Bir sonraki suremiz tebbet
suresi. Mushafta 111. sırada ama nüzül sıralamasında 21. sıraya denk geliyor.
Adını ilk ayetinden alıyor. Gerçi bazı tefsirlerimizde mesed şeklinde de
anılıyor o zaman son kelime son ayetle anılmış olur.
Mekki bir sure. İbn. Abbas ve Hz.
Osman tertibinde fatihanın hemen arkasına 6. veya 7. sıraya yerleştirilmiş.
Fakat bizce bu doğru değil Çünkü Ebu Leheb hakkında ki bu sure Hz. Peygamberin
amcası hakkında ki bu sure Ebu Lehep’le ipleri koparan bir sure. İplerin
kopması içinde makul bir zamana ihtiyaç var. Dolayısıyla 6 ve 7. sıra doğru değil
gibi geliyor bize. Makul bir zaman sonrası neye tekabül eder? yaklaşık 2. yıl
veya 3. yılın başına tekabül eder ki bizce sureyi 21. sıraya yerleştirmek en
doğrusu.
Kureyş suresinde pazarlık dile
getiriyorlardı, imanda pazarlık reddediliyor daha doğrusu ve Kureyş’in,
müşriklerin pazarlıkçı tavrı dile getiriliyordu bu surede, Tebbet suresinde ise
dile getirilen şey müşriklerin en pazarlıkçısı olan Ebu Leheb’in Abdul Uzza
geçek ismi. Bu daha sonra ona verilen bir lakap. Ebu Leheb’in nasıl bir
pazarlıkçı olduğu dile getiriliyor. Aslında en pazarlıkçısının nasıl mahkum
edildiğini biz bu surede görüyoruz.
Ebu Leheb Alev babası manasına
geliyor. Yüzü, yanakları kızardığı için veya yanakları hep kırmızı olduğu için
bu lakabı aldığı söylenir.
Peygamberle pazarlık yapıyor bu
adam. Pazarlıkçı dedim ya. Bir gün geliyor Allah resulüne, kardeşi Ebu Talib
vefat ettikten sonra oluyor, 9. yılda yani. Artık kardeşi vefat etmiş yeğeninin
tabir caizse korumasını üstlenmek anane ve gelenekler gereği ona kalmıştır.
Bunu yapacak mı yapmayacak mı. Ananelerden koptuğu için bunu yapmak gibi bir
niyet geçiyor içinden, ama önce yeğenini çağırıyor. Yeğenim, Ben Müslüman
olursam bana ne var diyor. Amca, herkese ne varsa sana da o var. Cevabını
alıyor.
Peki ne diyor dersiniz karşılık
olarak? İşte pazarlıkçı kafirin prototipi ortaya çıkıyor. Adamın değeri yok,
fiyatı var. Değeri olanlar Allah’tan başkasına satılmazlar. Fiyatı olanlarsa
parayı verene giderler. Beni herkesle bir tutan din olmaz olsun diyor. İşte Ebu
Leheb, işte kalite bu, bu tipi ele alıyor.
[Ek bilgi; Nübüvvetten önce
Rasulullah'ın iki kızı, Ebu Leheb'in iki oğlu olan Utbe ve Uteybe ile evliydi.
Rasulullah İslamî davete başladığında Ebu Leheb, oğullarına, "Muhammed'in
kızlarını boşamadıkça sizlerle görüşmem haram olsun" dedi. Bunun üzerine
oğulları Rasulullah'ın kızlarını boşadılar. (Muhammed Esed/Tefsirü-l Mesaj)]
[Ek bilgi; Ebu Leheb ve karısı.
Peygamberimiz, görevi gereği,
pazar pazar, panayır panayır dolaşıp Hakk'ı tebliğe uğraşırken Ebû Leheb de onu
bir gölge gibi takip ediyordu. Onu etkisiz hâle getirebilmek için her yolu
deniyordu. Toplantılarını sabote ediyor, "Bu benim yeğenim mecnûndur, ona
kulak asmayın" diyerek herkesi etkilemeye çalışıyordu. Bu sözlü
tacizlerini bazen fiilî saldırıya kadar götürüyordu. Yaptıkları bunlarla da
sınırlı değildi. Bazı yerlerde de "Eğer kardeşimin oğlunun dedikleri doğru
ise, çoluk çocuğumu ve malımı fidye olarak verip kendimi azaptan
kurtarırım" diye peygamberimizle alay ediyordu….
….Ebû Leheb peygamberimize
olan düşmanlığını sözlü ve fiili tacizlerle her platformda sürdürürken karısı
da boş durmuyor, peygamberimizin oturduğu sokağa ve evinin etrafına dikenler
sererek ve aleyhinde dedikodular yayarak kocasına destek veriyordu. Bu desteği
o kadar içten veriyordu ki, çok sevdiği ve devamlı boynunda taşıdığı
gerdanlığını bile bu uğurda, peygamberimize yapılacak kötülüklerin ödülü olarak
harcadı. Birçok müfessir, 6. Âyette geçen boynunda liften bir ip ifadesinin bu
meşhur gerdanlığı temsil ettiğini düşünmektedir. (TEBYÎNU'L-KUR'AN-HAKKI
YILMAZ)]
Aslında bu tipi ele alırken ölmüş
bir tipi ele almıyor, Çünkü Ebu lehep öldü, Fakat Ebu leheplik ölmedi, ebu
leheplik yaşıyor. Dolayısıyla biz ölü birinden bahsetmiyoruz, bir tipolojiden,
bir tipten bahsediyoruz. Onun için burada bir tipten söz ediliyor ve benim
aklıma Tahrim/11. ayeti geliyor. .. ve necciniy min
fir'avne ve 'amelih.. (Tahrim/11) beni firavundan ve amelinden kurtar diyordu
ya Hz. Asiye, böyle dua ediyordu ölmek üzereyken, şehit olmak üzereyken. ve
necciniy min fir'avne ve 'amelih. Dolayısıyla bu dua bize sadece firavundan
kurtulmanın yetmediğini öğretiyor. Firavundan kurtulmak yetmez firavunluktan da
kurtulmak lazım. Firavunluktan kurtulmadan firavundan kurtulmuş olmazsınız.
Çünkü firavun ölür firavunluk yaşar. O gider öbürü gelir Onun için siz sadece
firavundan Allah’a sığınmayın, firavunluktan da Allah’a sığının manası
veriyordu. Bu sure de mesed suresi veta tebbed suresi de bize Ebu leheplikten
Allah’a sığınmamızı istiyor ve Ebu lehep tipinin çağlar, zamanlar ve mekanlar
üstü tipolojisini çiziyor.
[Ek bilgi; ATATÜRK
VE TEBBET SURESİ
….Söyleşide, Sherrill'in
kitabına almayıp rapor olarak ABD Dışişleri'ne gönderdiği açıklamalar yer aldı.
Raporun, "Beşeriyetin
Tanrı ihtiyacı" başlıklı bölümünde de, Atatürk'ün Agnostik olduğuna dair
genellikle kabul görmüş inancı kesinlikle reddettiği, ancak dininin sadece
'kâinatın mucidi ve hâkimi tek Tanrı'ya inanmak olduğunu söylediği kaydedildi.
Raporda şöyle devam
edildi:"...Daha sonra, 10 yıl önce inşa ettiği yeni Cumhuriyet'in
Reisicumhuru olarak iktidara geldiği zaman İslam dininin durumu hakkında bilgi
vermeye başladı.
Şeyh-ül İslam'ı, medreseleri,
Mahkeme-i Şer'iyyeleri ve bu mahkemelere riyaset eden kadılar, hocalar ve
muhtelif dervişler dahil olmak üzere bütün ruhban sınıfını lağvetmeyi gerekli
bulduğunu söyledi."
Raporun "Bursa
Hadisesi" başlıklı bölümünde de, Atatürk'ün Kuran'ın Arapçadan Türkçeye
tercüme edilmesiyle ilgili görüşleri şöyle anlatıldı: Tek tanrı inancı
"Türk halkının uzun zamandan beri ezberden okuduğu bazı Arapça duaların
gerçek manasını anladığı zaman tiksineceğini söylüyor.
Kuran'dan alınan Arapça bir
bölüm okudu. Bu surede Hz.Muhammed'in
amcası ile amca kızının yaptıkları bir şeyden ötürü cehenneme gidecekleri
yazıyor. (Tebbet Suresi) 'Düşünen bir Türkün böylesi bir duayı okumaktan
elde edeceği dini ilhamı veya dine ilgi göstermesini tahayyül edebilir misin?'
dedi.
Daha sonra umumi ve şaşırtıcı
bir beyanda bulunarak Türk halkının gerçekte hiçbir şekilde dindar olmadığını,
aralarından camilere giden az sayıda kişinin alışkanlıktan veya yüksek sesle
söylenen duaların cezbine kapılarak camiye gittiğini ileri sürdü." (Milliyet
haber)]
1-) Tebbet yedâ ebiy lehebin ve tebbe;
Ebu
Leheb'in elleri kurusun... Kurudu da! (A.Hulusi)
1 - Yuh
oldu iki eli Ebu Lehebin, kendi de yuh. (Elmalı)
Tebbet yedâ ebiy leheb kahrolsun Ebu
Leheb’in iki gücü. Tebbe aslında et teb el kadg demişler lügatlar. Kesme.
Aslında kuruma manasına gelir. Elin kuruması, çok oldu derler ya amiyane
tabirle, hani felç olma hali, veya taş kesilsin. İşte öyle bir şey. Yani elinle
beynin arasında ki ilişki kopsun, elin hayatiyetini kaybetsin, elin canlılığını
kaybetsin. El kuruma bu. Aslında burada bir ilenç ifadesi var, lanet ifadesi
onun için kahrolsun manasına gelir çünkü mecazidir.
Peki yeda iki el demektir, iki el. Aslında bunu da kinayeten okursak iki
gücü. Onun iki gücü neydi? Malı ve zaten bir sonraki ayette geliyor Mâ ağnâ 'anhü
maluhû ve mâ keseb malı ve kispi. Yani serveti ve o anda yürütmekte
olduğu ticari statüsü. Dolayısıyla iki gücü bu, yani Ebu leheb’in iki gücü kurusun,
iki gücü kahrolsun. Yeda, tensiye çünkü.
Ebu leheb yanakları kızardığı
için bu ismi vermişler, alev babası anlamına geliyor. Bunda ilginç bir kinaye
de var doğrusu, alev babası. Zaten Seyaslâ nâren zâte leheb 3. ayette aynı kelime
yine geliyor. Ebu leheb, zâte leheb. Madem alev babası o zaman aleve layık
olsun. Adeta lakap daha önceden onun karakterini haber verdi dercesine. Yani
arasında bir kinai atıf var, bir gönderme var, hatta ince bir ironi, belki
Frenklerin humur dedikleri o çok ince çok kaliteli bir ironi de var.
Dolayısıyla bu iki kelime arasında ki bakışımlılığı leheb kelimesinin birbirine
bakışını böyle anlayabiliriz.
ve tebbe ve kurudu da, kahroldu da.
Aslında ve tebbe İbn. Mes’ud’un okuyuşuyla legad tebbe şeklinde anlaşılabilir
ki fakire göre bu daha doğru bir anlayış, o kurudu. Çünkü gizli zamir; hüve,
tebbe fiilinin gizli faili hüve. Onun için o kurudu, yani Ebu leheb kurudu.
Sadece iki eli değil, iki gücü değil, sadece serveti ve titri, ticari statüsü
değil, kendisi kurudu, kendisi mahvoldu manasını verir.
2-) Mâ ağnâ 'anhü maluhû ve mâ keseb;
Ne
zenginliği ve ne de kazandığı ona fayda vermedi! (A.Hulusi)
2 - Ne
malı fâide verdi ona ne kazandığı. (Elmalı)
Mâ ağnâ 'anhü maluhû ve mâ keseb
ondan ne malı ne de kispi, kazandıkları belayı defetmeye yetmedi. Yani Allah’ın
kahrını ondan defetmeye ne malı yetti, ne de kazancı yetti.
Ve mâ keseb hem kazancı manasına hem de yaptıkları manasına
alınabilir. Çünkü kesebe kazandı kesebe yaptı. Kişinin yaptıkları da kazancıdır
ya onun için orada ki mâ onların hepsini birden kapsayan ismi mevsul, ilgi
zamiri.
3-) Seyaslâ nâren zâte leheb;
Alevli
bir ateşe maruz kalacaktır (o)! (A.Hulusi)
3 - O
bir alevli ateşe yaslanacak. (Elmalı)
Seyaslâ nâren zâte lehebin bir gün
gelecek ateşe yaslayacak. Allah onu ateşe yaslayacak. Yaslâ; aslında namaz
manasında ki salât la aynı köktendir. Ateşleri tutuşturmak için önüne konulan
küçük odunlara, hatta çıralara, çamlara verilir. Çünkü o dikilir böyle odunun
önüne önce onlar yakılır ki büyük odunları yaksın diye. Yani Ebu leheb Allah’ın
cehennemi tutuşturduğu bir küçük odun olacak. Seyaslâ nâren zâte leheb Evet,
büyük alevli, korkunç alevli ateşi tutuşturacak, tutuşturmak için ateşe
yaslayacak onu.
[Ek bilgi; Ebu Leheb’in akıbeti.
Burada iki eli kurusun
ifadesiyle kastedilen bizzat şu bedendeki eller değildir. Bunun mânâsı
elleriyle yaptığı işlerin tamamı kurusun, el attığı her şey boşa çıksın,
elleriyle yaptıkları sebebiyle hep zarar etsin, elleriyle yaptığı işlerin
hiçbirisi kendisine bir fayda sağlamasın anlamınadır. Çünkü bakıyoruz ki bu
bedduadan sonra Ebu Leheb’in elleriyle yaptıklarının tamamı hep kendi aleyhine
çıkmış, hiç birisinin kendisine hayrı olmamıştır.
Zaten bu bedduadan sonra
adese, taun, ya da püstül denen vebaya benzer bir hastalığa yakalanmış ve
vücudundaki tüm sular çekilmiş, çevresine yayılan pis kokudan ötürü karısı da
dahil hiç kimse yanına yaklaşamaz hale gelmiş. Son dönemlerinde Bedir savaşı
çıkar. Bedir’den kaçıp kurtulabilmek için kendisine olan fâiz borçlarını silme
karşılığında kendi yerine gebermek üzere As bin Hişam’ı Bedir’e göndererek
savaştan kaçıp kurtulur. Ama Bedir dönüşü bir duvarın kenarında hastalığının
ıstırabına dayanamayarak böğürürken onun bu acı feryatlarına ve böğürtüsüne
sabır edemeyen Sudanîlerden bir grup, üzerine duvarı yıkıverirler ve duvarın
altında geberip gider. (Besdairu-l Kur’an/ Ali Küçük)]
4-) Vemraetüh* hammâletel hatab;
Onun
karısı da... Odun hamalı olarak! (A.Hulusi)
4 - Karısı
da, odun hamalı olarak. (Elmalı)
Vemraetüh* hammâletel hatab ve o
karısı. Tarihsel olarak Ümmü Cemile ye tekabül eder. Ümmü Cemile Ebu Leheb’in
karısıydı. İlginçtir ki değerli dostlar hakikaten insan ne oldum dememeli, ne
olacağım demeli.
Ebu Leheb aslında ne yapmıştı
biliyor musunuz. Peygamberimizin doğduğunu Ebu Leheb’e ilk haber veren cariyesi
Sükeyne’dir. Düşünün kardeşi Abdullah’ın bir çocuğu oluyor. Hoş Abdullah ile
Ebu Leheb öz kardeş değiller üvey kardeşler. Yani anneden üveyler, babaları bir
de anneleri farklı. Dolayısıyla yani orada belki bir şey var. Ama yine de
kardeşi Abdullah’ın bir oğlu olduğu kendisine müjdelendiğinde kendisine bu
müjdeyi getiren cariye Sükeyne’yi azad ediyor.
Nereden nereye, işte böyle çok
ilginç bir anekdottur aslında bu. Ama tabii o; Bir oğlan daha katıldı kabileye
diye sevinmişti. Fakat o Allah’ın alemlere rahmet kılacağı Muhammed olacaktı,
Ebu Leheb işte bunu istemedi. Ebu Leheb kabileyi güçlendiren biri olan çocuğu
istemişti ama Alemlere rahmet istememişti.
Peki arkasında yatan şey ne idi?
Onunki torba dolsun, yani ne getiriyor, cebine girenle sınırlıydı ufku. Ufku
çok küçüktü onun için de alemlere rahmet olanı algılayamadı. Yani bunun verdiği
çok ilginç bir derste var. Bir peygambere yakınlık sizi kurtarmaz, bir iyiye
yakınlık sizi kurtarmaz, siz iyi olun. Peygamberin amcası dahi olsa işte Kur’an
a geçti.
Kur’an ın çağdaşlarından Allah
resulü dışında sadece iki isim girmiştir. Biri iyilerden biri kötülerden.
İyilerden giren isim Hz. Zeyd dir, kötülerden giren isim Ebu Leheb’dir. Ebu
Leheb’in girmesinin hikmeti de aslında derin hikmeti şudur. Kimseye kimseden
fayda yoktur. Herkes amelinin karşılığını görecektir. Akrabalık bağlarından
yola çıkarak Allah’ın elinden yakanızı kurtaracağınızı sanmayın. Peygamberin
yakını dahi olsanız, eğer Allah ile aranız kesilmişse bu size hiçbir şey
katmaz. Verdiği mesaj budur aslında.
Vemraetüh* hammâletel hatab onun
karısı da onun odununu taşıyacak, odun taşıyıcısı olacak. yani onun cehennemine
odun taşıyacak. İmrae aslında ya kısır, ya farklı inanç sahibi hanımlar için
kullanılır Kur’an da. Kısır olmayan ve farklı inançta olmayanlar için zevce
veya zevc kullanılıyor. Hz. Zekeriya’nın eşi kısırken imrae diye bahsediliyor,
Yahya’ya hamile kaldıktan sonra zevc diye bahsediliyor. Çok ilginç bir bu
konuda Kur’an ın belagat kuralları var, belagat üslubu var.
Aslında 4 tip prototip var Kur’an
da;
1- Hz. İbrahim ve eşi. İyi + iyi.
2 - Ebu leheb ve eşi; kötü + kötü. 3 - Hz. Lût ve eşi iyi – kötü, 4 - Firavun
ve eşi Hz. Asiye; kötü – iyi. Evet yani 4 tipte ele alınıyor. Niye ele
alınıyor? Çünkü insanlık yaşadığı sürece bu tipolojileri temsil eden aileler
hep olacak. Eşlerin ikisi de iyi olacak, eşlerin biri iyi biri kötü olacak. İyi
koca kötü hanım, iyi hanım kötü koca olabilecek ve kötü koca kötü hanım
olabilecek. İşte bunların hepsine de bir örnek, bir model geliyor Kur’an da.
Hz. İbrahi ve eşi; iyi iyi. Hz. Lût ve eşi; İyi kötü. Hz. Asiye ve eşi Firavun;
iyi kötü. bunlar hep gelecekte ki mü’minlerin başına gelebilecek bu tip
hadiselerde bir teselli teşkil ediyor.
Bakın kocam dirliksiz, kocam
geçimsiz, kocamın şu kusuru var diyenler, kocanız firavundan daha mı kötü.
İbret alın Asiye’ye bakın. İşte hanımımın şöyle kusuru var, hanımımın şu eksiği
var diyen, hanımından olur olmaz şikayet eden mü’min erkekler hanımınız Lût’un
karısından daha mı kötü. Bakın teselli olun, bakın ibret alın. İşte budur
aslında bunların üzerinden verilmeye çalışılan.
Vemraetüh* hammâletel hatab hammâletel hatab; odun hamalı
karısı veya laf taşıyan manasına gelir. Mecazen Arap dilinde kullanılıyor.
Zımnen aslında günahına dünyada nasıl destek oldu, ahirette de ateşine destek
olsun. bu ayetin verdiği bu.
5-) Fiy ciydiha hablün min mesed;
Boynunda
hurma lifinden bir ip olduğu hâlde! (A.Hulusi)
5 - Gerdanında
bir ip ki fitillisinden. (Elmalı)
Fiy ciydiha hablün min mesed (Ebu
Leheb’in karısının) gerdanında (takı yerine) gerdanlık yerine sanki çelikten
bir halat bulunacak, onu cehenneme sürükleyip götürmek için çelikten bir halat.
Aslında burada ki mesed; bükülmüş liflerden örülmüş halat manasına geliyor ama
sağlam ve dayanıklılığı ifade ediyor. onun için çelikten bir halat diye
çevirdim. En sağlamı neyse onu ifade eder çünkü. Dayanıklı manasına gelir.
İlahi bilginin mutlaklığı bilinen
bir gerçek Allah’ın bilmesi zamandan müstağnidir. Yani dün, bugün veya yarın
Allah’ın bilgisi için geçmez. Rabbimiz bu ikisinin kafir olarak ısrar üzere
yaşayıp öleceklerini elbette biliyordu.
Peki rabbimizin bunu söylemesi
onların kafirliklerinde, yani artık onların Müslüman olmayacakları için bir
irade beyanı anlamına da geliyor mu? Hayır. Ama ilahi bilginin sonsuzluğunu
gösteriyor. Ama Allah bunu dilemiyor. Allah onların kafir olmasını dileseydi
haşa imana davet etmek için resul yollamazdı. Fakat onlar böyle bir değil bin
ömür yaşasalar yine bu hal üzere gideceklerini de Allah elbette ki biliyor.
Sadakallahulazim. {ve
ahıru da'vahüm enil Hamdu Lillâhi Rabbil alemiyn. (Yunus/10)}
Dualarının sonu da "Âlemlerin Rabbi Allah'a
hamdolsun." diye şükretmek olacaktır.(Elmalı)}
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder