4 Haziran 2013 Salı

İslamoğlu Tef. Ders. FUSSİLET (30 - 31) (151-B)



A sayfasından devam

30-) İnnelleziyne kalu RabbunAllâhu sümmestekamu tetenezzelü aleyhimül Melaiketü ella tehafu ve lâ tahzenu ve ebşiru Bil cennetilletiy küntüm tû'adun;

Muhakkak ki: "Rabbimiz, Allâh'tır" deyip sonra bilfiil o doğrultuda yaşayanların üzerine melekler tenezzül eder (ilâhî sıfatların Cemâl kuvveleri zâhir olur ki, bu şu demektir): "Korkmayın, mahzun olmayın ve vadolunduğunuz cennetiniz ile sevinin..." (A.Hulusi)

30 - Haberiniz olsun ki «rabbimiz Allah» deyip de sonra doğru gidenler yok mu onların üzerlerine şöyle Melekler iner: korkmayın, mahzun olmayın vaad olunup durduğunuz Cennet ile neş'eyâb olun. (Elmalı)


İnnelleziyne kalu RabbunAllâhu sümmestekamu öte yandan rabbimiz Allah’tır diyen, sonra da sümmestekamu, dosdoğru bir çizgi üzerinde yaşama kararlılığı gösterenlere gelince. Sümme; Burada terahi ifade eden bir bağlaç edatı. Ama Zemahşeri’nin güzel tespitiyle ikrardan terahi ve üzerine fadl ifade eder diyor büyük müfessirimiz. Bu, şu anlama geliyor. İman temeli üzerine yükselecek tüm hayatınız, yani hayatınızın temeline imanı yerleştireceksiniz.

Sahih akidenin, sahih hayat tarzının zemini oluşunu ifade ediyor bu edat. İstikamet sahih duruş, esas duruştur. Allah’a kul olmayan kula kul olur. Kula kul olanın esas duruşu, omurgası olmaz, değeri olmaz, fiyatı olur. Alınır ve satılır. Dolayısıyla burada müstakim olan insan, değeri olan insan. Değerini Allah ile ilişkisinden alan insan anlamına alıyoruz. 25. ayet dostu şeytan olanlardan söz etmişti hatırlıyorsunuz. Burada dostu Melek, melaike olanlardan da söz edilecek, işte şimdi oraya geldik.

tetenezzelü aleyhimül Melaikeh onlara melekler sürekli inerler, inerler ve derler ki, Yani Allah ile ilişkisini kesmiş bir insanı şeytanlar yönlendirir. Allah ile ilişkisini kuran bir insanı ise melekleri, meleke haline gelmiş melekleri yönlendirir. Dolayısıyla burada iki tip kıyaslanıyor bu surede.

Şeytanın yörüngesine girenler, meleğin yörüngesine girerler. Aslında şeytan ve melek tabirleri insanda ahlak haline gelirse, insanda ahlak haline gelen şeytan nefis olur. İnsanda ahlak haline gelen melek, meleke olur. Dolayısıyla biri günah üretir, diğeri sevap üretir.

Bu iki tohum gibidir, insan gönlü toprağa benzer. Bu toprağın bağrında potansiyel olarak iki tohum gömülüdür. İnsan bu iki tohumdan hangisini sularsa o kabuğunu yarar ve ağaca dönüşür. Biri cehennem ağacı olur, -ki zakkum  diyor Kur’an buna- diğeri ise tûba ağacı olur, cennet ağacı. Dolayısıyla insan cennet ve cehennemini kendi eli ile suladığı yüreğinde öncelikle yetiştirir. Yani burada da Meleke haline gelmiş meleklerden söz ediliyor ve onların sürekli inişinden bahsediliyor.

Muzari, süreklilik ifade eder, Muzari fiil. Tetenezzelu sürekli, hep inerler, daima inerler. Burada peygamberlerden söz edilmiyor ki vahiy meleği indiğini söyleyeyim. Burada müminlerden söz ediliyor. Mü’minlere meleğin sürekli inişini nasıl izah edeceğiz. Aslında Allah’ın gönüllerine sürekli destek ve takviye verişiyle izah edeceğiz. Aslında eğer Allahlı düşünüyor ve yaşıyorsak her bir zerremiz bir meleğe dönüşüyor Eğer Allahlı düşünüyor, Allahlı yaşıyor, Allahlı görüyor ve işitiyorsak sekinet halinde oluyoruz. Güvenlik ve özgürlük problemimiz çözülüyor ve içimizde buluyoruz iyiliğin tohumunu ve o tohum ambarından ha bire hayatımıza serpiyor, etrafımızdakilerim ize dağıtıyoruz. Sürekli veriyor çünkü. Sürekli inme, aslında sürekli, çıkma, sürekli bitme halidir.

Eğer siz melekleri meleke haline çevirmişseniz yürek tarlanızda ki o tohum sürekli vermektedir. Siz biteviye onun meyvelerini dermektesiniz, derlemektesiniz ve dağıtmaktasınız. Onun için tetenezzelü aleyhimül Melaikeh sürekli inerde iner. Yani o toprak sürekli verirde verir. Meleke haline gelmişse melekler fizik gücün zemini metafizik güçtür. Buradan bunu anlıyoruz. Yani tasavvurunuz eğer siz tasavvurunuzda cennet ağacını açtırmışsanız, tasavvurunuzda eğer problemi çözmüşseniz fizik gücünüze yansır. Yani iç potansiyeliniz dış potansiyelinizi belirler.

Dolayısıyla iman tasavvurunuzu güçlendirir. Güçlenen tasavvurunuz aklınıza yansır düşünme biçimi olarak. İyi düşünürsünüz, doğru düşünürsünüz. Doğru düşünürseniz doğru yaparsınız. Doğru yaptığınızda da sonuç alırsınız. Dolayısıyla burada meleke haline gelmiş meleklerimizin sizi kuvvetlendirmesi, takviye etmesinden söz edildiğini düşünebiliriz. Zaten mel - ek eşyayı ayakta tutan kuvvet kök anlamına dayanır. Dolayısıyla sizin melekleriniz sizi ayakta tutan güç olur. Hep gözünüz, kulağınız, diliniz, dudağınız, eliniz, ayağınız maksimuma doğru yükselmeye başlar, daha iyi çalışmaya başlar.

Mesela göz %400 kapasiteli görür. Yani gözün görme kapasitesi %100 dür. %400; normal kapasitenin 4 katıdır. %100 de %100 görebilen bir insan bunu 4 katına da çıkarabilir teorik olarak. Kulak içinde geçerlidir bu. Bu deri içinde geçerlidir. Mesela çivi üzerine yatan insanlar deri direncini kullanmayı becerebilen insanlardır. Deri direnci diye bir şey vardır ve eğer bu direnci kullanabilirse potansiyel olarak, herkeste vardır, ama bunu kinetize ederse insan deri, bir çiviye dahi direnir. Bir iğneye bile direnir.

İşte bunun gibi yani insan iç potansiyelini yükseltirse bedeninin potansiyeli de yükselir. İç potansiyeli ise ancak imanla yükselir. İman insanın tasavvuruna ilave bir nükleer yakıt gibidir. Bitimsiz bir nükleer yakıt. Oradan yola çıkarak aklı aydınlatır ve tabii ki aydınlanmış bir akıl da insanın fiziki potansiyelini yükseltir.


Varlıktaki tüm nesneler, yani kesitsel algılama araçları ile algılayabildiğimiz veya algılayamadığımız; tespit edemediğimiz ama akıl yollu varlığını kabul ettiğimiz bütün varlıklar, gerçekte hep meleklerin varlığından ibarettir.

Çünkü, evrende var olan her şey "enerji"den meydana gelmiştir. Yani, "nûr"dan meydana gelmiştir. Meleklerin varlığı da "nûr"dur; dolayısıyla, meleklerden meydana gelmemiş hiçbir şey yoktur! "İnsan" denilen varlığın aslı, orijini de melektir! İnsanlar, cennete melekî yapıya dönüşmüş olarak gireceklerdir.

Maddenin aslı da melektir! Çünkü melekler, her şeyin varlığını oluşturan "ALLÂH" isimlerinin anlamlarının, soyut boyuttan somutluk ortamına geçişinde yer alan ilk bilinçli, kaynak varlıklardır! Bu yüzden "melek", kişinin kendi özünü, hakikatini, aslını, orijinini tanımada çok önemli bir boyut ve önemli bir katmandır!..

Yapısı itibarıyla "nûr" diye vasıflandırılan enerji kökenli bu varlıklar; "ALLÂH" hangi ilâhî isimlerinin mânâlarının ortaya çıkmasını dilemişse, o mânâlara uygun özelliklerle bezenmiş, o ismin mânâsına uygun güçlerle güçlenmiş, o ismin mânâsını ortaya koymakla görevlendirilmişlerdir.

"Melek"ler de, "insan"lar gibi "Esmâ terkipleri"dirler!.. Tek bir ismin açığa çıktığı birimler değil!Yani, "melek" denilen varlıklar da ana yapılarının mahiyeti itibarıyla "ALLÂH" isimlerinin bir bileşimidirler. Ne var ki, bileşimlerinde bir veya birkaç ismin mânâsı büyük ağırlıklı olarak açığa çıkmaktadır.

{Her insanda, Allâh ismiyle toplu olarak işaret edilen isimlerin tümü, yani bildiğimiz ve bilemediğimiz pek çok Allâh ismi bir terkip oluşturur. İşte bu terkibe, biz insan deriz! Allâh, bu Esmâ terkibine "insan" adını takmıştır. İnsanın Rabbi, kendi varlığını meydana getiren bu "Allâh" isimlerinin işaret ettiği ilâhî güçtür!

Her insanın yapısının bir diğerinden farklı olması, her birinin terkibindeki "Allâh" isimlerinin farklı güçlerde olmasındandır.

Şimdi siz; "ALLÂH" ismini zikrettiğiniz zaman; bu ismin zikrinden doğan güç, terkibinizdeki bütün isimleri eşit oranda güçlendirir... Bunun da neticesinde tüm özellikleriniz aynı seviyede gelişir.

"ALLÂH İSİMLERİ" zikri ise, yapınızı meydana getiren isimler terkibi içinde, belirli isimlerin mânâlarını güçlendirmeye yöneliktir.

Mesela, "ALLÂH"ın "İRADE" sıfatının adı olan "MÜRİYD" ismini zikrettiğiniz zaman; terkibinizdeki bu ismin mânâsı güçlenir; beyninizdeki "İRADE" fonksiyonu daha kapsamlı olarak faaliyete geçer ve eskiden iradeniz zayıf olduğu için başaramadığınız birçok şeyi rahatlıkla başarabilirsiniz.

Ya da "HAKİYM" ismini zikretmeniz, sizin bir süre sonra, her şeyin hikmetini, sebebini, neyin niçin olduğunu anlamanıza yol açar... Eskiden bağlantısız sandığınız, gereksiz olduğunu düşündüğünüz pek çok şeyin aslında bir sistem içinde birbiriyle bağlantılı olarak yer aldığını idrak edersiniz.

Yani, "ALLÂH" ismi zikri; fizikteki bileşik kaplar sistemindeki gibi, bütün isimleri eşit oranda yükseltirken; "İSİMLER" zikri ise sadece kendi cinsinden olan terkibinizdeki mânâyı güçlendirir. Ve bu yüzden de kişide çok kısa sürede önemli gelişmeler fark edilir hâle getirir.

İşte bu sebepledir ki, biz, kendinde kısa süre içinde gelişme görmeyi arzu edenlere, "İSİMLER" zikri tavsiye ederiz.}



İslâm Dini'nde, -sadece Kur'ân-ı Kerîm ve Hadîs-î Şerîf- mevcut olan bütün hükümler, insanın gerek bugünü ve gerekse ölüm ötesi yaşamı için zorunlu olarak ihtiyaç duyacağı şeyleri temin gayesiyle gelmiştir. Ayrıca, insanın bu önerilere uyması, onun gelecekte kendisine zarar verici birçok şeyden korunmasına da vesile olacaktır.

İnsanın yaşamı ise, bilindiği üzere BEYİN ile düzenlenir. İnsan'da ortaya çıkan her şey, BEYİN aracılığıyladır. Ölüm ötesi yaşam bedeni olan RUH dahi beyin tarafından "yüklenir!"

Allâh'ın isimlerinin işaret ettiği mânâlar, insan beyninde açığa çıkar. İnsan şuuru, Allâh'ı, ancak beyin kapasitesi kada tanıyıp "yakîn" elde eder.

İşte böyle olunca, ZİKİR olayının önemini kavrayabilmek için, önce beynin çalışma sistemini kavramak, sonra da zikir hâlinde beyinde nasıl bir işlem oluştuğunu idrak etmek zorunda kalırız.

Milyarlarca hücreden oluşan beyin, esas itibarıyla biyoelektrik enerji üretip, bunu ışınsal enerjiye çeviren ve kendisinde oluşan mânâları, bir yandan RUH dediğimiz yapıya yükleyen ve diğer yandan da dışarıya yayan bir organik cihazdır.

Genelde, doğuştan alınan ilk tesirlerle yüzde beş, yüzde on kapasiteyle çalışan beyin, aldığı çeşitli etkilerin de aracılığıyla, sıradan bir yaşam türü geçirir, bildiğimiz herkes gibi.

Oysa beyindeki bu kapasitenin arttırılması mümkündür!

(Zikrin önemi, bizim bu konuda yaptığımız açıklamalardan on sene sonra bilim dünyasında ilk defa olarak tespit edilmiştir. Okuyacağınız metinler bu söylediklerimizin ispatıdır.)

NOKTA 6 Mart 1994 tarih 11. Sayısında; "Batı, zikri geç keşfetti!" başlığı altında;

John Horgan'ın Bilim dergisinin (Scientific American) Ocak 1994 sayısında yayımlanan "Dağınık İşlevler" makalesinde savunduğu görüşlerin, ilk kez 1986 yılında Ahmed Hulûsi tarafından yazıldığını biliyor muydunuz?

Bilimsel konularda aşağılık kompleksimizi yenmek zaman alacak. İçimizden birinin yıllar önce savunduğu görüşleri dikkate almaktansa, o görüşlerin benzerlerinin dışarıda da kabul edilmeye başlanmasını bekleriz.

Bazen de, aşağıda anlatacağımız, Ahmed Hulûsi örneğinde olduğu gibi şaşırtıcı tesadüfle karşılaşabiliriz. Bilim Dergisi'nde yayımlanan "Dağınık İşlevler" adlı yazıda John Horgan, "Beyinde entegrasyonu sağlayan beyin üstü bir yapı var mı?" sorusuna yanıt arıyor ve 1993 yılında yapılan deneylerden yola çıkarak çeşitli tezler öne sürüyor. Ahmed Hulûsi ise, 1986 yılında yayımladığı "Din ve Bilim Işığında İnsan ve Sırları", "Dua ve Zikir" adlı kitaplarında bu soruların yanıtını çok daha önceden veriyor.

Sözü edilen makalede, John Horgan şu deneye yer veriyor: DAĞINIK İŞLEVLER

Deneyde gönüllülere isimler içeren bir liste veriliyor ve kendilerinden bu isimleri yüksek sesle okumaları ve her isimle ilişkili bir yüklem söylemeleri isteniyor. Örneğin, "köpek" sözcüğü okununca "havlamak" gibi bir yüklem söylenmesi gerekiyor.

Bu deneyde, beynin pek çok farklı bölgesindeki nöron aktivitesinde artış gözleniyor. Fakat aynı isimleri içeren listenin sürekli olarak tekrarlanması, nöron aktivitesinin değişik bölgelere kaymasına yol açıyor. Gönüllülere yeni bir isim listesi verildiğinde ise nöron aktivitesinin arttığı ve ilk bölgelere döndüğü görülüyor. (Ahmed Hulusi -İnsan ve sırları)]

[Ek bilgi: Esma zikri yöntemi bizzat ben ve önerdiğim kişilerce uygulanmış ve bu sayede istenilen başarıya ulaşılmıştır.)]

ella tehafu ve lâ tahzenu ve ebşiru Bil cennetilletiy küntüm tû'adun gelecekten dolayı, evet onlara melekler sürekli inerler ve derler ki bir üstteki cümle ile beraber alalım. Ne derler? Gelecekten dolayı kaygı duymayın ey mü’minler. Geçmişten dolayı da mahzun olmayın. Haydi sevinin size vaat edilmiş olan cennet derler.

Havf ve hüznün giderilmesi şu anlama gelir. Özgürlük ve güvenlik sorununun kökten çözülmesi Çünkü insanın en büyük iki sorunu budur. Özgürlük ve güvenlik sorunu. Bir insan bütün bir ömrünü bu iki sorunu çözmek için harcar. Fakat bu iki soruna getirdiği anlam, verdiği anlam nasılsa bu sorunları öyle çözmeye çalışır.

Mesela tek dünyalıysa özgürlük ve güvenlik sorununu sadece şu hayatla sınırlı olduğunu düşünür ve bu hayat içinde çözmeye çalışır. Onun içinde çok kazanır, çok kazanmak ister, çok parası olunca bu sorunların çözümüne katkısı olduğunu düşünür. Veya daha fazla çevreye sahip olmak ister. Veya güce sahip olmak ister, iktidara sahip olmak ister. Veya daha uzun yaşamak ister. Yani bütün bunlar tek dünyalı bir insanın özgürlük ve güvenlik sorununu şu sınırlı dünya hayatıyla özdeşleştirmesidir.

Ama eğer bir insan çift dünyalı ise, yani tasavvuru bu hayatı aşan bir tasavvursa, özgürlük ve güvenlik sorununu ona göre çözmeye çalışır. İşte o takdirde Allah’ın kapısına gelir ve durur. O takdirde vahiyle iletişim kurmak zorunda kalır. O takdirde hakikati aramak için ömrünü harcar. O takdirde küçük şeylerle yetinmez. Kendisini satın alacak şeylerle yetinmez. Daha doğrusu fiyat biçmez değer biçer hayatına. Değer biçerse eğer, hayata değer verenin Allah olduğunu mutlaka fark eder.

İşte o noktada meleklerin insana müjdesi de anlam kazanır. Geçmişten dolayı hüzün yok. Hüzn Arap dilinde geçmişe müteallik anlaşılır onun için hep böyle çevirmişimdir bu kelimeyi. Yine Havf de geleceğe yönelik, zamanlı kelimelerdir bunlar. Geleceğe yönelik kullanılır. Gelecekten dolayı endişe.

Biri güvenlik, diğeri özgürlük problemidir ve bu iki problemin kökten çözülmesi ancak insanın Allah’a tam teslimiyeti ile mümkindir. İnsan Allah’a kul olmayınca, kul olacağı başka kapılar arar, başka kapılar araması insanda fıtri olarak özgürlük ve güvenlik arayışının bir gerekçesidir., gereğidir daha doğrusu. Yani özgürlük ve güvenlik arayışı insanda fıtri olduğu için Allah’ın kapısını reddeden insan kendisine başka tanrılar bulur. Bir Allah’a kul olmayan kul olacağı bir çok tanrı icat eder. Bu insanın fıtri olarak özgürlük ve güvenlik arayışından kaynaklanır. Onun için insan mutlaka tanrı icat eder. Eğer gerçek Allah’ı, ilahı bulmamışsa.


31-) Nahnu evliyaüküm fiyl hayatid dünya ve fiyl ahireti, ve leküm fiyha ma teştehiy enfüsüküm ve leküm fiyha ma tedde'ûn;

"Dünya hayatında da, sonsuz gelecek yaşamda da biz sizin velîniziz! Orada bilinçlerinizin arzuladığı her şey vardır... Orada sizin istediğiniz her şey olacaktır!" (A.Hulusi)

31 - Bizler sizin hem Dünya hayatta hem Âhirette dostlarınızız ve size orada nefislerinizin hoşlanacağı var, hem size orada ne isterseniz var. (Elmalı)


Nahnu evliyaüküm fiyl hayatid dünya yine o melekler devam ederler. Biz bu dünya hayatında sizin dostunuzuz. Düşünün, 25. ayette dostu şeytan olanlardan söz ediliyordu. Zuhruf/36. ayeti de 25. ayeti tefsir ediyordu.

Ve men ya'şü an zikrir Rahmâni nukayyıd lehu şeytanen fehuve lehu kariyn. (Zuhruf/36)kim rahmanın vahyine, o sınırsız merhamet sahibinin vahyine karşı tavuk karası bir gözle, yamuk bir bakışla yaklaşırsa onu şeytanın yörüngesine sokarız. Onu şeytanla ayrılamayacak bir biçimde bağlarız. Ya da şeytanı öteki kişiliği haline getiririz, ikinci kişiliği olur. Yani kişiliği şeytanlaşır. Onu öyle bir sararız, öyle bir merkez haline getiririz ki onun için fehuve lehu kariyn o onun etrafında döner durur. Artık ayrılmaz bir parça olur. Şeytan eksen olur, ikinci kişiliği, şeytanlaşmış kişiliği: O da onun etrafında bir uydu olur.

İşte onun tam tersi sizin için biz bu dünya hayatında dostunuzuz diyor melekler. Meleke haline gelmiş melekler. Ve fiyl ahireh, ahirette de öyleyiz. ve leküm fiyha ma teştehiy enfüsüküm ve leküm fiyha ma tedde'ûn orada siz canınız ne çekiyorsa o var. Orada siz ne arzu ediyorsanız o sizindir derler.

Bu ibareyi, ayetin son ibaresini meleklere atfetmemiz onların sözüne atfetmemiz de mümkin, derler diye anlamamız da mümkin, bağımsız olarak anlamamız da mümkin. Ama öncelikle ayetin başında ki biz sizin dünya ve ahiret dostunuzuz, yani dünya ve ahiret kardeşiniziz der gibi. Meleklerden kardeş seçmek, meleklerden dost seçmek. Bunun zımni olarak anlamı şu. Allah dost olursa eğer bir insana, kendi sevdiklerini de ona dost eder.

Allah insan tarafından dost seçilirse, Allah dostunu melekleriyle korur, onu takviye eder, güçlendirir. Yani melek sözcüğünün kök anlamının takviye güç, bir şeyi ayakta tutan öz olduğunu unutmazsak insanı ayakta tutan değerler katar ona. İnsanı takviye eden değerler katar ona anlamını elde edebiliriz.

Ayetin son ibaresi Orada canınız ne çekiyorsa o var ve neyi arzu ediyorsanız o sizindir diyor. Hani Secde/17 ayetini hatırlıyoruz;

Fela ta'lemü nefsün ma uhfiye lehüm min kurreti a'yün. (Secde/17) cennette cenneti hak etmiş bir mü’mini bekleyen göz kamaştırıcı öyle nimetler, öyle sürprizler var ki, onları siz tasavvur dahi, tahayyül dahi edemezsiniz. Hiç kimse onu tahayyül dahi edemez diyor ya, işte onlara bir atıf bu.


Devam ediyor C sayfasına geçiniz.
151. videoyu toplu olarak BURADA bulabilirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder