11 Temmuz 2011 Pazartesi

İslamoğlu Tef. Ders. En’am (056-060)(46-A)






Sevgili Kur’an dostları geçen dersimizde En’am suresinin 55. ayetine kadar işlemiştik. Geçen ders işlediğimiz ayetlerde nübüvvetle gönderilen ilahi mesaja karşı gerek toplumların, gerekse o toplumları oluşturan bireylerin tepkileri ele alınıyor ve bu tepkilerin tıpkı Allah’ın kevni yasaları gibi sosyal yasalara bağlı olarak geliştiğini vurguluyordu. Yani insanların vahye karşı tavır ve davranışları, bireysel olsun, toplumsal olsun, bir yasa veya yasalar çerçevesinde gelişiyordu. Tabii ki bu yasalar eğer insan vahye yüreğini açarsa, vahye zihnini açarsa o insanı vahiy hidayetle donatıyor. Yok insan vahye zihnini kapatır, yüreğini kapatırsa o insan vahye karşı, hakikate karşı kör ve sağır kesiliyor ve dolayısıyla hidayete uzak kalıyordu. Aynen toplumlar da böyle idi.

İşte bu ayetlerin arkasından yine konunun bir devamı sayılabilecek ayetler geliyor.


56-) Kul inniy nühiytü en a'büdelleziyne ted'une min dunillah* kul la ettebi'u ehvaeküm, kad daleltü izen ve ma ene minel mühtediyn;

De ki: "Muhakkak ki ben, sizin Allâh dûnundan taptıklarınıza ibadet etmekten yasaklandım!"... De ki: "Sizin boş hayallerinize asla uymam! Aksi takdirde gerçekten sapmış olurum ve hidâyet bulanlardan olmam." (A.Hulusi)

056 - De ki ben sizin Allah dan başka taptıklarınıza ibadet etmekten nehy edildim, de, Ki: ben sizin hevâlarınıza tâbi' olmam, o takdirde şaşırmışım ve ben hidayete irenlerden değilmişim demek olur. (Elmalı)


Kul inniy nühiytü en a'büdelleziyne ted'une min dunillah De ki; Ben Allah’ı bırakıp yalvardığınız şeylere kulluk etmekten men olundum.

Aslında Kur’an da, de ki, Kûl, formları ile gelen, başlayan ayetler tarih boyunca tüm vahye yönelik itirazlara, hakikate yönelik tavır alışlara yönelik bir cevap olduğu gibi, insanlığın son demine kadar vahyin taşıdığı ebedi hakikatlere yönelik tüm itirazlara kalıcı bir cevap teşkil ediyor. Onun için de Kûl ile başlayan bu ayetleri her insan yaşadığı çağın vahye yönelik itirazlarına bir cevap olarak çağlar üstü, zamanlar ve zeminler üstü bir cevap olarak algılamalı.

kad daleltü izen ve ma ene minel mühtediyn; asıl o zaman sapıtmış olurdum ve doğru yolda olanlardan olmazdım. Ne zaman ? kul la ettebi'u ehvaeküm, sizin keyfinize uymam, sizin içgüdülerinize uymam. Yani siz beni keyfinize çağırıyorsunuz, Allah ise beni hidayete çağırıyor. Dahası, aklın yoluna çağırıyor, İmanın yoluna çağırıyor. Ben eğer Allah’a uyarsam, vahye uyarsam, aynı zamanda selim akla uymuş olacağım. Ama size uyarsam keyfinize uymuş olacağım. Zevkinize uymuş olacağım. Tabii ki aynı zamanda heva, heves ve içgüdülere ve bütün bunlarla birlikte şeytana uymuş olacağım. 

kul la ettebi'u ehvaeküm, De ki sizin keyfinize uymam. kad daleltü izen ve ma ene minel mühtediyn; asıl o zaman sapıtmış olurdum ve doğru yolda olanlardan olmazdım.


57-) Kul inniy alâ beyyinetin min Rabbiy ve kezzebtüm BiHİ, ma ındiy ma testa'cilune Bih* inil hukmü illâ Lillah* yekussul Hakka ve HUve hayrul fasıliyn;

De ki: "Doğrusu ben Rabbimden apaçık bir delil üzereyim ve siz o hakikati yalanladınız! Acele istediğiniz o (ölüm), benim yanımda değil... Hüküm ancak Allâh'ındır! Hakk'ı O bildirir! O, (doğru ile yanlışı) ayırt edenlerin en hayırlısıdır." (A.Hulusi)

057 - De ki ben rabbimden bir beyyine üzerindeyim, siz ise onu tekzip ettiniz, acele istediğiniz azâb benim elimde değil, hüküm ancak Allah’ındır, o hakkı anlatır, hem o dava fasledenlerin en hayırlısıdır. (Elmalı)


Kul inniy alâ beyyinetin min Rabbiy De ki; Çünkü ben rabbimden gelen bir delile dayanmaktayım. ve kezzebtüm BiHİ ve siz onu da yalanlamış oluyorsunuz. ma ındiy ma testa'cilune Bih bu yüzden sizin acele gerçekleşmesini istediğiniz şey da benim elimde değil.

Onların acele gerçekleşmesini istedikleri şey ne idi? Haydi diyorlardı. Bizi tehdit ettiğin azabı getir de görelim. Aslında onlar o azabın, tehdit edilen azabın, peygamberin elinde olduğunu sanıyorlardı. Onlar nübüvvet müessesesini de anlamadılar. Onlar hem melek peygamber istiyorlardı, hem de peygamberden olağan üstü şey bekliyorlardı. Yani hayatları çelişki idi.

Küfrün mantığı çelişki üzerine kuruludur. Küfrün mantığı karmaşıktır. Küfrün mantığı kendi kendisine tezatlar oluşturur. Onun için hem bir yanda olağan üstü yetileri olan melek bir peygamber isteyeceksiniz, öte yandan da insan olduğunu itiraf eden bir peygamberden insan üstü şeyler bekleyeceksiniz. Ve ondan da öte haydi bizi helak etsene diyorlardı. Yani kendilerine yönelik ilahi tehdidi alaya alıyorlardı. Küçümsüyorlardı. İşte bu gerçekten küfrün dibe vurduğu bir durumdu.

ma ındiy ma testa'cilune Bih sizin acele gerçekleşmesini istediğiniz şey benim elimde, benim yanımda değil ki. inil hukmü illâ Lillah hüküm yalnızca Allah’a aittir. Yani bu konuda ki hükmü de Allah verecek. yekussul Hakka ve HUve hayrul fasıliyn; O hakikati haber verecektir. Allah kimin doğru kimin yanlış, neyin gerçek, neyin yalan olduğunu haber verecektir. Zira Hakk ile batıl arasında en iyi hüküm veren, bu ikisini birbirinden ayıran o dur.


58-) Kul lev enne ındiy ma testa'cilune Bihi lekudiyel emru beyniy ve beyneküm* vAllahu a'lemü Bizzalimiyn;

De ki: "Eğer o acele istediğiniz benim yanımda olsaydı, aramızdaki mesele çoktan kapanmış olurdu!"... Allâh zâlimleri daha iyi bilir. (A.Hulusi)

058 - De ki: O acele istediğiniz benim elimde olsa idi sizinle aramızda iş çoktan hüküm giymişti mamafih haksızlar Allah daha çok bilir. (Elmalı)


Kul lev enne ındiy ma testa'cilune Bihi lekudiyel emru beyniy ve beyneküm Yine de ki; eğer acele gerçekleşmesini istediğiniz şey benim elimde olaydı, benimle sizin aranızda hüküm infaz edilmiş olurdu. Yani iş bitirilmiş olurdu. Ya da bu ibarenin alternatif bir manası aramızdaki mesele kendiliğinden hallolurdu. Yani eğer benim elimde böyle bir güç olsaydı sizin o zaman seçmek gibi bir ikilemle karşı karşıya kalmazdınız ki. Zaten mecburen inanırdınız. İnanmanız zorunlu olurdu ve o zaman da imtihan sırrı kalkardı. O zaman da iradenizle yapmış olmazdınız. İşte o zaman mecburi olarak, zorunlu olarak iman etmeniz, ahlaki bir davranış olmazdı ve sizde de Allah’a karşı sorumluluk uyandırmazdı. Mecbur olmuş olurdunuz.

Dolayısıyla mecburiyet sonucunda baş eğmenizle ödüllendirilemezdiniz. Eğer mecburiyet ile, baş eğerek ödüllendirilse idi, yerler gökler, eşya, Allah’a kayırsız şartsız itaat eden her bir şey, şuursuz her bir şey ödüllendirilirdi.

vAllahu a'lemü Bizzalimiyn; Ama Allah kimin zalim olduğunu daha iyi bilir.


59-) Ve ındeHU mefatihul ğaybi la ya'lemuha illâ HU* ve ya'lemü ma fiyl berri vel bahr* ve ma teskutu min verakatin illâ ya'lemüha ve la habbetin fiy zulümatil Ardı ve la ratbin ve la yabisin illâ fiy Kitabin mubiyn;

Gaybın (algılayamadıklarınızın) anahtarları (bilgisi) "HÛ"nun indîndedir! (Hiç kimse) bilmez onları, ancak "HÛ"! Karada (açığa çıkmış - algılanabilen) ve denizde (derinde - ilimde) ne var ise O bilir... O'nun bilgisi dışında bir yaprak düşmez (çünkü her bir şey "HÛ"nun Esmâ'sıyla açığa çıkmıştır)... Ne Arz'ın karanlıklarında bir habbe (tane), ne de yaş ve kuru (bir şey) yoktur ki Kitab-ı Mubiyn'de (apaçık evren kitabında) bulunmasın. (A.Hulusi)

059 - Gaybın anahtarları onun yanındadır, onları ancak o bilir, hem kara ve denizde ne varsa bilir, bir yaprak düşmez, ve Arzın zulümatı içine bir habbede gitmez ki o bilmesin, ne bir yaş ne de bir kuru yoktur ki her hal bir kitabı mübînde olmasın. (Elmalı)


Ve ındeHU mefatihul ğayb Zira gaybın anahtarları yalnızca O’nun yanındadır.

Gayb; İnsan idrakini aşan hakikatler. İnsanı algılamaktan aciz olduğu, kavrama kapasitesinin ulaşamadığı hakikatler. Ki insan tüm varlıklarla birlikte sınırlı bir yaratıktır. Varlık içerisinde müstesna bir konumu olmasına rağmen insan da sınırlı bir yaratıktır. Yaratılmış olmak, sınırlanmış, kayıtlanmış olmaktır zaten.

Onun için insanın zihni de sınırlıdır. Ulaşabildiği yer sınırlıdır. Kavraya bildiği yer sınırlıdır. Kapasitesi sınırlıdır. Sınırlı kapasitesi ile gaybi hakikatleri, aşkın gerçekleri anlayamaz, kavrayamaz. Onlara bir atıf olan içkin hakikatler, görebildiği müşahede edebildiği, dokunabildiği hakikatlerden, varlıklardan yola çıkarak dokunamadığı, göremediği, kavrayamadığı varlıklara ulaşmaya çalışır. Yoksa insan her şeyi bildiğini iddia edemez.

İşte bu ayette bu ebedi gerçeği dile getiriyor ve diyor ki; Gaybın anahtarları yalnızca O’nun yanındadır.

la ya'lemuha illâ HU Onu Allah’tan başka kimse bilemez.

ve ya'lemü ma fiyl berri vel bahr O karada ve denizde olan biten her şeyi bilir. ve ma teskutu min verakatin illâ ya'lemüha Hiçbir yaprak düşmez ki o bunu bilmesin.

ve la habbetin fiy zulümatil Ardı ve la ratbin ve la yabisin illâ fiy Kitabin mubiyn; yeryüzünün derinliklerinde bir tek habbe, bir tek dane, bir tek tohum, yaş, kuru hiçbir şey yoktur ki onun apaçık yasasına dahil olmasın.

Aslında bu ayetin geneli sevgili Kur’an dostları, insanda Allah bilinci oluşturmaya çalışıyor. Ayet insan vicdanında bir Allah bilinci oluşturmaya çalışıyor ki bu bilinç sayesinde insan kötülükten uzak durur. Hiç kimsenin görmediği bir yerde her tür tecavüzü, günahı, saldırganlığı işleyebileceği bir yerde dahi insanı kötülük işlemekten alıkoyan işte bu şuurdur.

Eğer gören bir Allah’a, her şeyi gören, her şeyi bilen her şeyden haberdar olan bir Allah’a iman ediyorsa insan, o zaman hiç kimsenin, hiçbir insanın görmediği yerde dahi günah işlemekten, kötülük yapmaktan kaçınacaktır. Hatta kendi iç dünyasında dahi, ruhunda dahi kötü düşüncelerden uzaklaşacaktır. Bu Allah bilincidir. İşte bu takvanın ta kendisidir. Bu takvaya ulaşan bir mümin bir ömrü Allahlı geçirir ve Allahlı geçen bir ömür, hesabı verilebilecek bir ömürdür.

Ben ayetin son ibaresini illâ fiy Kitabin mubiyn; ibaresini farklı bir biçimde çevirdim. Orada ki kitabı yasa olarak, Allah’ın yasası olarak çevirdim. Kitabin mubiyn Allah’ın apaçık yasası.

Neden böyle çevirdim? Çünkü her ne kadar geçmiş müfessirler burada ki, özellikle İbn. Abbas ve ondan naklen Taberi ve Razi ve diğerleri buradaki kitabı, korunmuş levhalar, bizim göremediğimiz, Allah katındaki ana bellek, yani levh-i mahfuz olarak nitelendirmişlerse de Mubiyn yani apaçık sıfatını taşıması bu kitabın bize de açık olduğuna bir atıftır. Dolayısıyla apaçık kitap, bizden gizli olan, bizim ulaşamadığımız Levh-i Mahfuzdan daha başka bir şey olmalı ki o da Allah’ın varlık için koyduğu yasalardır.

İşte bu yasalar, Allah’ın bir kitabıdır. Bu yasaları okuyan, tıpkı bu kitabı, bu ayetleri okumuş gibidir. Bu yasaları okuduğunuzda, bu yasaları doğru okuduğunuzda, doğru anladığınızda, doğru tefsir ettiğinizde eşyanın sırrına vakıf olursunuz. Eşyanın özüne vakıf olursunuz. Onun için zaten bu ayetin üzerinde yer alan ve geçen ders işlediğimiz ayetleri dikkate alacak olursanız, 45. ayet mesela. 46. ayet, insanın psikolojik yasalarından bahsediyordu. Gönlün mühürlenmesinden, kalbin. 45. ayet toplumların tabi olduğu değişim yasalarından söz ediyordu ve Allah; Bir toplum ahlaki olarak çözülürse o toplumun tarih sahnesinden silineceğini haber veriyordu.

İşte onun gibi bir çok ayetin arkasından böyle bir ayetin geliyor olması, toplumsal, bireysel ve kevni, doğal yasalara işaret ve atıf olduğunun bir göstergesidir.


60-) Ve "HU"velleziy yeteveffaküm Bil leyli ve ya'lemü ma cerahtüm Bin nehari sümme yeb'asüküm fiyhi liyukda ecelün müsemma* sümme ileyhi merciuküm sümme yünebbiüküm Bi ma küntüm ta'melun;

O'dur ki, sizi gecenin içinde vefat (beden farkındalıksız yaşam) ettirir (uyku ölümün kardeşidir: Hadis); gündüzde ne yaptığınızı bilir... Sonra takdir edilmiş ömür tamamlanıncaya kadar sizi gündüzleri bâ's eder... Sonra dönüşünüz O'nadır... Sonra yaptıklarınızı size haber verir (yaşamınızı işin hakikati yönünden değerlendirtir)! (A.Hulusi)

060 - O odur ki sizleri geceleyin kendinizden geçirir alır, bununla beraber gündüz kazandıklarınızı bilir tutar, sonra sizi onun içinde ba'seder ki mukadder olan bir ecel tamamlansın, sonra onadır yine nihayet dönümünüz, sonra size haber verecek neler işliyordunuz. (Elmalı)


Ve "HU"velleziy yeteveffaküm Bil leyli ve ya'lemü ma cerahtüm Bin Nehar Nitekim geceleyin sizi ölü gibi yapar. O “gibi”yi Parantez içinde eklemek zorundayız. Ölü yapar. Metinde aynen bu ama eksiltili, eliptik olduğu için Kur’an metni, biz o eksiltili yerlerin boşluğunu parantez içinde doldurmak zorundayız. O sizi geceleyin ölü gibi yapar ve gündüzün neler işlediğinizi de bilen yalnızca O’dur.

Teveffa, kelime anlamı tamamen silip süpürdü demektir. Tamamen alıp götürdü demektir. Ki ölüm bu kelime ile ifade edilir. Razi’nin bir başka yerde, bu kelimenin geçtiği, muhtemelen Kur’an da ilk nazil olduğu yerde yaptığı bir yoruma göre temsilen söylenmektedir Yani bu ifade bir başka şeyi temsil etmekte, sembolik bir ifadedir.

Bu da neyi temsil ediyor; Kalıcı imansızlık Kur’an da ölümle karşılık bulur. Onun için kalıcı imansızı nasıl Kur’an hakikati görmeyen birine kör diyorsa, gerçeği duymayan birine sağır diyorsa Summun, bukyun, umyun. Umyun, kördür. Summun sağırdır. Bukyun dilsizdir. Hakikati konuşmayan dilsizdir. Hakk ı duymayan sağırdır. Hakk’ı görmeyen kördür diyorsa aynen öyle; Yüreği gerçeği hissetmeyen, artık mühürlenmiş olan, imana açılmayan birini de ölü olarak niteliyor.

Kur’an düşünce sistematiğinde körün, sağırın, dilsizin, ölünün, dirinin, ölümün sağlığın karşılıkları bizim bildiğimiz fiziki karşılıkları dışında, manevi karşılıklardır.

Onun için Allah-u alem, en doğrusunu Allah bilir, burada geçen; “geceleri sizi ölü gibi yapıyor.” İbaresi de, kalıcı olmayan sapmalara bir delil. Hayatımız içerisinde, yaşamımız içerisinde kimi zaman kalıcı olmayan sapmalar geçiriyoruz. İşte bunlar da bir bilinçsizlik olarak nitelendiriliyor.

Hatırlayın uyku, geçici bir bilinçsizlik halidir. İşte burada da Kur’an uykuya dikkat çekerek, siz de ömrünüz içerisinde, tıpkı uyuyan birinin dışında ne olup bittiğini görmediği gibi. İçinde bulunduğu konum hakkında bir bilince sahip olmadığı gibi, yarı ölü halinde olduğu gibi siz de ömrünüz içerisinde o geçici sapmalar arasında, günah işlemeniz sırasında, Allah’a karşı geçici olarak yabancılaşmalarınız sırasında böyle uykudaki bir insan gibi bilinçsiz olursunuz.

O halde ne gerekiyor? Uyanmak değil mi..! Uyanmak. Etrafınızda ki felaketi görmeniz için, algılamanız için uyanmanız gerekiyor. Yoksa çok geç olabilir.

Uyanmak için ne gerekiyor? Sarsmak, sallamak, uyan..! demek. Uyan..! Ev yanıyor, uyan yoksa batacaksın, uyan deprem geliyor. Uyan yoksa hayatın gidecek. İşte böylesine sarsmak. Onun için Allah da bizi gerek fiziki olarak, gerek manevi olarak sarsıyor ki uyanalım.

İşte bu ayetler aslında insanın yüreğini ve zihnini sarsmak içindir. Uyandırmak için sarsmak. Tüm peygamberler uyuyan insanlığı uyandırmak için gönderilmiş birer sarsıcıdırlar.

sümme yeb'asüküm fiyhi liyukda ecelün müsemma sonra o tayin edilen ömrü yaşamak üzere sizi her gün hayata geri döndürür. Evet, o tayin edilen ömrü yaşamak üzere sizi hayata geri döndürür. sümme ileyhi merciuküm en sonunda dönüşünüz O’nadır. sümme yünebbiüküm Bi ma küntüm ta'melun; ve ardından yaptığınız her bir şeyi size bir bir haber verecek, bildirecektir.

Bu ayette bir önceki ayet gibi insanda eylemlerinin sorumluluğunun üstlenilmesi için bir şuur uyandırmaya çalışıyor. Yani insanı sarsıyor. Diyor ki; Amellerinin sorumluluğunu üstlenmelisin. Mutlaka bir gün onlardan hesaba çekileceksin. Onun için uykuda gibi hissedip te, ben uyuyor muşum, haberim yokmuş, ben ne bileyim, sorumluluğu bana ait değildir deme sakın. Çünkü seni, işte peygamberler, işte kitaplar, işte vahiyler aracılığı ile uyandırdık, ki uykudaki birinin yaptığı hataya benzemez.

Örneğin uyuyan biri, Yukarıda uyuyan biri altta uyuyan birinin üzerine düşse ve o bundan mütevellit ölse, elbette ki bir şey lazım gelmez. Ama sizin yaptıklarınız böyle uykuda birinin bilinçsizce işlediği hataya benzemez. Yan uyurgezer değilsiniz artık Allah’ın bu hitabını duyduktan sonra. Allah’ın bu uyarısını aldıktan sonra, Allah’a karşı bir mazeretiniz de yok. Onun için değerli dostlar, her zaman öyle inanmışım ve söylemişimdir; Allah’tan, Kur’an dan, peygamberden, bu mesajdan bihaber olan Sibirya’da ki Eskimolar belki kurtulur da belki..! Fakat bu mesajdan haberdar olan bizler, zor kurtuluruz eğer görevimizi yapmazsak.



Devam ediyor B sayfasına geçiniz.
46. videoyu toplu halde http://kurantefsir.wordpress.com/2011/06/30/islamoglu-tef-ders-en%E2%80%99am-056-08246/ bulabilirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder