13 Haziran 2013 Perşembe

İslamoğlu Tef. Ders. ŞURA (14 - 17) (152-D)

C sayfasından devam

14-) Ve ma teferreku illâ min ba'di ma caehümül ılmü bağyen beynehüm* ve levla kelimetün sebekat min Rabbike ila ecelin müsemmen lekudiye beynehüm* ve innelleziyne urisülKitabe min ba'dihim lefiy şekkin minhu muriyb;

İlim (Hakikat ilmi) kendilerine geldikten sonra, aralarındaki kıskançlık yüzünden tefrikaya düştüler! Eğer Rabbinden, belirlenmiş bir zamana kadar yaşamaları hükmolunmamış olsaydı; onlar arasında elbette işleri bitirilirdi! Onlardan sonra BİLGİye vâris kılınanlara (ehl-i kitaba) gelince; muhakkak ki Ondan (Kurân'dan) kuşkulu bir tereddüt içindedirler. (A.Hulusi)

14 - Tefrikaya düşmeleri ise kendilerine ilim geldikten sonra sırf aralarında Bagy-ü ihtirastan dolayıdır, ve eğer rabbinden müsemmâ bir ecele kadar diye bir kelime geçmiş olmasa idi, aralarında hükmi kaza mutlak icra edilir bitirilirdi, arkalarından kitâba vâris kılınanlar da ondan işkilli bir şekk içindedirler. (Elmalı)


Ve ma teferreku illâ min ba'di ma caehümül ılmü bağyen beynehüm onlar hakikatin bilgisi kendilerine geldikten sonra sırf aralarında ki kıskançlık yüzünden bağyen beynehüm, birbirlerine düştüler. İşte geldi. Biraz önce de söyledim vahiy gelinceye kadar birbirleri ile tefrikaya düşmediler. Aslında literal manayı böyle verebiliriz. Vahiy gelinceye kadar birbirleri ile iyi geçiniyorlardı. Ama ne zaman ki vahiy geldi birbirlerine düştüler. Yani vahiy mi azdırdı (haşa) Hayır, hakikat turnusol kağıdı gibidir de ondan. Omum için hakikat gelince turnusol kağıdı gibi içleri dışlarına çıktı. İç yüzleri ortaya çıktı maskeleri düştü. Yani zımnen vahyin, insan iradesinin aktifleştiren bir unsur olduğunu söylüyorum. Vahiy insan iradesini aktifleştirir. İrade aktifleşince de ya iyiyi seçer, ya da kötüyü. Dolayısıyla burada bağyen beynehüm; hakikati kıskanmaya bir atıf. Ki her tür hakikat kıskançlığı insanı sapmaya götürür.

ve levla kelimetün sebekat min Rabbike ila ecelin müsemmen lekudiye beynehüm ve eğer rabbin tarafından daha önceden belirli bir vadeye kadar ertelendiğine ilişkin bir yasa olmamış olsaydı, evet olsaydı? Lekudiye beynehüm; haklarında ki hüküm hemen infaz edilirdi. Evet, Allah ihmal etmez, imhal eder, müddet verir, süre tanır. Ama unutmaz, ihmal etmez. Onu söylüyor.

ve innelleziyne urisülKitabe min ba'dihim lefiy şekkin minhu muriyb işte onların ardından gelen eski vahyin, yani kitap ehlinin son varisleri de bu vahiyden dolayı kaygı dolu bir şüphe içindedirler.

lefiy şekkin minhu muriyb şek ve muriyb bir arada geldiğinde; Kuşku içinde, ama kaygılı da. Ya öyleyse, ya gerçekse, ya doğruysa, ya peygamberse. Hatta peygamber olduğu kuvvetle muhtemel. Ama yine de şüphe duyuyorum. Böyle karma karışık bir zihin dünyası, karma karışık bir iç dünyası, onu veriyor bize.


15-) Feli zâlike fed'u, vestekım kema ümirte ve lâ tettebı' ehvaehüm ve kul amentü Bima enzelAllâhu min Kitab* ve ümirtü lia'dile beyneküm* Allâhu Rabbüna ve Rabbüküm* lena a'malüna ve leküm a'malüküm* lâ huccete beynena ve beyneküm* Allâhu yecme'u beynena* ve ileyHİl masıyr;

İşte bunun için sen davet et! Hükmolunduğun gibi fıtratın istikametinde ol! Onların hevâlarına (boş arzu ve fikirlerine) uyma! De ki: "Allâh'ın inzâl ettiği BİLGİ'ye iman ettim! Aranızda adaletli olmamla hükmolundum! Allâh bizim de Rabbimizdir sizin de Rabbinizdir. Bizim yaptıklarımız bizedir, sizin yaptıklarınız da sizindir. Bizimle sizin aranızda deliller savaşına gerek yoktur! Allâh aramızı cem eder! O'nadır dönüş." (A.Hulusi)

15 - Onun için sen durma davet et ve emr olunduğun gibi doğru git, onların hevalarına tâbi' olma ve de ki: ben Allahın indirdiği her kitaba iman getirdim ve emr olundum ki aranızda adalet yapayım, Allah bizim rabbimiz sizin de rabbiniz, bize amellerimiz, size de amelleriniz, sizinle aramızda hüccet yok, Allah hepimizi bir araya getirecek ve hep ona gidilecektir. (Elmalı)


Feli zâlike fed'u işte bu yüzden durup dinlenmeden hakikate çağır. vestekım kema ümirt ve emr olunduğun gibi dosdoğru ol. Yani duygularını işe karıştırma. Bu ayetlerin geldiği zaman diliminin Mekke’de ki 8. yılın sonu olduğunu, yani Resulallah’ın ömrünün en zor dönemi olduğunu hatırlayacak olursak, yine de sana yapılanlara bakarak duygularını işe karıştırma. Davetini sürdür, durup dinlenmeden davet etmeye bak. Duygularını işe karıştırırsan bu işin içinden çıkılmaz. Onlar hakaretler ediyorlar, küfürler ediyorlar, dikenler döşüyorlar, işkembeler koyuyorlar sırtına, öldürmeye teşebbüs ediyorlar, zulümler yapıyorlar. Fakat sen yine de duygularının işin içine karıştırmadan Allah’ın emrettiği yolda yürümeye devam et.

Bu muazzam bir şey. Gerçekten muhteşem bir şey. İstikamet şu demek zaten; İç ve dış tahriklere kapılmadan gösterilen yolda dosdoğru yürümek demek. Tahriklere kapılma diyor rabbimiz zımnen.

ve lâ tettebı' ehvaehüm onların keyfi taleplerine de uyma yani keyiflerine uyma. Onların keyifleri şöyle istiyor diye onların keyiflerine uyacak değilsin, sen; sana gösterilmiş olan yolda yürü. Yani kervan yürüsün, kim ürüse ürüsün, ama kervan yürüsün. Burada tavsiye bu.

ve kul amentü Bima enzelAllâhu min Kitab ve de ki; Ben Allah tarafından indirilen her tür vahye inanmışım, inandım. Burada ki her tür vahiy diye çevirdiğim min kitabin in belirsiz formu. Burada ki nev anlamına gelir, her tür vahyi kapsar ki zaten bir sonraki ayet ve bağlam da bunu veriyor;

ve ümirtü lia'dile beyneküm ben aranızda dengeyi sağlamakla emr olundum. Burada ki ben aranızda adaleti sağlamakla emr olundum diye de çevrilebilir, fakat bendeniz burada ki a’dile yi denge olarak anlıyorum. Çünkü en adil olmak değil bizce en dengeli olmayı ifade ediyor. Yahudileşme ve Hıristiyanlaşma arsında, yani ne Yahudileşin, ne dini törene mahkum edin, ne vicdana mahkum edin. Ne peygamber taşlayın Yahudiler gibi, ne peygamberi melekleştirin, tanrılaştırın Hıristiyanlar gibi. Ne dinin formunu yok edip dini zahirinden bozun Hıristiyanlar gibi, ne de dini forma havale edip dinin ruhunu öldürün Yahudiler gibi. Yani dengeli olun. Burada ki denge her iki sapmanın dışında adil ve mutedil bir inanç yöntemini ifade ediyor. Onun için;

Ve kezâlike cealnâküm ümmeten vesetan litekûnû şühedâe alenNâs.. (Bakara/143) ayetini hatırlatıyor bana. İşte böylece sizi dengeli bir ümmet kıldık. Yani ne Yahudileşen, ne Hıristiyanlaşan dengeli bir ümmet kıldık ki şahit olasınız diye, insanlığa şahit olasınız diye ve Resulde size şahit olsun diye. Resul size model olsun, siz de tüm insanlara model olun diye böyle yaptık buyuruyor.

 Allâhu Rabbüna ve Rabbüküm Allah bizim de rabbimiz, sizin de rabbinizdir. İfadenin ihtişamına bakın sevgili dostlar. İkna için kullanılan şu güzel ifadelere bakın. Allah sadece bizim Allah’ımız değil, sizin de rabbiniz. Yani bana rahmet edecekse sana da edecektir. Neden böyle davranıyorsunuz. Benim değil senin de rabbin olan Allah indirdi bu vahyi. Bu vahye hakaret ederken aslında sen kendi rabbine hakaret ediyorsun, yani kendine hakaret ediyorsun. Sırt dönerken aslında sen, sana Allah ın indirdiği merhamete sırt dönüyorsun.

lena a'malüna ve leküm a'malüküm bizim yaptığımız güzellikler bize, ya da bizim yaptığımızın sonuçları bize, sizin yaptığınızın sonuçları da size aittir. lâ huccete beynena ve beyneküm bizimle sizin aranızda tartışmanın bir yararı yok, çekişmenin bir faydası yok.

lâ huccete beynena ve beyneküm Burada şöyle bir ikinci tercüme de yapılabilir. Bizimle sizin aranızda ortak bir delil yok. Hüccet; delil manasına da gelir. Ama bizim tercihimiz ikisini de kapsıyor. Müşterek delilleri kullanmıyoruz. Yani bu anlama geliyor. Ortak bir dil konuşmuyoruz. Dolayısıyla tartışmanın da hiçbir yararı yok. Ortak dili konuşsaydık tartışmak bir yarar sağlardı. Bize de aynı zamanda tartışma adabı öğretiyor.

[Ek bilgi; Bir tartışma;

Hatırı sayılır bilginlerden biri ile bir dinsiz arasında tartışma oldu. Bilgin getirdiği kanıtlarla onu kandıramadı. Aciz kalıp vazgeçti. Biri;
- Bu kadar ilmin, edebin, üstünlüğün, bilgeliğin varken bir dinsizin hakkından gelemedin mi? diye sordu. Bilgin;
- Benim ilmim Kur’an dır, hadistir, şeyhlerin sözleridir. O ise bunlara inanmıyor, kulak vermiyor. Bu durumda onun küfrünü dinlemek benim neme yarar.

“Kur’an la hadisle baş edemediğin kimseye verilecek cevap, cevap vermemektir.” (Sadi – GÜLİSTAN/141)]

Allâhu yecme'u beynena* ve ileyHİl masıyr Allah hepimizi bir araya getirecektir. Zira yolların sonu hep O’na varır. Tüm yollar O’na varır.


16-) Vellezine yuhaccune fiyllahi min ba'di mestüciybe lehu huccetühüm dahıdatün 'ınde Rabbihim ve aleyhim ğadabün ve lehüm azâbün şediyd;

Ona icabet edilmesinden sonra hâlâ Allâh hakkında tartışanların delilleri, Rableri indînde geçersizdir... Onların üzerine öfke ve şiddetli bir azap vardır. (A.Hulusi)

16 - Bu kabul olunduktan sonra Allah hakkında ıhtıcaca (Delil, vesika, şahit göstermek) kalkışacakların rableri huzurunda hüccetleri sakıttır, üzerlerine bir gazap ve kendilerine şedit bir azâb vardır. (Elmalı)


Vellezine yuhaccune fiyllahi min ba'di mestüciybe leh bir de O’nun çağrısını kabul ettikten sonra hala Allah hakkında tartışanlar var. Allah hakkında tartışmak ha? Allah hakkında polemik yapmak yuhaccune fiyllah, dehşet bir şey. Allah’ın varlığını ve birliğini kabulden sonra O’nun hakkında açılacak her tür tartışma ve polemiği ifade eder bu.

huccetühüm dahıdatün 'ınde Rabbihim Onların itirazları rablerinin katında tümden geçersizdir, işlevsizdir. ve aleyhim ğadabün ve lehüm azâbün şediyd O’ndan bir gazap başlarına çökecektir ve onları şiddetli bir azab bekleyecektir.


17-) Allâhulleziy enzelel Kitabe Bil Hakkı vel miyzan* ve ma yüdriyke lealles saate kariyb;

Allâh (O'dur) ki, Hak olarak Hakikat ve Sünnetullâh BİLGİsini ve Mîzanı (muhakeme kuvvesini) inzâl etti... Ne bilirsin, belki O Saat (ölümü tadacakları an) yakındır! (A.Hulusi)

17 - O Allah dır ki hakka dâir kitab ve mîzan indirdi ve ne bilirsin belki saat yakındır. (Elmalı)


Allâhulleziy enzelel Kitabe Bil Hakkı vel miyzan O Allah ki, indirdiği vahiylerle hem hakikati ortaya sermiş, hem de doğru ölçüp tartacak bir tasavvur inşa etmiştir, miyzan vermiştir.

Miyzan; Tartı aleti demektir aslında. Şu terazilerin Arapçada ki adı miyzandır. Vezn tartmak. Aynı zamanda terazinin iki kefesinin eşit halde oluşuna da miyzan denir, denge haline. Biraz önce lia'dile ifadesini denge olarak çevirmiştim. Adalet değil de en adil olan şekilde denge olarak çevirmiştim. Şimdi burada dengenin tam kendi kelimesi geldi; Miyzan. Yani dengeli bir tasavvur.

Allah vahit ile tasavvurumuza denge veriyor. Ne dengesi bu? Dünya ve Ahiret. Ne dengesi bu? Duygu ve düşünce. Ne dengesi bu? Beden ve Ruh. Ne dengesi? Fizik ve metafizik, bura ve öte. Aşkın ve içkin. Evet, sayın gitsin. Denge, Yarın ölecekmiş gibi ve hiç ölmeyecekmiş gibi. Denge. Yani bu denge alındığında sevgi de insanın başına bela olur, öfke de insanın başına bela olur. Bu denge verildiğinde sevgi de insan için büyük bir sermaye olur, öfke de insanı tehlikelere karşı koruyan büyük bir savunmaya dönüşür. Evet, denge, altın kelime.

ve ma yüdriyke lealles saate kariybun hem sen ey muhatap nereden bileceksin belki de son saat çok yakındır.

Böyle bir ayetin son cümlesi neden böyle son saatle ilgili geldi? Bu dünyada adil ölçünün öznesi olmazsan ey insan, Ahirette ilahi ölçünün nesnesi olursun demek istedi. Yani ya bu dünyada adil ölçersin, yoksa ahirette ilahi ölçünün nesnesi olursun ve ıskartaya çıkarsın dengesizliğinle. Bunu söylüyor.

Devam ediyor E sayfasına geçiniz.
152. videoyu toplu olarak BURADA bulabilirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder