Sayın Mustafa İslamoğlu’nun Kur’an tefsir dersleri videolarını, yazıya dökme, A. Hulusi Kur'an çalışması ve Elmalı mealinin yanında emin kaynaklı ek bilgilerle oluşturulan derleme çalışmalarımın paylaşımı.
10 Ocak 2012 Salı
İslamoğlu Tef. Ders. Yusuf (092-097)(78-B)
A sayfasından devam
92-) Kale lâ tesriybe aleykümül yevm* yağfirullâhu leküm, ve HUve Erhamur Rahımiyn;
(Yusuf) dedi ki: "Bugün suçunuz başınıza kakılmayacak, kınanmayacaksınız! Allâh sizi bağışlasın! O, Erhamur Rahıymiyn'dir." (A.Hulusi)
92 - Dedi: size karşı tekdir yok bu gün, Allah sizi mağrifeti ile bağışlar ve o «erhamürrahimîn» dir. (Elmalı)
Kale lâ tesriybe aleykümül yevm Peki Yusuf ne dedi bu itiraf karşısında? O da onlardan aşağı kalmaz tabii ki. O daha da alicenap davrandı, yüce ahlakını orada göstererek dedi ki; “Bugün size kınayıp ayıplamak yok.”
yağfirullâhu leküm, ve HUve Erhamur Rahımiyn; Allah sizi affeder, adeta affetsin diye dua edercesine; Allah sizi affeder, zira O merhametlilerin en merhametlisidir. Kendisinin affettiğinden lafız olarak söz etmiyor. Yani ne kadar nezaketli, sizi affettim bile demiyor. Çok nazik ama affettiğini daha nazik bir üslupla dile getiriyor. “Bugün size kınama yok, ayıplama yok, yani sizi yaptıklarınızdan dolayı ayıplayacak değilim.”
Evet, nasıl güzel bağışlanır onu da bize bu kıssa öğretiyor. Bize karşı kötülük yapanlara nasıl bağış ve ihsanda bulunuruz, onları affederken nasıl bir üslup kullanırız, kullanmamız gerekli, bunu da buradan öğreniyoruz. Ve tabii adeta bu ayetler kendisinden 10 küsür yıl sonra olacak manzarayı gösteriyordu sevgili efendimize ve yine o manzara.
Fetih olmuş İslam ordusu Mekke’ye kansız denebilecek bir zayiatla girmiş, birkaç küçük çatışma dışında ciddi bir direniş olmamış, Resulallah Kabe’ye gelmiş, özlediği atası İbrahim’in elleriyle yaptığı beyte, beytullaha yüz sürmüş, namaz kılmış, fakat Mekke’nin küfürde direnmiş sevgili evladı Muhammed AS. ı sürmüş olan kodamanları Kâbe nin avlusunda toplanmışlar, başlarına gelecek akıbeti merak ediyorlar. Acaba ne yapacak, bize nasıl davranacak. Yaptıklarını bilirler ya, eğer kendilerinin yaptığını, kendilerine yapacak olursa gerçekten halleri fena, onun için karma karışık duygular içinde Kâbe nin avlusunda bekleşiyorlar.
Kâbe nin avlusunda bekleşmelerinin sebebi; oranın harem oluşuna sığınıyorlar. Yine istismar edecekler. Yani Haremde de kan dökecek değil ya, orada kan dökmek öteden beri yasak, herhalde o da ona uyar diye düşünüyorlar. Ama karma karışık duygular içinde orada beklerken Resulallah Kâbe nin içindeki putları temizleyip orada rabbine bir şükür namazı kılıp Kâbe nin önüne çıkıyor ve:
- Ya ma’şera Kureyş..! Orada bekleşen binlerce Mekke liye sesleniyor. “Ey Kureyş topluluğu; Maturavne anni failun fiyküm. Bugün size ne yapacağımı sanıyorsunuz? Ben size ne yapacağım diye düşünüyorsunuz. Diyor.
Verdikleri cevap ne olsa gerek; “Hayran..!” diyorlar. Bakınız bir ömür direnmişler, ölümüne direnmişler, sürmüşler, canına kastetmişler, iftira etmişler, alaya almışlar, taşlamışlar. Ama buna rağmen verdikleri cevaba bakınız. Hep bir ağızdan “Hayran” diyorlar.
- Hayran, ahun keriymun vebnu ehın keriymin. Sen çok keriym bir kardeşsin ve keriym bir kardeşin oğlusun. Erdemli, cömert, affedici, bağışlayıcı bir kardeşsin. Erdemli, cömert, bağışlayıcı bir kardeşin de çocuğusun. Diyorlar.
Peki Resulallah ne diyor; Aynen bu ayeti okuyor, bu ayeti, Yani Yusuf’un kardeşlerine dediğini.
- “lâ tesriybe aleykümül yevm” Bugün size kınama yok, ayıplama yok. Ve arkasından bir cümle ekliyor; “İz hebu feentüm tuleka” haydi gidin, siz salıverildiniz, siz koy verildiniz.” Yani yakanızı bıraktım sizin. Belki “Sizi Allah’a havale ettim.” Dercesine.
Onun için ben onları ve onlar içinde bulunan insanları Tuleka diye isimlendirmeyi daha doğru bulurum. Salıverilmişler, koy verilmişler. İşte bu, bu sahneyi yıllar öncesinden, daha Mekke de Resulallah’a Yusuf kıssasıyla rabbimiz müjdeliyordu, ima ediyordu.
93-) İzhebu Bi kamiysıy hazâ feelkuhu alâ vechi ebiy ye'ti basıyra* ve'tuniy Bi ehliküm ecmeıyn;
"Şu gömleğim ile (babamıza) gidin... Onu (gömleğimi), babamın önüne koyun, gerçeği görür... Tüm ailenizi toplayıp bana getirin!" (A.Hulusi)
93 - Şimdi siz, benim şu gömleğimi götürün de babamın yüzüne bırakın gözü açılır ve bütün taallukatımızla toplanıp bana gelin. (Elmalı)
İzhebu Bi kamiysıy hazâ feelkuhu alâ vechi ebiy ye'ti basıyra şu gömleğimi de, dedi Hz. Yusuf; alıp gidin. Onu babamın yüzüne sürün, gözleri kendisine geri dönecektir. Gözleri ışığa kavuşacaktır, görmeye başlayacaktır. Gözleri zayıflamıştı hüzünden, biz onu anlıyoruz. Gözüne ak inmişti diyordu ya ayet; Geçen ders işlediğimiz ayet; işte onu ima ederek. Bu haberi alınca sevgili Yusuf peygamber babasına gömleğini kardeşleriyle yolladı ve götürün dedi. Babamın yüzüne gözüne sürün, sürura kavuşsun, gözü aydınlansın. Gözü aydın olsun. Dünyası kararmıştı, dünyası aydınlansın.
Belki göz aydınlığı ifadesi bizde mecaz olarak ifade edilir. Sürur, sevinç, onun karşılığı olarak ifade edilir. Burada da belki bu ibareler Yakup peygamberin göz aklığı ile ilgili, ya da onun gözünün görüşünün geri gelişi ile ilgili bu üç ayeti mecaza yorumlamak ya da hamletmek mümkün mü. Ben bunun gerekli olduğunu düşünmüyorum. Belki mümkün, fakat gerekli değil. Bunu bir prensip olarak böyle düşünüyorum.
Kur’an ın olağan üstü olarak sunduğu bir takım olayları, ille de olağan bir biçimde, ille de rasyonel bir mantık örgüsü içinde açıklamak zorunda değiliz. Yani olağan üstü Kur’an da vardır. Kur’an olağan üstüye yer vermiştir. Bunu öncelikle kabullenmek lazım. Çünkü olağan üstü, insan için olağan üstüdür. Allah için olağan üstü yoktur. İnsan için mucizedir. İnsanı aciz bırakır Allah’ı değil. O nedenle mucizelerin sebep sonuç yasalarını bozduğuna ilişkin genel kanatta doğru değildir. Çünkü sebep sonuç yasaları tek kademeli değildir.
Benim kanaatim, bu yasaların da üst yasalar olduğu ve o üst yasaların alt yasaları kimi zaman bizim alışkanlıklarımızın dışında belirlediği ve Allah için kendi yasasına mecbur olmak, mahkum olmak gibi bir şeyin geçerli olmayacağını. Ama elbette eşyanın yasasının Allah’ın bir sünneti olduğunu ve ve len tecide li sunnetillâhi tebdîlâ (feth/23), ve len tecide li sunnetillâhi tahvila (Fâtır/43) Allah’ın yasalarında Allah’ın adetinde Allah’ın kanununda bir değişme, bir bozulma, bir başkalaşma bulamayacağımız Kur’an i ilkesinin hep doğru olduğunu, Fakat Allah’ın yasalarının tek dereceli değil, birden çok dereceli olduğunu da bilmemiz gerekiyor. Onun için böyle bir mecburiyetimiz yok. Olağan üstüyü rasyonel aklın sınırlarına indirmek için zorlamaya girmek, lafız ve manayı zorlamak ve maksadı da aşmak.
Ama tersini zaten yapmayı hiç doğru bulmuyorum. Olağan olarak anlatılan bir çok hadisenin tarih içinde olağan üstüye taşındığını da görüyoruz. Bu çok yapılmış. İşte onlara rastlarsam tefsirim boyunca onları geri olağan haline, yani lafız ve mana desteğiyle maksat hakemine başvurarak onları olağan haliyle ilk muhataplarının anladığı haliyle aktarmaya çalışıyorum.
ve'tuniy Bi ehliküm ecmeıyn; Hz. Yusuf gömleğini verdikten sonra sözünü şöyle tamamladı; Sonunda tüm ailenizle birlikte bana gelin.
94-) Ve lemma fesaletil 'ıyru kale ebuhüm inniy le ecidü riyha Yusufe levla en tüfennidun;
Ne zaman ki kervan (Yusuf'un şehrinden) ayrıldı, (yurtlarındaki) babaları şöyle dedi: "Eğer bana yaşlandı; ne dediğinin farkında değil demezseniz (bilin ki), kesinlikle ben Yusuf'un kokusunu (dalgasını) alıyorum." (A.Hulusi)
94 - Vaktâ ki beriden kârban ayrıldı, öteden babaları doğrusu, dedi: ben cidden Yusuf’un korkusunu duyuyorum, bana bunaklık isnadına kalkışmasanız. (Elmalı)
Ve lemma fesaletil 'ıyru kale ebuhüm inniy le ecidü riyha Yusufe levla en tüfennidun; Derken Kervan yola koyulduğunda babaları dedi ki; Çok ilginç, buyurun; İnanın ki ben Yusuf’un kokusunu alıyorum. Umarım beni bunak yerine koymazsınız. Bu yine bunadı demezseniz eğer, inanın ki ben Yusuf’un kokusunu alıyorum.
Aslında hiçte garip ve yabancı değil. Onun içinde lafzı ve manayı zorlayarak bunu, rasyonalist bir mantığın katı sınırlarına hapsetmenin hiçte gereği yok. O zaman sevgiye, muhabbete iftira olur, hakaret olur. Küçümsemek olur sevgiyi. Burada söylenen bambaşka bir şey var. Filistin’de ki bir babanın, evladına hasret bir babanın, bir peygamber olan evladına hasret bir peygamber babanın Mısır’dan aldığı bir koku. Evet, yani muhabbetin ödülüdür diyorum ben buna.
İki göz verdi hasrete baba Yakup, iki göz. Fakat hasret ve muhabbet saf olunca, hasret ve muhabbet tüketici değil de, Züleyha’nın ki gibi tüketici değil de üretici olursa, verdiğinizden daha fazlasını size geri veriyor. Bir burun veriyor ki siz o burunla bin gözün göremeyeceği yeri görüyor, oradan koku alıyorsunuz.
Tabii bu burun ille de fiziki burun olmak zorunda değil. Yüreğin de burnu var nasıl gözü varsa, nasıl kulağı varsa. Onun için ..summün bükmün 'umyün.. (Bakara/171) dediği de budur zaten. Sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler derken Kur’an; körlükle, sağırlıkla aslında işitme ve görme duyularının çalışmadığını söylemiyor. Yani gözleri bakıyor, kulakları duyuyor, fakat yüreklerinin gözü kör, yüreklerinin kulakları sağır. Onu kastediyor.
Tabii burada kokuyu alan; seven yüreğin ta kendisidir. Ondan ötesi, ondan ötesini bilmiyoruz. Ama severse alır mı? Evet alır. Muhabbet böylesine bir iksirdir. Muhabbet uzağı yakın eder. Aşk şeffaflaştırır. Zamanı ve mekanı aşırır aşk. Seveni sevdiğine yakın eder. Onun için üretici sevginin sahibine bağışladığı hediyeyi görüyoruz burada.
95-) Kalu tAllâhi inneke lefiy dalalikel kadiym;
Dediler ki: "TAllâhi! Muhakkak ki sen eski yanılgını yaşıyorsun." (A.Hulusi)
95 - Dediler: tallahi sen cidden eski şaşkınlığından berdevamsın. (Elmalı)
Kalu tAllâhi inneke lefiy dalalikel kadiym; Etrafındakiler hemen ona şöyle dediler; Hayret vallahi, anlaşılan o ki sen kadiym yanılgında ısrar ediyorsun.
Evet, işte etrafındakilerde anlamadılar. Anlamadılar ki muhabbeti kuru bir rasyonelliğe mahkum etmek istiyorlar. Onun için yanılgı olarak görüyorlar. Sevmeyen bilmez, onun için aşıkı aşık anlar. Onun içindi ki Yusuf babasını anladı. Onun içindir ki sevenin sevdiğinden gelen bir parça, bir hatıra, bir hediye; seven için bir çift gözden daha iyidir. İşte Yusuf’la baba Yakup arasında ki bu muhabbet, bu özge muhabbet, bu dünyalar durdukça yaşayacak olan muhabbetin dayandığı temel bu. Onun için burada muhabbeti etrafındakiler kuru bir rasyonelliğe mahkum edip diyorlar ki; Yine eskisi gibi sayıklıyorsun. Yine eski yanılgını sürdürüyorsun.
96-) Fe lemma en cael beşiyru elkahü alâ vechihi fertedde basıyra* kale elem ekul leküm inniy a'lemu minAllâhi ma lâ ta'lemun;
Nihayet müjdeci geldiğinde, gömleği Yakup'un önüne koydular, (Yakup) hemen gerçeği gördü! (Yakup) dedi ki: "Size dememiş miydim, muhakkak ki ben Allâh hakkında sizin bilmediklerinizi bilirim." (A.Hulusi)
96 - Fakat vaktâ ki hakikaten müjdeci geldi gömleği yüzüne bıraktı gözü açılıverdi, ben size, dedi: Allah dan sizin bilemeyeceklerinizi bilirim demedim mi? (Elmalı)
Fe lemma en cael beşiyru elkahü alâ vechihi fertedde basıyra Nihayet müjdeci ulaşıp ta o gömleği yüzüne sürünce gözleri ışığına yeniden kavuştu, gözü aydınlandı. kale elem ekul leküm inniy a'lemu minAllâhi ma lâ ta'lemun; ben dedi, ben size dememiş miydim. Hz. Yakup konuşuyor. Herhalde ben Allah sayesinde sizin bilmediklerinizi biliyorum. Dedi.
97-) Kalu ya ebanestağfirlena zünubena inna künna hatıiyn;
(Yusuf'un kardeşleri) dediler ki: "Ey babamız... Bizim için suçlarımızın bağışlanmasını dile... Doğrusu biz hata edenler olduk." (A.Hulusi)
97 - Dediler, ey bizim şefkatli pederimiz, bizim için günahlarımızı istiğfar ediver, bizler hakikaten büyük günah işlemiştik. (Elmalı)
Kalu ya ebanestağfirlena zünubena inna künna hatıiyn; Ey babamız dediler, günahlarımız bağışlansın diye bizim için Allah’tan af dile. Kusurlu olan elbette bizler idik.
Ama ondan önce yukarıdaki ayette güzel bir nükte ve nokta var. O da Hz. Yakup; Ben dememiş miydim, sizin bilmediklerinizi Allah sayesinde ben bilirim derken bir bilgiye bağlıyor. Yani bu olağandışı olayı yine bir bilgiye bağlayarak kendine has bir rasyonellik üretiyor. İmana has bir rasyonellik. Onun için yine bir bilgiye bağlayarak bunu duygunun eseri değil, bilginin eseri, yani mahsus aklın değil, ma’kul aklın, yani mitosun, efsanenin değil, logosun, aklın bir eseri olarak ifade ediyor. Burası çok ama çok önemli ve aşağıda kardeşler tıpkı Yusuf’a itiraf ettikleri gibi babalarına da itiraf ediyorlar hata ettiklerini.
Evet, peygamberlerin güven alanlarına ümmetlerinin hatalarını, ümmetlerinin kendi güvenlerini zedelemesi sonucunda işledikleri hatalar için istiğfar etmek, peygamberlerin görevlerinden biridir. İşte oğullar babalarından kendileri için Allah’tan af dilemelerini istiyorlar. Hz. Yakup tıpkı Resulallah gibi, onlar için tabii ki bir sonraki ayette zaten af dileyeceğini söylüyor. Resulallah’ta Uhud dönüşünde rabbimiz tarafından böyle bir talimata muhatap olmuştu.
FeBima rahmetin minAllahi linte lehüm (Ali İmran/159) Allah’tan bir rahmet sayesinde onlara yumuşak davrandın, ve lev künte fazzan ğaliyzal kalbi lenfaddu min havlike, (Ali İmran/159) Eğer onlara sen katı kalpli davransaydın, onlardan yüz çevirseydin; onlar etrafından dağılır giderlerdi. fa'fü anhüm o halde onları affet. ..vestağfir lehüm.. işte burası onlar için Allah’tan af dile. Ali İmran 159 işte böyle diyor. Onlar için Allah’tan af dile.Peygamberlerin görevleri arasında ümmetlerinin günahkarları için Allah’tan af dilemekte var. Bu ümmetleri için istiğfar. Bu belki sadece onlar için değil, her öncü, her üstad her hoca talebesi için belki de kendisine karşı yapılmış bir kusur varsa hem onu bağışlamak, hem de bağışlanması için Allah’tan af dilemek gibi bir alicenaplılığa, bir yüce ruhluluğa çağrılmakta.
Devam ediyor C sayfasına geçiniz.
78. videoyu toplu olarak http://kurantefsir.wordpress.com/2012/01/06/islamoglu-tef-ders-yusuf-088-11178/ bulabilirsiniz.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder