18 Haziran 2013 Salı

İslamoğlu Tef. Ders. ŞURA (28 - 32) (153-B)



28-) Ve "HU"velleziy yünezzilül ğayse min ba'di ma kanetu ve yenşuru rahmeteHU ve "HU"vel Veliyyül Hamiyd;

O, onlar (kulları) ümit kestikten sonra yağmuru indiren ve rahmetini yayandır. O, Veliyy'dir, Hamiyd'dir. (A.Hulusi)

28 - Ve lâkin dilediği kadar bir miktar ile indiriyor, şüphesiz ki o kullarına habîrdir basîrdir. (Elmalı)


Ve "HU"velleziy yünezzilül ğayse min ba'di ma kanetu ve yenşuru rahmeteH ve o insanlar tam umutlarını kesmişken, ümitlerini yitirmişken, umutlarından olduktan sonra yağmuru indirir ve rahmetini yaydıkça yayar.

Tükenen umut ve yağmur. Bu ayetlerin indiği dönemde ki dünyayı göz önüne getirin. Bu ayetler inmeden önce bölgede İbrahim’in rabbine iman eden sadece birkaç tane, ki bilinen 3 kişi vardı. Bunlardan biri de Zeyd Bin Amr Bin Nüfeyl. Peygamberimizin arkasından rahmet okuduğu bir zat, cennetle müjdelediği bir zat. Ama peygamberlik gelmeden hayli önce vefat etmiş bir zat. Hz. Ömer’in amcası olurdu. Hz. Ömer’in babası onu taşlaya taşlaya çöle sürdü, çölde yalnız başına İbrahim’in rabbine sadece O’na iman ettiği ve ibadet ettiği için ölüme mahkum edildi.

O artık yer yüzünün çivisinin çıktığını düşünüyordu. Artık yer yüzünden hayır gelmeyeceğini, toprağın altının toprağın üstünden hayırlı olduğunu düşünüyordu. Zeyd Bin Amr Bin Nüfeyl. O Resulallah’ın gelişini görmeden giden, hasret giden tek başına yiğit adam. Fakat karanlığın en koyu anı, sabaha en yakın andır. İşte o öyle düşünüyordu ama bilemedi, tahmin edemedi göremedi ki, çok değil kısa bir zaman sonra yer yüzünü aydınlatacak güneş hemen burnunun ucundan, kendini kovan Mekke den çıkacaktı.

Tıpkı bunun gibi, Kur’an ın neresinde yağmur geçerse vahye bir imalı göndermedir. Vahyi temsil eder, simgeler. Bu da öyle, tüm umutlar tükenince Allah gökten yağmurunu indiriverdi. Vahyi indirdi ve çöle dönmüş yürekleri göle döndürdü.


Zeyd şöyle anlatır ;

- Yahudilik ve Hıristiyanlığı inceledim. Onları kabul etmedim. Çünkü ikisinde de içimi rahatlatacak bir şey bulamadım. Orada burada İbrahim'in dinini aramaya başladım. Nihayet Şam diyarına geçtim. Bana kitap dan bilgisi olan bir rahipten söz edildi. Ona gidip durumu anlattım. O şöyle konuştu:
- Ey Mekke'li! Senin, İbrahim'in dinini aradığını zannediyorum,
-  Evet, onu arıyorum. dedim. Konuşmasına şöyle devam etti.
- Sen bugün mevcut olmayan bir dini arıyorsun. Fakat sen memleketine git. Allah senin kavminden İbrahim'in dinini yenileyecek kimseyi gönderecektir. Eğer yetişirsen, ondan ayrılma.]

Kul ya 'ıbadiyelleziyne esrefu alâ enfüsihim lâ taknetu min rahmetillâh. (Zümer/53) ey kendilerini harcayan, hayatlarını israf eden varlıklarını bozuk para gibi tüketen kullarım. Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. innAllâhe yağfiruzzünube cemiy'a hiç kuşkunuz olmasın ki Allah günahların tamamını bağışlayabilir. inneHU "HU"vel ĞafûrurRahıym. (Zümer/53) Çünkü O çok bağışlayan merhamet kaynağıdır.

ve "HU"vel Veliyyül Hamiyd zira O’dur insanların gerçek velisi. Hamd sadece O’na mahsustur.

Hamd ona mahsustur diyor, öyle bitiyor ayet. Elhamdülillahi rabbil alemiyn. Hergün en az 17 kez deriz ya, bunu okumazsak namazımız olmaz ya, Namazı namaz kılan hamddir ya, fatihadır ya, Fatihayı fatiha kılanda hamddir ya. Aslında Fatihanın tamamı bir hamddir ya ve hayatın tamamı bir şükürdür ya. Onun için

Elhamdülillâhi ‘alâ külli hâl, sivel küfri ved dalâl. küfür ve dalalet dışında, sapıklık dışında başıma gelebilecek her hale hamd olsun demek mü’minin şiarıdır ya. İşte bunun için.

Allah insanın hasmı değil dostudur. Her iradeyi ve tasarrufu insanın yararına kullanır. Ne dilerse Allah insan için iyiyi diler. Bu manada insan bilemeyebilir. Allah’ın kendisinin lehine dilediğini fark etmeyebilir. Bunu bilmesi için bir tek duruşa sahip olması lazım. Klas duruşa, esas duruşa. O duruşun adına vahiy İslam diyor, teslimiyet. Kayıtsız şartsız teslim olan, Allah’ın kendisi için dilediğini, kendisi de kendisi için dilemeye başlar ve iki irade kenetlenir. Küllü irade ile cüz’i irade arasında fark kalmaz. İşte bu insanın geçmişten üzüntü, gelecekten kaygı duymasının önüne geçer ve artık özgürlük ve güvenlik sorununu temelden halletmiştir.


29-) Ve min âyâtiHİ halkus Semâvati vel Ardı ve ma besse fiyhima min dabbetin ve HUve alâ cem'ıhim izâ yeşau Kadiyr;

Semâları ve arzı ve ikisi arasındakileri DABBEden (biyolojik bedenler) çoğaltıp yaydıklarını yaratması O'nun işaretlerindendir... "HÛ" dilediğinde, onları birleştirmeye Kaadir'dir. (A.Hulusi)

29 - Ve öyledir ki o, ümidi kesmişlerken feyiz indirir ve rahmetini neşreder, o öyle veli öyle hamîdir. (Elmalı)


Ve min âyâtiHİ halkus Semâvati vel Ardı ve ma besse fiyhima min dabbeh gökleri ve yeri yaratması, bunlarda yaşayan bütün canlıları üretmesi O’nun ayetlerinden, delillerinden, belgelerindendir.

Dabbeh, ayette geçen. İnsan için kullanılır Kur’an da. Ki Enfal/22 de kullanılışı budur. Mücahid, büyük müfessir, ilk otoritelerimizden Mücahid; Göklerde de canlılar var hükmüne varıyor bu ayetten yola çıkarak. Yani insanoğlu dışında, bu kainatta iradeli başka varlıklar da var diyebiliyoruz. Yani bunların iradeli olduğunu söyleyebilir miyiz? Canlı olabilir de iradeli olmayabilir mi. Hayır bendeniz ayetin sonundan, hemen bire sonraki cümleden bunların iradeli olması gereğini, gerektiğini çıkarıyorum.

ve HUve alâ cem'ıhim izâ yeşau Kadiyr ve O dilediği zaman onları kendi katında toplama gücüne de sahiptir. İşte bu ibare. Kendi katında hesap sormak için toplar. İradesiz varlıklar, ahirete sahip olmayan varlıklardır. Hayvanlar gibi, böcekler gibi, kuşlar gibi. Onların hayatı bu hayatla sınırlıdır. Çünkü iradeleri yoktur. Allah’ın huzurunda toplanacak varlıklar, seçme yeteneğine sahip varlıklardır. İyiyi ya da kötüyü. Güzeli ya da çirkini, hakkı ya da batılı, imanı ya da küfrü.

Onun için bu kainatta başka canlıların da var olduğunu ifade eden bir üstteki cümle aslında bizim dışımızda iradeli varlıkların, yani görünmeyen varlıkların, ki cin kavramının içine bu da girer. Sadece mahiyeti itibarıyla görünmeyen değil, gözümüzün önünde olsa da görünmeyen değil, bizim görmediğimiz varlıkları da kapsar. Onun için cinin görmediğimiz varlık türlerinin de olduğunu düşünebiliriz.


{[ Atlanan ayet; 30-) Ve ma esabeküm min musıybetin feBima kesebet eydiyküm ve ya'fu 'an kesiyr;

Size ne belâ isâbet etmişse, elleriniz ile yaptıklarınızın sonucudur! (Allâh) birçoğunu da affediyor. (A.Hulusi)

30 - O Göklerin ve Yerin yaradılışı ve onlarda ürettiği her dabbenin üretilişi de onun âyâtındandır ve o dileyeceği zaman onları toplamağa da kadirdir. (Elmalı)



 Ayette geçen “musibet” sözcüğünü dünya ve ahiretteki musibetlerin tümü olarak anlamak mümkündür. Ağrılar, acılar, hastalıklar, kıtlıklar, boğulmalar, yıldırım çarpması, kısaca hoşa gitmeyen her şey dünyadaki musibetlerdendir. Bu musibetlerin insana amellerinin tam karşılığı olarak verilmiş cezalar olduğu düşünülmemelidir. Bunlar uyarı amaçlı olarak tattırılmış nahoş durumlardır.

Ayetteki “kendi ellerinizle kazandıklarınız yüzünden” ifadesi, her musibetin işlenen kötü bir davranışa karşılık tattırılmış bir ceza olduğu şeklinde değerlendirilebileceği gibi, insan edimlerinin fiziksel, biyolojik ve toplumsal yasaları harekete geçirdiği; insana acı veren olayların arkasında da yine bu yasaları harekete geçiren insan edimlerinin olduğu şeklinde de değerlendirilebilir. Çünkü Rabbimiz bizi fiziksel, biyolojik ve toplumsal yasalarla çevrelediği bir dünyada yaşatmaktadır. Bu yasalar, kendilerini harekete geçiren insan edimlerine anında veya belirli bir süre içinde cevap verecek şekilde düzenlenmiştir.

Mesela hastalık denen musibet, ille de kula verilmiş bir ceza olarak değil, kulun biyolojik yasaları harekete geçiren kusurlu yaşam tarzının bir sonucu olarak da değerlendirilebilir. Böyle değerlendirildiği takdirde, Rabbimizin insanları musibetlerle sınaması, insanların Rabbimiz tarafından bu musibet türlerini üreten fiziksel, biyolojik ve toplumsal yasalarla çevrelenmiş olduğu anlamına gelir. Çünkü insana acı veren musibet nitelikli olay ve olgular Allah’ın yaratışındaki kusurlar değildir.

Allah dileseydi bütün bu acı veren musibetlerin gerçekleşmeyeceği bir evrensel düzen de kurabilirdi. Bu nedenle, “Allah’ın sınaması” olgusunu, O’nun insanı musibetlerle denemeye elverişli bir dünyada yaşatması olarak da anlayabiliriz. Dolayısıyla, insan bir iş yapar, bu işin karşılığında da evrensel etki-tepki yasası yürürlüğe girer. Buna şöyle bir örnek verilebilir: Bir toplum, kendi içindeki yoksulları koruyup gözetmezse, buna tepki olarak toplumsal yasalar tetiklenir, insanlar arasında kıskançlık, gerginlik, huzursuzluk başlar. Fuhuş, hırsızlık, derbederlik gibi olaylar yaygınlaşarak toplumu tehdit eden bir musibete dönüşür. Böylece bir toplum, kendi elleriyle işlediği bir kusurun karşılığını bir ölçüde tatmış olur. (Hakkı Yılmaz)]}


31-) Ve ma entüm Bi mu'ciziyne fiyl Ard* ve ma leküm min dûnillâhi min Veliyyin ve lâ Nasıyr;

Siz, arzda (Allâh'ı) âciz bırakamazsınız! Sizin Allâh'tan başka ne bir velîniz ve ne de bir yardımcınız yoktur. (A.Hulusi)

31 - Başınıza ne musibet geldi ise kendi ellerinizin kazancı iledir, halbuki bir çoğundan af ediyor. (Elmalı)


Ve ma entüm Bi mu'ciziyne fiyl Ard siz daha onu yer yüzünde atlatmaktan acizsiniz. Ey insanlar, ey onu atlatmayı düşünenler, ey nasıl olsa  bu dünyada gemimi yürüttüğüm gibi, bir ahiret varsa eğer orada da yürütürüm. Yani bu dünya da ne mahkemelere girdim, hepsini hallettim. Ya birinde dayı buldum, ya delilleri kararttım, ya efendim hakimi gördüm, cebini doldurdum, avukat tuttum, olmadı hakim tuttum diyorsanız, siz daha bu dünyada bile Allah’ı atlatmaktan acizsiniz;

ve ma leküm min dûnillâhi min Veliyyin ve lâ Nasıyr ahirette ise Allah dışında ne candan bir dost, ne işe yarar bir yardımcı bulacaksınız. Yani asla bulamayacaksınız.


32-) Ve min âyâtiHİl cevari fiyl bahri kel a'lam;

Denizde dağlar gibi akıp gidenler de (gemiler) O'nun işaretlerindendir. (A.Hulusi)

32 - Hem siz Arzda âciz bırakacak değilsiniz ve size Allah dan başka kurtaracak ne bir hâmî ne de bir yardımcı yoktur. (Elmalı)


Ve min âyâtiHİl cevari fiyl bahri kel a'lam yine denizde süzülüp giden dağlar gibi gemiler de onun delillerindendir. Biraz önce yine O’nun delillerinden, belgelerinden olan göklerin ve yerin yaratılışını söylemişti. Kozmik ayetler. Şimdi daha yakına getirdi görüntüyü ve denizde dağlar gibi süzülüp giden gemiler onun ayetlerindendir.

Nasıl ayetlerindendir? Bir kez O’nun ayeti demek, kainat O’nun kitabıdır. Varlık içinde gördüğünüz her şey ayettir. Siz de bir okuyucusunuz. Yani siz varlık sınıfında okuyan ebedi bir talebesiniz. Ömrünüzde bir öğrenciliktir, talebeliktir. Onun için baktığınız her şeyi Allah’ın ayeti olarak görün ve okuyun. Denize bakarken de böyle okuyun. Nasıl kainat kitabını okumaya çağırıyor tabii. Eşyanın yasaları insana hayatı kolaylaştıracak şekilde konulmuş.

Buradan yola çıkarak ne düşünmeniz gerekiyor? Suya kaldırma gücü konulmuş. Eğer su kaldırma gücüne sahip olmasaydı. Yani su fiziği kaldırma gücüne sahip olmasaydı suda giden hiçbir şey gitmezdi, yüzmezdi. Allah’ın suya koyduğu bu yasadan yola çıkarak suyu siz ulaşım vasıtası için kullanıyorsunuz.

Peki buradan yola çıkarak şunu düşünmüyor musunuz? Allah suya bile yasa koymuşsa bana koymaz mı? Su gibi bir esere yasa koyarda benim gibi bir şahesere yasa koymaz mı. Allah suyu bile boş bırakmamış, ya benim gibi bir şaheseri, baş yapıtı boş bırakır mı? Buradan yola çıkarak neden bu sonuca varmıyorsunuz ve tabii bu sonuca varırsanız yasanın sahibine hamd edersiniz.


Devam ediyor C sayfasına geçiniz.
153. videoyu toplu olarak BURADA bulabilirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder