24 Haziran 2013 Pazartesi

İslamoğlu Tef. Ders. ZUHRUF (01 - 05) (154-A)






El Hamdu Lillahi Rabbil'Alemiyn Vesselatü Vesselâmü alâ Resulüna Muhammedin ve alâ alihi ve ashabihi ve etba’ıhi ecmaiyn.

Rabbişrah liy sadriy;

Ve yessirliy emriy;

Vahlül ukdeten min lisaniy;

Yefkahu kavliy; (Tâhâ 25-26-27-28)

Rabbim, göğsüme genişlik ver, kolaylaştır işimi, çöz düğümü dilimden, ki anlasınlar beni. Amin..! Rabbeneftah bil hayr, vahtim bil hayr, Rabbi yessir ve la tüassir, Rabbi temmim bil hayr, Allahümme Amin..!

Değerli Kur’an dostları bugün Kur’an ülkemizin yepyeni bir sitesine daha giriyoruz. Bu muhteşem ülkenin muhteşem sitelerinde, o sitenin muhteşem sokaklarında dolaşırken bize vahyin gösterdiği, vahyin tuttuğu aynada hakikat ayan beyan görünüyor ve bizden vahiy hakikati gösterdiği gibi görecek bir göz istiyor. İşte bunun açıkça dile getirildiği surelerden biri Zuhruf suresi.

Mushafta 43. sırada yer alan Zuhruf suresi adını 35. ayetinden alır. Zuhruf süs manasına gelir, süs, bezek. Fakat süslerin en yaygını altın olduğu için daha sonra altın anlamını da kazanmıştır.

Surenin dönemine gelince, sure ittifakla Mekkidir. Haa. Miim ailesinin bir üyesidir. Dolayısıyla Haa Miim ailesinin 8. yılın sonları ve nübüvvetin 9. yılını kapsadığını hatırlayacak olursak bu surede 9. yılda Şura suresinin hemen ardından indirilmiş olmalıdır. Surenin nüzul sıralamasında, iniş periyodunda 62. ya da bu Cabir Bin Zeyd in kronolojisine göre. Bir başka kronolojiye, Hz. Osman kronolojisine göre de 63. sırada yer alır.

Surenin konusu bir iç bütünlük teşkil eder. Gerçekten de başı ve sonu itibariyle surede konu bütünlüğü bariz bir biçimde görülür. Haa! Miim! Ailesinin diğer üyeleri gibi bu surede ilahi bir inşa projesi olan vahiyden söz ederek başlar. Özellikle de vahyin insanı ve hayatı inşa eden boyutuna dikkat çekilir. Ki sure baştan sona vahyin nasıl insanı inşa ettiği ile ilgili doneler verir.

Vahyi ölü toprağa can veren bir yağmura, bir rahmete benzetir sure 11. ayetinde. İman ve inkarın, tevhid ve şirkin. Hakk ve batılın niteliklerini sayıp döker. Özelliklerini öğretir, tahliller yapar. Bu tahlillerin sonuçlarından birini bize sure şöyle verir; Körü körüne ataları taklit. İşte surenin, inkarın, küfrün, şirkin tabiatına dair yaptığı tahliller içerisinde bir numaralı sonuç budur. Körü körüne ataları taklit ki 22. ve 23. ayetler bunu dile getirir.

Yolu izlemek, atalara babasının yolunu reddeden İbrahim örnek gösterilir. Yani ey vahyin inkarcı muhatapları, eğer siz atalar yolunu izlediğinizi iddia ediyorsanız, bu iddianızda samimi değilsiniz. İbrahim sizin en büyük atanız. Onun yolunu izleyin. Neden kafir atalarınızın yolunu izliyorsunuz. İbrahim’le övünüyorsunuz, İbrahim ile iftihar ediyorsunuz, onun hatırasını yaşatıyorsunuz, ondan kalan taşa cennet taşı muamelesi yapıyorsunuz. Fakat siz yolunu izlemeye gelince İbrahim’in yolundan çıkanların yolunu izliyorsunuz.

Peki İbrahim’in yolunu izleseydiniz bu nasıl bir yol olacaktı? Onu da 26 – 29. ayetler arasında veriyor model olarak. İbrahim yola çıkarken babasının dinini eleştirerek çıktı. Yani babasını izlemedi. Babasının yolundan gitmedi. Öncelikle Hakikati sevdi. Atamın yolu, babamın yolu, babalar yolu diye kutsamadı küfrü.

Ya ne yaptı? Eğer yanlış yol babamın gittiği yolda olsa ben o yolda yürümem dedi. Eğer İbrahim’i model alsaydınız körü körüne taklit eder reddederdiniz. Çünkü İbrahim’i İbrahim yapan, İbrahim’i 5.000 yıllık bu iman sayhasının sahibi yapan atalar yolunu körü körüne izlemezdiniz. Tahkik ehli olmasıdır, taklit ehli olmamasıdır. Ve kör taklidin sahibini nasıl kör ettiğini en dikkat çekici bir biçimde sure, şu ayetle dile getirir;

Ve men ya'şü an zikrir Rahmâni nukayyıd lehu şeytanen fehuve lehu kariyn (36)kim rahmanın uyarıcı mesajına karşı tavuk karası bir gözle bakar, yani yamuk bakar, kör davranırsa Allah ona bir ikinci kişilik olarak şeytanı musallat eder. Şeytanı onun melekesi haline getirir. Meleği melekesi haline getirmez, şeytanı melekesi haline getirir. Şeytan öyle melekesi olur, onu öyle yönlendirir, onun merkezine öyle oturur ki Fehuve lehu kariyn; Kendisi onun uydusu olur. Artık onun etrafında dönmeye başlar. İşte bu ayet gerçekten de taklidin, insanın nasıl dehşet körlüğe sevk ettiğini müthiş bir biçimde ifade eder bu 36. ayet.

Bu hastalıklı tavrın önceki vahiylere karşı davranışı, yani önceki vahiylerin inkarcı mensuplarında da aynı hastalıklı tavrın olduğunu sure modellerle, yine örneklerle dile getirir. Vahyin inkarcı muhatapları onlar gibi olmamak üzere uyarılır ve en sonunda sure vahyin ilk muhatabı olan efendimize direnmeyi, sabretmeyi, davet üzre direnmeyi öğütleyerek son bulur.

Değerli Kur’an dostları bu kısa özetin ardından şimdi Zuhruf suresinin tefsirine geçebiliriz.



1-) Haa, Miiiym;

Ha, Miim. (A.Hulusi)

01 - Hâ, mîm. (Elmalı)


Haa, Miiiym mukadda harfleri, heca harfleri. Bu harfler Kur’an da hangi surenin başında yer alıyorsa, o sure 25 i dolaylı değil doğrudan, sadece 3 tanesi de dolaylı olarak vahye atıfla başlar. Dolayısıyla bu harfleri başında gördüğümüz sure şöyle bir imada bulunur. Yani bu harflerin anlamından çok işlevi üzerinde durmak lazım. Eğer işlevsel bir okumaya tabi tutacak olursak bu harfleri; Ey muhatap Allah’ın kalbine manaları indirdiği bu kelimeler, yer yüzünde beşerin konuştuğu bir dile aittir. Dolayısıyla Allah beşerin konuştuğu bir dilin içine lahuti manalar, aşkın manalar indirmiştir. Yani vahiy ayakları yerde başı gökte bir hitaptır. Bunun başını görmek için ayaklarından yola çıkmanız lazım. İşte ayaklarını şu harfler temsil eder. Şu kelimeler, şu cümleler temsil eder. Bu kelimelerden yola çıkarak, ne dediğinden yola çıkarak ne demek istediğini bulabilirsiniz. Ki yaklaşık bu harflerin 35 ayrı yorumu nakledilmiştir. Ben sadece en makul olanlarından birini nakletmiş oldum.


2-) Vel Kitabil mubiyn;

O hakikati apaçık açıklayan BİLGİye yemin olsun. (A.Hulusi)

02 - Bu parlak kitabın kadrini bilin. (Elmalı)


Vel Kitabil mubiyn düşün, özünde açık ve açıklayıcı, taşıdığı anlamı muhatabının kafasına bir biçimde açık bir biçimde sokan bu ilahi mesajı düşün.

Aslında Elmalılı üstadın bu ayete verdiği mana çok daha ilginç. Ha mim aynı zamanda kasem anlamını içerir, yemin anlamını içerir. Bir sonraki ayetin başında ki “vav” atıf vav ı olamaz. Yani bağlaç olamaz. Yemin anlamı da bu ayetin önünde ki Haa miim de mündemiç olduğuna göre bu vav a ya düşün anlamı vereceğiz, ya da Elmalının verdiği gibi bu kelamın kıymetini bilin, bu Kur’an ın kıymetini bilin. Bu kitabın değerini bilin anlamı vereceğiz. Yani bu gerçekten güzel bir anlam.

Üzerinde düşünürsek zaten Allah’ın insanla konuşmasının ne muhteşem bir nimet olduğunu biliriz. Eğer bu vahyin üzerinde düşünürsek Cenab-ı hakkın insanoğlunun önüne indirdiği bu gök sofrasında ne muhteşem lezzetlerin olduğunu da görürüz. Eğer vahiy üzerinde ciddi bir biçimde durur;

Efela yetedebberunel Kur'an. (Nisa/82)onlar Kur’an üzerinde derinliğine, satırların üstünden değil onların arasından geçip satırların arkasında yatan hakiki maç ve anlamları düşünmüyorlar mı? elde etmek için kafa yormuyorlar mı diye muhatabını sorgulayan Kur’an ın emrini yerine getirirsek eğer vahyin eczanesinde devası olmayan hiçbir hastalık bulunmadığını görürüz. Dolayısıyla bu vahyin kıymetini de bilmiş oluruz. Vahyin kıymetini vahyi anlamaya çalışanlar bilir. Vahyi anlamayan onun kıymetini ne bilsin, netsin kıymetini. Vahiy anlaşıldığında kıymeti bilinir. Dolayısıyla vahyi anlamaya çalışmak onun kıymetini bilmek demektir.

Kıymetini bilmeyenler nasıl şükretsin, şükrederler mi? Bir nimet ki hiç tatmamışsınız, tatmadığınız nimete zaten şükür istenmez. Vahiy nimetini tatmak onu anlamakla mümkün. Anlamadan şükredemezsiniz ki. Anladığınız da zaten bunu anlamanın kendisi bir şükür olur.


3-) İnna ce'alnaHU Kur'ânen 'Arabiyyen lealleküm ta'kılun;

Kesinlikle biz Onu Arapça bir Kur'ân olarak meydana getirdik, tâ ki (anlayıp) aklınızı kullanarak (değerlendiresiniz)! (A.Hulusi)

03 - Hakkâ biz onu Arabî olarak okunacak bir Kur'an kıldık ki akıl irdiresiniz. (Elmalı)


İnna ce'alnaHU Kur'ânen 'Arabiyyen lealleküm ta'kılun zaten biz, bir önceki ayetle irtibatını kurmak için inna ya bu anlamı verelim; Zaten biz onu anlayabilesiniz diye Arapça bir hitap kıldık. Ayetin sonundan da, ta’kılun diye bitiyor ayet, anlayabilesiniz, akledebilesiniz, kafa yorasınız, üzerinde düşünesiniz. Biraz önce yaptığımız tüm tefsirler aslında bir sonraki ayetin içinde varmış. Yani üzerinde düşünesiniz sözcüğünden de anlaşılacağı gibi, Kur’an ın Arapça oluşuna her atıf yapılan ayet, aslında vahyin amacının anlaşılmak olduğuna yapılmış birer atıftır. Çünkü Arapça vahyin ilk muhataplarının dilidir ve Kur’an ın da ifade buyurduğu gibi;

“Biz her peygamberi kendi kavminin lisanı üzere, dili ile gönderdik.” buyuruyor. Bu doğaldır. Yani insanoğlunun konuştuğu dillerden biri ile inmiş olması, gök ehlinin dili ile değil, yer ehlinin dili ile inmiş olması, Kur’an ın maksadının anlaşılmak olduğunu gösterir.

Zaten bununla amaçlanan da şu; Bu kitap anlaşılamaz. Gerek iyi niyetle; Bu kitap o kadar yüksek ki biz bunu anlayamayız şeklinde olsun, gerek kötü niyetle bu kitap anlaşılmayacak bir kitap, karmaşık bir kitap, düzensiz bir kitap (Haşa) şeklinde kötü niyetli yamuk bakışla olsun her iki mazereti de reddeder. Yani Kur’an a yönelik bu kitap anlaşılamaz, iyi niyetle yapılmışta olsa, biz nerde..! bu kitabı anlamak nerde şeklinde ki tüm yaklaşımları bu tip ayetler baştan devre dışı bırakır, reddeder.


4-) Ve inneHU fiy Ümmil Kitabi ledeyNA le 'Aliyyün Hakiym;

Muhakkak ki O, katımızda, Ana BİLGİde (İlmullâh), Alîy'dir, Hakiym'dir. (A.Hulusi)

04 - Ve hakikat o, bizim nezdimizdeki ana kitapta çok yüksek, çok hikmetlidir. (Elmalı)


Ve inneHU fiy Ümmil Kitabi ledeyNA le 'Aliyyün Hakiym şüphe yok ki o katımızda bulunan ana kitapta, ümmül kitab. Katımızda bulunan ana kitapta kayıtlıdır. Elbet pek değerlidir o, pek hikmetlidir, hikmetle doludur.

Bu ayetin sonunda ki ‘Aliyyun Hakiym; Kitabı gönderen Allah’a da gidebilir, kitabın kendisine de gidebilir. Böylesine açık uçlu olmasından yola çıkarak ümmül kitab ın ne olduğuna cevap bulabiliriz. Ümmül kitab; vahyin çıktığı kaynak olan kelamı ilahidir. Yani Allah’ın kelam sıfatıdır. Bizatihi ilmullahtır. Allah’ın ilmidir. Onun için kitabın anası Allah’ın ilmidir. Dolayısıyla Allah’ın vasıfları elbette O’nun ilminin de vasıflarıdır. Allah aliyy dir, pek yücedir, O’nun ilmi de pek yücedir. Allah Hakiymdir, hikmet sahibidir, sonsuz hikmet sahibi.

Belki burada nekira olarak gelmiş olmasından yola çıkarak akıl sır ermeyecek bir hikmet sahibidir manası vermekte mümkindir. Yani Allah’ın ilmi de bu hitabın kendisinden doğduğu Allah’ın ilmi de akıl sır ermez bir hikmete dayanır, hikmetle doludur.


5-) Efenadribü ankümüz Zikre safhan en küntüm kavmen müsrifiyn;

Siz (hakikatinizdeki kuvveleri) israf eden bir topluluksunuz diye, sizi uyarmaktan vaz mı geçelim? (A.Hulusi)

05 - Siz müsrif bir kavim olduğunuz için şimdi sizden o öğüdü bertaraf mı edeceğiz? (Elmalı)


Efenadribü ankümüz Zikre safhan en küntüm kavmen müsrifiyn siz değerleri hoyratça harcayan bir toplumsunuz diye bu uyarıcı vahyi sizden geri mi çekelim.

Müşrik muhataplara ve tüm inkarcı muhataplara hitap bu. Siz müsrif bir toplumsunuz, kendi hayatınızı bozuk para gibi harcayan, daha doğrusu değerleri, eline geçirdiği her değeri kötü bir biçimde kullanan, harcayan, değerini bilmeyen bir toplumsunuz diye biz indirdiğimiz vahyi geri mi çekelim.

Batılın şirretliği hakkın yerinin ona bırakılmasının mazereti olamaz. Yani batıl çok şirret diye, çok saldırgan diye Hakk yerini ona bırakıp geri mi çekilsin. Hakka düşen direnmek değil mi, yerinde sebat göstermek değil mi. İşte biz bunu anlıyoruz. Bu ayetten çıkarılan nükte de bu.

Devam ediyor B sayfasına geçiniz.
154. videoyu toplu olarak BURADA bulabilirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder