Elhamdülillâhi Rabbil Âlemîn,
Vessalâtü vesselâmü ‘alâ Resulina Muhammedin ve ‘ala ‘alihi, ve eshabihi ve
etba’ıhi ecmaiyn.
Rabbeneftah bil hayr, vahtim
bil hayr, Rabbi yessir ve lâ tüassir, Rabbi temmim bil hayr.
Rabbim hayırla başlat, hayırla tamamlat, baştan
sona hayret. Rabbim kolay kıl güç kılma.
Rabbişrah liy
sadriy;
Ve yessirliy
emriy;
Vahlül ukdeten
min lisaniy;
Yefkahu kavliy; (Tâhâ 25-26-27-28)
Rabbim göğsüme genişlik ver kolaylaştır işimi,
düğümü çöz dilimden ki anlasınlar beni.
Rabbi edhılniy
müdhale sıdkın ve ahricniy muhrace sıdkın vec'al liy min ledünke sultanen
nasıyra. (İsra/80)
Rabbim beni girdiğim yere sadakatle girdir,
çıktığım yerden sana, fıtrata, imana, Kur’an a, hakikate sadakatle çıkar ve bu
sadakati tatbik edecek bana bir güç ver katından. Amin, amin, amin..!
Değerli Kur’an dostları sondan bir önceki dersimiz
olan bu derste inşaAllah nasr suresi ile yola koyulacağız ve ondan sonra
arkasından Tebbet suresi, onun arkasından da tevhid, ihlas suresi gelecek.
Nasr suresi elimizde ki mushafta, resmi sıralamada
110. sure. Adını ilk ayetinden alıyor. İzâ câe
nasrullahi velfeth nasrullah; Allah’ın nusreti, Allah’ın yardımı.
Yalnız bu yardım öyle sıradan bir yardım değil. Adı üstünde Allah’ın yardımı.
Onun için nasr sıradan yardımı ifade etmez, garantili yardımı ifade eder,
kazanma garantisi olan yardım. Allah’ın olursa yardım, kazanma garantili yardım
anlamına gelir.
Tirmizi sureyi feth suresi olarak anmış. Allah’u
alem konusuyla irtibatlı olarak bu isim verilmiş olsa gerek. Ama Kur’an da bir
fetih suresi daha var. 48. sure yanlış hatırlamıyorsam. Dolayısıyla ikisinin
arasını ayırmak için bazı otoriteler küçük fetih, büyük fetih diye bir sıfat
kullanmışlar.
İbn. Mes’ud (R.a.) malumunuz sahabenin
fakihlerinden idi ve Kûfe ekolünü Allah resulüne bağlayan zincirin son
halkasıdır. ResulAllah’ın vefatını ima ettiği için bu sureyi bu sahabe tevdi’
suresi yan veda suresi olarak adlandırmış.
Suremiz hiç tereddütsüz Medine de nazil olmuş.
Nüzül tarihinde 3 ayrı görüş var. Yani Medine de nazil olmuş ta Medine nin
hangi döneminde veya hangi yılında nazil olmuş diye sorarsak eğer bu suale 3
cevap bulabiliyoruz kaynaklarda.
1 – Ki bu rivayet İbn. Abbas’tan geliyor, Hayber
dönüşü nazil olduğu yönünde. Hayber malumunuz hicretin 7. yılında yapılmış bir
sefer ve tabii ki Hayber’in fethiyle sonuçlandı. Ama Hayber’in fethiyle alakası
yok aslında. Çünkü gelecekte ki bir fethi müjdeliyor. İzâ câe nasrullahi velfeth Geleceği nereden çıkarıyoruz
burada; câe aslında geçmiş zaman, mazi, geldi. Fakat İzâ zaman zarfı ile mazi
birleştiğinde mazinin zamanını geçmişten geleceğe çevirir. Gelecekte mutlaka
olacağına delalet eder. Onun için İzâ câe nasrullahi
velfeth Allah’ın nusreti ve fethi geleceği zaman, gerçekleşeceği
zaman manasını verebiliriz.
[Ek bilgi; İbn Abbas (r.a) çocuk sayılacak yaşta olmasına rağmen, Hz.
Ömer (r.a) onu istişare meclisine çağırır, ashabın büyükleri bunu tuhaf
bulurlardı. Bir gün mecliste: “Nasr sûresi hakkında ne dersiniz?” diye sordu.
Çeşitli cevaplar verildi. Sonra İbn Abbas’a sordu. “Resûlullahın vazifesinin
tamamlanıp ecelinin yaklaştığı bildiriliyor” dedi. Hz. Ömer cevabını takdir
edip: “Hâla bu gencin toplantımıza katılmasına itiraz eden var mı?”
dedi.(hadis)(wwwherkul.org)]
Dolayısıyla Hayber’in fethinden sonra bir başka
fethi müjdeliyor. O da hiç tereddütsüz Mekke’nin fethi. Ki fetih kelimesi
mücerret olarak, yalın kat anıldığında Mekke nin fethine delalet eder.
2 – 2. rivayet Huneyn dönüşü nazil oldu diyor ki,
bu durumda Huneyn malumunuz Mekke nin fethinden sonra Allah resulünün bir
müddet Mekke de kalıp yola çıktığı sefer, yani Huneyn seferi. Onun için 8.
yılda olmuş oluyor bu rivayeti esas kabul edersek. Yani 1. si 7. yıl, 2.si 8.
yıl. Bu da İbn Abbas’a nispet edilmiş Vahidi naklediyor.
3 – 3. görüşe göre veda haccının içinde nazil oldu.
Veda haccı malumunuz Allah resulünün darü bekaya göçmeden önceki, beka yurduna
göçmeden önceki dönemde, ki, 55 gün sonra Resulallah vefat etti. Onun için
vefatından hemen önceki aylar içerisinde nazil olmuş oluyor ki, zaten bu sure
her halükârda Kur’an ın nüzül sürecinde en sonlarda yer alan surelerden biri.
Buna göre belki son veya sondan 2. sure demek bile lazım.
Fakat bu görüşler içerisinde en tutarlı olanı biraz
önce İzâ câe kalıbının tahlilinden yola çıkarak 1. görüş diyebiliriz. Yani bu
sure Allahu alem Hayber’in fethinden sonra, ama Mekke’nin fethinden önce 7.
yılın sonunda, 8. yılın başında nazil olmuş bir sure olmalı.
Surenin konusu muhteşem. Kısaca özetleyeyim zafer
ahlakından söz ediyor. Evet, biz zaferleri biliyoruz, ahlakı da biliyoruz. Ama
zafer ahlakı. Bu muhteşem. Zaferinde bir ahlakı veya ahlaksızlığı olur mu
diyecekseniz, hem de nasıl. Olmaz mı. Nice zaferler görmüştür ki insanlık
tarihi kirletilmiş zaferlerdir, necasete bulanmış zaferlerdir, bin yenilgiye
bedel zaferlerdir. Yani zafer demeye 40 şahit ister. Zafer ahlak ile
taçlandığında, nusret ve fetih olur. Ahlakla taçlanan zaferlere fetih denir
yoksa işgal denir, yenme denir, galibiyet denir. Ana öylesi bir galibiyet
aslında özü itibarıyla mağlubiyet olur. Onun için suremiz bize zaferin de bir
ahlakı olduğunu söylüyor. Ve mü’mince bir zafer nasıl olur, mü’min nasıl
sevinir, mü’min başarıyı kime atfeder. Evet, başarı Allah’tandır demeyi öğretir
bu sure.
Fetih nedir surenin 2. öğrettiği şey bu, bu sualin
cevabını öğretir fetih nedir. Fetih toprakların işgali değil, fetih ülkelerin
alınması değil, fetih insanların topraklarından sürüp çıkarılması değil, fetih
topraklarınıza milyonlarca m2 veya KM2 daha eklemek değil. Asıl fetih insanın
hayrına olarak İslam’la insan arasındaki engelleri kaldırmak, insanların
yüreklerinin kapılarını sonuna kadar açmak, o kapılardan insanın saadetinin
öbür adı olan İslam’ı geçirmektir. İnsanın ebedi saadete giden yolda imanla
insan arasında ki manileri kaldırmaktır fetih. Her insanın gönlüne varan,
gönlüne açılan bir yol olduğunu bilip o yolun sonunda ki kapıyı tıklatmak ve
açmaktır fetih. Fetih budur.
Aslında özü itibarıyla kelimenin konuluşu
sekülerdir, yani dünyevidir. Kale kapıları kaleler fethedilince açıldığı için
oradan türetilmiştir. Feth; açış, açmak. Fatih; açan. Meftuh; açılmış. Niftah;
anahtar, kapıları açtığı için. Yani yürek fethini müjdeler bu sure. Tıpkı fetih
suresi gibi ikizi ve anası olan ve Hudeybiye barışının hemen arkasından
indirilmiş bulunan, gerçekten fethin ne olduğunu bize öğreten o büyük fetih
suresinin bir cilası, tabir caizse bir özeti gibidir.
Zaten sure gerçek fethin yürek fethi olduğunu bize
açıkça ifade eder. Ve raeytenNâse yedhulûne fiy
diynillâhi efvâcâ insanların Allah’ın dinine fevc fevc kitle halinde
girdiğini gördüğün zaman. Demek ki gerçek fetih yürek fethi imiş, yürek fethi
de insanla imanın buluşmasıymış. Çünkü insanla iman, etle tırnak, tohumla
toprak gibi, ana ile evlat gibi. Bunlar buluştuğu zaman yer sevinir gök
sevinir, alemi melekût sevinir, alemi lâhûd sevinir. Tüm alemler sevinir ve en
çok sevinci de insan yaşar.
Bu fetih, bu müjde öylesine bir müjdeydi ki İzâ câe nasrullahi velfeth Allah’ın nusreti,
yardımı ve zaferi, fethi geleceği zaman müjdesi, gelecek zamana ilişkin bu
müjdenin herhangi bir yılla sınırlandırılması mümkün değil. Bunula Mekke fethi
kastedildi diyemiyoruz. Tamam Mekke ile başlıyor, fakat Mekke ile bitmiyor.
Mekke, ardından Mûte, Bizansla ilk gerçek karşılaşma. Huneyn, Hevazim, daha
sonra Taif. Daha sonra Allah Resulü vefat etmeden evvel asıl büyük fetihler
için 10.000 nüfuslu bir kasaba diyebiliriz.
Bir kasabada başlayan iman hareketinin
ResulAllah’ın o engin, o muhteşem gayreti ve Allah’ın da nusret ve yardımıyla
batı Avrupa toprakları kadar bir toprağın, onun üzerinde yaşayan insanların
gönüllerinin imana akması, fevç fevc gelmeleri. ‘aml vüfud elçiler yılı denilen
9. yılda Allah resulü her hafta 3 – 5 kabileyi kabul ediyordu. Bazen bir günde
3 – 5 kabile geliyordu. Kürem kürem, kitle kitle, fevç fevç geliyorlar, Allah
resulüne iman ediyorlar, bağlılıklarını sunuyorlar, dünün düşmanları bu günün
hayranları olarak geri dönüyorlardı. Dün imanı yok etmek için savaşan bu
kabileler, bugün imanın uğruna varlıklarını koyuyorlardı.
Ve Allah resulü mektup yazıyordu. Bu nasıl bir
ufuktu Allah’ım, kime yazıyordu? Yaşadığı dünyanın iki, süper gücünün reisine,
iki imparatorluğunun imparatorlarına yazıyordu. İran ve Bizans, Roma, doğu Roma
ve Pers imparatorluklarına. Bu nasıl bir ufuktu Allah’ım bu nasıl bir geniş
yüreklilikti, bu nasıl bir imandı aslında. Evet, alemlere rahmet buydu. Rahmeti
alemlere taşımadan alemlere rahmet olunmazdı. Onun için rahmeti alemlere
taşımaktı bu mektuplar.
Kayzer’e yazdı Konstantinopolis’e. Kisra’ya yazdı,
Yemen’e yazdı, Mısır Mukavkısına yazdı. Umman’a yazdı. Evet o günün bilinen,
tanınan erk sahibi her yöneticisine yazdı ve davet etti. Tek isteği buydu. Lâ
ilâhe İllallah deyin kurtulun. Konvansiyonel silahları yoktu, nükleer silahları
yoktu. Yer gök almaz gücü yoktu. Onları zaten güçle korkutmadı, onları Allah
ile uyardı, onları hakikate davet etti. Kendi mutlulukları için yaptı bunu.
Kula kul olmamaya, kendilerine kul etmemeye, hep beraber Allah’a kul olmaya
davet etti.
Bu bir imanın eseriydi, bu Allah’a güvenin
eseriydi, bu inandığı değerler güven eseriydi, bu inandığı değerlerin insanın
kurtuluş reçetesi olduğunu bilmenin ve buna iman etmenin eseriydi ve ResulAllah
veda haccındayken bir rivayette 110, bir rivayette 140.000 kişi bu hacda
bulunmuştu. Araştırmacılar Mekke ve Medine civarında 10.000 sahabe tespit
etmişler. 100.000 i yok, neredeler.
Yüz bini dünyaya dağılmıştı. Aslında
ResulAllah’ın gönderdiği mektubun arkasına giden canlı mektuplardı
bunlar, ResulAllah’ın iki ayaklı mektupları, 100.000 mektup. O mektuplardan,
ResulAllah’ın canlı mektuplarından biri işte burnumuzun dibinde, biz onun komşusu
olarak yaşıyoruz Eba Eyyub El Ensari bunun en büyük şahidiydi. 3.500 km. öteye,
o günün dünyasında 90 yaşında bir insanı başka ne götürebilirdi. O günün
dünyasında böyle uzun bir yolculuğa, böyle uzun bir sefere çıkmak, bu günün
dünyasına kıyaslandığında Mars’a çıkmak kadar zahmetli, yorucu ve tehlikeleri
göze alan bir imandı.
Dolayısıyla işte bu bir iman hamlesiydi ve; İzâ câe nasrullahi velfeth ayetinin müjdesinin
uzantısıydı.Ve orada bitmedi, Hz. Ömer döneminde yer yüzünün en büyük iman
imparatorluğu olmuştu İslam devleti ve aradan 150 yıl geçtiğinde iman
hamlesinin yer yüzünde ki ulaştığı yer artık Fransa, pirene dağlarına. Batıda.
Afrikanın tamamına, Asya da Derbend’e, Kafkasların ta üst kısımlarına, hatta
Sibirya ya ve doğuda Çin’e ve güneyde Okyanus adalarına, Sri lanka ve
diğerlerine kadar ulaşmış, Musa Bin Nusayr atını Afrika kıtasının okyanusla
birleştiği yerden denize sürerek;
Ya rabbi eğer önüme uçsuz bucaksız şu derya
çıkmamış olsaydı adını götürecek bir başka yer olsaydı vallahi oraya da gitmeye
and içmiştim. Diyecekti.
Geçtiği boğaza Cebeli Tarık adını veren Tarık Bin
Ziyad İman hamlesini İspanya içlerine, Portekiz’in büyük bir kısmına ve
Fransa’nı 1/3. e kadar ulaşacak, bir noktaya taşıyacak, ilk adımı atacaktı.
İşte bu iman hamlesi böyle yapmıştı.
Saad Bin Rebiy çağın iki imparatorluğundan biri
olan İran, Sasani İmparatorluğunun sarayına girdiğinde imparatorun şu sorusu
ile karşılaşacaktı.
Ne istiyorsunuz, ne istiyorsanız verelim bırakın
gidin. Bu mübarek sahabe şöyle diyecekti.Biz sizden ne mal istiyoruz, ne para,
ne altın istiyoruz ne gümüş. Biz sizi kula kul olmaktan kurtarıp Allah’a kul
olmaya davet etmek için geldik. İşte yürek fethi buydu. Ve bu sure Nasr suresi
bu fethi müjdeliyordu. Ve bu fethi müjdelerken aslında bir zafer ahlakı
veriyordu. Ben çalıştım ben kazandım dememe ahlakı. Başarı Allah’tan dır deme
ahlakı.
İhtiyar Nebi Mekke nin fethinde vestağfirHU, inneHÛ kâne Tevvâbâ bu surenin bir
emri olarak bir yandan dudaklarından estağfirullah el azım, estağfirullah el
azım, dökülürken dudakları kıpır kıpır, bir yandan da gözlerinden yaş
dökülüyor, başı devesinin boynuna değecek kadar ingin bir mahviyet içinde,
muzaffer ordunun muzaffer komutanı ağlayarak ve istiğfar ederek giriyordu
Mekke’ye. İşte böyle bir zafer ahlakı öğretiyordu.
Rahman, Rahiym Allah adına. Özünde merhametli,
işinde merhametli Allah adına.
1-) İzâ câe
nasrullahi velfeth;
Nasrullah (Allâh nusreti) ve el Feth (mutlak açıklık - şuur bakışı)
geldiğinde, (A.Hulusi)
1 - Gelip de Allahın nusreti ve feth.
(Elmalı)
İzâ câe nasrullahi
velfeth Allah’ın nusreti yardımı, yani geri dönülmez
yardımı, başarı garantili yardımı ve fethi geldiği zaman. Aslında geleceği zaman,
iza zaman zarfı mazi fiille birleştiğinde mazi fiilinin zamanını geleceğe
fiksler. Dolayısıyla geleceği zaman;
[Ek bilgi; Zaferi; bir savaşı kazanmak gibi düşündüğünüz zaman Nasrullah
ifadesi belki yeter. Bu defa fetih kelimesi boşta kalır Dolayısıyla Nasrullah
belki zaferdir ama fetih ise insanların gruplar halinde Allah’ın dinine
girdiğini görmektir. Yani belki nasrullah savaşı kazanmaktır ama fethullah ise
Allah’ın sayesinde, Allah’ın yardımıyla gönülleri kazanmaktır. Nasrullah
dediğimiz muzafferiyetin anlam kazanabilmesi, süreklilik arz edebilmesi, bunun
fetihle desteklenmesi şartına bağlıdır. Mekke’nin fethini anlatıyor. (Mehmet
Okuyan-Okudun mu)]
[Ek bilgi; Nasr yardım, fetih ise sonuçtur. Nitekim yüce Allah “Allah’tan yardım ve yakın bir fethi müjdele” (Saff/13) ayeti ile ifadesini bulmuştur. Sonuçta yüce Allah “Bu gün dininizi tamamladım” (Mâide/3)
buyurarak en büyük yardımın dini tamamlamak olduğunu ifade etmiştir. (M. Ali KAYA)]
2-) Ve raeytenNâse
yedhulûne fiy diynillâhi efvâcâ;
İnsanları öbek öbek Allâh'ın dinine
girer hâlde gördüğünde, (A.Hulusi)
2 - Gördüğün vakit nâsı girerlerken
Allah dînine fevcâ fevc. (Elmalı)
Ve raeytenNâse
yedhulûne fiy diynillâhi efvâcâ ve insanların
Allah’ın dinine fevç fevç, kitle halinde girdiğini gördüğün zaman, yani
göreceğin zaman. Evet, burada duralım son ayete geçmeyelim.
Nasrullah; Aslında bu bir gaybi ihbar. Bu ayetler
gelecekten bir haber verme ihbar kabilinden. Bir mucizedir ancak haber verir,
geleceği Allah bilir. Dolayısıyla Kur’an zaten inişiyle mucizedir, zaten
kaynağıyla mucizedir, zaten bitmez tükenmez manasıyla mucizedir, bir de bu sure
gelecekten haber vermesi itibarıyla ekstra bir mucizedir.
Nasrullah; Allah’ın yardımı. Başarı Allah’tandır
bizde böyledir. Bir güzellik görürüz maşaAllah deriz, bu güzellik Allah’tandır
zımni anlamına gelir. Bir dertle karşılaşırız, azim bir musibetle karşılaşırız,
üzerimize dünyanın belaları, dünyanın musibetleri omuzlarımıza iner, o zaman lâ
havle ve lâ kuvvete İlla Billah deriz. Yani güçte kuvvette Allah’ındır. O
sonsuz gücünden güç verebilir. sonsuz kuvvetinden kuvvet verebilir. Verirse
dünyaların derdi gelse ne yazar ben o güçle çekerim demektir.
Bir işe başlarız Bismillah deriz, ben bu işi
Allah’sız yapamam demek, ya rabbi ben bu işi senin verdiğin güçle yapıyorum
demek, ya rabbi sen onu vermeseydin ben yapamazdım demektir, öyle başlarız.
Yine bir şeyle karşılaşırız, hayret edilecek
şaşılacak bir şeyle sübhanAllah deriz. Ya rabbi yaratan sen olunca şaşılacak
bir şey yok çünkü sen büyüksün, senin işine akıl sır ermez ya rabbi. Öyle
deriz.
Yine bir işe girişiriz, acaba başaracak mıyız,
acaba yapacak mıyız derken Biîznillâh deriz, çünkü Allah’ın izni olursa
başarırız, Allah’ın izni olursa yaparız.
Bir işe niyetleniriz fakat niyetlendiğimiz o işin
olup olamayacağını bilmeyiz, ama işte orada tam Allah yokmuş gibi konuşmaz
İnşaAllah deriz. Öyle deyince Allah işimizin içine dahil olur ve Allah’sız bir
hayat alanı olmadığına tekrar iman etmiş oluruz.
İşte burada da en nasruminAllah; yardım
Allah’tandır, başarı Allah’tandır. Fethun min Allah ve fethun gariyb. Fetihte
Allah’tandır. Bize başarının sırrı öğretiliyor bu ayette.
Fetih İzâ câe nasrullahi
velfeth velfeth tabii fetih diye telafuz ediyoruz da aslı feth.
Mastardır ama burada isim olarak gelmiştir. Aslında kökeni kale kapısının zafer
sırasında açılmasına dayanır demiştim. Daha 6. yılda Fetih suresi ile müjde
gelmişti zaten. 27. ayet bu müjdeyi veriyor. Lekad sadekAllâhu
RasûleHUrrü'ya BilHakk. (Feth/27) evet, Allah elçisinin rü’yasını doğruladı
ve gerçekleştirdi veya gerçekleştireceğini doğruladı BilHakk; tahakkuk edeceğini
doğruladı.
Ve ne oldu sonunda; rüya gerçekleşti. O rüya neydi?
Fetih rüyasıydı, yani şu dünyanın uçsuz bucaksız topraklarına imanın
taşınacağına dair bir rüya. Uyanık görülen bir rüya bu, uykuda görülen bir rüya
değil. Zaten bu rüyanın bir parçası değil miydi dünyanın imparatorlarına mektup
göndermek, davet mektubu. Bu rüyanın bir parçası değil miydi Hendek savaşı
sırasında çıkan kıvılcımda ben bu kıvılcımın içinde kisra’nın saraylarını,
Bizans’ın saraylarını görüyorum. Veyahut ta Allah’ın; Yemenin hazinelerini size
açtığını görüyorum demesi uyanık görülen bir rüya değil miydi. Ama Rü’ya; es
Saliha idi, salih rüyaydı.
Bu nasıl bir rüyaydı? Orada ki kalbi hastalıklardan
biri; Biz daha tuvalete gidemiyoruz, şunun söylediğine bak diye sokranıyordu,
içinden, karnından konuşuyordu. Ama Allah gerçekleştirdi, Allah resulü Allah
yokmuş gibi değil, Allah’ın var olduğunu tüm hücreleriyle işte böyle ispat
ediyordu. Çünkü zafer Allah’tan dı. Allah var, imkansızlık yoktu. Onun için
Allah var, imkansız yok. Allah yokmuş gibi konuşma ey Müslüman. İste, Allah
için Allah’tan iste. Allah’tan Allah için istersen kavuşursun.
İşte Allah resulünün İstanbulun fethin, müjdeleyen
Ahmed Bin Hambel’in Müsnedinde naklettiği o haber; Le
tüftehann'el-konstantîniyyeti fele ni'mel emîru emîruhe, vele ni'mel ceyşü
zâlikel ceyş. (Hadis) mutlaka Konstantiniyye feth olunacaktır, onu fetheden
asker ne güzel asker, onu feth eden komutan ne güzel komutandır demesi de
buydu.
Bu hadisi bazıları zayıf sayar. Müsned e girdiğine
göre Ahmed bin Hambel’in daha hicri 2. yy.da bu söz dillerde geziyor demektir.
bu bir. İkincisi nasıl ki senedi sahih olan her haberin kendisi de sahih
değilse bazen senet açısından cehve tadil açısından, zat açısından zayıf
sayılan hadis usulü alimlerinin zayıf saydığı öyle hadisler var ki, hayat onun
sahihliğini ispat etmiştir. Onun cerh ve tadilini gerçekler yapmıştır. Onun
cerh ve tadilini zaman yapmıştır, onun cerh ve tadilini hayat yapmıştır. İşte
bu hadis onlardan biridir. Hayat bu hadisin cerh ve tadilini yapmış ve altına
sahihin sahihidir. yazmıştır. İşte bugün biz bu dersleri İstanbul’dan
Konstantinopolis olan bir zamanlar ve şimdi İstanbul olan ve rahmetli Fatih’in
vakfiyesinden yapıyoruz. Dolayısıyla işte müjde bu kadar yayılmış ve iman
fethi, gönül fethi, yürek fethi böylesine yankı bulmuş.
Fütuhat mucizesi Kur’an olmadan anlaşılamaz, Kur’an
göz ardı edilerek İslam’ın yer yüzünde gerçekleştirdiği fetih mucizesi asla
anlaşılamaz. Aslında Kur’an bu fetih mucizesinin hem itici gücü olmuştur, hem
ilk emri veren olmuştur hem de fetih mucizesi sürerken bu isimli isimsiz
fatihlerin yüreğinde ki en büyük yakıt olmuştur. Bugün içinde aynı şey
geçerlidir.
[Ek bilgi; Ülkeler zorla alınabilir ama gönüller alınamaz. Onun için
"Nasr" ve "fetih" kelimesi ard arda geliyor.
Bunu en iyi şekliyle İran'ın
fethini sağlayan Sa'd İbn Ebi Vakkas'ın elçisi söylemiştir.
"Buraya topraklarınız
için gelmedik. İpekleriniz için gelmedik, altınlarınız için gelmedik.
Hanımlarınız için de gelmedik. Biz buraya Allah'ın dinini size duyurmak için
geldik. Biz ki, cahiliyet içerisindeydik, pisliğin her çeşidini yapmaktaydık.
Allah (c.c) rahmetinden bize Peygamberini göndermiş. Bizi karanlıklardan
aydınlığa çıkarmış. Sizinde karanlıklardan aydınlığa çıkmanız ve cehennemde
yanmanızı engellemek için buralara kadar geldik." demiştir. İşte fetih bu
yolla olur. (Mahmut Topbaş- Şifa tefsiri)]
Ve raeytenNâse
yedhulûne fiy diynillâhi efvâcâ ve insanlığı,
insanları Allah’ın dinine fevç fevç, kitle halinde girdiğini gördüğün zaman,
göreceğin zaman. Mucize gerçekleşti, nûr inkılabı oldu hem de öyle gerçekleşti
ki kansız bir biçimde.
Konunun otoritelerinden Muhammed Hamidullah Ben-i
Kureyza hadisesini çok özelliğinden dolayı bir tarafa koymak şartıyla tüm 10
yıllık İslami fütuhat hareketi boyunca Allah resulünün 10 yıllık Medine dönemi
boyunca her 40 gününe bir gazve, bir sefer, bir savaş düştüğünü tespit ediyor.
Buna rağmen bütün bu süreçte dosttan ve düşmandan verilen kayıp ki dosttan
verilene kayıp değil kazanç diyoruz, biz burada söz gelimi kayıp diyoruz 200 ü
geçmediğini söylüyor. Yer yüzünde insanlık tarihinde böylesine kansız bir
inkılap daha var mıdır acaba. İşte bu.
Ebu Süfyan İbn. Abbas’a Mekke’nin fethi günü
teftişe çıktığında yakalanıyorlar ve birlikte ordunun geçtiği bir geçidin tepe
noktalarından birine oturtulup seyrettiriyorlar. Ebu Süfyan Mekke’nin reisi,
peygamber’in amcasına soruyor. Abbas (r.a.) Ya ebel fakr ma ‘azame mülkü İbn
ahiyd Kardeşinin oğlunun saltanatı ne kadar da büyümüş diyor. ResulAllah’ın
amcası Hz. Abbas’ın verdiği cevap dillere destandır. Yok ey Ebu Süfyan o mülk
değil, o saltanat değil, o nübüvvettir he hiye nübüvve. Nübüvvettir, işte algı
işte fark.
Ordu geçmektedir, Allah resulü orada yavru yapmış
bir köpek görür 2 asker çağırır ordusundan bu ordunun son neferi buradan
geçinceye kadar bu yavruların başında nöbet bekleyeceksiniz der.
Allah resulü Kâbe’ye girer. Lâ ilâhe illallahu
vahdeh ve nasara abdeh ve hezemel ahzabe vahdeh dudaklarında bu tevhid
vardır. Allah’tan başka ilah yoktur o kuluna nusret ve zafer vermiştir ve
müttefikleri de yer ile yeksan etmiş ve yenmiştir buyurur. Ve Kâbe’nin
avlusunda Mekke’nin kodamanları tir tir titremektedir. Kimisi kıpkırmızı bir
yüzle, kimisi karnından konuşmakta, kimisi içinden küfretmektedir, kimisi de
pişman bir halde beklemekte ama hepsi de korku içindedir, başımıza ne gelecek
ettiklerini bilirler.
Allah resulü Kâbe’nin içini temizledikten ve 2
rekat namaz kıldıktan sonra Kâbe’nin kapısına çıkar ve döner; Ey Mekke’liler
şimdi size ne yapacağımı sanıyorsunuz? Boyunları büküktür, utanç içindedirler,
yaptıklarını bilirler. Alemlere rahmet olanına yer yüzünü dar getirmişlerdir,
onun başına 100 deve ödül koymuşlardı bilmezler mi?
Ente ehun kerimun vebnü ehın
kerimin Sen kerim bir kardeşsin, kerim bir kardeşin kerim
bir oğlusun. Yani affeden cömert, bağışlayan, hoş görülü bir kardeşin oğlusun.
O der ki Allah Resulü; Hz. Yusuf’un kardeşleriyle kavuştuğu anda onlara
söylediği ayeti okur. Bugün size kınama yoktur, bugün sizi kınamayacağım iz Hebu
feentüm tuleka, haydi gidin sizi salıverdim. Buyuracaktır. İşte ancak
bir peygamber yapar bunu.
[Ek bilgi; Din, hayat programıdır, yaşam biçimidir. Din bir toplumun
uymak zorunda olduğu kanunlar manzumesidir. Bu mânâda komünizm de bir dindir,
kapitalizm de bir dindir, sosyalizm ve demokrasi de bir dindir. Bunlar
insanların ortaya attıkları bâtıl dinlerdir ve sistemlerdir. Kâfirun
sûresindeki:
“De ki Ey kâfirler! Sizin
dininiz sizin benim ki de benim olsun!” (Kâfirun/6) Âyeti bunu anlatır. Yine
Yusuf sûresinde:
“Kralın dinine göre
kardeşini alıkoyması Yusuf’a yakışmazdı.” (Yusuf/76)
Âyet-i kerîmesinde anlatılan
kralın dininden maksat da kralın sistemi ve o toplumda yürürlükte bulunan
kralın ceza kanunlarıdır. Zümer sûresindeki:
“Dikkat edin halis din,
katışıksız din Allah’ın dinidir.” (Zümer/3) âyeti de bunu anlatır. Başkalarının
dini de vardır ama onlarınki katışıklı bir dindir.
“Allah katında gerçek din
Allah’ın dinidir.” (A.İmran/19) âyetinde de ifade edildiği gibi hayatın tümüne
karışan din Allah’ın dinidir. (Ali Küçük_ Besâiru-l Kur’an)]
3-) Fesebbıh BiHamdi
Rabbike vestağfirHU, inneHÛ kâne Tevvâbâ;
Rabbinin Hamdi olarak tespih et ve
O'ndan mağfiret dile! Muhakkak ki O, Tevvab'dır. (A.Hulusi)
3 - Artık tesbîh et Rabbine hamdiyle
ve mağfiretini dile, muhakkak ki o bir tevvab bulunuyor. (Elmalı)
Fesebbıh BiHamdi
Rabbik işte o zaman rabbinin adını hamd ile tespih et.
Adını yok burada Fesebbıh BiHamdi Rabbik
rabbini hamd ile an. Tesbih ve hamd; nefiy ve ispattır. Tenzih ve teşbih bir
aradadır, yani dengedir. Vird dir bu. Allah resulü onun için bunu vird edinmiş
ve ömür boyu da bu virdini devam ettirmiştir. Sübhanallahi ve bihamdihi
estağfirullahi ve etubu ileyh. Allah resulünün virdidir bu. Ömrünün sonunda bu
virdi vefatına kadar sürdürmüştür.
Evet, Allah’ın şanı yücedir, şanı yüce Allah’ı
tesbih ederim ve O’na tevbe ederim ve Allah’tan bağışlanmamı isterim manasına
gelir. Nebi vestağfirHU den sonra
dururmuş bu sureyi okurken vestağfirHU, inneHÛ kâne
Tevvâbâ ondan sonrasını ayrı olarak okurmuş. Fesebbıh BiHamdi Rabbike vestağfirHU istiğfar
ğufran dilemedir, mağfiret dilemedir.
Ne demektir mağfiret? Kur’an da 3 kelime geçer
ğafr, safr, af. Afr safr. Af en küçüğü. Suçun cezasından vazgeçip, cezasını
kaldırıp ama uyarıyı kaldırmamaktır. Şunu işledin bir daha yaparsan yapacağımı
biliyorum, bir daha yapma. Ama cezasını bugün vermiyorum demektir. Safr; hem
cezasından hem uyarıdan vazgeçmektir. Sen suç işledin o kadar. Ama ğafr, yani
mağfiret sen suç işledin bile dememek, işlediği suçu hiç işlememiş gibi yapmak,
üstünü örtmek, utanmasın, mahcup olmasın diye hiç işlememiş saymaktır. İşte
rabbimizden biz mağfiret isteriz. Mağfiret budur. VestağfirHU; O’ndan mağfiret
iste.
inneHÛ kâne Tevvâbâ zira O tevbeleri çokça kabul edendir.
Tevbe ve mağfiret, istiğfar. Tevbe, istiğfarın
sonucudur. İstiğfar kötüden vaz geçmek, tevbe iyiye yönelmektir. Tevbe çünkü
Allah’a dönmektir. İstikameti düzeltmek, dönüş istikametini Allah’a kılmak
manasına gelir.
Evet, efendimiz kalbime bir anlık gaflet gelir de
inniy yuğanu ‘alâ kalbi fe estağfirullah fil yevmi miet merra seb’in merra
farklı farklı varyantları var, 70 defa ya da 100 defa, aslında mecazdır, akşama
kadar o gün Allah’tan af dilerim buyurur. Evet, alemlere rahmet kalbindeki
anlık gaflete akşama kadar af dilerken biz ömürlük gafletimize ne yapalım
dersiniz.
{“Vallahi innî le estağfirullahe ve etûbu ileyhi fil yevmi eksera min
seb’îne merraten” Vallahi ben günde yetmiş defadan fazla Allah’tan beni
bağışlamasını diler,tevbe ederim.(Orijinal hali)}
Mukatil şöyle bir olay naklediyor bu sure, bu
ayetler geldikten sonra Hz. Peygamberin amcası Abbas ağlamaya başlar.
ResulAllah onun ağladığını görünce sordu niye ağlıyorsun? Dedi ki bu ayetler
senin artık veda zamanının geldiğini söylüyor. ResulAllah başını salladı ve
tasdik etti. Demek ki o da öyle anlamış. Eyvallah..! Bu ayetler artık gel,
gayri gel çağrısı gibi anlaşılmıştı ve hepsinden öte Allah resulüne zafer ahlakını
öğretiyor. Onun üzerinden bize zafer ahlakını öğretiyor.
Neydi bu? Zafer kazandığında başın yerde olsun,
asla ben çalıştım, ben kazandım deme, çünkü zafer Allah’tandır. Zaferi kazan ve
yine de estağfirullah de. Başar ve dön arkasından estağfirullah de. Servetini
paylaş arkasından estağfirullah de. Allah’a kulluk borcun olan namazını kıl
selamdan sonra estağfirullah de tıpkı peygamber gibi. Günah mı işledik ki namaz
kılmakla selamdan sonra estağfirullah diyelim deme. Hayır, estağfirullah de. Bu
şu demektir; Ya rabbi sana kulluktan bile acizim, sana gereği gibi kulluktan
acizim. Yani benim yaptığım hiçbir ibadet sana gereği gibi kulluk ettiğim
manasına gelmiyor. Bu manaya geliyor. İşte kulluğun edebi, Allah karşısında
kulun edebini öğretiyor bu sure.
[Ek bilgi; ALLAH’IN NUSRETİNİ ÇEKMENİN YOLLARI
1-Bizler Allah’ın davasına ve
dinine yardımcı olmalıyız.
2-Allah davasının neşri için
çilekeş olmak, gerektiğinde yurdundan-yuvasından mahrum olup hicret etmekte
nusret-i ilahî’nin celbine sebebiyet verecek hususlardandır.
3-Saff Suresinde de ifade
buyrulduğu gibi, Allah’ın nusretini ve sonra fethini celb etmek için, Allah
yolunda malla ve gerektiğinde canla da cihat etmek, i’lay-ı kelimetullah yapmak
şartı vardır:
4-İslam davası için yapılması
gereken her şeyi yaparak, sebepler noktasında bitme ve tükenme noktasına
geldiğimiz an, Allah’ın nusreti bizimle beraber olacaktır.
5-Yukarıda ki şartlara riayet
ettikten sonra, onları fiilî bir dua kabul edip, her şeyi yaratan Allah’a kavlî
olarak da inayeti, nusreti, yardımı için dua edilmelidir. (M. Ali Kaya)]
Sadakallahulazıym.
{ve ahıru da'vahüm enil Hamdu Lillâhi Rabbil alemiyn. (Yunus/10)}
Dualarının sonu da "Âlemlerin Rabbi Allah'a
hamdolsun." diye şükretmek olacaktır.(Elmalı)}
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder