25 Haziran 2013 Salı

İslamoğlu Tef. Ders. ZUHRUF (06 - 13) (154-B)



A sayfasından devam

6-) Ve kem erselna min Nebiyyin fiyl evveliyn;

Öncekiler içinde de nice Nebiler irsâl ettik. (A.Hulusi)

06 - Halbuki evvelkiler içinde biz nice Peygamber gönderdik. (Elmalı)


Ve kem erselna min Nebiyyin fiyl evveliyn hem öncekilere de çok sayıda peygamber göndermiştik.


7-) Ve ma ye'tiyhim min Nebiyyin illâ kânu Bihi yestehziun;

Onlara bir Nebi geldiğinde, mutlaka onun getirdikleriyle alay ederlerdi. (A.Hulusi)

07 - Hiç bir Peygamber de gelmiyordu ki kendilerine onunla mutlak eğlenmesinler. (Elmalı)


Ve ma ye'tiyhim min Nebiyyin illâ kânu Bihi yestehziun ama kendilerine gönderilen her peygamberle alay ettiler. Her peygamber inkarcı muhataplarının şu 4 aşamalı politikasıyla karşı karşıya kaldı.

1 – Birinci aşama görmezden gelmeyi. Aynısı peygamberimize de yapıldı.

2 – İkinci aşama alaya alma.

3 – Üçüncü aşama iftira etme,

4 – Dördüncü aşama fiziki ve fiili saldırıda bulunma. Hemen her peygamber bu dört aşamaya uğramıştır. Muhatapları tarafından bu dört aşamalı bir inkarla karşılaşmıştır.


8-) Feehlekna eşedde minhüm batşen ve meda meselül evveliyn;

Bu yüzden onlardan daha güçlü olan niceleri helâk ettik... Öncekiler ibret dolu hikâyeleriyle mazi oldu! (A.Hulusi)

08 - Onun için biz onlardan daha sert pençelileri helâk ettik, ve evvelkilerin meseli geçti. (Elmalı)


Feehlekna eşedde minhüm batşen sonunda şunlardan, belki minküm gelmeliydi, sizden. Ama siz deyince belki müminleri, hatta Resulallah’ı da içine alır zannedilmesin gerekçesiyle minhüm; şunlardan. Kim şunlar? Yani ilk muhatabı inkarcılardan daha güçlü kuvvetli oldukları halde onları da helak ettik. Yani ey inkarcılar siz inkarda orijinal değilsiniz. Eğer inkar etmekle çok orijinal bir şey yaptığınızı düşünüyorsanız böyle düşünmeyin. Çünkü inkarcı meczul miktarda var insanlık tarihinde. İnkar çok matah bir şey değil, inkar öyle değerli bir şey değil. Çünkü hep çoğunluk inkar etmiştir zaten. Dolayısıyla eğer siz inkar etmekle Allah’ı ve hakikati pes ettireceğini düşünüyorsanız, sizden önce çok daha güçlüleri inkar etti, fakat hakikat yine güneş gibi kimse örtemediği gibi hiçbir inkarcı da vahyin sesini boğamaz.

ve meda meselül evveliyn zaten öncekilerin meselleri, hikayeleri de daha önce geçmişti.

Bu ibare farklı bir biçimde de anlaşılabilir ve meda meselül evveliyn geriye kalan ibretlik bir anı oldular. O helak edilenler geriye kalanlar için ibretlik bir anı oldular şeklinde de anlaşılabilir. Ama bizim tercihimiz daha doğru, Özellikle önceden onların hikayeleri, kıssaları anlatılmıştı derken mesela bu sureden önce inen fussilet suresi 13 – 18 ayetlerinde geçmişte helak edilmiş kavimlerin kıssası anlatılmıştı, ondan önce de yer almıştı.


9-) Ve lein seeltehüm men halekas Semâvati vel Arda le yekulünne halekahünnel 'Aziyzül 'Aliym;

Yemin olsun ki eğer onlara: "Semâları ve arzı kim yarattı?" diye sorsan, elbette: "Onları, Aziyz ve Aliym olan yarattı" diyecekler. (A.Hulusi)

09 - Celâlim hakkı için sorsan onlara o Gökleri ve Yeri kim yarattı? Elbette diyecekler: onları o azîz, alîm yarattı. (Elmalı)


Ve lein seeltehüm men halekas Semâvati vel Arda le yekulünne halekahünnel 'Aziyzül 'Aliym eğer onlara sormuş olsaydın ve deseydin ki gökleri ve yeri kim yarattı? Onlar hiç tereddüt etmeden elbet sonsuz yücelik ve Aliym olan mutlak bilgi sahibi olan Allah yarattı derlerdi.

Bunlar için bir üstteki ayette sözü edilen geçmiş kavimler olmalı diye düşünüyorum şahsen. Yani bunlar kim. Vahyin ilk muhatabı olan Mekke müşrikleri bunu söylüyorlar. Fakat bağlam geçmişte helak edilmiş kavimlerden söz ediyor. Dolayısıyla bu ayette; sorsan onlara gökleri ve yeri kim yarattı diye onlar; Her şeyi bilen ve her şeyden güçlü olan Allah yarattı derlerdi. Sözü o helak edilen kavimlere ilişkin. Yani onlarda bunlar gibi derlerdi, onlarda bu vahyi inkar den Mekke’nin müşrikleri gibi gökleri ve yeri Allah’ın yarattığını biliyorlardı.

Elbette yani putlarının yaratmadığını biliyorlardı. Her inkarcı kavim aslında Allah’a ortaklar koşarken beni bu put yarattı diyene rastlamıyoruz. Firavun bile gökleri ben yarattım diyemiyordu. Ama ben sizin rabbinizim diyordu. Düşünebiliyor musunuz. Aslında tüm pagan kavimler, putperest kavimler, inkarcı kavimler bu kainatı, insanı, gökleri, putlarının yarattığını düşünmüyorlardı ve tanrılar tanrısı dedikleri en yüce varlığa iman ediyorlardı. Problemleri O’na ortaklar koşmaları ya da O’nun bazı vasıflarını başkalarına yakıştırmalarıydı. İşte burada da bu gerçeği dile getiriyor.


10-) Elleziy ce'ale lekümül Arda mehden ve ce'ale leküm fiyha sübülen lealleküm tehtedun;

O ki, arzı (bedeni) sizin için (içinde gelişeceğiniz) beşik kıldı ve hakikate eresiniz diye onda sizin için (düşünce akımları - meşreblere göre) yollar oluşturdu. (A.Hulusi)

10 - O ki Arzı sizin için bir beşik yaptı, ve doğru gidesiniz diye size yollar açtı. (Elmalı)


Elleziy ce'ale lekümül Arda mehden ve ce'ale leküm fiyha sübülen lealleküm tehtedun işte yeri sizin için beşik yapan da, yolunuzu bulasınız diye orada sizin için yollar var eden de O’dur. Yani gökleri ve yeri yaratandır. Burada müthiş bir tahlil ve müthiş bir ince tenkit var. Nedir? Her putperest gökleri Allah’ın yarattığını, yerleri putunun yaratmadığını bilir. Fakat inkar ettiği nedir? Yolu, yani gökleri ve yeri yaratan yolsuz mu yarattı. Sizin yer yüzünde yürüyeceğiniz, şu kısacık hayatta yürüyeceğiniz yolları bile var etti. Yani yollar bulasınız diye geçitler, vadiler, ovalar, düzlükler, en bitimsiz sıra dağlar arasında bile geçitler koydu, yerleştirdi. Veyahut ta daha derin bir ifade ile size yol yapacak bir yetenek verdi. Yolunuzu bulacak bir akıl verdi.

Peki size şu kısacık dünya hayatında bile yolsuz bırakmayan ebedi hayatta sizi yolsuz bırakır mı? Bu nasıl düşünce, bu nasıl yaklaşım, bu nasıl çelişki. Siz bunu nasıl düşünebiliyorsunuz. Yani şu geçici hayatta size yollar versin de ebedi hayatta sizi yolsuz bıraksın. Ya da fiziki yolunuzu düşünsün de manevi yolunuzu düşünmesin. Öyle mi umuyor, böyle mi bekliyorsunuz. Aslında bize sordurduğu soru bu.


11-) Velleziy nezzele mines Semâi maen Bi kader* feenşerna Bihi beldeten meyta* kezâlike tuhrecun;

O ki, semâdan ölçülü olarak bir su (ilim) indirdi... Onunla ölü bir beldeyi (bilinci) dirilttik! Böylece (kabirlerden - bedenlerden) çıkarılırsınız. (A.Hulusi)

11 - Ve o ki yukarıdan bir miktar ile bir su indirmekte ve onunla ölü bir beldeye hayat neşretmekteyiz, işte siz de öyle çıkarılacaksınız. (Elmalı)


Velleziy nezzele mines Semâi maen Bi kader gökten suyu bir ölçüye göre sürekli indiren de O’dur. Bi kader; Bu ibarenin anahtar sözcüğü. Bir kaderle, tamda işte kader. Bir kadarla, bir ölçüyle, bir nizam ve intizam dahilinde daha geniş bir anlam alanı içerisinde düşünürsek. Ne demek bu? Ey insan Allah, kimsenin hesap soramayacağı bir varlık. Yani tüm mahlukatı yaratan olduğu halde kendi işinde nizamlı ve intizamlı, yani ölçülü çalışıyor. Ya sen, her şeyinle yarımsın, her şeyinle yetersizsin. Kendi kendine ve her şeye yeten Allah bile kendine ölçüler koyarken sen neden ölçüsüzsün. Tanrı değilsin, halık değilsin, mahluksun. Kendi kendine yeten değilsin, muhtaç olansın. Ama neden ölçüsüzsün. Ölçüsüz olursan başarısız olursun.

Aslında Allah’ın ahlakıyla ahlaklanmak belki de budur işte. Yer yüzünün en eskimez hikmetlerinden biri. Bazı kaynaklarda tacda mesela hadis olarak nakledilse de Aslında bu yer yüzünün en eskimez hikmetlerindendir. Nedir bu Allah’ın ahlakıyla ahlaklanmak? Kaderli olmak, ölçülü olmak. Ölçüsüz olmamak, mizansız olmamak, terazisiz olmamak. Mesela ölçüsüz akıl. Aslında akıl kalbin ölçüsüdür. Kalp sürekli devinen ve dağınık olan demektir. Bir kararda durmayan demektir. Akıl ise bir kararda durmayan kalbi bağlayıp bir kararda tutan şeydir. Dolayısıyla Allah ölçüyü vermiş fakat kullanmıyorsa eğer başarısız olacak demektir.

feenşerna Bihi beldeten meyta* kezâlike tuhrecun bunun sonunda biz nasıl ölü toprağı diriltiyorsak, işte siz de öldükten sonra böyle çıkarılacaksınız. Yani lafzi olarak çıkarılacaksınız, belki diriltileceksiniz anlamında çıkarılacaksınız.

Ölü toprağı yağmurla diriltmek, aslında Kur’an ın neresinde yağmurun ölü toprağı diriltilişinden söz ediliyorsa orada zımnen ya da açık olarak vahyin ölü yürekleri diriltişine bir atıf vardır. Çünkü vahiy yağmura, ölü toprak ta ölü kalbe benzetilir. Nasıl ki yağmur ölü topraklara bahar getiriyorsa, vahiy de çölleşmiş yüreklere bahar getirir. Aslında cennet vahiy yağmurunun düştüğü yürekte ki baharın ahirete, ebedi hayata taşınmasıdır.


12-) Velleziy halekal ezvace külleha ve ce'ale leküm minel fülki vel en'ami ma terkebun;

O ki, bütün çiftleri (gen çift sarmalını) yarattı ve sizin için gemilerden (bilinçler) ve en'amdan (biyolojik beden) bindiğiniz şeyleri oluşturdu. (A.Hulusi)

12 - Ve o ki bütün çiftleri yarattı ve sizin için gemilerden ve yumuşak hayvanlardan bineceğiniz şeyler yaptı(Elmalı)


Velleziy halekal ezvace külleha duraksamamın sebebi acaba okusam mı okumasam mı diye vahyin hayat verici soluğundan bahseden bir ayet aklıma takıldı da onun için.

..üsteciybu Lillâhi ve lirRasûli izâ de'aküm lima yuhyıyküm. (Enfal/24) işte bu. Ey insan, ey iman ettiğini iddia eden insan eğer iddianda samimi isen şunu yap; Allah ve Resulü sizi diriltmeye davet ettiğinde lima yuhyıyküm sizi dirilten bir mesaja, size can veren bir vahye davet ettiğinde hiç durmayın hemen bu davete icabet edin. İşte bunun gibi.

Velleziy halekal ezvace külleha ve bütün varlığı çift kutuplu olarak yaratan O’dur.

Çift kutuplu halekal ezvace zıd kutuplu. İki şekilde de anlayabiliriz. Mahlukatın en temel yasası budur. Çift kutupluluk. Aslında Halıkla mahluku ayıran temel kuraldır bu. Allah tektir, O’nun dışında ki her şey çifttir. Bu böyledir. Bunun tek istisnası çift kutupluluğun, varlık içerisinde tek istisnası Allah’tır. O tektir. İman küfür, aydınlık karanlık, zenginlik yoksulluk. Erkek dişi. Sağ sol. Ön arka. Üst alt. Dünya ahiret yani sayın gitsin zengin yoksul, yöneten yönetilen..! Yani hayatın tamamı çift kutuplu. Hatta varlığa bakışımız ahdi zihni, yani zihnimizde bir varlık var, bir de dışımızda o varlığın gerçeği var. Elma ile elmanın zihnimizdeki yansıması. Bu bile çift kutuplu.

Dolayısıyla mahlukat çift kutuplu. Halık ile mahluku ayıran temel bu ve burada zımnen şöyle bir şey de var. Allah’ın yaratışının temelinde ki bu yasaya göre iman ve küfür hep olacak. İş bu çift kutupluluk yasasının sırrını anlamak. Dolayısıyla bu sırrı anlarsanız eğer, ne ile nasıl mücadele edileceğini öğrenmiş olur, ilahi yasaya karşı savaşmak gibi bir külfetten kurtulursunuz. O zaman hayatı daha doğru anlarsınız. Hayatın kutuplarını yok etmek değil, siz kendi kutbunuzu, daha doğrusu sizin tercihini olan kutbu belirlersiniz.

Unutmayalım dünyada insan kendi özünde bu çift kutbu birleştirir. İşte nefis negatif, ruh pozitif kutupta yer alır. Hangisini sularsanız o ağır gelir ve ahiret suladığınız ve geliştirdiğiniz kutba göre gerçekleşir ve ahirette bu kutuplar ayrışır. Zaten Cennet ya da cehenneme girmek, dünyada birleşik olan bu kutupların artık ayrışması anlamına gelir. eğer pozitif kutbunuz hayatınızın merkezi haline gelmişse, hayatınızı ruh, iman, iz’an, i’kan, Kur’an, akıl gibi unsurlarla belirlemişse artık sizin ahiretiniz de cennet olur. Yok nefis, şeytan, günah, kin, haset, isyan, tuğyan, küfür, şirk vs. gibi araçlarla sulamış, orayı geliştirmişse artık öbür kutup ölür ve o insan kendi kendini cehennem yakıtına çevirmiş olur.

ve ce'ale leküm minel fülki vel en'ami ma terkebun gemileri ve hayvanları, bindiğiniz her şeyi var eden yine O’dur.


13-) Li testevu alâ zuhurihi sümme tezküru nı'mete Rabbiküm izesteveytüm aleyhi ve tekulu subhânelleziy sahhare lenâ hâzâ ve mâ künnâ lehû mukriniyn;

Ki, sırtlarına kurulasınız, sonra onun üzerine yerleştiğinizde Rabbinizin nimetini zikredesiniz ve: "Bunu bize kullandıran Subhandır! (Yoksa) biz bunu değerlendiremezdik" diyesiniz. (A.Hulusi)

13 - Ki sırtlarına kurulasınız, sonra üzerine kurulduğunuzda rabbinizin nimetini anıp diyesiniz: tenzih o sübhâna ki bunu bize müsahhar kılmış, yoksa biz bunu yanaştıramazdık. (Elmalı)


Li testevu alâ zuhurih bu sayede sırtlarına kurulup hükmediyorsunuz. Evet, bu sayede sizi taşıyan her taşıtın sırtına kurulup hükmediyorsunuz. Hangi sayede. Allah’ın eşyayı emrinize  vermesi sayesinde. Allah’ın eşyanın yasalarını size açması sayesinde sırtlarına kurulup hükmediyorsunuz. Yani aslında derinden derine çok şey söylüyor bu ibareler. Ama devam edelim ne söylediğini orada izah etmeye çalışalım.

sümme tezküru nı'mete Rabbiküm izesteveytüm aleyhi ve tekulu subhânelleziy sahhare lenâ hâzâ ve mâ künnâ lehû mukriniyn ve ne zaman ki onlara hükmettiniz, rabbinizin nimetini anıp şöyle diyesiniz. sahhare lenâ hâzâ ve mâ künnâ lehû mukriniyn diyesiniz. Ne demek? Bütün bunları bir yasaya bağlayıp emrimize amade kılan Allah’ın şanı ne yücedir. Bütün bunları; sahhara lena, bir yasaya bağlayıp emrimize amade kılan. Ya da burada ki lam ın farklı bir okunuşundan, işlevinden yola çıkarak; Bunları bizim hükmümüz altına veren, doğrudan hükmümüz altına veren Allah’ın şanı ne yücedir. Değilse biz ve mâ künnâ lehû mukriniyn biz bunu asla elde edemezdik deyiniz, diyesiniz.

Evet, değerli Kur’an dostları, efendimiz yola çıkarken bineğinin üstüne oturduğu anda yaptığı dua buydu. Önce 3 kere tekbir getirir, Allahuekber, Allahuekber, Allahuekber, sonra tehlil (Lâilâhe illâllâh) getirir ve ondan sonra da bu ayeti okurdu. Bu ayeti okuması, yani altımızda binek veya araba veya uçak fark etmiyor. Sizi bir yerden bir yere taşıyan her şey aslında Allah’ın yasaları çerçevesinde işlemekte.

Bu noktada bize ne öğretiyor dersiniz? Ekmeğe değil ekmeğin sahibine şükret. İçinde bulunduğunuz hayatı  size kolaylaştıran her şey Allah’ın yasaları çerçevesinde işlemekte. Dolayısıyla siz o yasaları koyan Allah’a şükredin. Şükredin ki Allah size nimetini artırsın. Yoksa küfrederseniz, nankörlük ederseniz o bindiğiniz şeyler sizi Allah’tan uzaklaştıran bir araca dönüşür. Nimetler külfet olur, bela olur. Nikmet olur (Şiddetli ceza).

Devam ediyor C sayfasına geçiniz.
154. videoyu toplu olarak BURADA bulabilirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder