Elhamdülillâhi Rabbil Âlemîn, Vessalâtü vesselâmü ‘alâ Resulina Muhammedin
ve ‘ala ‘alihi, ve eshabihi ve etba’ıhi ecmaiyn.
Rabbişrah liy sadriy;
Ve yessirliy emriy;
Vahlül ukdeten min lisaniy;
Yefkahu kavliy; (Tâhâ
25-26-27-28)
Rabbim göğsüme genişlik ver
kolaylaştır işimi, düğümü çöz dilimden ki anlasınlar beni. Rabbeneftah bil hayr, vahtim bil hayr, Rabbi yessir ve lâ tüassir,
Rabbi temmim bil hayr. Rabbim hayırlısıyla başlat, hayırlısıyla bitirt.
Rabbim kolay kıl güç kılma. Rabbim tamamına erdir.
Rabbi edhılniy müdhale sıdkın ve ahricniy
muhrace sıdkın vec'al liy min ledünke sultanen nasıyra. (İsra/80)
Rabbim girdiğim yere sadakatle girdir, çıktığım yerden imana sadık olarak, sana
sadık olarak, Kur’an a sadık olarak çıkar. Rabbim bu sadakati bir ömre yayacak
güç ver bana. Amin, amin, amin..!
Değerli Kur’an dostları bu son
dersimiz. Her başlangıcın bir sonu, her doğanın bir ölümü, her ayrılığın bir
kavuşması, her kavuşmanın bir ayrılığı vardır. Bu alem öyledir, alem kavuşmalar
ve ayrılmalar alemidir. Onun için bugün bu ders 200. halkasını temsil eden 200
derslik ve tam dolu dolu 10 yıl süren bu projenin son dersi. İnşaAllah dersin
sonunda sizlere bu konuda beyanda bulunacağım. Şimdi son dersimizin konusunu
teşkil eden Felâk ve Nas surelerinin önce tefsirini yapalım.
Felâk suresi malumunuz Kur’ran ın
elimizde ki sıralamada sondan ikinci suresi Muavezeteyn ya da muavizateyn diye
de anılır bu iki sure. Sığındırma, iki sığındırma suresi, yani Allah’a;
kötülüklerden, Allah’a; şeytandan, Allah’a; içgüdüden, Allah’a; tüm
ayartmalardan, Allah’a; tüm vesveselerden sığınmanın talimidir. Onun için
muavezeteyn diye anılmışlardır.
Felâk aslında bir şeyden bir şey
çıkarmak için yarmak manasına gelir. falikulhabbi venneva. (Enam/95)
Allah tohum ve tüm çekirdekleri yarandır.
Niçin? Filiz çıkarmak için. Tabir caizse spermayı yarıp içinden insan
çıkaran Allah tohumu yarıp içinden başak çıkaran Allah, çekirdeği yarıp içinden
ağaç çıkaran Allah, yokluğu yarıp içinden varlık çıkaran Allah, karanlığı yarıp
içinden aydınlık çıkaran Allah. Yani bir şey çıkmışsa onu bir çıkaran var demektir.
Hiçbir şey kendiliğinden
çıkmıyor. Kâinatta ki tüm tohumlar, tüm çekirdekler, tüm atomlar, tüm hücreler
ve tüm canlıların en küçük birimi her neyse o. Biyolojik varlıkların en küçük
birimi, DNA mıdır, molekül müdür, hücre midir, onun da altına inelim atom
mudur, onun da altına inelim nötron ve proton mudur, onun da altına inelim
kuark mıdır, onun da altına inelim spin midir, onun da altına inelim yokluk
mudur. Hepsi, hepsi Allah sayesinde vardır, Allah sayesinde var olacaktır.
Allah desteğini çekince yok olacaktır. Yok olmak aslında Allah’ın desteğini
çekmesidir.
İşte bu felâk surenin ismi böyle
bir manaya geliyor. Nas ile birlikte muavezeteyn denildiğini, bu isimle
anıldığını hatta bu vasıfla anıldığını daha doğru bir kullanım söylemiştim.
Felâk suresi Mekki bir sure.
Üslûp ve muhteva olarak gerçekten de Mekke üslûbu ve Mekke muhtevası kokuyor
burcu burcu. Bu delili zaten. Surenin Medine de nazil olduğunu söyleyenler
olmuş, hatta bu bir niza konusu olmuş. Fakat bunu sadece ve sadece ne üslubuna ne
muhtevasına dayandırabilmişler. Sebebi nüzûle dair rivayet edilen Lebid Bin
Asam isimli bir Yahudi’nin Allah resulüne büyü yapma teşebbüsünden yola çıkarak
böyle demişler. Oysa ki bu büyü rivayetleriyle bu sureler arasında doğrudan
hiçbir ilişki kuran olmamış. Dolayısıyla böyle bir yaklaşım çok yanlış.
Felâk ve Nas sureleri Mekke de
inmiş surelerdir. Hem de Mekke döneminin ilk yıllarında inmiş, yani yaklaşık
sırası sure sıralamasında 23- 24. sıralara düşen surelerdir, arka arkasına
gelmiştir. Onun için bu sureler üzerinden bir takım sihir rivayetlerini
onaylamak mümkin değildir. Kaldı ki Lebid Bin Asam yani Yahudi büyücüye dair bu
büyü girişimi, sihir girişimi nüzül sebebi sayılamaz demiştim, çünkü bu
girişimi bize rivayet eden haberler dahi bu surelerle doğrudan bağ kurmazlar.
Kaldı ki Ata ve Hasen El Basri bu surenin Mekke de nazil olduğunu ısrarlı
olarak söylemişler, hatta İbn. Abbas ve onun meşhur talebesi İkrime de aynı
kanaattedirler.
Kur’an Hz. peygambere yönelik her
tür sihir girişimini zaten reddetmiştir. Çünkü ona sihirli, sihre uğramış, meşhur
ya da sihirbaz manasına gelecek, bu anlam alanına dahil olabilecek her türlü
suçlama müşriklerden gelmiştir. Sihirlenmiş, büyülenmiş, böyle bir suçlama
nasıl kabul edilebilir. Onun için Kur’an İsra/47. ayetiyle bu tür suçlamaları
kökten, daha baştan reddeder.
[Ek bilgi; Muavezeteyn'in Kur'an dan olup olmaması meselesi;
Bu meselenin meydana
gelmesinin sebebi İbn Mes'ud gibi yüksek seviyeli bir sahabeden menkul
müteaddit rivayetlerde onun, bu iki sureyi Kur'an dan saymadığı ve mushafına da
almadığının kayıtlı bulunmasıdır.
İbn Mes'ud dan gelen bu rivayetlerden dolayı
Kur'an hakkında oluşan şüphelere doğru cevap nedir? Bu sorunun pek çok cevabı
olabilir. Onları aşağıda açıklıyoruz:
1) Hafız Bezzar, kendi Müsnedi'nde
İbn Mes’ud un bu sözünü naklettikten sonra, bu görüşte yalnız olduğunu ve
hiçbir sahabenin bu görüşe katılmadığını belirtmiştir.
2) Sahabe-i Kiram ın hepsinin
ittifakı ile, üçüncü halife Osman'ın (r.a.) hazırlattığı ve İslam ülkelerinin
değişik yerlerine gönderilen Kur'an nüshalarında bu iki sure mevcuttur.
3) Rasulullah döneminden bu
güne kadar bütün İslam dünyasında, iki sureyi de ihtiva eden bu Mushaf üzerinde
icma edilmiştir. Sadece İbn Mes'ud'un görüşü farklıdır. Ama ne kadar seviyeli
sahabe olursa olsun çoğunluğun görüşü karşısında O'nun görüşü pek değer
taşımaz.
4) Rasulullah tan nakledilen
pek çok rivayette Rasulullah'ın bu sureleri namazda okuduğu ve başkalarına da
tavsiye ettiği sabittir. Rasulullah bu sureleri, Kur'an'ın sureleri olarak
başkalarına da öğretmiştir.
Örnek; İ. Ahmed, Ebu Davud ve
Neseî, Rasulullah ın Ukbe'ye şöyle buyurduğunu naklederler: "Sana iki sure öğreteyim mi? Onlar en iyi
surelerdendirler." Ukbe: "Ya Rasulallah, evet" dedi. Bunun
üzerine Rasulullah O'na Muavezeteyn'i okudu. Daha sonra namaza kalktıklarında
Rasulullah bu iki sureyi namazda da okudu. Namazdan döndükten sonra, geçerken
O'na şöyle sordu: "Ya Ukbe, nasıl
buldun?" Sonra O'na uyumadan
önce ve uykudan kalktıktan sonra bu iki sureyi okumasını söyledi. (Mevdudi-Tefhimu-l
Kur’an)]
Hz. Osman tertibinde sure Fil
suresi ile nas sureleri arasına yerleştirilmiş. Bu da yaklaşık nübüvvetin 2.
yılına denk gelebilir. Yani tahminen böyle söyleyebiliriz.
Surenin konusu gerçekten müthiş,
inşai bir sure aslında. her şeyden evvel bu sure insanın, muhatabının görünür
görünmez şer tasavvurunu inşa ediyor. yani aslında ihlasın bir boyutu bu. Tıpkı
Kâfirun suresi gibi ihlas suresinin devamı saymak lazım felâk ve nas suresini.
Çünkü tevhid ile ilgili bu iki surede. Felâk ve nas gerçekten de tevhid ile
ilgili, konusu tevhiddir desek yanlış olmaz. Tevhidle ne alakası var
diyecekseniz eğer surenin tefsirinde bunu birer birer göreceğiz.
Muhatabı inşa eden bir sure bu
insan iradesini inşa ediyor öncelikle. İnsan iradesinin görünen ve görünmeyen,
bilinen ve bilinmeyenin karşısında ki duruşunu inşa ediyor. Genellikle insan
oğlu görünmeyen ve bilinmeyene karşı zaaflıdır. Bir şeyi görmüyor, ya da
bilmiyorsa bilinmeyen insanoğlunu korkutur, korkar. İnsanoğlu karanlıktan
korkar. Karanlık şer olduğu için mi? hayır, karanlık niye şer olsun ki. Zaten
Kur’an onun için geceye yemin eder döner döner. Karanlık ta Allah’ın bir
mahluku, tıpkı aydınlık gibi. Bizatihi şer yoktur ki zaten. Şer cevherde
değildir şer arazdadır. Niye? Bizim onu algılayış tarzımızdadır şer, veya onu
kullanış tarzımızdadır. Ma hûliga leh’ine yani yaratılış maksadına aykırı
kullandığınızda bir eşyadan şer zuhur eder. Ma hûliga leh’ine yani yaratılış
amacına uygun kullanın şer zuhur etmez.
Aslında en kötü nedir diye sorsak
veya kötü sıralamasını yap desek mesela var oluş itibarıyla eylemsel değil
tabii ki, hemen aklımıza o pis hayvan gelecektir domuz. Aslında özü itibarıyla
domuzu yemek şerdir. Yoksa domuzun kendisi şer değildir. Domuz muhteşem bir
pislik temizleyicidir, muhteşem bir sterilize edicidir, muhteşem bir
temizleyicidir. Allah ma Hûliga leh’ini öyle yaratmıştır, yaratılış amacına onu
yüklemiştir. Ama bunun için yaratılanı alır da yemeye kullanırsak işte o
şerdir. Dolayısıyla şerlik eşyanın tabiatında yoktur.
Teodise en eski bir felsefe
problemidir. Ben burada Teodise’ye girmek istemiyorum tabii ki yani kötülük
asli midir, fer‘imidir iyi ile kötünün tabiatı ve mahiyeti nedir suali
felsefenin tartıştığı bir konu olmuş. Benim burada ki konun o değil, ama Kur’an
bize bu konuda ne diyoru elbette ki sorup cevaplandırmaya çalışıyorum. Bu
manada insan karanlıktan korkar dedim. Karanlım misali aydınlatıcı bir misal.
Karanlık kötü olduğu için mi? hayır, bilinmez olduğu için. İçinden ne gelir
bilinmez, karanlıktan ne çıkar bilinmez. Ya Cin çıkarsa, ya şeytan çıkarsa, ya
gulyabani çıkarsa, ya düşman çıkarsa ya, ya, ya..! Çünkü insan zihni üretmeye
başlar orada ve karanlık aslında bilinmediği için korkunç bir şeye dönüşür.
Aslında burada kötü olan şey
karanlık değil, kötü olan şey bilinmemektir, cehalettir. Cehaletimiz zihnimize
oyun oynamaya başlar, üretim başlar içerde çünkü korku getirir cehalet.
Cehaletten dolayı içimize düşen korku bu sefer vehme dönüşür, evham üretmeye
başlarız. Ürettiğimiz evham ne kadar inandırıcı olur veya kendimizi o evhama ne
kadar kaptırırsak artık gözümüzün önünde o da oynamaya başlar. Olmayan şeyler
oynamaya başlar, hareket etmeye başlar hatta konuşmaya başlar. İllüzyon
görürüz, sesler duyarız.
Peki bütün bunların arkasında ne
var? korkumuz. Korkumuzun arkasında ne var? bilinmezlik. Bilinmezliğin vehme,
vehmin dalalete dönüştüğü yerdeyiz. Bu sefer karanlıktan sığınmak için
karanlığı tanrılaştırma başlar, şer ilahı. Madem karanlık korkutuyor insanı, bu
kadar korkuyoruz, o zaman korkuttuğuna göre kötülük ilahı olmalı, haydi tapalım
şerrinden emin olalım.
İşte insanlık tarihinde
karanlığı, bilinmeyeni şer ilahı olarak putlaştırma böyle başlamıştır. Bu
sureler aslında bunun panzehiridir, muhteşem bir panzehir. Bilinmeyene karşı,
görünmeyene karşı panzehir.
İstiaze’yi öğretiyor bu sure.
Bilinmeyen tarafından insan idrakinin, Allah’ın en büyük nimeti olan akıl ve
iradenin esir alınmasına karşı bir tedbirdir bu istiaze. Euzü Billahi mineş
şeytanir racim de bir istiaze idi hatırlayalım. Feizâ kara'tel Kur'âne feste'ız
Billâhi mineş şeytânir raciym. (Nahl/98) Kur’an okuyacağın zaman kovulmuş olan
şeytanın şerrinden Allah’a sığın, şeytandan Allah’a sığın. Çünkü bilinmeyen,
görünmeyenin şerrinden, görülmeyen ve bilinmeyene sığınılmaz. O mahluktur, o da
senin gibi bir yaratılmıştır. Allah’a sığın ki korkunu istismar edip sana karşı
kullanmasın. Allah’a sığınırsan Allah korkunu istismar etmez. Çünkü insanı
istismar etmeyen tek varlık Allah’tır.
İstisma edipte ne çıkarı olacak
Allah’ın? Allah insana muhtaç değil, yarattıklarına muhtaç değil ki. Es Samed O
değil mi, bir önceki derste tevhid suresini işlerken Allahus Samed i işlemedik
mi, Es Samed. Her şey O’na muhtaç, O hiçbir şeye muhtaç değil. Dolayısıyla
istismarı önlemedir istiaze. İşte bu sure bize istiazeyi öğretiyor. Kul e'ûzü BiRabbil felak
Cahiliyenin kötülük tanrısı
yerine koyduğu aslında geceye, gecenin
yarılışına, gecenin doğurduğu şeye, gecenin sonuna bir atıf var surenin ilk
ayetinde. Ayete gelince o tefsiri yapacağız inşaAllah. Bu girizgâhtan, bu önsözden
sonra şimdi suremize geçebiliriz.
Rahman, Rahıym Allah adına.
Özünde merhametli, işinde merhametli Allah adına.
1-) Kul e'ûzü BiRabbil felak;
De ki:
"Sığınırım Felak'ın (karanlığı yarıp
aydınlığa kavuşturan nûrun) Rabbine". (A.Hulusi)
1 - De
ki: Sığınırım Rabbine o Felâkın. (Elmalı)
Kul e'ûzü BiRabbil felak e'ûzü BiRabbil felak ben felakın
rabbine sığınırım. Cümle bu. fakat başına bir Kul gelmiş, tıpkı Kul HUvAllâhu Ehad da
olduğu gibi. Kur’an da 5 veya 6 surenin başında Kul gelir. Cin suresinin
başında gelir, Felak’ın başında gelir. Nas’ın başında gelir, Kâfirun’un başında
gelir, İhlas’ın başında gelir. Demek ki 5 sure yanlış hatırlamıyorsam ve Kul
ihbarı inşaya dönüştürür, haberi inşaya dönüştürür. Ne demektir bu? Ey muhatap
ben seni inşa edeceğim sıkı dur. Veyahut ta kendini bana teslim et, ben seni
yoğuracağım. Kollarıma bırak ey kul kendini, vahyin kollarına bırak, vahiy seni
yoğursun. Vahiy ustan olsun ki sen de hayatın ustası olasın. Kul ün anlamı
budur. De ki; Buyur Ya rabbi de ki dedin diyelim e'ûzü BiRabbil felak felak’ın
rabbine sığınırım. Sığınmak İstiazedir ki euzü besmele çekerken Euzü Billahi
mineş şeytanir racim derken de sığınırız. Allah’a sığınırız hiçbir şer güce sığınmayız.
Şer güce sığınmak ne demek?
Düşmana sığınmak. Allah Allah, düşmana da sığınılır mıymış diyeceksiniz, akıllı
adam düşmana sığınır mı? İnsanoğlu tarih boyunca ve bugün de o kadar çok
görüyoruz ki. Tamam görünür düşmana sığınmaz ama görünmez düşmanına sığınan o
kadar çok insan görüyoruz ki. Rabbimiz işte neden siz görünür düşmanlara
sığınmamakta bu kadar akıllıyken görünmez düşmanlara neden bu kadar kolayca
sığınıyorsunuz. Eğer görünmez düşmana sığınırsa onu tanrılaştırmış olur. İşte
bu gizli veya açık şirke dönüşür. Bu ihlasa aykırıdır, imanda ihlasa. Tevhide
aykırıdır, tevhidi parçalar bu. Zaten bu surelerin maksadı da bu.
e'ûzü BiRabbil felak e’ûzü; akla
abdest aldırmaktır istiaze. Akla abdest aldırmaktır. Akıl abdest alır mı? Alır
ya..! aklın abdest suyu, abdestin abdest suyundan farklıymış. Demek ki
düşüncenin de kirlenmesi söz konusu değil mi? Duygunun da kirlenmesi söz
konusu. Duygu ve düşünce kirlenirse korkunç bir iç kirlilik oluşturur. Artık o
insandan sadır olan cümleler temiz olmaz. Akıl kirli ise o aklın ürettiği nasıl
temiz olur ki. Akıl kirliliğinden bin beter olan duygu kirliliğidir. Hele duygu
kirlenirse.
Akıl kirliliğini onarmak daha
kolaydır, duygu kirliliğini onarmak çok zordur. Onun için duygusu kirli
insanlardan çok korkmak lazım. Nasıl emin olacaksınız ki duygusu kirli. Size
bakarken iç dünyasında kirli bakar. Sizi süzerken kirli süzer. Akıl kirliliği
sözde belli olur, anlarsınız oradan ve düzeltirsiniz. Bak senin aklın kirlenmiş
o sözlerine yansıyor, bu kirlilik te şurada, şurada, şurada, şunu düzelt
dersiniz. Ya duygu kirliliği onu saklayabilir insan. Onun için duygu kirliliği
çok daha beter bir kirliliktir. İşte bu ayetler, bu sureler felak ve Nas akıl
ve duygu kirliliğini arıtmanın yöntemini bize öğretiyor.
Müşrikler bilinmeyene
sığınırlardı, cinlere sığınırlardı. Aslında cinler bu manasıyla bilinmeyen
manasına gelir. Bilinmeyen ve görülmeyen, çünkü insanoğlu cinlerle muaşeret
kuramadığı, iletişime ve ilişkiye geçemediği için insanoğluna bilinmezliğini
korurlar. Bu manada müşriklerin cinlere, yani bilinmeyene sığındığını Kur’an
dan öğreniyoruz. Cinn/6 ayetinden öğreniyoruz. Oysa insan bilinmeyenden Allah’a
sığınmalı. İşte bu ayet bunu söylüyor. Bilinmeyenden Allah’a sığın ki şerrinden
emin olasın. Yoksa bilinmeyen den bilinmeyene sığınırsan neye sığındığını ne
bileceksin.
Bu bir totoloji, sığınıyorum.
Neye? Bilinmeyene. Neden? Bilinmeyenden. İki bilinmeyen den bir bilinen çıkar
mı. Dolayısıyla Allah’a sığın. Yani karanlıktan korkma Allah’a sığınırsan ne
olur? Allah semavatın ve arzın nuru olduğu için, varlığın nuru olduğu için
yüreğinde bir ateş yanar, bir ışık yanar, o ışıkla bakarsın artık baktığın yeri
aydınlatırsın. İşte vahiy insanın karanlık aklına bir ışık yakıyor, karanlık
yüreğine bir ışık yakıyor ve artık bilinmeyen onun için korkulur olmaktan
çıkıyor, korkmuyor.
Felak; yokluktan varlığın
çıkışını temsil eder aslında. bu manada tercüme edersem ayeti şöyle
çevirebilirim. Kul
e'ûzü BiRabbil felak yokluktan varlığa çıkaran, yokluk çekirdeğinin
ağzını yaran Allah’a sığınırım de. Evet, yokluk karanlığını yarıp varlık
sabahını çıkaran Allah’a sığınırım. Bu daha da oturdu. Böyle
meallendirebiliriz.
Tohumdan filizin çıkışı gibi,
En’am suresinde; İnnAllâhe
falikulhabbi venneva. (En’am/95) Allah tüm tohum ve çekirdekleri yarandır.
Hiç şüphesiz o Allah’tır.
Diyeceksiniz
ki tohum ve çekirdekler kendi kendine yarılıyorlar. Demezsiniz biliyorum, çünkü
siz mü’minsiniz. Mü’min eşyaya kendiliğinden faillik vermez, öznelik vermez.
Allah desteğini çekerse hiçbir tohumun ağzı açılmaz. Hiçbir çekirdeğin içinden
ağaç çıkmaz. Hiçbir tohumdan başak çıkmaz diyor bu böyle diyor. Her açmış
tomurcuk Allah’ı gösterir diyor aslında. Her açmış çekirdek, her ağaç, her
başağa durmuş filiz Allah’a bir işarettir aslında bu ayet.
2-) Min şerri mâ halak;
"Yarattığı
halkının şerrinden"(A.Hulusi)
2 - Şerrinden
Mâhalakın. (Elmalı)
Min şerri mâ halak neden sığınırım,
yarattıklarının şerrinden, yarattığı her şeyin şerrinden. Mâ halak; O “mâ” ya
hepsi girer. Canlı cansız, şuurlu şuursuz. Mâ üzerine bilgilerin getirdiği
yorumlar, tüm mülahazalar bir tarafa. O “mâ” nın içine hepsi girer. Fahvel
Hitap, sözün geliminden zaten bu da anlaşılıyor.
Peki şer yaratılan şeyin aslında
mı var? Girişte de söylemiştim hayır. Şer yaratana ait değildir. Onun için
yaratana isnat edilmemelidir. Zaten burada gördüğümüz gibi bakın Min şerri mâ halak
yarattıklarının şerrinden. O yaratmış, hayır olarak yaratmış. Çünkü Allah
hayırdır. Allâhi
hayrun ve ebka. (Kasas/60) hatta hayrı
esmaül Hüsna dan olarak niteleyen alimlerimiz vardır ki doğrudur. Çünkü bizzat
Allah’a izafetle kullanılmıştır, Allah’a isnatla kullanılmıştır. Dolayısıyla O
Hayırdır, hayırdan hayır sudur eder. Tüm varlıklar özünde cevherinde hayırdır
aslında zaten cevherine irca ettiniz mi varlıklar arasında ki fark ta kalkıyor
ki. Tüm görünen varlıkları ete kemiğe büründüm Yunus diye göründüm. Şu görünen
varlıkları ta atomuna irca ettiğinizde hepsi vücutça aynı köke dönmüyor mu.
Aslında mevcutta farklılaşıyor vücutta değil. Vücuda çevirdiniz mi aynı oluyor.
Onun için hayırdır varlıklar.
Peki şer
nedir? Özünden kaynaklanmaz cevherinden, arazından kaynaklanır. Ona arız olur
şer. Şer onun için görecedir, nispidir, röletivdir. Ma hulika leh’ine uygun kullanılmayan bir şeyden zuhur eder mesela.
Yaratılış amacına uygun kullanılmayan. Yaratılış amacına uygun
kullanmadığınızda ondan şer zuhur edebilir. Bir şey niçin yaratılmıştır? İşte
şunun için şurda dursun diye, siz bunu buradan alır şuraya koyarsanız zulüm
olur. Zulüm eşyayı yerinden etmektir. Hikmet eşyayı yerine koymaktır.
Zulmederseniz o orada şer üretmeye başlar. Aslında şer onun kendisinden üremez,
sizin onun yerini değiştirmenizden dolayı ürer.
İnsan da
öyle değil mi. İnsanı Allah şer olsun diye değil hayır olsun, hatta en hayırlı
olsun diye yarattı. Öyle değil mi ahseni Takviym üzre Ve lekad kerremna beniy Adem. (İsra/70) ademoğluna kat kat ikram
ettik.
Peki ne
yaptı? İnsan yaratılış amacına aykırı davrandığında başlıyor şer kaynağı
olmaya, şer üretmeye. Peki insan şer üretmek için mi yaratıldı? Değil. Şer
üretiyorsa insan şerdir diyebilir miyiz. İşte bunu diyemeyiz. Pavlus’yen
Hıristiyanlığı bunu dediği için insanlığın başına bela oldu. İslam; İnsan aslen
iyidir der, tab’an iyidir der, fıtraten iyidir der. Çünkü Allah’ın üzerinde yarattığı
fıtrat iyilik üzeredir, iyi fıtrattır. O sonradan kötüleşir. Terbiye edilmez
kötüleşir, yanlış çevre kötüleştirir, yanlış yere konur kötüleşir vs. En iyi
bozulunca en kötü olur. Ama Bozulunca. İşte bu manada eşyanın cevherinde yoktur
kötülük, ona arız olmuş bir şeydir ve rabbimiz de zaten eşyadan kötülük zuhur
etmesin diye bize eşyayı yerli yerine koymamızı ister. Hikmetli davranmamızı
ister.
Gece
örneğini vermiştim, gece korkutur demiştim. Fakat gecenin içinde korkacak bir
şey olup olmadığını bilmiyoruz, zaten korkmamızın sebebi de bilmememiz. Peki
burada söylenen Kul e'ûzü BiRabbil felak yani felak aslında
gecenin en zifiri vakti, en zifiri gece. Fakat zaten hemen devamında Ve min şerri
ğâsikın izâ vekab geliyor, orada işleyeceğiz bu zifiri karanlığı.
Fakat biz Kul
e'ûzü BiRabbil felak gecenin artık şafağa döndüğü o zifiri vaktine
neden Allah’a sığındığımız üzerinde durursak bilinmeyen tanrılaşmasın diye.
Bilinmeyen karşısında insanoğlu acizleşmesin diye. Bilinmeyeni evhama
dönüştürmesin diye. Yani o da Allah’ın yaratığı, o da Allah’ın mahluku. Niye
hemen çözüldün ey insan, bilmeyince niye hemen böyle kendine karanlığı tanrı
ettin, bilinmeyeni tanrı ettin. Hele bir dur, Allah yokmuş gibi bakma, Allah
yokmuş gibi konuşma, Allah yokmuş gibi davranma. Eğer varlığın sahibinin Allah
olduğuna iman edersen geceden korkmazsın. Çünkü O’nun için gece yok ki, senin
için gece var. O’nun için bilinmeyen yok ki, senin için bilinmeyen var. O’nun
için görünmeyen yok ki senin için görünmeyen var. sen görmüyorsun diye O da mı
görmüyor. Sen bilmiyorsun diye oda mı bilmiyor.
Peki niye yarattı, o zaman beni
korkutma ya rabbi, ben korkarım, korkar olduğumu sen de biliyorsun dersen,
acziyetini anla öğren de haddini bil diye geceyi, bilinmezliği yarattım. Yani
havalanma bak gözün sınırlı, kulağın sınırlı, bakışın sınırlı, sen sınırlısın,
aciz bir varlıksın, bilmiyorum diye geceden bile korkuyorsun. O zaman niye hava
atıyorsun, niye Allah’a baş kaldırıyorsun. Geceden korkanın haline bir bak bir
taraftan Allah’a karşı diklenirken öbür taraftan geceden korkuyor. Garipsin ey
insan, çok garip. İşte aslında bize söylediği çok şey var surede.
Min şerri mâ halak şerden mahluka
değil Halıka sığın, zımnen bu.
3-) Ve min şerri ğâsikın izâ vekab;
"Karanlığı
çöken gecenin şerrinden"(A.Hulusi)
3 - Ve
şerrinden bir Gâsıkın daldığı zaman. (Elmalı)
Ve min şerri ğâsikın izâ vekab ve
aklı, iradeyi bastırdığı zaman, izâ vekab bastırdığı zaman zehirli, zifiri bir
karanlığın, cehalet karanlığının şerrinden Allah’a sığınırım de. Tabii o
cehalet açılım. Çünkü burada ğâsık; aslında zifiri karanlık manası verilmiş ama
içinde zehirlilik var, içinde soğukluk var, korkunçluk var, buz gibi bir
karanlık diye çevirebilirim, zehirli bir karanlık diye çevirebilirim, korkunç
bir karanlık diye çevirebilirim. İbn. ül Enbari, el Ezdât isimli kitabında bu
kelimenin kökünün Türkçe olduğunu söylüyor. Yani Türkçeden Arap diline geçmiş,
oradan da Kur’an a vahyin dilinde kullanılmış bir kelime olarak söylüyor
ilginçtir.
Burada kokuşmuşluk ta var bunun
anlam alanında. Kokuşmuşluk, zehirlilik, buz gibilik, korkunçluk öyle bir
karanlık. Neden bu? çünkü bilinmiyor. Aslında bilinmezin içinde ne varsa bu
karanlığın içinde de o var. Onun için; Ve min şerri ğâsikın izâ vekab buz gibi zehirli
bir karanlığın, çöken iyice bastıran karanlığın şerrinden Allah’a sığınırım de.
Burada iradeyi bastıran diye
anlıyorum ben. İnsanın içinde ki karanlıktan bahsettiğini düşünmek çok daha
doğrudur. Çünkü rabbimizin vahyi, bizim ölümlü tarafımızı değil, ölümsüz
tarafımızı dile getirir. Onun eczanesi bizim ölümlü tarafımız için değil,
ölümsüz tarafımız içindir. Dolayısıyla iradenin karanlığı, cehalet karanlığı.
Cahiliyede onun için cahiliye değil miydi. İçine vahyin doğmadığı bir insan
karanlık bir insandır. İçine vahyin doğmadığı bir akıl karanlık bir akıldır.
İçine vahiy güneşinin doğmadığı bir kalp karanlık bir kalptir. Dolayısıyla
aslında ışığın kaynağı Allah’tır. Allâhu Nûrus Semâvâti vel Ard.
(Nûr/35) Allah semavat ve arzın nûrudur. Onun için Allah’a sırtını dönen
karanlıkta kalır. Allah’a yüzünü dönen aydınlanmış olur ve içinden
aydınlanmayan da dışını aydınlatamaz. İçinden aydınlanan dışını aydınlatır.
Burada ki
”vav” mesela anlamına alınabilir mi yani bir örnek vereyim; mesela neden
Allah’a sığınmak lazım. İşte birincisi bu. Yani zifiri, insanın iradesinin
üstüne çöken zifiri cehalet karanlığını içlerinden Allah’a sığınmak lazım diye
anlaşılabilir.
4-) Ve min şerrin neffâsâti fiyl'ukad;
"Düğümlere
üfüren kadınların şerrinden"(A.Hulusi)
4 - Ve
o, ukdelere üfleyen nefeslerin şerrinden. (Elmalı)
Ve min şerrin neffâsâti fiyl'ukad ve
yine düğümlere üfleyenlerin şerrinden Allah’a sığınırım de. yani rabbe
sığınırım. Kul
e'ûzü BiRabbil felak tan başladı, onun için hep oraya atıf
yapacağız. Ve
min şerrin neffâsât en neffâsât iki manaya da gelebilir. Bunu kelime
müennes diye, dişil diye düğümlere üfleyen kadınların şerrinden şeklinde hep
anlaşılıyor, Yok. Arap dilinde bu kalıp erkek veya kadını ifade etmeksizin
mücerret olarak ta kullanılır. Allame, çünkü neffâsâ; çoğulun tekili neffâse
dir. Allame gibidir. Allame kadın için söylenmez, erkek içinde Allame denir.
Bugün de kullanılıyor. Bakınız Allame falan, Allame Razi, Allame Şatıbi. Onun
için Allame mutlaka kadın olmaz, kadın da olabilir erkekte olabilir fark etmez.
Eğer bunun tekili Neffâse ise, Neffâsât onun çoğulu. Ama kadın için de
kullanılabilir erkek içinde kullanılabilir.
Bu nedir aslında; düğümlere
üfleyen. Aklın kör düğümleri olmasın bu. Bir üstteki ayeti tefsir ederken
andığımız o karanlıkta ki aklın kör düğümleri. Eğer bu Neffâsât ı ille de dişil
olarak alırsak karşıt cinsin içinde ki kör düğümleri, karanlıkta ki kör
düğümleri, karanlık içinde ki, yüreğin de ki kör düğümleri üfleyerek onu
saptıran, cinsellikle onu yolundan çıkaran kadınların şerrinden veya erkeklerin
şerrinden. Çünkü insanların içinde ki karanlıkta kör düğümler atmak daha kolay
olur. Kadın ve erkek eğer birbirlerine şeytan gibi yaklaşırlarsa, birbirlerinin
duygularını karıştırırlar, bulandırırlar. Bu duygu bulandırmaya bir kinaye
olmasın? Neden olmasın. En’am/112. ayeti ışığında anlarsak eğer bu ayeti
birbirlerine vahyeden insan ve cin şeytanlarından bahseder En’am/112. ayeti.
Tamam cinleri geçtik insan
şeytanları birbirlerine nasıl vahy ederler, neyi vahy ederler, yüreklerine neyi
fısıldarlar, duygularını karıştırmak için. Niçin yaparlar bunu? insanın içinde
ki duyguları karıştırmak için, insanın duygularını kirletmek için yaparlar.
Kadın ve erkek birbirlerinin cinsiyetlerini kullanarak, birbirlerinin
duygularını karıştırıyorlarsa tam da felak suresinin işte bu ayeti o durum
içindir. Birbirinin duygusunu karıştırmak.
Göğüslere vesvese verenler bir
sonraki Nas suresinde ki 5. ayeti hatırlayalım; yüvesvisü fiy sudûrin Nâs, (Nas/5) göğüslere vesvese verenler.
Nedir bu işte? En’am/112. ayette söylenen şeydir. Yani birbirlerinin duygusunu
kirletenler. Aslında içine kör düğüm atıyorlar. Allah düğümleri çözüyor, şeytan
düğüm atmaya çalışıyor. Vahiy düğüm çözüyor şeytan düğüm atıyor. Akıl ve kalp,
duygu ve düşünce fark etmez.
Buna umut tacirleri de girer,
duygu kirleyenler de girer. Mesela İnsanların umutlarından yola çıkarak, umut
tacirliği yaparak fal bakıyor. Ne de masum duruyor değil mi veya sihir yapıyor,
umut tacirliği. Muhabbet muskası yazacakmış, umut tacirliği. Bakın kendince bir
düğüm atıyor. Nedir? Mukallibul Kulûb olanın Allah olduğunu unutmaya ve unutturmaya
çalışıyor. Kalpleri evirip çeviren Allah’tır. Kalbi Allah’tan
bağımsızlaştırmaya çalışıyor. Kalbin üzerinde Allah’ın otoritesini yok etmeye
çalışıyor. Görüyorsunuz değil mi, ne kadar derinlere gidiyor olayın ucu.
Yine kadın ve erkeğin masum
cinselliğini kirleten her türlü karşıt cinsin bulandırması ve duygu kirliliği
bu çerçeve de anlaşılmalıdır.
[Ek bilgi; Büyünün özü, kökü,
Cinlere dayanmaktadır. Bütün mukaddes kitapların, önceki sahifeler de dâhil
olmak üzere Tevrat, Zebur, İncil ve Kur’ân her bir âyetinin, her bir
kelimesinin sekiz hizmetlisi yani “hadimi” vardır. Yani, her devirde nâzil
olmuş bulunan mukaddes kitapların orijinalini meydana getiren kelimelerin her
birine sekiz hadim -hizmetli- vazifeli kılınmıştır. Bunların dördü ulvî yani
“Melek” cinsinden; dördü de süflî yani “Cin” cinsindendir.
Bu kelimelerin “ebced ilmi”
denilen bir ilmin verdiği hesaplara göre çeşitli rakamlarla tekrarlanışı; ya da
o âyetlerin tersinden okunuşu, o kelimelerin vazifeli Cinini harekete
geçirerek, Sevk edildiği kişiler üzerinde tesirlerini icra ederler.
İşte BÜYÜ denilen olay, bir
kelime veya cümlenin belirli sayıda ve bazı yan çalışmalarla da desteklenerek
okunmasıyla meydana gelen tesirlerdir.
CİNLER, geçmiş yaşam içinde
Kur’ân öğretisine göre Eyyub Aleyhisselâm’a da büyük eziyetler vermişler ve O,
aşağıda yazacağımız, gene Kurân’da öğretilen duaya devam ederek kendini
kurtarmıştır. Bu duanın tekrarı ile beynin yaydığı dalgalar, beyin çevresinde
bir koruyucu manyetik kalkan oluşturduğu gibi; sivrisinek kovucu tabletlerin
yaydığı kokunun sivrisinekleri zararsız hâle getirmesi gibi, CİNLERİde tesirsiz bırakmakta ve onları
rahatsız ederek uzaklaşmaya zorlamaktadır.
“Âyetel Kürsî” ve “Kul
eûzüler”, kişinin ruh gücünün yükselerek CİNLERE karşı koymasını temin etmektedir. Aşağıda
öğretmekte olduğumuz âyetlerden oluşan dua ise âdeta laser tabancasının
ışınları gibi CİNLERİ vurmakta ve onları uzak durmaya mecbur etmektedir.
KORUYUCU DUA
RABBİ İNNİY MESSENİYEŞ ŞEYTANU Bİ NUSBİN VE AZÂB;
RABBİ EÛZÜ BİKE MİN HEMEZÂTİŞ ŞEYÂTIYN VE EÛZÜ BİKE RABBİ EN
YAHDURÛN.
VE HIFZAN MİN KÜLLİ ŞEYTANİN MÂRİD. (38.Sâd: 41 –
23.Mu’minûn: 97-98 –37.Sâffât: 7) (Ahmed Hulusi
- Ruh İnsan ve Cin)]
[Ek bilgi; RESULALLAH’A YAPILAN
BÜYÜ OLAYI
Tarihi bakımdan, Rasulullah a
sihir yapıldığı ve Rasulullah ın bundan etkilendiği doğrudur Bu olay Hz. Aişe,
Zeyd b. Erkam ve İbn Abbas'tan, Buhari, Müslim, Nesei, İbn Mace, İmam Ahmed,
Abdurrezzak Humeydi, Beyhaki, Taberani, İbn Sa'd, İbn Merduye, İbn Ebi Şeybe,
Hakim, Abd b. Humayd v.s. muhaddisler tarafından bu kadar çeşitli ve müteaddit
senetlerle nakledilmiştir ki, olay mütevatir seviyeye ulaşmıştır.
Hudeybiye antlaşmasından sonra
Rasulullah (s.a) Medine'ye döndü. Hicri 7'de, Muharrem ayında Hayber
Yahudilerine Medine'den bir heyet gitti. Heyet oradaki meşhur sihirbaz Lübeyd
b. Asım ile görüştü. Bu kişi bir Ensar kabilesi olan Ben-i Züreyk'tendi.
Heyet Lübeyd'e şöyle dedi:
"Muhammed bize ne yaptı, biliyor musun? Pek çok kere O'na sihir yapmaya
çalıştık ama başaramadık. Şimdi sana geldik. Çünkü sen bizden daha büyük
sihirbazsın. Şu üç altını kabul et ve Muhammed'e kuvvetli bir sihir yap.!"
O dönemde Rasulullah a Yahudi bir çocuk hizmet ediyordu. Onlar bu çocuk
aracılığıyla Rasulullah ın tarağını ve saç tellerini ele geçirdiler. Lübeyd, bu
saç tellerini ve tarağı kullanarak Rasulullah a sihir yaptı.
Lübeyd, bu sihri, Beni
Züreyk'a ait olan Zervan veya Zî-ervan isimli kuyunun içine bir taşın altına
sıkıştırmıştı. Sihrin Rasulullah a tesir etmesi bir yıl almıştı. Senenin ikinci
yarısında Rasulullah ın mizacında bir değişiklik görülmeye başlandı. Son kırk
gün şiddeti arttı. Son üç gün ise çok şiddetlendi. Ama en büyük tesiri
Rasulullah ın içinde büyük bir sıkıntı hissetmesi şeklinde oluyordu.
Bir gün Rasulullah, Hz.
Aişe'nin evindeydi. O gün Allah'a tekrar tekrar dua etmişti. Bu sırada uykuya
daldı. Uyandığında Hz. Aişe'ye "Ben Allah'a sorduğum sorunun cevabını
aldım" dedi. Hz. Aişe "o nedir?" diye sordu. Rasulullah şöyle
buyurdu: "İki kişi (yani melekler iki insan şeklinde) bana geldi. Birisi
başımın, diğeri ayaklarımın tarafında durdu. Birincisi diğerine sordu. O'na ne
oldu? Öbürü cevap verdi: Buna sihir yapılmış. Birincisi sordu: O'na kim sihir
yaptı? Öbürü cevap verdi: Lübeyd b. Asım. Birincisi sordu: ne içinde? öbürü
cevap verdi: Tarak ve saçlar bir erkek hurma içinde. Birincisi sordu: o nerede?
Öbürü cevap verdi: Beni Züreyk'in kuyusu Zervan (veya Zî-ervan) içinde, bir
taşın altında. Birincisi sordu: Ne yapmalı? öbürü cevap verdi: Kuyunun suyunu
boşaltarak onu taşın altından çıkarmalı."
Rasulullah; Hz. Ali, Ammar b.
Yasir ve Zübeyr'i gönderdi. Onlarla birlikte Cübeyr b. Iyaz el-Zurkî'yi ve Kays
b. Muhsin el-Zurkî'yi de gönderdi. (Yani Beni Züreyk'in iki mensubunu da
gönderdi.) Rasulullah daha sonra kendisi de birkaç ashabla oraya geldi. Kuyunun
suyu boşaltılarak taşın altındaki kılıf çıkarıldı. Kılıfın içinde tarak ve
saçlarla birlikte, bir ip üzerinde on bir düğüm ve mumdan bir putçuk buldular.
Bu putçuğun üzerine de iğneler
batırılmıştı. Cebrail gelerek Rasulullah a "Muavezeteyn'i oku" dedi.
Rasulullah ın her iki ayeti okuyuşunda bir düğüm çözülüyor, putçuk üzerindeki
iğnelerden bir tanesi de çıkıyordu. Son ayete gelindiğinde düğümler çözülmüş ve
iğneler çıkmıştı.
Rasulullah sihrin tesirinden
kurtulduğu için, kendisini bağlardan kurtulmuş gibi hissetti. Daha sonra
Lübeyd'i çağırarak sorguya çekti. Lübeyd suçunu itiraf etti. Rasulullah da onu
serbest bıraktı. Çünkü kendi kişisel meselesi için kimseden intikam almazdı.
Ayrıca olayı duyanlar Lübeyd'i öldürmesinler diye çevresindekilere bu olayı
yaymamalarını tenbih etti. (Mevdudi- Tefhimu-l Kur’an)]
5-) Ve min şerri hâsidin izâ hased;
"Haset
ettiğinde, haset edicinin şerrinden!" (A.Hulusi)
5 - Ve
şerrinden bir hâdisin haset ettiği zaman. (Elmalı)
Ve min şerri hâsidin izâ hased ve haset ettiği zaman hasetçinin şerrinden rabbe sığınırım.
Evet, Kul e'ûzü BiRabbil
felak (1) dedi ya, ben de e'ûzü BiRabbi diye devam ederim. Neden? min şerri hâsidin
izâ hased haset ettiği zaman. Demek ki haset etmediği zaman hasetçi
şerli olmuyor.
Aslında burada hased in her
insanın içinde potansiyel olarak uyuyan bir yılan olduğunu da söylemiş oluyor.
Ama bu yılanı uyandırmadığımız sürece sorun yok. Fakat haset yılanı uyanırsa ne
oluyor? Sokuyor. Kimi sokuyor? Aslında sırf haset ettiğini değil kendini
sokuyor. Onun için haset aslında haset eden için bedduadır, haset edilen için
duadır haset. Ve hasedin özünde ne vardır biliyor musunuz, Allah’a; Sen işi bilmiyorsun
demek. (Haşa) kime neyi nasıl vereceğini bilmiyorsun demek vardır. Yani ya
rabbi sen kime neyi vereceğini bilmemişsin, ben söylüyorum, falana
vermemeliydin.
Evet, haset budur işte. Haset
Allah’ın işine burun sokmaktır, haddini bilmemektir ve özünde Allah’a
itirazdır. Çünkü itiraz etmiş oluyor.
Hasedin ilacı nedir? Duadır.
Hased eden haset ettiğine dua ederse hasedin ilacı bu olur, kurtulmuş olur.
Kıskançlık değildir haset,
kıskançlık gayrettir. Gayret ise elindeki değerin kıymetini bilip onun üzerinde
titizlenmek ve aşırı titremektir. Tabii aşırı olduğu zaman hastalık derecesine
dönüşür.
Haset bende yok, onda da olmasın
demektir. Bende var, onda olmasın demeye Kur’an lisanında buhul denir, bahıyl.
Onun ki benim olsun demeye şuhh diyor Kur’an. Onun ki benim olsun. Bu iki
derece daha üstü, daha ötesi, daha alçağı mı demeliydim?
Evet, Dahası gıpta onda var bende
de olsun buna gıpta diyoruz. Ben de var onda da olsun, buna sehavet diyoruz,
cömertlik. Kur’an lisanında ne neye tekabül eder onu söylüyorum.
İsar; benimki onun olsun. Bu da
varmış buna isar diyor Kur’an. Dahası da var cuud bende yok ama onda olsun.
buna da cuud diyor. Bir dahası var. fakr; Onda yok madem bende de olmasın,
benim elimdeki de yok olsun. Buna da fakr diyor.
Aman Allah’ım hepsinin ayrı bir
ismi var rabbimiz bizlere ahlakı hamide versin. Rabbimiz hasedin ve
hasetçilerin şerrinden emin etsin. Tüm hasetçilerin şerrinden Alemlerin rabbi
olan Allah’a sığınırız. Gerçekten de haset insanı içerden ateşin odunu yiyip
bitirdiği gibi bitiren en ağır hastalıklardan biridir. Rabbim bizleri muhafaza
etsin.
[Ek bilgi; Haset, bir kimsenin
hayırlı bir işi veya evi, malı, mülkü, ilmi olsa, o kimseden bunların
gitmesini, onda olmayıp, kendinde olmasını istemektir. Onda olduğu gibi
kendisinde de olmasını istemek haset olmaz. Buna gıpta etmek, imrenmek denir.
Günah değildir.
Haset etmek, Allahü teâlânın
takdirini değiştirmez. Haset, bir kalb hastalığıdır. Kalb hastalıkları, ancak
ilim ve amel ile tedavi edilir.
Hazret-i Zekeriyya da Allahü
teâlânın şöyle buyurduğunu haber veriyor:
(Haset eden kimse, nimetime
düşman olan, kazâma kızan, kullarım arasındaki taksimatıma razı olmayan
biridir.)
Hasede sebep olan şeyler
1- Düşmanlık.
2- Çekememek.
3- Kibir:
4- Şaşkınlık.
5- Gayesine ulaşamama
korkusu.
6- Lider olma sevdası.
7- Kötü huy.
Hasedin amel ile tedavisi
şöyledir:
Haset arzularının aksini
yapmakla hasedini tahakküm altına alırsın. Mesela, hasmını kötülemek istersen,
hemen onu öv, kibretmek istersen tevazu göster, ondan özür dile, şayet
vermemeyi teklif ederse, vermeye gayret et! Yapmacık da olsa tatlılık, kini
ortadan kaldırır ve gönülleri birbirine bağlar. Bu sayede kalb, haset
hastalığından kurtulur. Haset edilen kimse, senin böyle zoraki yaptığını bilse
de, yine memnun kalır ve seni sevmeye başlar, bu suretle karşılıklı sevgi
başlar ve haset hastalığı da kaybolur. Çünkü tevazu, övmek ve sevgisini
bildirmek, karşısındakine etki ederek onu sever. Zoraki yaptığı iyilikler,
zamanla huy haline gelir. Böylece hasetten kurtulmuş olursun. (Mehmet Ali Demirbaş)]
{ve ahıru da'vahüm enil Hamdu Lillâhi
Rabbil alemiyn. (Yunus/10)}
Dualarının sonu da "Âlemlerin Rabbi Allah'a
hamdolsun." diye şükretmek olacaktır.(Elmalı)}
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder