3 Haziran 2013 Pazartesi

İslamoğlu Tef. Ders. FUSSİLET (26 - 29) (151-A)






Değerli Kur’an dostları bugünkü tefsir dersimize kaldığımız yerden, yani Fussilet suresinin 26. ayeti ile devam ediyoruz.


26-) Ve kalelleziyne keferu lâ tesme'û li hazel Kur'âni velğav fiyhi lealleküm tağlibun;

Hakikat bilgisini inkâr edenler (Hz.Rasûlullâh'ı dinleyenlere) dediler ki: "Şu Kurân'ı dinlemeyin ve Onun hakkında boş laflar edin ki, belki üstün çıkarsınız!" (A.Hulusi)

26 - Bir de dedi ki o küfredenler: şu Kur'an ı dinlemeyin ve ona yaygara yapın, belki bastırırsınız. (Elmalı)


Ve kalelleziyne keferu lâ tesme'û li hazel Kur'âni velğav fiyhi lealleküm tağlibun küfürde direnen kimseler dediler ki bu Kur’an ı dinlemeyin, ona kulak vermeyin, onu karalayıp şamata yapın ki bastırabilesiniz.

İlginç bir akıl, şamatacı akıl diyebiliriz. Hakikati dinlememek, hakikatten kaçmak için ona kulak tıkamak, yani cehalet saadettir demek. Bilmemeyi bilinçli bir biçimde tercih etmek, cehaleti bilinçli bir biçimde tercih etmek, tercihi cehalet olmak. Buna cehli mürekkeb demektir. İnsan bilmez, bilmediğini de bilmez, dolayısıyla cahildir. Fakat insan bilmek istemez, bilebileceği halde, önüne kadar geldiği halde, hatta bilme yollarının tamamı kendisine açıldığı halde ısrarla cehaletini savunur. İşte bu cehli mürekkebdir, işte bu mazur görülmeyecek cehalettir. İşte bunun hiçbir mazereti yoktur.

Küfür en tehlikeli ön yargıdır, bu bir ön yargıdır. Dinlemeyin, ona karşı şamata yapın. Neden? Ancak böyle bastırabilirsiniz sesini. İşte bu küfrün ön yargı olduğunun açık bir kanıtı.

4 ve 5. ayetle birlikte okumak gerekiyor bu ayeti. 4. ve 5. ayetlerde kulakları üzerinde kurşun, ağırlık olduğunu söylüyorlardı. Kalplerinde perde olduğunu söylüyorlardı. Kur’an la, vahiyle kendi aralarında aşılmaz bir engel olduğunu söylüyorlardı. Bu ayetle birlikte düşündüğümüzde bu insanların hakikatte sorunlarının bilmemekten kaynaklanmadığını, ön yargıdan kaynaklandığını, kendilerini cehalete bilinçli olarak kilitlemekten kaynaklandığını anlıyoruz.

Bunun karşıtı bir tavır var. Bu küfürde direnenlerin tavrı. Bunun karşıtı tavır ise imanda direnenlerin tavrı. O ne? 35. ayet. (Hayır 34 olacak) Gelecek ama ben hemen şimdiden haber vereyim;

Ve lâ testevil hasenetü ve les seyyie.. (34) kötülükle iyilik asla bir olmaz. Kötülükte bir olmaz, iyilikte. Tam tercümesi bu. Yani ne kötülük iyilikle, ne iyilik kötülükle eşit olabilir. Ne kötülüğe iyilik, ne iyiliğe kötülük. Ne kötülüğe kötülük, ne iyiliğe kötülük. Yani kötülüğe iyilikle kötülüğe kötülükte bir olmaz. İyiliğe iyilikle, iyiliğe kötülükte bir olmaz. Onun için bu formda gelmiş ve devamı şöyle;

idfa' Billetiy hiye Ahsen..(34) tezini en güzel biçimde savun. İşte bunun karşıtı tavır da bu. Yani bir yerde dinlemeyin, şamata çıkarın, belki yenebilirsiniz, alt edebilirsiniz. Öbür tarafta tezini en güzel şekilde, muhatabını kırmadan savun. feizelleziy beyneke ve beynehu adâvetün keennehu veliyyün hamiym. (34) Ola ki muhatabınla senin aranda bir düşmanlık olabilir, bir husumet ve kin olabilir. Eğer tezini güzel savunursan o sana sımsıcak bir dost kesilebilir.

Yine bunun karşısında yer alan mü’min tavrı; Elleziyne yestemi'unel kavle feyettebi'une ahsene. (Zümer/18) onlar ki kendilerine söyleyecek sözü olan herkesi sonuna kadar dinlerler. Kim olursa olsun feyettebi’une ahsene. Fakat dinledikleri sözün en güzeline uyarlar.

İşte ön yargılı kafir tavrı dinlemeyin, kulak vermeyin, hatta başkalarına da dinletmeyin. Şamata çıkarın, saptırın bu tavır. İmanda direnenlerin tavrı ise; dinle, düşmanın dahi olsa dinle. Dinle en güzeline uy. Bu doğrunun doğruyu söyleyenden bağımsız olarak hakikatine delalet eder. Doğruyu söyleyenle senin aranda ki husumet, onun ağzından çıkan doğruya husumete dönüşmesin. Hakikat hakikattir. Söyleyenden bağımsız olarak hakikattir. Onun için sen hakikat kimden sadır olursa olsun ona değer ver.

Hikmet mü’minin yitiğidir. Dâlletül mü’min. Onu nerede bulsa alır. İşte bu. Ahlaki çerçeve bu.

Böyle bir tavır sözün gücünün olmadığı bir yerde hakim tavır olarak ortaya çıkar. Gücün sözü vardır orada. Onun içinde bastırın, söyletmen, vurun mantığıdır bu. Çünkü orada sözün değeri yoktur, orada gücün değeri vardır. Onun içinde gücü olan haklıdır. Söz dinlemezler. Sözü dinlemedikleri gibi sözü dinletmezler. Çünkü söyleyecek bir sözleri yoktur. Sözün gücünün olmadığı, sözün üstün olmadığı bir yerde güç tanrılaştırılır, güç fetiş haline gelir. Gücün tanrılaştırıldığı, fetiş haline geldiği bir yerde ise artık hiçbir söz kar etmez. Söz para etmez. Orada güç konuşur. Güç yarıştırılır.

Orada hakikate paha biçilmez. Çünkü orada hakikatin değeri yok. Orada güce paha biçilir. Kim daha güçlü ise onun önünde eğilir insanlar. Tüm vahiylerin maksadı gücün sözünü yok edip, sözün gücünü yükseltmektir. Eğer söz güçlü olursa, en Hakk olan söz muhatabını bulur. Eğer söz dinlenirse, yani söz pazarı serbest bir biçimde açılırsa, o pazarda en değerli sözler hakikate en yakın olan, ya da hakkı en iyi ifade eden sözler olur.

Velğav gargaraya getirin ayette geçen kelime. Amacından saptırın, içeriğinden boşaltın, etkisizleştirin anlamlarına gelir. Yani sadece fiili şamatayı ifade etmez, aynı zamanda hakikati içeriğinden boşaltma, ona karşı kara propaganda yürütme, gerçeğin gerçekliğine çamur atmada bu velğav içine girer. Yani şamatacılar şamata yaparak gerçeğin sözünü, gücünü bastırmaya çalışırlar. Tabii şairler şiirleriyle gerçeğin gücünü bastırmaya çalışırlar. Hakkın sözünü bastırmaya çalışırlar. Bu günün belki de basınına tekabül eder.

Yine kıssacılar, hikayeciler, masalcılar kıssalarıyla, masallarıyla gerçeğin gücünü bastırmaya çalışırlar. Yani herkes, tabii tüccarlar, para sahipleri, sermaye sahipleri paralarını kullanarak gerçeğin gücünü bastırmaya çalışırlar. Burada velğav hepsini, hak sözün gücünü bastırmaya çalışan herkesin tavrını içine alır.


27-) Felenüziykannelleziyne keferu azâben şediyden ve lenecziyennehüm esveelleziy kânu ya'melun;

Andolsun ki o hakikat bilgisini inkâr edenlere şiddetli bir azabı tattıracağız ve elbette onlara yaptıklarının en kötü sonuçlarını yaşatacağız! (A.Hulusi)

27 - İşte biz de onun için o küfredenlere şiddetli bir azâb tattıracağız ve kendilerine yaptıkları âmellerin en kötüsünün cezasını vereceğiz. (Elmalı)


Felenüziykannelleziyne keferu azâben şediyde ve elbet inkarda direnen bu kimselere şiddetli bir azab tattıracağız. Ben bunu terk edilmişlik acısı diye çeviriyorum. Azabın kök anlamına nispetle. El ‘Azb, terk etmek, bir şeyden ayrılmak, kesip koparmak, ya da kesip ayrılmak anlamlarına gelir. İnsandan susuzluğu giderdiği için soğuk suya azb, ma ül azb denilir. Dolayısıyla bu köke nispet etmemde sebepsiz değil ayetin devamına baktığımızda bizim bu anlayışımızı daha da pekiştiren bir ifade görüyoruz ki orayı tefsir ederken buna değineceğiz.

ve lenecziyennehüm esveelleziy kânu ya'melun ve onları kesinlikle yapa geldiklerinin en kötüsüyle cezalandıracağız.

Bu da ilginç. ve le necziyennehüm ahsenelleziy kânu ya'melun (Ankebut/7)ayetini hatırlayın. Onun tam zıddı bu ayet, bu ifade. Orada mü’minler için onları yaptıklarının en güzelleriyle ödüllendireceğiz deniliyordu. Burada ise inkarda direnenleri yaptıklarının en kötüsüyle cezalandıracağız.

Aslında imanın ve inkarın insan eylemlerinin değerlendirilmesinde 1 numaralı ölçü olarak kabul edildiğini gösterir bu iki örnek. Eylemlerimizin temelinde iman ve inkar yatar. Belirleyici rol imana ve inkara verilmiştir.

Eylemlerimizin hepsi ruhsuz birer cesede benzer. İman onlara ruh verir, ruh üfler ve canlandırır. İnkarsa onları öldürür. Ölmüş bir ceset, yani ruhu çıkmış bir ceset. İmansız bir eylem. Dünyanın en güzeli de olsa yüzüne bakılmaz. Çünkü artık ruhu yoktur. Çünkü artık hakikate nispeti yoktur. Çünkü kasıtlı iyiyi kastederek yapılmamıştır. Amaçlı ve anlamlı değildir. Tesadüfi iyilik iyi değildir. O nedenle iman eylemlerimizin ruhu mesabesindedir. Eğer bu ruh çıkarsa, imansız olursa eylem dünya güzeli de olsa yüzüne bakılmaz olur, çürür.


28-) Zâlike cezâü a'daillahin nar* lehüm fiyha darul huld* cezaen Bima kânu Bi âyâtiNA yechadun;

İşte Allâh düşmanlarının yaptığının sonucu, ateştir! Onlar için orada sonsuzluk vatanı vardır! Bilerek işaretlerimizi inkâr etmelerinin (Rablerini kabullenmemelerinin) sonucu olarak! (A.Hulusi)

28 - O işte cezâsı Allah düşmanlarının, o ateş, onlara ondadır ancak ebediyet evi, âyetlerimize yaptıkları cehudluğun cezası. (Elmalı)


Zâlike cezâü a'daillahin nar işte budur Allah düşmanlarının cezası, ateş. En nâr..! ateş. Allah’a düşmanlık yapanlarla yapmayanlar ile bir tutulmaz. Allah düşmanları ‘adaullah. Allah düşmanlarının zıddı evliyaullah; Allah dostları Fakat Allah’a düşman olan kafirle, Allah’a düşman olmayan kafir. Allah’a düşman olan gayri müslimle Allah’a düşman olmayan gayri Müslim bile bir olmaz. Allah’a savaş açmış, düşmanlığını ilan etmiş, O’ndan gelen ne varsa O’na karşı mücadeleye adamış kendini. Ama öbür tarafta gerek bilmediğinden, cehaletinden, gerekse böyle bir karşıt olmadığından iman etmemiş, Allah’a dost olmamış ama düşman da olmamış olan bile bir olmaz. Allah dostu ile Allah düşmanı bir olsun mu? Nasıl bir olur. Yani Allah’tan dostuyla düşmanını bir tutmasını kim isteyebilir.

Dolayısıyla cennet ve cehennemin varlığı, ödül ve cezanın varlığı aslında dostla düşmanın ayrılığı temeline dayanır. Siz dostunuzla düşmanınızı bir tutmuş bir aklı selim bir akıl saya bilir misiniz. Böyle bir insan düşüne bilir misiniz. Bir insan ne kadar hilim sahibi, ne kadar yumuşak huylu, ne kadar hoş görülü olursa olsun, benim dostumda bir düşmanımda bir deme lüksüne sahip olabilir mi? İşte bu çerçevede cenabı hakkın ödül ve cezasını anlamamızı böyle kolaylaştırıyor ayet.

lehüm fiyha darul huld* cezaen Bima kânu Bi âyâtiNA yechadun onların sürekli kalacakları yer darul huld; sürekli kalacakları yer ayetlerimizi bile bile inkar etmelerine karşılık yechadun, bile bile inkar etmek. Etmelerine karşılık olmak üzere orası olacaktır. Yani ateş olacaktır.

Bile bile inkarın mantığı farklı. Biraz önce söyledim dinlememeyi seçmek, kulak tıkamayı seçmek. Yani kulağınıza ses gelmediği için mahrum kalmak değil hakikatten. Kulağınıza gelen sesi duymamak için parmağınızı kulağınıza tıkamak. Yüreğinizin üstüne daha kalın perdeler örtmek, hakikatten bile isteye kaçmak, gerçeğe karşı gözünüzü kapamak.

Bu insanın kendisine karşı zulmüdür başta. Çünkü göze karşı zulümdür, kulağa karşı zulümdür, akla karşı zulümdür, yüreğe karşı zulümdür. Bütün bunlar kendi fonksiyonunu icra etsin diye insana emanet edilmiş olan değerlerdir. Göz görsün diye vardır, kulak işitsin diye vardır, akıl; akletsin, düşünsün diye vardır. Yürek inansın diye vardır. Düşünün bunların emanet edildiği kişi bunları amaçlarının tam zıddına kullanacak. Kulağı işitmesin diye, gözü görmesin diye, aklı düşünmesin diye, yüreği inanmasın diye ısrarla kullanacak. Bu zulümlerin en büyüğüdür. Bu insanın Allah’ın kendisine açtığı krediyi olağanüstü istismarıdır ve bunun mutlaka cezası olmalıdır.


29-) Ve kalelleziyne keferu Rabbena erinellezeyni edallâna minel cinni vel insi nec'alhüma tahte akdamina li yekûna minel esfeliyn;

Hakikat bilgisini inkâr edenler dediler ki: "Rabbimiz... Cin ve insan türünden (şeytanlardan) bizi saptıran o ikiliyi göster de, o ikisini ayaklarımızın altına alalım da en aşağılık olsunlar!" (A.Hulusi)

29 - Ve muhakkak diyecek ki o küfredenler: ey râbbimiz! Göster bize Cinn-ü insten bizleri ıdlâl edenlerin ikisine de, ki onları ayaklarımızın altına alalım en aşağılıklardan olsunlar. (Elmalı)


Ve kalelleziyne keferu ve (o ateşe girince onlar,) İnkarda direnen kimseler diyecek ki Rabbena erinellezeyni edallâna minel cinni vel ins rabbimiz görünen ve görünmeyen tüm varlıklardan bizi saptıranları bize göster de nec'alhüma tahte akdamina li yekûna minel esfeliyn hepsini de ayaklarımızın altına alıp çiğneyelim ki hepimizin en alçağı olsunlar.

Hakikati inkarı hayat tarzı edinen, günahı ahlak haline getiren küfür ve günahla özdeşleşmiştir. Böyle biri kendisini çiğnemek zorundadır. Yani eğer hakikati inkar eden kimse günahı ahlak haline getirmişse, -ki zaten burada günahı ve küfrü  ahlak haline getirenlerden söz ediliyor- Onlar öncelikle kendilerini çiğnemişlerdir.

Biraz önce tefsir ederken söyledik bir üstte ki cümleyi gözlerine kulaklarına, akıllarına, yüreklerine, varlıklarına zulmetmişlerdir. Onları çiğnemişlerdir. Onun için tabii ki bu talepleri dürüstçe bir talep değildir. Siz kendinizi çiğnediniz. Aslında bizi saptıranlar derken toplu taca atmanın gereği yok sizi siz saptırdınız, siz saptınız.


Devam ediyor B sayfasına geçiniz.
151. videoyu toplu olarak BURADA bulabilirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder