözlerini açmamakta direnirler, biz de kendilerine varlıklarını hayatlarını zindan ederiz.

Bu sebep sonuç yasasına dikkat çekiyor. Bu bir yasadır. Psikolojinin yasası budur. Siz gönlünüzü açarsınız, hidayet açtığınız kapıdan girer. Siz gözünüzü açarsınız, ışık gözünüze çarpar ve görme olayı başlar. Siz kulağınızı açarsınız, ses kulak zarınıza ulaşır işitme olayı başlar. Eğer kulağınızı tıkamışsanız, sesi yok sayamazsınız. Sesin bundan herhangi bir sorumluluğu yoktur. Sesin sahibine bir şey diyemezsiniz. Siz kendinize deyin. Kulağınızı açmadınız. Ve dolayısıyla;

summün bükmün 'umyün fehüm lâ ya'kılûn; (Bakara/171)

Sağır gibi, dilsiz gibi, kör gibi davrandınız ve dönemezsiniz artık. Dönüş imkanını kendi ellerinizle yok ettiniz. Onun için insan psikolojisinin yasasına dikkat çekiyor. Yasa bu. Allah’a atıfla ifade buyrulan, yani Allah hidayete sevk etti, Allah onları dalalet içinde bıraktı gibi tüm ibareler, ifadeler hep bu yasa çerçevesinde anlaşıldığı zaman doğru anlaşılmış olur.


111-) Ve lev ennena nezzelna ileyhimül Melaikete ve kelemmehümül mevta ve haşerna aleyhim külle şey'in kubülen ma kânu liyu'minu illâ en yeşaAllahu ve lâkinne ekserehüm yechelun;

Eğer biz onlara melekleri inzâl etseydik, ölüler onlarla konuşsaydı ve onlara her şeyiyle haşrı yaşatsaydık; Allâh dilemedikçe (gene de) iman etmezlerdi... Ne var ki, onların çoğu cahilce yaşıyor! (A.Hulusi)

111 - Biz onlara dedikleri gibi Melekler indirmiş olsak da, ölüler kendileri ile konuşsa da, ve bütün mevcudatı karşılarında fevc fevc haşr ederek kefil göstersek de yine ihtimali yok imân edecek değillerdi, meğer ki Allah dilemiş olsun, lâkin çokları bu hakikatin câhili bulunuyorlar. (Elmalı)


Ve lev ennena nezzelna ileyhimül Melaike eğer biz onlara melekleri indirmiş olsaydık, ve kelemmehümül mevta bununla da yetinmeyip ölüler onlarla konuşmuş olsalardı, yine bununla da yetinmeyip, ve haşerna aleyhim külle şey'in kubüle ve gerçeği ispat edecek her şeyi onların önünde toplamış olsaydık, ma kânu liyu'minu illâ en yeşaAllahu Allah dilemedikçe yine de iman etmezlerdi.

Ne kadar açık net ve dehşet bir hakikat. Allah dilemedikçe yine de iman etmezlerdi ibaresinin ne anlama geldiğini biraz önce açıklamıştım. Allah ne zaman diler sorusu burada gündeme geliyor. Allah ne yapınca diler. Bu soru çok önemli. İnsan doğru yolu dilediği zaman Allah diler. Vermek dilemeseydi, dilemeyi vermezdi sözü en muhteşem bir biçimde bu gerçeği hakikati hatırlatıyor.

Vermek istemeseydi, istemeyi vermezdi. Onun için istemeyi verdi ki istesinler diye. İstesinler de vereyim diye. Dilemeyi verdi. Nedir dilemek? İrade. İradeyi verdi ki kullansınlar iradelerini, onların iradelerini kullanmalarının bir karşılığı olarak ben de vereyim hidayeti.

Onun için insan Allah’tan aldığı iradeyi yok sayamaz. Ve Allah’tan kendisine bahşettiği iradeyi yok saymasını bekleyemez, isteyemez. Hem iradeli bir varlık olacaksınız, insan olacaksınız, hem de ya rabbi beni iradesiz kabul et diyeceksiniz. Hayır, o insan özgürlüğüne, insan iradesine en çok hürmet edendir. İnsanın irade özgürlüğüne en çok hürmet eden Allah’tır diyebilirim. Verdiği iradeyi yok saymaz ve insan yok saymasını da isteyemez. Bana irade verdin ama, beni mazur gör derseniz eğer, siz kendi iradenize kendiniz hakaret ediyorsunuz demektir.

Ve tabii görmek istemeyenin görmeyeceği, duymak istemeyen kimsenin duymayacağı gibi Allah’ın koyduğu psikolojik bir yasaya delalet etmektedir bu ayet yine.

ve lâkinne ekserehüm yechelun; Fakat onların çoğu bunları bilmemektedirler.

Neyi bilmemektedirler? Allah’ın kendilerine verdiği iradeyi kullanmadıkları için, Allah’ın kapısını tıklatmadıkları için o kapının açılmadığını bilmezden gelmektedirler. Onun içinde yine sonuçta yine faturayı Allah’a çıkarmaya kalkışırlar utanmadan.

Burada kafaları çalışmamakta diyor ayet. İnkarlarının kaynağında ki yatan sebebi anlayamamaktadırlar. Çünkü akıl kendini güven içinde hissetmediği zaman çalışmaz. Zaten problemleri de burada.

İnsandan Allah niçin iman etmeyi ister? İnsanın kendisine imanından Allah’ın çıkarı nedir? Hiçbir çıkarı yok. Bunu tersi ile düşünelim. Herkes Allah’a imanı inkar etse Allah’ın kaybı nedir? Hiçbir kaybı yoktur. O halde imandan mutlaka bir çıkar olması lazım. Çünkü çıkarsız bir şey emretmez Allah. Kimin çıkarı var? Faydasız bir şeyi Allah emretmez. İnsanın çıkarı var. İman eden insanın çıkarı var.

Şu halde bir soru daha sormamız gerekiyor. İnsanın iman etmekle çıkarı nedir? Bu sorunun bir numaralı cevabı, birkaç numaralı cevabı olabilir alt alta, ama birinci cevabı; İman akla güven verir. Akıl kendisini güven içinde hissetmedikçe doğru çalışmaz. Onun için insanlar korkulu zamanlarında salim düşünemezler. Olağanüstü bir korku duyduklarında selim akılla hareket edemezler. Çünkü akıl kendisini güven içinde hissetmiyor. Onun için de çalışmaz. Bu aklın yasasıdır.

Zaten deminden beri yasalara dikkat çekiyor. Psikolojinin yasasına, Allah’ın hidayet yasasına, insanın ruh yasasına ve aklın çalışma yasasına dikkat çekiyor. Onun içinde; ve lâkinne ekserehüm yechelun; onların çoğu, bunu görmezden geliyorlar. Bilmezden geliyorlar.


112-) Ve kezâlike cealna likülli Nebiyyin adüvven şeyatıynel'insi vel cinni yuhıy ba'duhüm illâ ba'din zuhrufel kavli ğurura* velev şâe Rabbüke ma fealuhu, fezerhüm ve ma yefterun;

Böylece her Nebiye (ölümsüz sonsuz gelecek yaşam habercisine) insan şeytanlarını (kendini beden kabul edip yalnızca bedenin zevkleri için yaşayanları) ve cin şeytanlarını düşman kıldık... Onlardan bazısı bazısına, aldatmak için yaldızlı söz vahyeder! Eğer Rabbin dileseydi onu yapmazlardı... Artık bırak onları iftiraları ile baş başa! (A.Hulusi)

112 - Ve böyle biz her Peygambere İns-ü Cinn Şeytanlarını düşman kılmışızdır, bunlar aldatmak için birbirlerine lâfın yaldızlısını telkin eder dururlar, eğer rabbin dilese idi bunu yapmazlardı, o halde bırak şunları uydurdukları hurafât ile haşr olsunlar. (Elmalı)


Ve kezâlike cealna likülli Nebiyyin adüvven şeyatıynel'insi vel cinn ve böylece biz insanların ve görünmez varlıkların.

Burada geçen vel cinn sözcüğünü görünmez varlıklar diye çevirdim. Bu bir kavram değil, kavramlaştırmadan eğer anlamaya çalışırsak o zaman Kur’an ın asıl maksadını anlamış oluruz diye düşünüyorum. Çünkü cinn kelimesi ce ne ne kökünden gelir. Sık sık ifade ettiğim gibi; cenin, anne karnında ki çocuğa denir. Can, görünmediği için. Cenin de görünmez onun için. Can, görünmediği için insanı ayakta tutan ana enerji. Ama görünmez. Mecnun, aklı örtülmüş, aklı görülmeyen kimseye denir. Mecnun diye, deli. Cennet, O kadar sık ağaçlıklıdır ki yapraklardan, yeşillikten yeri görünmediği için cennet denmiş. Onun için hepside aynı kökten gelirler. Gizlenmiş görünmez, fark edilmez anlamına.

Burada da Vel Cinn sözcüğü görünmeyen tüm varlıklara teşmil edilebilir. Yeniden meallendireyim;

Ve böylece biz insanların ve görünmez varlıkların şeytanlaşanlarını. Burada ki Vel Cinnşeyatıynel'insi vel cinn insan ve cin şeytanları diyor. Aslında şeytanlaşan insanlar diye çevirmek sanırım doğru bir çeviri olsa gerek. Evet, şeytanlaşanlarını, devam ediyoruz; Her peygambere düşman kıldık. den kasıt, görünmez varlıkların iyileri değil, şerlileri, kötüleri. Ben şeytanlaşanları dedim.

Aslında bu surenin Mekke’nin son dönemine doğru, sonlarında nazil olduğunu düşünün. Mekke döneminin sonlarında. Resulallah gerçekten de tüm imkanını bitirmiş, artık yapılacak hiçbir şey yok. Mekke umut vermiyor. Mekke’de davete gelecekler gelmiş ve geriye kalanlar şehrin cürufu. Artık kapanmış ve bunu anlamaya çalışıyor.

Rabbimiz elçisine yardım ediyor ve Allah bizzat anlatıyor. Neden bu hale geldiler, şu anda vahyin birinci muhatabına artık anlata anlata, gerçekten de son sınırına kadar sabrını zorlayan peygamber, karşısındaki insanların hakikat karşısında bu kadar direnmelerini garip karşılayınca ayet Resulallah’a; senin için değil sadece bu diyor. Yani bu nübüvvet müessesesinin bir sünneti. Hakka davet eden tüm peygamberlere karşı insan ve cin şeytanları, şeytanlaşan her  kötü güç düşman oldu diyor.

Tabii bu vahyin ilk muhatabı ile mi sınırlı hayır, aynı zamanda risalet mesajını kıyamete kadar  insanlığa taşımakla görevli olan her mümin de bu ayetlerin muhatabı. Risalet mesajını taşımaya kalkın, karşınız da bu tarihi, değişmez sünnetullah’ın gerçekleştiğini görür ve hemen karşınızda şeytanlaşan insanları buluverirsiniz. Dikili verirler mesajınızın karşısına. Çünkü bu işin yasası bu.

Peygambere de rabbimiz yasasını aktarıyor. Diyor ki senin başına gelen bir şey değildir, tüm peygamberler ve onları takip eden tüm risalet davetçileri bu şeytanlaşan insanların düşmanlığına muhatap olmuşlardır.

yuhıy ba'duhüm illâ ba'din zuhrufel kavli ğurura Onlar aldatmak amacı ile birbirlerine yaldızlı ve parlak sözler üzerine kurulmuş yarı hakikatleri, teorileri telkin ediyorlar.

Ayetin muhteşem ifadesine bakınız değerli Kur’an dostları. Onlar sırf aldatmak amacıyla diyor, birbirlerine yaldızlı ve parlak teorileri söylüyorlar, ki ikna edebilsinler.

Evet, biraz önceki o insan ve cin şeytanından bahseden yere bir atıf yapmak istiyorum. İnsanın içinde ki, insanı kötülüğe sürükleyen, negatif kutbu, iç güdüleri, ayartıcı öz benliği, “NEFSİ” aynen şeytanın görevini yapıyor ve çoğu zaman aldatmak için yine sahibine parlak, yaldızlı bir takım düşünceler, bir takım teoriler fısıldıyor, üflüyor.

Burada; yuhıy diyor. Vahiy kökünden gelir. Vahyediyor. Bu karşı vahiy demektir. Allah hakikati vahyeder, şeytanlar ve onların yoldaşları ise batılı vahyeder. Allah saadeti vahyeder, şeytanlar ve onların yoldaşları ise felaketi, zulmeti, şekaveti, ahlaksızlığı vahyeder. Burada adeta iki vahiy arasındaki farka dikkat çekiyor ve bize şunu söylüyor ayet;

Onların parlak, yaldızlı teorilerine uyarsanız eğer, siz hakikatten yüz çevirmiş olursunuz. Çünkü hakikat çıplaktır. Hakikat o kadar ilginç değildir. Çünkü hakikat yeni değildir. Hakikat dünyanın en eskimez değeridir. Ben size yepyeni şeyler, hiç kimsenin duymadığı şeyler getiriyorum diyen biri, yaldızlı bir teori getirebilir ama, hakikati getiremez. Çünkü hakikati taşıyan hiçbir nebinin yer yüzüne söylenmemiş bir söz ile geliyorum dememiştir. Daima ben, benden öncekileri tasdik etmek için geliyorum. Ben size benden önce insanlığa Allah’ın bildirdiği gerçekleri hatırlatmaya geliyorum demiştir. Unutmayınız.

Onun için peygamberler türedi ve nev zuhur değil, bir hatırlatıcıdır. Nezirdir, uyarıcıdır, hatırlatıcıdır. Unuttuklarını hatırlatır. Onun için vahyin bir ismi de zikr dir. Hatırlama, hatırlatma amaçlı olduğu için zikr dir. Niçin? Aslında insana kendi özünü hatırlatıyor. Yeni bir şey getirmiyor ve insanı bir başka şeye de davet etmiyor. Kendine gel diyor o kadar.

velev şâe Rabbüke ma fealuhu ama eğer rabbin dileseydi onlar bunu yapamazlardı.

Yine burada  silsile halinde gelen yasalara, ilahi kanunlardan birine atıf var. Rabbin dileseydi onlar bunu yapamazlardı (Biz ne anlıyoruz; ama rabbin bunu dilemedi) dileseydi onlar böyle yapamazlardı. Yani parlak bir takım teoriler ileri sürerek insanları arkasına dökemezlerdi. Yalanlarına bu kadar müşteri bulamazlardı rabbin dileseydi. Ama rabbin onu dilemedi. Neyi diledi? İradeyi diledi. Seçmemizi  diledi. İnsana iradeyi verdi ve iki yolun ağzına bıraktı.

İmma şakiran ve imma kefura

İster şükredersin, ister küfredersin. Tercihini sen yap. İşte bunu diledi rabbimiz.

Buradan yola çıkarak şunu söyleyebiliriz. Şeytani teori ve ideolojiler hep olacak. Yeryüzünün hiçbir tarihinde şeytanlar ve şeytanca ideolojiler, şeytanca düşünceler, şeytanca sistemler eksik olmayacak. Onun içinde bir mümin böyle bir dünya hayalle yemez. Yani dikensiz gül bahçesi olmayacak. O halde Allah’ımızın bunu bize hatırlatmasından maksadı ne olabilir diye düşünmekte bize düşmüyor mu. Maksadı şudur; Ey insan vazifeni yap. İmanının sana yüklediği sorumluluğu yüklen ve görevini yerine getir. Yer yüzünden tüm dikenleri temizlemek gibi bir görevin yok. Sen gül olmaya çalış. Onun için burada hatırlatılan hakikat; Rabbimiz dileseydi bu olmazdı. Ama öyle dilemedi yasasıdır.

fezerhüm ve ma yefterun; O halde onlardan da, uyduruk teorilerinden de uzak dur. Ben Yefterun sözcüğünü uyduruk teoriler biçiminde çevirdim ki bugün gerçekten de bir çok insanı saptıran ideolojiler, hep bu uyduruk teorilerin üzerine kurulmuş. Bakınız, insanlığı nasıl taştan taşa çalıyorlar o ideologlar ve koydukları ideolojiler.

Froyd’u düşünün Darvin’i düşünün, Niçeyi düşünün ve diğerlerini düşünün. Marks’ı düşünün. Bir ideoloji ortaya attı, uyduruk bir ideoloji. Ama bu ideoloji uğruna insanlar birbirlerinin kanını döktüler. Canını yaktılar. 30 milyon insanın hayatına kıydı Stalin kendi iktidarı döneminde. Bir uyduruk ideoloji uğruna ve sonuç? Sonuç hüsran.

Şimdi vazgeçiyoruz dediler. Heykelleri bile kalmadı. Ya ölen insanlar, ya acı çeken insanlar, Ya haksız yere katledilen çocuklar ne olacak. Ya ağlayan analar, milyonlarca, şimdi toprak olup gitmiş o anaların çektiği acılar ne olacak. Bu kadar basit mi? Bir yalanın ardına milyonları dökmek ve milyonlarca cana kıymak, kıyılmasına sebep olmak bu kadar basit mi? Onun için işte burada, aslında biz eriyip giden ve kendisine yapışan insanların da akıbetini mahveden, geleceğini yok eden bu insanlık düşmanı tüm ideolojilerin akıbetini görüyoruz burada. Ve diyor ki Kur’an;

fezerhüm ve ma yefterun; O halde onları da boş ver. Onların uydurup ortaya koyduğu teorileri, ideolojileri de boş ver, at bir tarafa bırak.


Devam ediyor C sayfasına geçiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder