28 Mayıs 2012 Pazartesi

İslamoğlu Tef. Ders. TÂHÂ (001-003)(98-A )











El Hamdu Lillahi Rabbil'Alemiyn Vesselatü Vesselâmü alâ Resulüna Muhammedin ve alâ alihi ve ashabihi ecmaiyn.

Rabbişrah liy sadriy;

Ve yessirliy emriy;

Vahlül ukdeten min lisaniy;

Yefkahu kavliy; (Taha 25-26-27-28)


Rabbim, göğsüme genişlik ver, kolaylaştır işimi. Düğümü Çöz dilimden ki, anlayalar beni, amin. Rabbim, Kur’an ı bize aç, bizi Kur’an a aç. Rabbim, Kur’an ı metruk bırakanlar arasına katma. Rabbim kendisine tenezzül buyurduğun insanoğlunun sana bigane kalması insanın yapabileceği en büyük ahmaklıktır. Bizi böyle bir ahmaklıktan koru. Rabbim vahyin neş’esini gönlümüze hissettir, ruhumuza giydir, vahyi hayatımıza dönüştür. Vahiyle düşünen vahiyle duyan vahiyle yürüyen vahiyle yaşayan, vahiyle huzuruna ulaşan bir insan kıl. Rabbim vahye ihanet sana ihanettir. Vahyin hainlerinden kılma.

Bu duaların ardından değerli Kur’an dostları hep birlikte Kur’an ülkesinin yepyeni bir sitesinin, şehrinin kapılarından daha giriyoruz. Bu site Tâhâ suresi. Hakikaten Allah’ın insanla konuşması demeye gelen vahyin ne muhteşem bir gök sofrası olduğunu ruhunda hisseden bir insan karşılaştığı her sure ile yeni, yepyeni bir dünya ile karşılaşıyormuş heyecanı içerisinde karşılaşır. Bu heyecanı duyar, yaşar, hisseder. Umarım siz de benim gibi Kur’an ın eşiğine bastığımız bu yepyeni sitesine girmenin heyecanını yaşıyorsunuzdur.

Acaba ne söyleyecek Kur’an bu okuyuşta bize. Acaba Kur’an bize hangi anlamıyla nazil olacak. Acaba Kur’an bize hangi ebedi hakikatleri fısıldayacak. Acaba Kur’an bu eczanesinden hangi ilaçlarla hangi yaralarımızı onaracak. Sosyal, siyasal, bireysel, toplumsal, düşünsel, duygusal, hülasa her açıdan hangi yaralarımıza merhem olacak. Bütün bunlar meraka değmez mi sizce. İşte o merakla yepyeni bir Kur’an sitesine daha giriyoruz.

Tâhâ suresi adını 1. ayetinden alır. Tercih ettiğimiz anlamı; Ey insan demektir. Yani sen. Ey bu vahyin muhatabı olan insan. Ey insan suresidir yani. İlk muhatabı vahyin kendisine indiği Hz. Muhammed AS. ve diğer tüm muhataplarına seslenir bu nida. Ey insan, öncelikle Resulallah. Sanırım Resulallah’a seslenmek için bundan daha güzel bir unvan bulunamaz. Ey insan..!

Hani anlatırlar 12. havarisi arasında ihanet eden havari Yahuda, efendisi Hz. İsa’yı, yol göstericisi, mürşidi, peygamberi Hz. İsa’yı 3 kuruşa Romalılara ve Yahudi din bilginlerine satınca onlar; Biz tanıyamayabiliriz. Demişler Roma askerleri, sen bize göster. O hain adam tüm hainliğine rağmen parmağını uzatıp şöyle der. Ekke, homo. İşte insan. Tabii o Aramca demiştir. İşte insan.

Her peygamber insanlığın ufkudur. Ufukların ufku da Hz. Muhammed AS. dır. Onlara verilecek en güzel paye en güzel unvan en güzel isim İnsandır. Her biri insanlığın bire ufkudur çünkü. Bu sure de işte ey İnsan diye başlar.

Surenin iniş zamanını, diğer bir çok sureden daha kolay tespit etmemize yarayacak bir olayla karşı karşıyayız. İslam tarihinde gerçekten de kendi çapında bir dönüm noktası sayılan, nübüvvet tarihi içerisinde bir vurgu olan bu olay Hz. Ömer’in Müslüman olmasıdır. Onun için surenin inin zamanını çok kolay tespit edebiliyoruz. 5 ya da en geç 5. yıllar. Yani peygamberliğin 5. ya da 6. yılları. Çünkü bu sure Hz. Ömer’in imanına vesile olmuştur. Hz. Ömer’in mürşidi olmuştur. Hz. Ömer’in hidayetine bu sure sebep olmuştur.

Olay kısaca şöyle. Necaşi’de aradığını bulamayan Mekke müşrikleri tüm yalvarıp yakarmalarına ve tüm oyunlarına rağmen elleri boş dönerler. Habeşistan a göç etmiş olan Müslümanları Necaşi’den alamazlar. Eli boş dönmenin verdiği hırçınlıkla Mekke de baskıyı ve zulmü daha bir ağırlaştırırlar. Artık yepyeni bir aşamaya girmiştir. Mekke putperestlerinin İslam’a karşı verdiği savaş. Kendileri için büyük bir tehdit olduğunu ve ortadan kaldırılmasının şart olduğunu düşünmeye başlamışlardır Resulallah’ın.

İşte bu şart ve bu ahval içinde Ömer, Ebu Cehil’in yeğeni olan Ömer bu düşüncelerle dolu olan putperest reislerinden biridir. O da “Mekke’nin eski güzel günlerine geri dönmesini, o bütünlüğün yeniden sağlanmasını, bugün dünyayı haraca kesenlerin içini doldurduğu anlamda istikrarın yeniden sağlanmasını istemektedir. Zulmün devam etmesi statikonun sürmesine bağlıdır çünkü. Onun için zalimler istikrar isterler. Zulümde istikrar.

Ömer 26 – 27 yaşlarındadır. Hiddetlidir, çok kararlı biridir. Yiğittir. Oldukça dürüsttür. Sözünün eridir. Güvenilir biridir. Onun içinde etrafında sevilir. Hatta onun bu nitelikleri dolayısıyla sevgili efendimiz AS. daha önce şöyle bir dua etmiştir. “Ya rab iki Ömer’den birini” İki Ömer’den biri Ebu Cehil künyeli Amr. Bin Hişam diğeri ise Ömer İbn ül Hattab dır. Yani bildiğimiz Ömer. Resulallah bu ikisinden birini talep etmektedir. Çünkü cinstir bunların hamurları. Çünkü davalarına sadıktırlar. Kaypak ve dönek değildirler. Bir davaları vardır. Eğer inanırlarsa adam gibi inanırlar. Onu bilmektedir.

Bu çerçevede Resulallah’ın insan okuyuşunu ele veren şu ünlü haber, neden iki Ömer’den biri diye yalvardığını bize daha iyi anlatır. Ennesü meadin. İnsanların madeni vardır, insanlar madenlere benzerler Hıyarun fiyl cehliyye fe hıyaruhüm fiyl İslam. Onların cahiliye de iyi olanı, kaliteli olanı, nitelikli olanı, kalifiye olanı İslam’da da nitelikli, kalifiye ve kaliteli olur. Bu bir insan okumasıdır. Peygamberin insan okuması.

İşte bu çerçevede iki Ömer’den birini diye dua ettiği bu Ömer Mekke’yi eski istikrarına kavuşturmak için ondan kurtarmayı göze alır ve kendi kendine onu öldüreceğim der. Bir kararla, bir hışımla, bir hınçla evinden çıkar. Ateş gibidir. Onu gören ondaki bu öfkeyi hemen sezmektedir. Onca tek yol, tek kurtuluş o dediği Hz. Peygamberin öldürülmesidir.

Yolda kabilesinden Nuaym Bin Abdullah’a rastlar. Nuaym Bin Abdullah’ta bir çok benzeri gibi gizli Müslümanlardan biridir. Ömer onunda Müslüman olduğunu bilmemektedir. Nuaym; “Hayrola ya Ömer.” Der. ondaki bu hırçınlığı görür ve içine bir kor düşer. Bu öykü, bu hikaye aynı zamanda Kur’an ın nasıl adam yonttuğunu, nasıl inşa ettiğini, nasıl bir tasavvur inşa ettiğinin harika bir örneğidir.

Nuaym’a bakınız, Kur’an ın elinde inşa ettiği insanları ne hale getirdiğine bakınız. “Onu öldüreceğim” der. damdan düşer gibi Ömer, hiç lafını sakınmadan, saklamadan. Nuaym’ın tahmini tutmuştur. İçinde ki ateş aleve dönüşür. Sevgilisi Resulallah’a ne yapıp yapıp bu haberi yetiştirmeli, ama bu arada zaman kazanmalıdır. Ömer’i oyalamaya çalışır der ki; “Sen de ölebilirsin, onun da adamları var. Yani canına bir zarar gelmesini istemem” der. Ömer; “Bunun hiç önemi yok.” Bu kararlılıktadır.

Nuyam bir tedbir düşünmektedir, ne yapabilir. Resulallah’a haber verecek kadar bir zamanı nasıl kazanabilir. O anda aklına canı gibi sevdiği ve kendisi gibi imanını saklayan kardeşlerini ele vermek gelir. O kardeşleri Ömer’in öz kız kardeşi Fatıma binti Hattab ve kocası Said’dir. O anda der ki; “Sen Muhammed’den önce gitte kendi ehlinle uğraş. Onlar Müslüman oldular.

“Ne?” der, “ciddi misin?” O “Evet, kız kardeşin ve enişten Müslüman oldu. Ömer aynı hiddetle onlara yönelir. Nuaym rahatlamıştır. Tabii bir taraftan gönlünün bir kısmında acı çekmektedir ama öbür taraftan Resulallah’a haber verecek zaman kazandığı için rahatlamıştır. Ama bir yandan da canı gibi sevdiği mümin kardeşlerini ele verdiği için üzülmüştür. Tabii Resulallah’a haberi gönderir.

Bu arada Ömer aynı hışımla kız kardeşinin evine yürür. Eve yaklaştığında evden gelen ses fark edilmektedir. Bu ses Kur’an sesidir. İşte bu Kur’an evde okunan Kur’an dan bu ayetler şu anda önümüzde bulunan Tâhâ suresinin ayetleridir.

Ömer karmaşık duygular içinde eve girer. Girer, ama Ömer’in geldiğini kapıyı vurduğunu görür görmez evdekiler ellerindekini saklayıverirler. Yatağın, yorganın altına sokuşturuverirler. Ömer içeri girince; “neydi o okuduğunuz, neydi o gelen sesler” der. Tabii onlar saklamak isterler. Eniştesiyle ağız münakaşasına girişir. Kendisine; Kendilerine müdahale edemeyeceğini söyleyen eniştesi Said’e tekme tokat girişir. Kız kardeşi Fatıma kocasına yapılan bu hakarete dayanamayıp Ömer’le arasına girer. Tabii Tokatlardan Fatıma’da payını alır. Ağzı burnu kan içindedir.

Ömer Bir müddet sonra kardeşinin yüzünde ki kanları görünce pişmanlık belirtileri gösterir. Öfkesi yerini üzüntüye, kedere terk eder. Bu kez daha bir munis sesle; “neydi o okuduğunuz, görebilir miyim” der. Fatıma zaten çoktan “Evet Müslüman olduk, biz putlara tapmaktan, Allah dışındaki varlıklara kulluk etmekten kurtulduk. Var mı bir diyeceğin.”demiştir. Artık orada bitmiştir. Orada ip kopmuştur, orada her şey tersine dönmüştür. “Var mı bi diyeceğin? Ben Allah’a kul oldum. Elinden geleni yap.” dedikten sonra gerisi kalmıyor.

Ömer getirilen Kur’an pasajını, yani bu surenin ayetlerini okumaya başlar. Okudukça içinde ki karmaşa daha bir artmakta, tarifi, tanımı mümkün olmayan o karma karışık duygular bütün benliğini sarmaktadır. Ve tabii yavaş yavaş karanlıktan ışığa doğru bir dönüş, yüreğinin karanlık dehlizlerinde vahyin ışığı belirmeye başlar. Yüzü aydınlanır, gözü aydınlanır. Okudukça Kur’an ın o anlık etkisi, o şimşek gibi etkisi, vahyin o yıldırım gibi olan etkisi Ömer’i sarıverir. Ömer; “Beni Resulallah’a götürün.” der. Sonuç budur.

Tabii onu Resulallah’a Erkam’ın evinde gizlenmekte olan, gizli davetini sürdürmekte olan, Erkam’ın evini insan atölyesi olarak kullanan Resulallah’â götürürler. Ömer’in geleceğini zaten haber almışlardır. Resulallah içerden;

- Bırakın gelsin. Der.

Ömer girer, iman etmeye geldim der ve Allah’a teslim olur. Ömer’in mürşidi işte bu suredir.

Bu olay Kur’an ın muhatabını nasıl inşa edeceğine mükemmel bir delildir. Fatıma, eniştesi Said ve kavminden olan Nuaym bin Abdullah. Bu insanları kim terbiye etmişti. Kim yetiştirmişti. Böylesine kısa anda, böylesine fedakarca düşünebilen, Resulallah’ı böylesine canı gibi koruyan bu insanlar kim yetiştirmişti sanıyorsunuz. İşte o Kur’an dı.

Tâhâ suresinin konusu Hz. Peygamberin tasavvurunu inşadır öncelikle. Hz. Musa örneği ile inşa eder bu sure Resulallah’ın tasavvurunu. Hem Firavuna karşı, hem İsrail oğullarına karşı Hz. Musa’nın verdiği o destani mücadeleyi işler. A’raf suresinde ki gibi, ama çok daha ayrıntılı bir biçimde. Kasas suresinde ki gibi, ama orada olmayan ayrıntıları da taşıyarak Hz. Musa’nın merkezinde olduğu bu müthiş mücadeleyi Resulallah’a bir örnek olay olarak anlatır.

Aslında söylemek istediği şudur; Bu çektiğin sıkıntı, peygamberliğin kaderidir. Yalnız sen değilsin. Musa iki cephede birden mücadele verdi. Bir içerde bir dışarıda. Dışarıda Firavuna karşı mücadele verirken, içeride imanlarında yamukluk yapan, iman ettikten sonra dönüp dönüp imandan çıkan ve ihanet üstüne ihanet eden İsrail oğullarına karşıda bir iman mücadelesi verdi.

Bak Musa’ya imanda direnişin örneğini gör. İşte böyle bir inşa. Ama aynı zamanda İlk muhatabı olan putperest Mekke toplumuna da; “Firavunlaşmayın” uyarısıydı. Firavunun izini takip edecekseniz, akıbetiniz de onun akıbeti olur uyarısıydı. Yine müminlere de bir uyarı vardı bu surede; ”Sizde eğer İsrail oğullarının peygamberleri Hz. Musa’ya yaptıkları gibi yaparsanız peygamberinize, Yahudileşirsiniz. Dikkat edin mesajıydı. Üç inşa birden gerçekleştiriliyordu bu surede. Müşrikler; Firavunla, Müminler; İsrail oğullarıyla uyarılıyordu.

Şimdi bu girişten sonra surenin kapılarını açabiliriz.




1-) Tâ Hâ;

Ey İNSAN (Âdem'e talim edilen Esmâ'nın tamamı ve ruh olarak üflenen diye benzetme yollu anlatılan Muhammedî salt şuur - orijin BEN)!(A.Hulusi)

001 - Ta Ha.(Elmalı)


Tâ Hâ Ey insan. Bu tercihimiz; İbn. Abbas, Mücahid, İkrime, Said bin Cübeyr, Hasan Basri ve daha bir çok ilk tefsir otoritelerinin tercihidir. Taberi’de açıkça bu tercihte bulunuyor ve kendi tespitini aktarıyor. Âk kabilesi lehçesinde Tâhâ’nın el an ey insan anlamında kullanıldığını Taberi’de tespit ettiğini tefsirinde dile getiriyor. Fakat bunun karşısında bir görüşte, ki Basra dil okulu bu görüşü destekliyor; Tâhâ nın, Kur’an da ki bazı surelerin başında yer alan Huruf u Mukadda cinsinden olduğun kailler. Yani Heca harfleri, kesik kesik olan harfler cümlesinden olduğu görüşündeler. Ki bizim tercihimiz surenin hem içeriğine uygun, hem de ilk otoritelerin görüşüne. Başta da söylediğimiz gibi; peygambere hiçbir hitap biçimi bu kadar yakışmaz. “Ey insan..!” o kadar.


2-) Ma enzelna aleykel Kurâne liteşka;

Biz Kurân'ı sana, mutsuz olman için inzâl etmedik. (A.Hulusi)

002 - Kur'an ı sana bedbaht olasın diye indirmedik. (Elmalı)


Ma enzelna aleykel Kurâne liteşka Biz bu ilahi hitabı sana mutsuz olasın diye indirmedik.

İkisini birden okuyayım; Tâ Hâ, Ma enzelna aleykel Kurâne liteşka Ey insan, biz bu ilahi hitabı sana mutsuz olasın diye indirmedik.

Dostlar, tefsirini yüreğinizde yapınız lütfen. Sizsiniz ey insan. Hepinize sesleniyor.

Şöyle de okuyabilirsiniz; Ey insan biz bu Kur’an ı sana mutlu olman için indirdik. Yani Kur’an ı niçin indirdin ey rabbim, vahyin iniş amacını bana söyler misin diye bir soru sorduğunuzu düşünün. İşte vahyin iniş amacını veren bir cümle; “Senin mutluluğun için indirdim ey insan..!”

Ya rabbi, neden benim mutluluğum; “Çünkü senin ihtiyacın var, benim değil.”

Ya rabbi neden mutluluğumun kapısı sen olasın? “Ey insan çünkü Allah’tan bağımsız bir mutluluk olmaz.”

İnsanoğlunun söyleyebileceği en pespaye yalanlardan biri; Allah’tan bağımsız mutluluk iddiasıdır. Çünkü mutluluğun kaynağı Allah’tır. Allah’sız mutluluk olur mu? Anlamsız hayat olur mu? Vahyin amacı bu. Sen mutlu olasın diye indirdik.


3-) İlla tezkireten limen yahşâ;

Sadece, haşyete (Allâh azametini hissetmeye) açık şuura (hakikatini) hatırlatmadır (inzâl olan bilgi)! (A.Hulusi)

003 - Ancak saygısı olana tezkir için. (Elmalı)


İlla tezkireten limen yahşâ Yalnızca sakınan kimselere bir uyarı olsun için indirdik.

Tüm tanrılık taslayıp bencilce insanı ve insanlığı kötülüğe sürükleyen, yani Allah’tan sakınmayan, Allah’tan utanmayan Allah ile ilişkisini keserek bir hayat yaşayacağını düşünenler için değil. Onlar mutlu olmayı hak etmiyorlar. Onlar ebedi saadeti hak etmiyorlar. Mutluluğun bedeli olmalı ey insan. Nedir bu bedel? İşte bu ayette o bedel. Sakınmak. limen yahşâ sakınan kimseler için.

Korkmak manasına da çevirebiliriz, fakat Kur’an da iki kelime ile gelir korku. Burada ki gibi haşyet, bir de havf kelimesi ile. Fakat bu ikisi arasında çok derin bir fark var. O fark şu; Buradakinin anlamı, korkulanın büyüklüğünden dolayı korku duymak. Havf ise, korkanın küçüklüğünden dolayı korkmak. Bakınız buradaki korku yılandan korkmaya, aslandan korkmaya, depremden korkmaya, yangından korkmaya benzemez. İnsandan korkmaya, polisten korkmaya benzemez. Zalimden korkmaya benzemez.

Peki nedir bu? Bu; O kadar büyük ki muhatabınız, o kadar büyük ki, onun büyüklüğü karşısında titriyorsunuz. Haşyete kapılıyorsunuz. Onun büyüklüğü sizi cezp ediyor. O kadar seviyor sizi ki, onu sevgisini yıpratmaktan korkuyorsunuz. O kadar muhtaçsınız ki, o kadar ihtiyacınız var ki, her şeyinizi ona borçlusunuz ki acaba kırar mıyım diye korkuyorsunuz. Çünkü kırarsanız onun yerini dolduracak alternatif yok. İşte haşyet bu tür bir korku.

Devam ediyor B sayfasına geçiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder