19 Nisan 2012 Perşembe

İslamoğlu Tef. Ders. İSRA (096-101)(92-D)




C sayfasından devam


96-) Kul kefa Billâhi şehiyden beyniy ve beyneküm* inneHU kâne Bi ıbadiHİ Habiyran Basıyra;

De ki: "Benimle sizin aranızda şahit olarak, Esmâ'sıyla hakikatim olan Allâh yeterlidir! Muhakkak ki O, kullarıyla Habiyr'dir, Basıyr'dir." (A.Hulusi)

096 - De ki: Allah sizinle benim aramda şahit yeter, her halde o, kullarına habîr basîr bulunuyor. (Elmalı)


Kul kefa Billâhi şehiyden beyniy ve beyneküm De ki benimle sizin aranızda bütün bu olan bitenlere tanık olarak Allah yeter. inneHU kâne Bi ıbadiHİ Habiyran Basıyra çünkü o kullarının her halini bizzat görerek ayrıntısı ile haberdar olandır.

Peygamber sancısı, evet, peygamber sancısı. De ki diye başlıyor ayet. Benimle sizin aranızda şahit olarak Allah yeter. Başka şahide gerek yok. Allah yeter tabii ki. Hatırlayın dostlar ne diyordu ihtiyar nebi son veda haccı olan haccında? Artık rabbine yürüme hazırlığı yapan nebi, bunun sinyallerini aldığında göz yaşları içinde Kâbe de, Arafat’ta, Müzdelife de, Mina’da ardı ardına verdiği yedi hutbede, veda hutbeleri dediğimiz o hutbelerin her birinde sözünü bitiriyor ve cemaate dönüp diyordu ki;

- Ya eyyühen nâs, elâ hel bellağt?

Ey insanlar vazifemi yaptım mı, görevimi yerine getirdim mi, tebliğ ettim mi?

Karşısında ki o insan seli hep bir ağızdan cevap veriyordu;

- Eşhedü enneke bellağte ve nesahte ve eddeyt..!

Şahadet ediyoruz ki sen bize tebliğ ettin, nasihat ettin bize görevini yaptın, vahyi ilettin, Allah’ın emrini yerine getirdin..!

Gözlerini yukarı doğru kaldırıyor, yaş süzülen gözlerle sevgili nebi;

- Rabbena feşhed, Allahümme feşhed. Diyordu.

Ya rabbi, şahit ol..!

Biz 20. yy. da ki şahitler olarak onun dünyayı terk edişinden 1400 yıl sonra gelen şahitler olarak şahadet ediyoruz ki Allah’ım o görevini yaptı. Umarım bizde ona karşı ve sana karşı görenini yapanlardan oluruz. Umarım biz de onun kadar açık bir alınla Ya rabbi görevimizi yaptık sen şahit ol diyebiliriz. Böyle bir liyakat kazanırız inşallah.


97-) Ve men yehdillâhu fehüvel mühted* ve men yudlil felen tecide lehüm evliyâe min dûniHİ ve nahşüruhüm yevmel kıyameti alâ vucuhihim 'umyen ve bükmen ve summa* me'vahüm cehennem* küllema habet zidnahüm se'ıyra;

Allâh, kimi hakikate yönlendirirse, işte odur hakikati bulan! Kimi de saptırırsa, artık onlar için O'nun dûnunda velîler bulamazsın! Kıyamet sürecinde onları körler (Hakikati görmeyen); lâl olmuşlar (Hakikati dillendirmeyenler); ve sağırlar (Hakikati algılamayanlar) olarak yüzleri üzere haşr ederiz! Onların barınağı Cehennem'dir! Alevi söndükçe, onlara ateşlerini artırırız! (A.Hulusi)

097 - Ve her kime Allah hidayet ederse o doğru yolu tutar, her kimi de dalâlette bırakırsa artık onlar için onun berisinden velîler bulamazsın ve biz onları Kıyamet günü kör, dilsiz, sağır oldukları halde yüzleri üstü haşr ederiz, varacakları yer Cehennem, her dindikçe onlara bir saîr artırırız. (Elmalı)


Ve men yehdillâhu fehüvel mühted nitekim Allah’ın yol gösterdiği kim ise işte odur doğru yola ulaşan. Tabii Allah’ın hidayet ettiği kimdir, Allah kimi hidayete eriştirir? Zaten bu kitap onu açıklıyor, bu ayetler onu açıklıyor. Durduk yere, sebepsiz yere değil, hidayeti talep edene hidayet eder. Doğru yolu arayana doğru yolu gösterir. Onun için Kur’an açıkça söyler innallâhe lâ yehdîl kavmel fâsikîyn (Münafikun/6) Allah fasık bir toplumu doğru yola eriştirmez, doğru yola iletmez der açıkça mesela. Onun için zalim bir kavmi, zalim bir toplumu doğru yola iletmez der bir başka ayette. Yani, kimi iletip kimi iletmeyeceğini açıkça ifade buyurmuş.

ve men yudlil felen tecide lehüm evliyâe min dûniH kimide sapıklığa terk etmişse artık böylelerini ona karşı savunacak hiçbir kimse bulamazsın, dost bulamazsın. ve nahşüruhüm yevmel kıyameti alâ vucuhihim 'umyen ve bükmen ve suma ve biz kıyamet günü onları maskesi düşmüş olan yüzleri yerde, hakikati görmez, işitmez ve söylemez birileri olarak toplayacağız.

Evet biraz, önce değindiğimiz o şey, o gerçek. Adeta 72. ayette de buyrulduğu gibi dünyada kalbini, aklını hakikate kapatanların bu hali organik bir yansımayla ahirete intikal edecek. Burada söylenen gerçekten bunu anlıyoruz. Yani dünyada iç durumu insanın Allah’a ve hakikate karşı aldığı durum, kalbi vaziyet, ahirette organik bir hale dönüşecek. Dünyada vahye sağırsa, ukbada kör ve sağır olarak huzura çıkacak diyor ayet.

me'vahüm cehennem* küllema habet zidnahüm se'ıyra varış yerleri ne zaman yatışır gibi olsa, kavurucu alevini tekrar kışkırtacağımız cehennem olacaktır.


98-) Zâlike cezaühüm Bi ennehüm keferu Bi âyâtina ve kalu eizâ künna ızamen ve rufaten einna lemeb'usune halkan cediyda;

İşte bu onların yaptıklarının sonucudur! Çünkü onlar kendilerindeki işaretlerimizi, hakikat bilgisini inkâr edenlerdi ve: "Biz kemik yığını ve toz toprak olduğumuzda mı, gerçekten yepyeni bir yaradılış ile bâ'solunacaklarız?" dediler. (A.Hulusi)

 098 - O onların cezalarıdır, çünkü onlar âyetlerimize küfrettiler de: ya biz bir yığın kemik olduğumuz ve ufalanıp tozduğumuz vakit mı, biz mi cidden yeni bir hilkatle ba's olunacağız? Dediler. (Elmalı)


Zâlike cezaühüm Bi ennehüm keferu Bi âyâtina bu, onların bizim ayetlerimizi inkarda ısrar etmelerinin ve kalu eizâ künna ızamen ve rufaten einna lemeb'usune halkan cediyda bu onların bizim ayetlerimizi inkarda ısrar etmelerinin ve tabii buna ilaveten; Ne yani şimdi biz kemiğe, toza toprağa karıştıktan sonra yepyeni bir yaratılışla tekrar mı diriltileceğiz  demelerinin bir karşılığı olacak.

Tüm problem, tüm problemin anahtarı bu ayette veriliyor; Ahirete inanmamak. Adalete ve eylemlerinin sorumluluğunu üstlenmemek, adalete inanmamak.

Bu nereden kaynaklanır? Eylemlerinin sorumluluğundan kaçma tavrından. Çünkü ahiret hesap demektir. Hesaptan kim kaçar? Eylemlerinin sorumluluğunu üstlenemeyenler kaçar. Sorumsuzca bir hayat yaşayanlar mahkeme isterler mi? Hesabını veremeyeceği bir hayatı yaşayanlardır ahirete imanda tereddüt edenler. İşte problemde oradan kaynaklanır.


99-) Evelem yerav ennAllâhelleziy halekas Semavati vel Arda kadirun alâ en yahluka mislehüm ve ce'ale lehüm ecelen lâ raybe fiyh* feebez zalimune illâ küfura;

Görmediler mi ki, semâları ve arzı yaratmış olan Allâh, kendilerinin BENZERİNİ de yaratmaya Kaadir'dir! Onlar için, kendisinde şüphe olmayan bir ömür takdir etmiştir. Zâlimler sadece hakikati örtücü olarak yaklaştılar. (A.Hulusi)

099 - Gökleri ve Yeri yaratmış olan Allahın kendilerinin mislini yaratmağa kadir olduğunu görmediler de mi? Kendileri için de bir ecel tayin etmiş onda hiç şüphe yok? Fakat zalimlerin gâvurluktan başkasına baktıkları yok. (Elmalı)


Evelem yerav ennAllâhelleziy halekas Semavati vel Ard görmezler mi ki gökleri ve yeri yaratan Allah kadirun alâ en yahluka mislehüm onları kendi suretleri üzere yeniden yaratacak güce sahiptir. Ya da şöyle de çevirebiliriz, tercüme edebiliriz; Onların benzerini yaratacak güce. Bizim tercihimiz bir önceki ayetin anlamı ile bütünlük arz eder. Alternatif bir anlamda var; Ki bu alternatif anlamı biraz önce verdim onların benzerini yaratacak güce.

Burada; Kur’an da; in yeşe' yüzhibküm ve ye'ti Bi halkın cediyd (İbrahim/19) eğer isterse sizi siler süpürür temizler yerinize yepyeni bir varlık getirir. Ayeti kerimesi ki İbrahim suresinin 19. ayeti. Veya bir başka ayet ..ve ye'ti Bi ahariyn (Nisa/133) sizi götürür yerinize Tevbe 39 da olduğu gibi (hayır Nisa/133) yepyeni birilerini getirir gibi kökten yenilemeye dayanır alternatif anlam. Ama benim tercih ettiğim anlam insanın kendi suretinin yeniden yaratılması ahirette. Ki o burada ki bağlama da daha uygun bir çeviri.

ve ce'ale lehüm ecelen lâ raybe fiyh yine onlar için bir gün sona ereceğinde kuşku bulunmayan sınırlı bir süre takdir etmiştir. Ecel, her şeyin sonu. Burada insanlığın sonu olan kıyamete bir atıf olsa gerektir. Çünkü ayetlerin bağlamı kıyamete, hesap gününe bir atıftır. feebez zalimune illâ küfura fakat şu da var ki zalimler nankörlükten başka her iyi şeyden yüz çevirirler.

İfadeye bakın nankörlükten başka her güzellikten yüz çevirirler diyor rabbimiz. Tabii zalim demek için birine zulmü içselleştirmiş ve ahlak haline getirmiş olması lazım. Zulüm onun adı olmuş olması lazım.


100-) Kul lev entüm temlikune hazaine rahmeti Rabbiy izen leemsektüm haşyetel infak* ve kânel İnsanu katura;

De ki: "Eğer Rabbimin rahmet hazinelerine siz mâlik olsaydınız, harcanır - biter korkusu ile cimrilik ederdiniz"... İnsan çok cimridir! (A.Hulusi)

100 - De ki: rabbimin rahmeti hazînelerine siz malik olsa idiniz o vakit elden çıkarmak korkusuyla imsâk ederdiniz, insan bir de cimri olmuştur. (Elmalı)


Kul lev entüm temlikune hazaine rahmeti Rabbiy izen leemsektüm haşyetel infak De ki; eğer benim rabbimin rahmet hazinelerine siz sahip olsaydınız o zaman harcayıp tükenir korkusuyla kesinlikle sıkı sıkıya sarılır kimseye koklatmazdınız. Ama rabbim böyle yapmaz. Nasıl ayaklaşıyorsunuz, rabbimin size olan cömertliğine bakın, sizin rabbime yaptığınız bu ihaneti size biri yapsaydı; siz rabbimin size verdiğinin milyarda birini verir miydiniz. Bunu dahi düşünmezsiniz. Bu kadarcık dahi aklınızı kullanmazsınız. Allah’a yaptığınız nankörlük karşısında Allah’ın size açtığı krediye bakınız, sonsuzca krediye bakınız. Siz bir başkasına bu nankörlüğü yapsaydı bunun milyarda birini açar mıydınız dercesine uyarıyor.

ve kânel İnsanu katura Zira insanoğlu oldum olası pek hasistir. Allah’ın mutlak bağımsızlığı dile getirilirken insanın dünyaya mala eşyaya bağımlılığı ve acziyeti ne kadar güzel bir üslupla, ne kadar ikna edici bir üslupla dile getiriliyor görüyorsunuz.


101-) Ve lekad ateyna Musa tis'a âyâtin beyyinatin fes'el beniy israiyle iz caehüm fe kale lehu fir'avnu inniy leezunnüke ya Musa meshura;

Andolsun ki biz, Musa'ya apaçık dokuz mucize verdik... İsrailoğullarına sor, (Musa) onlara geldiğinde, Firavun Ona demişti ki: "Muhakkak ki ben, senin büyücü olduğunu zannediyorum, yâ Musa!" (A.Hulusi)

101 - Celâlim hakkı için Musâ’ya açık açık dokuz âyet verdik, sor Benî İsraîl’e, onlara geldiği vakit Firavun ona dedi ki: her halde ben seni ya Musâ! Bir büyüye tutulmuş zannediyorum. (Elmalı)


Ve lekad ateyna Musa tis'a âyâtin beyyinat Kur’an yeni bir pasaja girdi sure yeni bir konuya fakat tabii yukarıdaki ayetlerle bağlantısı devam eden bir konu. Ve doğrusu Biz Musa’ya risaletinin apaçık kanıtları olan 9 mucizevi işaret verdik.

Bu ayetler ne olabilir. Mucizevi işaret âyâtin beyyinat. Apaçık mucizevi işaretler diye çevirdiğimiz. Kalıp bu. âyâtin beyyinat. Bu ayetler vahiy olamaz. Çünkü bir sonraki ayet ve Neml suresinin 12. ayeti bu verilen apaçık mucizevi işaretlerle Hz.  Musa’nın Firavuna gitmesinin emredildiğini söyler. Oysa ki Hz. Musa’ya verilen vahiyler daha sonra verilmiştir bir. Verilen vahyin sadece firavuna verilmediğini, aksine asıl İsrail oğullarına verildiğini biliyoruz iki. Onun için bunlar vahiy dışı mucizevi işaretler, vahyi destekleyen, Hz. Musa’nın risaletini destekleyen dış belgeler olmalı. Zaten Kur’an da âyâtı beyyinat kalıbı nerede kullanılıyorsa, orada mutlaka mucizevi bir belgeye işaret vardır. Peygamberin risaleti destekleyen, mucizevi bir belgeye atıf vardır.

[(Ek bilgi; Elini de koynuna sok... Sağlıklı, bembeyaz çıkar... Bunlar, Firavun ve onun toplumuna (onlarla irsâl olunduğun) dokuz âyet içindedir! Muhakkak ki onlar inançları bozuk bir topluluk oldular. (Neml/12) (A.Hulusi)]

Mesela bunlar A’raf/133. ayetinde sayılan 5 mucizevi afete bir işaret olabilir. Bu 9 un beşi orada.

[Ek bilgi: “Biz de onların üzerine tafsilâtlı işaretler olarak tufan, çekirge, haşerat, kurbağalar ve kan yağdırdık! (Yine de) büyüklendiler ve suçlu bir topluluk oldular.” (A’raf/133)(A.Hulusi)]

Müfessirlerimiz bu beşe; beyaz el, asayı Musa, Hz. Musa’nın mucizevi asası ve daha bazı mucizeleri de ekleyerek 9 rakamına ulaşırlar. Fakat burada ki 9 rakamının çok çeşitliden kinaye olması da muhtemeldir. Yani çok çeşitli mucizevi işaretler verdik. Çeşit çeşit mucizevi belgeler verdik anlamına kinaye olması da mümkündür.

Risaletin apaçık kanıtları diye çevirmemin sebebi Beyyine kelimesinden dolayıdır ki Beyyine; görülen bir kanıt. Müşahede edilen bir delil anlamına gelir. Ha. İsa’ya da bakara/87 de âyâtı beyyinat verildiği ifade buyrulur ki Ona verilen, onun risaletini destekleyen mucizeler de yine vahiy dışından hastaları iyi etme gibi sayılan Kur’an da o mezkur ayette sayılan mucizelerdir.

[Ek bilgi; “Celâlim hakkı için Musa'ya o kitabı verdik, arkasından birtakım peygamberler de gönderdik, hele Meryem oğlu İsa'ya apaçık mucizeler verdik, onu Rûhu'l-Kudüs ile de destekledik. Size nefislerinizin hoşlanmayacağı bir emirle gelen her peygambere kafa mı tutacaksınız? Kibrinize dokunduğu için onların bir kısmına yalan diyecek, bir kısmını da öldürecek misiniz?(Bakara/87) (Elmalı)]

Ve ilginçtir âyâtı Beyyinata karşı inkarcı muhatapların tavrı sihirdir demek olmuştur. Ve son peygamber de vahyin zirvesi olan Kur’an vahyinde Resulallah’a verilen âyâtı beyyinat vahiy dışından değil vahiy içinden olmuştur. Vahyin kendisi mucize olmuştur. Onun için de vahyin inkarcı muhatapları sihir demişlerdir vahye.

fes'el beniy israiyle iz caehüm fe kale lehu fir'avnu inniy leezunnüke ya Musa meshura İşte geldi. Ne diyorlar bakınız. İstersen sor İsrail oğullarına Musa onlara geldiğinde Firavun ona; gerçek şu ki ben senin büyülenmiş biri olduğunu düşünüyorum demişti.

Evet, âyâtı Beyyinata karşı inkarcı muhatapların tavrı hep bu. Yani ikna olmuyorlar. Mucizevi belgeleri görmekle iman etmiyorlar. Çünkü onların derdi o değil. O zaman da sihir diyorlar. Görüyorsunuz hakikati görmek istemeyen bir göze hiç kimse gösteremiyor. Çünkü Allah’ın yasası bu. Allah öncelikle hakikate aklın açılması gerektiğini. Bunu yasa olarak koymuş. İnsan Allah’ın verdiği aklı doğru kullanmadığı sürece ne kadar harikuladelik, ne kadar olağanüstülük gösterirseniz gösterin ikna olmuyor. Çünkü kafasını kullanmıyor. Aklını kullanmayanı Allah pisliğe mahkum edeceğini buyurmuyor muydu Kur’an da. Aklını kullanmayanları pisliğe mahkum ederler diyordu unutmayın Kur’an. Onun için Allah adeta aklını kullanmamanın cezasını, onların yürek gözünü, kalp gözünü kör ederek veriyor.


Devam ediyor E sayfasına geçiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder