9 Nisan 2012 Pazartesi

İslamoğlu Tef. Ders. İSRA (053-056)(91-A)








Sevgili Kur’an dostları bugünkü dersimize İsra suresinin 53. ayeti ile devam ediyoruz. Hatırlayacak olursanız geçen dersimizde işlediğimiz ayetler ahirete imandan söz ediyorlardı. Yani insanın dünyevileşmesinin Allah ile ilişkisini koparmasının, zulmetmesinin. Kendisi ile ilişkisini koparmasının, kendisi ile barışık olmamasının, kavgalı olmasının. Tabii ki tabiatla, çevresi ile, diğer insanlar ile ve mahlukatın yaratıcısı Allah ile barışık olmamasının temelinde yatan en büyük sebep olarak ahirete imansızlığı göstermişti.

Yeniden diriliş ve hesap gününün hatırlatılmasının ardından işte bir ayet geliyor, diyalog çağrısı. Ki bu kadar geniş bir perspektif insanın ezeli mazisi ve ebedi istikbalini de içine alan bu kadar geniş bir perspektif ancak Allah’a layıktır ve ancak bir vahiyde görebiliriz biz bunu. İşte o perspektifin merkezinde yine Allah’ın insana olan rahmetini görüyoruz ve yeniden diriliş ayetlerinin ardından bir diyalog çağrısı ile devam ediyor Kur’an.




53-) Ve kul li ıbadiy yekulülletiy hiye ahsen* inneş şeytane yenzeğu beynehüm* inneş şeytane kâne lil'İnsani adüvven mubiyna;

Kullarıma de ki; en güzeli ne ise onu söylesinler! Muhakkak ki şeytan (nefs = bilinç = bedensellik kabulü vehmi) aralarına fit sokar... Muhakkak ki şeytan, insan için apaçık bir düşmandır! (A.Hulusi)

053 - Kullarıma söyle ki: en güzel olan kelimeyi söylesinler çünkü Şeytan aralarını gıcıklar, çünkü Şeytan insana açık bir düşman bulunuyor. (Elmalı)


Ve kul li ıbadiy yekulülletiy hiye Ahsen imdi, söyle kullarıma birbirlerine karşı sözü en güzel biçimde söylesinler. Ya da, söyle kullarıma birbirleri arasında ki diyalog yolunu açık tutsunlar. Ya da söyle kullarıma birbirleri ile güzel bir diyaloga girsinler. İşte rabbimizin Peygamberine; kullarıma benden ilet diye emrettiği emir, diyalog çağrısı. Yani, sözün gücüne inansınlar. Bana inanıyorsanız sözün gücüne inanın. Söz güçlü olmasaydı Allah konuşur muydu. Vahiy varsa sözün gücü var demektir.

Onun için aslında bu ayet, bu ibare Allah’ın has kullarına sözün gücüne inanma çağrısıdır. Ve tabii söyle kullarıma birbirleri ile iyi bir diyalog geliştirsinler dediği karşı taraf kim? Hiç kuşkusuz ki inanmayanlar. Ayetin bağlamı zaten bunu veriyor.

Zümer/8. ayet ne diyordu?(hayır, 18)

Elleziyne yestemi'unel kavle feyettebi'une ahsene.. (Zümer/18) Onlar ki, yani sözün gücüne inanan, buna inandığı için, Allah’ın sözüne inanan müminler, sözün tamamını dinlerler, en güzeline uyarlar. Ama, sözü dinlerler, tamamını dinlerler. yestemi'unel kavl oradaki el takısı, sözün tamamına delalet eder. Tamamını dinlerler, ama seçerler. Çünkü müminin aklı seçen akıldır, mümeyyiz akıldır. En güzeline uyarlar.

İşte Kur’an ın bu prensibini hayatında bir melekeye dönüştüren sevgili efendimiz o yüce insan sözün tamamını dinlediği için, sözünü dinlediği münkirler ve putperestler tarafından ne diye isimlendirilmişti biliyor musunuz? Uzûn , kulak. Kulak diye isimlendirilmişti. Tevbe suresi/61. ayetinden öğreniyoruz bunu. Yani kulak diyecek kadar, kulak lakabını düşmanları verecek kadar söz dinleyen, söze önem veren, karşısındakinin sözüne değer veren biri.Çünkü Allah böyle istedi. Dinle, ondan sonra. önce dinle ondan sonra vuracaksan vur. Ama öce dinle. İşte ilahi vahiylerin özü Kur’an vahyinde böyle tecessüm etti.

 inneş şeytane yenzeğu beynehüm Neden diyalog geliştirsinler? Çünkü şeytan aralarını açmak ister. Görüyor musunuz, şeytanı aradan çekmenin formülü olarak diyalog yolunu açık tutmak öngörülüyor. Demek ki şeytan daha çok sözün aradan çekildiği durumlarda girer. İnsanların aralarını acar. Yani söze güvensizliğin olduğu yerde şeytan girer.

Özellikle müminler kendi aralarında bu kurala riayet etmeleri gerekmiyor mu. Kur’an imandan mahrum kitlelerle dahi diyalogu emrederken, ya müminlerin birbirleri arasında kopukluğu, söze güvenmemesi, birbirleri ile sözlü diyaloga girememesi, birbirlerine kendilerini ifade etmemesi, bizzat muhatabının ağzından kendisini öğrenmemek, tanımamak, dinlememek. Affedilebilir bir cürüm mü bu. O zaman şeytan girer diyor. Şeytanın girmesini istemiyorsanız bizzat, yüz yüze, göz göze, öz öze . Ama söz söze olun, olun ki şeytan girmesin.

inneş şeytane kâne lil'İnsani adüvven mubiyna gerçek şu ki şeytan sadece müminlere düşman değil, dikkat buyurun; Lil’insan, insan soyuna düşman. İnsan soyunun apaçık düşmanıdır. Burada ki el insan lam’ı tarif, cins içindir. Tüm insan cinsini kapsar. Yani insan soyuna Ademoğluna düşmandır şeytan. Onun için şeytanın askeri olmayın. Düşmanınıza fırsat vermek istiyorsanız sözün yolunu tıkayın. Eğer söz kanallarını açık tutarsanız şeytan, size olan ezeli düşmanlığını sizin üzerinizde uygulayamaz, zarar veremez.

Ne diyordu Ankebut/46 da Kur’an ehli kitabı kastederek. Onlarla güzel tartış diyordu. Demek ki sadece burada değil, Kur’an ın diğer birçok yerinde sizin gibi inanmayan, inancınızın aynı olmadığı diğer inanç mensupları ile iyi bir diyalog kurmak emrediliyor. Neden? Çünkü sizin korkacak hiçbir şeyiniz yok. Kendine güveni olmayanlar diyalogdan kaçarlar.Söyleyecek sözü olmayanlar sözden korkarlar.

Bir mümin sözden neden korksun çünkü o sözün şahını kendi elinde bulunduruyor. Çünkü o sözlerin sultanı olan vahye iman etmiş. Çünkü o kendisini hakikate nispet etmiş. Kendisini yalana nispet edenler korksun sizden. Siz korkmayın. Sizin iletecek çok şeyiniz var. Sizin ulaştıracak çok şeyiniz var. Çünkü güçlü olan söz sizde. Kavlül hak sizde, hak söz sizde. Hakkın sözü sizde. Onun için siz değil muhataplarınız tedirgin olsun.


54-) Rabbüküm a'lemü Biküm* in yeşe' yerhamküm ev inyeşe' yuazzibküm* ve ma erselnake aleyhim vekiyla;

Rabbiniz, hakikatiniz olarak sizi çok iyi bilir! Dilerse size rahmet eder veya dilerse size azap eder! Biz seni, onlara vekîl olarak irsâl etmedik. (A.Hulusi)

054 - Rabbiniz sizi daha çok bilir, dilerse size merhamet buyurur, dilerse size azâb eder, seni de üzerlerine vekîl göndermedik. (Elmalı)


Rabbüküm a'lemü Biküm rabbiniz kim ve ne olduğunuzu çok iyi bilmektedir. Kendinizi Allah’a ispat için din adına saldırganlık yapmayın, taşkınlık yapmayın, bu anlaşılıyor. Çünkü rabbiniz sizin ispatınızı istemiyor, O sizi biliyor, çok iyi biliyor kimin ne olduğunu. Yani onun için vitrinlik işlere soyunup ta saldırganlık yapmayın. Rabbiniz kimin ne olduğunu çok iyi biliyor. Ona ispat edecekseniz yüreğiniz yetiyor zaten. Onun için vitrine yatırım yapmayın. Yatırımınızı kişiliğinize, kimliğinize yapın.

in yeşe' yerhamküm ev inyeşe' yuazzibküm dilerse size rahmetiyle muamele eder, dilerse cezalandırır. Yani bunları yine de yapıyorsunuz. İnsanoğluna hitap ediyor unutmayalım. Yani şu anda bu ayetler inananı ve inanmayanı, mümini ve münkiri ile tüm insan soyunu muhatap alıyor. Rabbimizin o engin merhamet denizi onları da kuşatıyor ki onlara da hitap var burada.

Siz sözlerin şahına yan döndünüz, sözlerin sultanına inanmadınız, bu tavrınızla aslında cezayı hak ettiniz. Ama Allah yine de kapısını size kapatmıyor, açık tutuyor. Çünkü Allah kuluna diyalogu önerirken, teklif ederken kendisi kapatır mı. Kendisi kapısını kapatır mı. Onun için haydi siz de Allah ile diyaloga girin. O nedenle Kur’an okumak buyuruyordu efendimiz. Allah ile konuştum demek için yeterlidir. Evet, rabbisiyle kişinin konuşması gibidir. Zaten soranlar cevap alırlar. Sorarsınız Kur’an a, o da size cevap verir. Sormazsanız cevap vermez.

ve ma erselnake aleyhim vekiyla bunun içindir ki biz seni onlara inanç dayatan bir sorumlulukla göndermedik. Burada ki vekiyl sözcüğünü; inanç dayatan bir sorumluluk, yani onların vekaletini üstlenmedin. Göndermedik buyuruyor Kur’an, tehdit etmeyin diyor, teklif edin, dahası temsil edin. Temsil etmiyorsanız tehdidinizin ne değeri olabilir ki. Teklif edin. En güzel teklif temsil etmektir.


55-) Ve Rabbüke a'lemu Bi men fiys Semavati vel Ardı ve lekad faddalna ba'danNebiyyiyne alâ ba'din ve ateyna Davude Zebura;

Rabbiniz, semâlarda ve arzda bulunan varlıklarda olarak, daha iyi bilir... Andolsun ki, biz Nebilerin bazısını bazısına üstün kıldık (özellikleri yönünden)! Davud'a da Zebur (hikmetler ihtiva eden BİLGİ) verdik. (A.Hulusi)

055 - Hem rabbin Göklerde ve Yerde kim varsa hepsine a'lemdir, celâlim hakkı için Peygamberlerin de bazısını bazısına tafdil ettik ve Davûd’a bir Zebûr verdik. (Elmalı)


Ve Rabbüke a'lemu Bi men fiys Semavati vel Ard buy hitabın ardından kevni ayetlere sözü getirdi Kur’an ve diyor ki; Göklerde ve yerde bulunan her varlığı rabbin çok iyi bilmektedir. Yani sizi biliyor, ama sizi bilmekle kalmıyor. Göklerde ve yerde bulunan tüm varlıkları da biliyor.

Bu bir ima içerse gerektir ki gelecekte insanın yüceliğine ve onuruna atıf yapan ayet gelecek ve o ayetin arkasında da bir çoklarından üstün kılındığımız vurgulanacak. Ama her şeyden değil, tüm yaratıklardan değil. Adeta bu ibare göklerde ve yerde b ulunan her varlığı da çok iyi biliyor. Sizin alternatifleriniz varsa onları da biliyor. Ey insan Allah’ın tek alternatifi değilsin gibi bir ima seziyorum ben bundan. Devam edelim;

ve lekad faddalna ba'danNebiyyiyne alâ ba'd dahası, rabbin peygamberlerden her birine diğerinden farklı olarak üstün nitelikler yerleştirmiş vermiştir.

Sanırım bu ibare sevgili efendimizin tasavvurunu inşa eden bir ibare. Muhataplarının tasavvurunu değil, öncelikle peygamberimizin tasavvurunu. Çünkü muhtemelen onun bilincinde ki, zihninde ki bir soruya bir cevaptı bu. Kendisinden, vahyi dışarıdan destekleyen mucizeler isteniyordu. Ki bu surenin ileriki ayetlerinde istenilen tüm mucizeler ardı ardına sıralanacak. Rabbimiz ise bu mucizeleri göndermiyordu. Mucize olarak sadece Kur’an ı göndermişti, vahyi göndermişti. Niçin göndermediğini de açıkça ilan ediyordu 59. ayette. Biraz sonra tefsirini yapacağız.

Dolayısıyla efendimiz daha önce ki peygamberlere risaletlerini destekleyen dışardan bir belge, dışardan bir kanıt vermişken kendisine verilmemesi konusunda bir soru işareti belirmiş olacak ki rabbimiz işte o soruyu işaretine bir cevap.Yani rabbin peygamberlerden her birine diğerinden farklı olarak üstün nitelikler bahşetmiştir. Sana da evrensel bir vahiy vermiştir. Önceki peygamberlere verine mucizeler sadece kendi zamanlarında, sadece o mucizenin muhatapları için geçerli idi. Çünkü sadece görenleri ilgilendiriyordu. Fakat sn peygambere verilen bu mucize öncekilerden farklı olarak ebedi bir mucize idi.Yni peygamber vefat etse dahi geriye kalacak, yaşayacak  bir mucize idi.

Unutmayınız, ayat-ı beyyinat olarak nitelendirilen, önceki peygamberlere verilen mucizeler vahyi desteklemek için gelmişti. Yani onlar parmaktı, gösterdikleri ay ise vahiydi. Onlar zarftı, zarfın içinde ki mektup ise vahiydi. Atfeden mi, atfedilen mi daha üstündür. Elbette işaret edilen daha üstündür. Onun için işaret taşları yola işaret ederler amaç yoldur, amaç taş değildir. Demek ki önceki peygamberlere verilen fiili ve fiziki mucizeler vahye işaret ettiler. Oysa ki efendimize verilen mucize bizzat kendine işaret etti. Vahiy mucize oldu ona. Onun için işte burada hepsine farklı üstünlükler verilmiştir fakat sana çok çok farklı olan evrensel bir mucize verilmiştir denilmek istense gerektir.

ve ateyna Davude Zebura nitekim Davud’a krallıkla birlikte hikmet yüklü sayfalar verdiğimizi hatırlayın. Yani burada bir örnek veriliyor. Neyin geçici, neyin kalıcı olduğuna dair bir örnek. Davud’un Krallılığından bu ibare söz etmiyor, ben parantez içinde, Davud bir kraldı, devlet başkanıydı. Fakat Davud’un krallığından geriye şimdine kaldı. Peki nesi kaldı geriye? Verdiğimiz hikmet kitabı kaldı. İşte bu söyleniyor.  Geriye kalanın, kalıcı olanın ne olduğuna bak ey resul, ey peygamber. Onun için sana kalıcı olan bir mesaj verdik. Krallık olsa ne yazardı ki. Adeta bir teselli, bir telsiye bu ayetler. Davud’un gök kubbeye saldığı sada hala çınlıyor. Ya Yüce Muhammed’imizin, efendimizin saldığı sada işte önümüzde.


56-) Kulid'ulleziyne zeamtüm min dûniHİ fela yemlikûne keşfeddurri anküm ve lâ tahviyla;

De ki: "O'nun dûnunda varsandıklarınızı çağırın! Ne sizden sıkıntı kaldırmaya güçleri yeter, ne de hâlinizi değiştirebilirler." (A.Hulusi)

056 - De ki: ondan başka zulmettiklerinize çağırın, anlarsınız ki başınızdan sıkıntıyı ne defedebilirler ne de tahvil. (Elmalı)


Kulid'ulleziyne zeamtüm min dûniH de ki; O’nun dışında kendilerine güç vehmettiğiniz kimseleri çağırsanıza haydi. fela yemlikûne keşfeddurri anküm ve lâ tahviyla düş kırıklığı ile göreceksiniz ki sizden hiçbir zararı kaldırmaya ya da onu yararlı bir şeyle değiştirmeye güçleri yetmeyecektir.

Tabii burada vahyi inkar eden muhataplara seslendi ve dedi ki; Haydi Allah’a ait bir takım nitelikleri kendisine yakıştırdığınız kimseleri. Kendisinde tanrısal güç vehmettiğiniz kimseleri yardıma çağırın. Düş kırıklığı ile göreceksiniz ki sizden hiçbir zararı gideremeyecek, ya da onu bir başka şeyle değiştirmeye güçleri yetmeyecek.

Buradaki ilginçtir elleziyne zeamtüm. Elleziyne genellikle canlı ve bilinçli varlıklar için kullanılır. Yani peygamberler, veliyler, alimler, melekler, aziyzler. Sizin kendisine güç vehmettiğiniz, yani size yardım edeceğini düşündüğünüz büyük insanlar. Onu söylüyor burada. Kurtarıcı diye baktığınız büyük insanlar, onlar kendilerine gelecek bir zararı bile defedemezler. Sizden nerede kaldı ki bir zararı defedecekler.

Bu konu üzerinde Kur’an çok çok duruyor. Allah’a ait bir niteliği, bir özelliği Allah’tan başka isterse peygamber olsun, isterse melek olsun birine vermek nedir? Tanrısını tahin hakkını kişinin kendisinde zannetmesidir. Korkunç bir cinayet. Yani siz Allah’ın kulu olduğunuz halde, siz kendi tanrınızı kendiniz yapmaya çalışıyorsunuz zihninizde, tasavvurunuzda, aklınızda. Bu aynı zamanda şudur; Allah’a ait bir vasfı çalmak demektir. Çalmaya kalkışmak, teşebbüs etmek demektir. Hakkınız var mı? Yapabilir misiniz.


Devam ediyor B sayfasına geçiniz.
91. videoyu toplu olarak http://kurantefsir.wordpress.com/2012/04/06/islamoglu-tef-ders-isra-053-08291/  bulabilirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder