21 Haziran 2013 Cuma

İslamoğlu Tef. Ders. ŞURA (45 - 52) (153-E)



D sayfasından devam.


45-) Ve terahüm yu'redune aleyha haşi'ıyne minez zülli yenzurune min tarfin hafiyy* ve kalelleziyne amenû innel hasiriynelleziyne hasiru enfüsehüm ve ehliyhim yevmel kıyameti, ela innez zâlimiyne fiy azâbin mukıym;

Onları, zilletten huşû etmişler (baş eğip pusmuşlar), gizli bakışla bakıyor oldukları hâlde ona (ateşe) arz olunurlarken görürsün... İman edenler dedi ki: "Asıl hüsrana uğrayanlar şunlardır; kıyamet sürecinde nefslerini ve yakınlarını hüsrana uğratmışlardır! Dikkat edin! Muhakkak ki zâlimler yerleşmiş bir azap içindedirler." (A.Hulusi)

45 - Ve göreceksin onları o ateşe arz olunurlarken, zilletten boyunlarını bükerek göz altından bakarlarken, iman etmiş olanlar da şöyle demekte: gerçek hüsrâna düşenler Kıyamet günü kendilerine ve âilelerine hasar eden kimselermiş! Bakın zâlimler hakikaten mukim bir azâb içindedirler. (Elmalı)


Ve terahüm yu'redune aleyha haşi'ıyne minez zülli yenzurune min tarfin hafiyyin yine sen onları zilletten iki büklüm olmuş bir halde, onursuzluktan ve gördükleri aşağılanmadan iki büklüm vaziyette etrafı feri kaçmış gözlerle min tarfin hafiyyin kaçamak bakışlar atmak. Hatta belki şu manaya da alabiliriz bakacak mecali kalmamış, öyle bir bitkin ve yılgın ki bakacak hali kalmamış. Böyle bir gözle, kaçamak bakışlarla süzerek ateşe atılırlarken bir görmeliydin onları.

ve kalelleziyne amenû innel hasiriynelleziyne hasiru enfüsehüm ve ehliyhim yevmel kıyameh zaten iman edenler de kıyamet günü kaybedecek olanlar, hem kendilerini hem de takipçilerini mahvedenlerdir demişlerdi. Ben bunu böyle anladım, sanki bir zamanlar yer yüzünde iman edenler, iman etmeyenlere bir gün gelecek kıyamette hüsrana uğrayacak olanlar hem kendilerini hem de takipçilerini perişan edecek olanlar demişlerdi, onu orada hatırlayacaklar. Bunun anlamı şu; iş işten geçecek bu hatırlamanın hiçbir yararı olmayacak.

Dikkat buyurunuz ayette hüsran geçiyor, aldanış, kaybediş. Karşıtı fevz dir, kazanmak. Batış – kurtuluş tasavvuru kendini mahvetmek aslında 30. ayette işlemiştik o kendini mahvetmeyi. Kendi elinizle diyordu ya. Kendi elinizle kendinizi mahvetmek. Kurtuluş ise; Küllü nefsin zâikatül mevt (A. İmran/185) her can ölümü tatmaktadır ve innema tüveffevne ücureküm yevmel kıyameh. herkesin yaptığının karşılığı kıyamet gününde tek tek hepinize verilecektir. femen zuhziha anin nari ve udhılel cennete fekad faz. O gün kim ateşten kurtulur da cennete girerse işte o kurtulmuş, işte o başarılıdır. Başarı nedir mi diyorsunuz, Allah’a göre başarı budur. ve mel hayatüd dünya illâ metaul ğurur. (A. İmran/185) dünya hayatı insanı oyalayan kısa bir lezzetten başka bir şey değildir. İşte başarının tarifi.

ela innez zâlimiyne fiy azâbin mukıym bakın işte bu zalimler kalıcı bir azaba mahkum olacaklardır.


46-) Ve ma kâne lehüm min evliyâe yensurunehüm min dûnillâh* ve men yudlilillâhu fema lehu min sebiyl;

Onların Allâh'tan başka kendilerine yardım edecek velîleri de yoktur. Allâh kimi saptırırsa, onun için artık bir yol yoktur. (A.Hulusi)

46 - Ve onlara Allahın önünden kendilerini kurtaracak veliler de yoktur, her kimi de Allah saptırırsa artık onun için yol yoktur. (Elmalı)


Ve ma kâne lehüm min evliyâe yensurunehüm min dûnillâh ve Allah’a karşı onlara, ya da Allah dışında diyelim min dûnillah. Dûn hem dış, hem karşı hem aşağı anlamına gelir. Yani zarftır, zarf olarak kullanılır ama burada manevi bir manaya sahiptir. Hem aşağı, Allah’ın aşağısından, hem de Allah dışında Allah’a karşı onlara yardım eden candan bir dost olmayacak, bulunmayacak.

ve men yudlilillâhu fema lehu min sebiyl zira Allah kimin sapmasına izin verirse onun için hiçbir çıkış yolu kalmayacak.


47-) İstecıybu liRabbiküm min kabli en ye'tiye yevmün lâ meredde lehu minAllâh* ma leküm min melcein yevmeizin ve ma leküm min nekiyr;

Allâh'tan reddolunması imkânsız bir süreç gelmeden önce Rabbinize icabet edin... O süreçte ne bir sığınacak yeriniz vardır, ne de (yaptıklarınızı) inkârınız çare olur! (A.Hulusi)

47 – Allah dan reddine çare olmayan bir gün gelmezden evvel rabbinizin davetine icabet ediniz, o gün sizin için ne sığınacak yer vardır, ne de inkâra çare. (Elmalı)


İstecıybu liRabbiküm min kabli en ye'tiye yevmün lâ meredde lehu minAllâh ey insanlar. Burada doğrudan hepimize hitap olduğu için böyle bir hitap sigası takdir etmek yerindedir. Ey insanlar Allah’ın fermanıyla geri dönüşün mümkün olmadığı gün gelmezden önce rabbinizin davetine koşun. Rabbiniz sizi davet ediyor, O’nun davetini reddetmeyin, O’nun daveti aslında kendisi için değil sizin için, sizi mutluluğa davet ediyor. Sizi yaratan sizi davet ediyor. Sizi yediren ve besleyen sizi davet ediyor. Dolayısıyla bu daveti reddetmek en büyük nankörlük olur. Allah sizi saadete davet ediyor, cennete davet ediyor, kula kul olmamaya davet ediyor. sizi size davet ediyor, sizi başka bir yere değil. Bu davetten tek çıkarı olan sizsiniz. Allah’ın hiçbir çıkarı yok.

ma leküm min melcein yevmeizin ve ma leküm min nekiyr o gün ne sığınacağınız bir yer bulabilirsiniz, ne de; ve ma leküm min nekiyr delilleri karartabilirsiniz. Benim ulaştığım en iyi anlam bu. ve ma leküm min nekiyr delilleri karartamayacaksınız. Sığınacak hiçbir yeriniz olmayacak sizin aleyhinize şahitlik yapacak deliller mühürlenmiştir. Kalbiniz mühürlenmiştir, size karşı delil olarak çıkarılacak. Mühür orada açılacak ve işte dünyada ki yüreğin buydu, haydi yüreğine karşı konuş varsa elinden gelen bir şey. Haydi yüreğini de yalanla da görelim denilecek adeta.


48-) Fein a'redu fema erselnake aleyhim hafiyza* in aleyke illel belağ* ve inna izâ ezâknel İnsane minNA rahmeten feriha Biha* ve in tusıbhüm seyyietün Bima kaddemet eydiyhim feinnel İnsane kefur;

Eğer yüz çevirirlerse (keyifleri bilir); seni onlara bekçi olarak irsâl etmedik! Sana düşen yalnızca bildirimdir! Doğrusu insana bizden bir rahmet tattırdığımızda, onunla mutlu olur... Eğer ellerinin getirisi dolayısıyla kendilerine bir belâ isâbet ederse, muhakkakki insan çok nankördür! (A.Hulusi)

48 - Yine aldırmıyorlarsa biz de seni üzerlerine mürakıb göndermedik a, sana düşen ancak tebliğdir, fakat biz insana tarafımızdan bir rahmet tattırdığımız vakit onunla ferahlanır ise de kendi ellerinin takdim ettiği sebeplerle başlarına bir fenalık gelirse o vakit insan hepsini unutan bir nankördür. (Elmalı)


Fein a'redu fema erselnake aleyhim hafiyza ne ki eğer onlar yüz çevirirlerse unutma ki seni onların muhafızı, jandarması, bekçisi olarak göndermedik. in aleyke illel belağ sana düşen bir tek şey var sadece mesajı iletmek. Allah’ın sana ilettiğini eksiksiz bir biçimde onlara iletmek, tebliğ yani.

Peygamberlerin sorumluluğu davettir, gerisi davet edilenlere kalmıştır, onların sorumluluğuna kalmıştır. Tabii davetin içine sadece, davet deyince sözle davet girmez. Tebliğ, temsil, teşvik davetin üç ayağıdır. Tebliğ etmek kendisine bildirilen ilahi mesajı eksiksiz insanlığa iletmek. Bu mesaja uygun bir hayatı, ideal modeli ortaya koymak.

İşte; üsvetün hasenetün. (Ahzab/21) bu, model, güzel model, örnek olmak. Bu da temsil, her mü’min de temsil kabiliyetinin peşinden gitmeli. Bir daveti en çok etkili kılan şey temsil edebilmektir.

Üçüncüsü teşvik elinden gelen her yöntemle teşvik etmek. Tehdit değil, teşvik. Efendimiz ilk tebliğ edeceği gün yakınlarını Ebu kubeys te bir sofraya davet etmiş, önce onlara bir ziyafet çekmişti. Bu bir teşvikti ve arkasından davet etmişti ve onlara demişti ki:

- Şu tepenin arkasında sizi bekleyen bir düşman olduğunu söylesem ne dersiniz.

- Sen dürüst bir babanın dürüst bir evladısın, sen el emiyn sin, sen diyorsan yalan değil deriz, doğrudur deriz.

- Ya sizi gelecekte ölümden sonra bir hayat bekliyor, ben Allah’ın gönderdiği bir elçiyim. Allah size hakikatleri benim vasıtamla haber veriyor dersem?

Yalancı demişler. Biraz önce söylediklerini kendileri yalanlamışlar. Yani kendileri yalancı olduklarını ispatlamışlar. İşte böyle.

ve inna izâ ezâknel İnsane minNA rahmeten feriha Biha biz ne zaman insana katımızdan bir ikramda bulunsak onunla hemen gurur duyar, gururlanır, böbürlenir. ve in tusıbhüm seyyietün Bima kaddemet eydiyhim feinnel İnsane kefur ama ne zaman da yaptıkları yüzünden bir musibet gelse başına bu kez de insan kadir bilmez, kıymet bilmez bir nankör olup çıkar.

Allah insanı varlıkla sınadığında bunu gurur kaynağı yapar insan. Sınav olduğunu unutur, varlığın da bir sınav olduğunu unutur, vererek sınandığını unutur. Kendi zeka ve yeteneğine bağlar. Ama yoklukla sınadığında nankörlük eder. Yani Allah olsaydı böyle adaletsiz davranmazdı der bir Allah olsaydı. Bu kadar adaletsiz olmazdı der (haşa) Öte dünya gerçeğini yok sayarak yorumlamaya başlar. Parçayı bütünden koparır. Allah’tan razı olmaz yani.

Oysa Allah’tan razı olmayan dan Allah razı olmaz. Allah senden razı olsun semeden önce insanlara, Allah’tan sen razı ol demek. Allah’tan razı olmamış olandan Allah neden razı olsun. Ne diyordu Hz. Ali keremullahi Veche;

- Kefâni fahren en tekuni liy rabben. Senin bana Rab oluşun benim iftiharım olarak yeter Ve kefani ‘izzen en ekûne leke abden. Ve bana şeref olarak benim sana kul oluşum yeter. Ben bundan büyük şeref, bundan büyük onur istemem. Ve ente kema ‘uhibbu. Sen benim tam sevdiğim, tam istediğim gibi bir Allah’sın Vec‘alniy kema tuhibbu sen de beni sevdiğin bir kul et yarabbi. Diyordu ya.

Sen tam benim sevdiğim gibi bir Allahsın diyebilmek. Ben senden razıyım Allah’ım diyebilmek ve ondan sonra da sen de benden razı ol ya rabbi diyebilmek.


49-) Lillâhi Mülküs Semâvati vel Ard* yahlüku ma yeşa'* yehebü limen yeşau inasen ve yehebü limen yeşaüz zükur;

Semâların ve arzın mülkü (onları kendi Esmâ'sı ile yoktan yaratan) Allâh içindir! Dilediğini yaratır. Dilediğine dişiler hibe eder, dilediğine de erkekler hibe eder. (A.Hulusi)

49 – Allah’ındır bütün Göklerin ve Yerin mülkü, dilediğini yaratır, dilediği kimseye dişiler bahşeder, dilediği kimseye de erkekler bahşeder. (Elmalı)


Lillâhi Mülküs Semâvati vel Ard istersen de me. Demesen ne yazar ki. Göklerin ve yerin hükümranlığı mülkiyeti mutlak manada yalnız Allah’a aittir. yahlüku ma yeşa' O dilediğini yaratır. yehebü limen yeşau inasen ve yehebü limen yeşaüz zükur dilediğine kız çocukları bağışlar, dilediğine de erkek çocukları bağışlar.


50-) Ev yüzevvicühüm zükranen ve inasâ* ve yec'alü men yeşau 'akıyma* inneHU 'Aliymun Kadiyr;

Yahut onlara erkekler ve dişileri eş yapar... Dilediğini de kısır kılar... Muhakkak ki O, Aliym'dir, Kaadir'dir. (A.Hulusi)

50 - Yahut da onları erkekli dişili ikizler, dilediğini de akım kılar, her halde onun ilmi çok, kudretine nihâyet yoktur. (Elmalı)


Ev yüzevvicühüm zükranen ve inasâ veya dilediğine hem kız, hem erkek olmak üzere karışık bağışlar. ve yec'alü men yeşau 'akıyma dilediğini de çocuktan mahrum eder, hiç vermez, hiç bağışlamaz. inneHU 'Aliymun Kadiyr neden derseniz, dilemeyecek ne var ki. Çünkü o her şeyi bilendir, her şeye güç yetirendir.

Evet ilahi irade de bütünü görür demiştim değil mi. İnsan ise parçayı görür. Dolayısıyla bütünü gören iyi ve hayrı daha iyi bilir. Parçayı gören parçada iyi olduğunu zanneder ama bütünde kötü durabilir. Parçada kötü olduğunu zanneder ama bütünde iyi durabilir. Bütünü görene teslim olmaktan başka çare yok. Dolayısıyla burada da zaten çocuk üzerinden Allah’a teslimiyetin nasıl sınandığı dile getiriliyor. Bu hayatın yasası.

Dünyada başa gelenler insanın hak ve sorumluluklarıyla tanımlanıp ölçülemezler. Yani refah ile felah arasında zorunlu bir ilişki yoktur. Dünyada refah içindedir, Ahirette de felaha erecektir diye bu ikisi arasında hiçbir zorunlu ilişki yoktur. Dolayısıyla bir insanın dünyada ki rahatlığına bakıp ahirette ki derecesini asla çıkaramazsınız. Veya dünyada ki konumuna bakıp. Mutluluk ele geçen ya da elden çıkanla alakalı bir şey değildir, işin özeti budur.

Allah’ımız bir mutluluk tarifi yapıyor. Ele geçen, ya da elden çıkanla alakalı değildir. Dünya hayatı kendi içinde bağımsız bir bütün değildir, aşağı bir parçadır, bütünün en aşağı parçası. Dolayısıyla insanın Dünya hayatında ki varsıllığını ya da yoksulluğunu. Makam sahibi olmasını veya olmamasını. Yüksek sınıflar arasında bulunup bulunmadığını. İnsanın Allah nezdinde ki değeri ile ölçmeye kalkmak yanlıştır. Bunu söylüyor.


51-) Ve ma kâne libeşerin en yükellimehullahu illâ vahyen ev min veraiy hıcabin ev yursile Rasûlen feyuhıye Biiznihi ma yeşa'* inneHU 'Aliyyün Hakiym;

Bir beşer için Allâh'ın kendisiyle konuşması mümkün değildir! Ancak vahiy yollu yahut perde arkasından ya da bir Rasûl (melek) irsâl edip izniyle dilediğini vahyetmesi hariç! Muhakkak ki O, Alîy'dir, Hakiym'dir. (A.Hulusi)

51 - Bununla beraber hiç bir beşer için kabil değildir ki Allah ona başka suretle kelâm söylesin, ancak vahy ile veya bir hicap arkasından ve yahut bir Resul gönderip de izniyle ona dilediğini vahy ettirmesi müstesna, çünkü o çok yüksek, çok hakîmdir. (Elmalı)


Ve ma kâne libeşerin en yükellimehullahu illâ vahyen Allah bir insanla yalnız ve içe işleyen bir ilham yolu ile konuşur. Evet, yalnız şu üç şekilde konuşur.

1 – Gizli ve içe işleyen ani bir ilham yoluyla. Ki vahiy bu manaya gelir. Vahyin aslı işaret dili, dil dışı bir iletişim manasına gelir. Meryem /11. ayetinde bu anlamda kullanılıyor. Hz. Zekeriyya’ya 3 gün oruçlu olduğunu söylemesi işaret dili ile ifade etmesi vahy olarak geçiyor. Kaçınılmaz olarak 2 manaya gelir vahy. Sürat ve gizlilik. Bir şeyin vahiy olması için bu iki özelliği taşıması lazım. Hızlı ve gizli

Rağıp El Isfahani bu tür konuşma, uyku uyanıklık ya da yakaza halinde kalbe ilka edilen saf ilahi ilhamdır diyor. Ebet, uyku olabilir, uyanıklık olabilir, ikisinin arası olabilir. Mana ile lafız burada farklı değil baş ile gövde gibi vahiyde. Yani şu okuduğumuz lafız, vahyin ayakları. Manası ise vahyin başı. Başı gökte ayakları yerde bir ilahi hitaptır diyorum vahiy için.

Vahiy, mana tohumunun kalp toprağına vasıtalı vasıtasız ekilmesi işidir. Bu tohum orada söz lafız halinde yeşerir ve dile dökülür. Vahit gaybi bir hakikattir nihayetinde. Kaynağı ve mahiyeti itibariyle aklı aştığı için, vahyi mahiyeti itibariyle asla kavrayamayız. Ama vahyi söze dönüşmüş haliyle işte böyle okuruz, anlarız, yaşarız.

2 – ev min veraiy hıcabin veya bir perde arkasından konuşur. Hz. Musa’ya olduğu gibi. Hz. Musa’ya gelen vahiy, bir perde arkasından gelen vahiy. Yani ses, vahyin sese dönüşmesi. Fakat bu ses. Fakat bu ses mahiyeti itibarıyla yine bilemeyeceğimiz, bizzat Allah’ın konuşması olarak algılayamayacağımız. Zaten şu dağa bak demişti rabbimiz. Eğer o dayanırsa, dağa tecelli edince dağ yerinde kalmamıştı, toz duman olmuştu. Yani dağın bile dayanamadığına sen nasıl dayanacaksın anlamı vardı.

3 - ev yursile Rasûlen feyuhıye Biiznihi ma yeşa' veya O’nun dilediği şeyi O’nun izni ile bildirsin diye bir elçi göndermek suretiyle konuşur Allah. Bu üçüncüsü ya meleğin asli suretinde ki Necm suresine anlatılan bu, ya da insan suretinde gelerek vahyi bildirmesidir. Münasebeti surenin gerisinde ki vahye yönelik itirazı ret içindir bu ayetler. Bu özellikle 51. ayet niçin bu surede geldi denilirse müşriklerin vahyin kaynağına yönelik itirazına temelli bir ret olduğu içindir.

inneHU 'Aliyyün Hakiym şüphesiz O aşkın ve yücedir, hikmet sahibidir.


52-) Ve kezâlike evhaynâ ileyke rûhan min emriNÂ* mâ künte tedriy melKitâbu ve lel iymânu ve lâkin ce'alnâhu nûren nehdiy Bihî men neşâu min 'ıbadiNÂ* ve inneke le tehdiy ilâ sıratın müstekıym;

Böylece sana hükmümüzden ruh (Esmâ mânâlarını şuurunda hissetmeyi) vahyettik... Sen, Hakikat ve Sünnetullâh BİLGİsi nedir, iman neyedir bilmezdin! Ne var ki, biz Onu (ruhu), kendisiyle hakikate erdirdiğimiz nûr (ilim) olarak meydana getirdik, kullarımızdan dilediğimize! Muhakkak ki sen de kesinlikle hakikate (sırat-ı müstakime) yönlendirirsin! (A.Hulusi)

52 - Ve işte sana böyle emrimizden biz ruh vahy ettirdik, sen kitab nedir? İman nedir? Bilmiyordun ve lâkin biz onu bir nur kıldık. Onunla kullarımızdan dilediğimize hidâyet vereceğiz ve emîn ol sen her halde doğru bir yola çağırıyorsun. (Elmalı)


Ve kezâlike evhaynâ ileyke rûhan min emriNÂ ve ey peygamber işte sana da kendi emrimizden hayat bahşeden bir mesaj vahy ettik. Ruh’un; Nahl suresini girişinde ilahi mesaj anlamına geldiğini daha önce işlemiştik. mâ künte tedriy melKitâbu ve lel iymân önceden sen kitap nedir, iman nedir bilmezdin tera; sıradan bir bilmeyi değil, künhüne ermeyi, hakikatine ermeyi, özüne ermeyi ifade eder. Dolayısıyla dirayet manasına, sen imanın ve kitabın hikmetine ermemiştin, yani özünü bilmiyordun, yaşamamıştın anlamına.

ve lâkin ce'alnâhu nûren nehdiy Bihî men neşâu min 'ıbadiNÂ Fakat şimdi onu biz bir nûr, bir ışık kıldık ki kullarımızdan dilediklerimizi onunla dosdoğru yolumuza yöneltelim. ve inneke le tehdiy ilâ sıratın müstekıym şüphe yok ki sen de insanları dosdoğru bir yola yöneltmektesin.

Nûr; ışık, vahiy. Yani vahit bu manada ışık, akıl ise göz mesabesindedir. Vahiyden ayrı olarak Hz. Peygamberin misyonu da doğru yola yöneltmektir. Biz bu ibareden, vahiyden ayrı olarak Resulallah’ın da bir hidayet ışığı olduğunu anlıyoruz.


53-) Sıratıllâhilleziy leHU ma fiys Semâvati ve ma fiyl Ard* elâ ilAllâhi tasıyrul umûr; (A.Hulusi)

(O) Allâh yoluna ki, semâlarda ve arzda ne varsa (hepsi) kendisi içindir! Dikkat edin, işler Allâh'a döner!(A.Hulusi)

53 - O Allahın yoluna ki Göklerde ne var, Yerde ne varsa hep onundur, uyan! bütün işler döner dolaşır Allaha varır. (Elmalı)


Sıratıllâhilleziy leHU ma fiys Semâvati ve ma fiyl Ard göklerde ki ve yerde ki her şeyin asli sahibi olan Allah’ın doğru yoluna elâ ilAllâhi tasıyrul umûr bakın her iş döner, dolaşır, en sonunda Allah’a varır.

Allah’tan başkalarına kulluk edenler de, kul oldukları da sonunda O’nun huzuruna çıkarlar. Yolun sonunda değildir Allah, çünkü yolun sahibidir O. Yani yolun sahibini yolun sonunda sanmayınız. Yürümekle varılmaz lakin varanlar yürüyenlerdir diyor.

Ve ahiru davahüm enil hamdülillah ile bu sureyi de bitiriyoruz.

(Çağrımız ve davamız Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd’adır.)

153. videonun sonu.
153. videoyu toplu olarak BURADA bulabilirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder