C sayfasından devam
11-) LeHU muakkıbatün min beyni yedeyhi ve min halfihı yahfezunehu min emrillah* innAllâhe lâ yuğayyiru ma Bi kavmin hatta yuğayyiru ma Bi enfüsihim* ve izâ eradAllâhu Bi kavmin suen fela meradde leh* ve ma lehüm min dunihi min val;
Onun (tüm açığa çıkardıklarını), önünden arkasından Allâh hükmüyle muhafaza eden (kaydeden) kesintisiz izleyici sistemi (kuvveleri - melekleri) vardır... Muhakkak ki Allâh, bir toplumun yaşam biçimini, onlar kendi nefslerini (anlayışlarını - değer yargılarını) değiştirmedikçe, değiştirmez! Allâh bir topluma bir felaket irade etti mi, artık onun geri çevrilmesi yoktur! Onlar için O'ndan başka yardım edici dost yoktur. (A.Hulusi)
11 - Her halde Allah, bir kavme verdiğini onlar nefislerindekini bozmadıkça bozmaz, bir kavme de Allah, bir kötülük irade buyurdu mu artık onun reddine çare bulunmaz, öyle ya onlar için ondan başka bir vâli yok. (Elmalı)
LeHU muakkıbatün min beyni yedeyhi ve min halfihı yahfezunehu min emrillah önünden ve ardından gelen takipçilerin var da kendisini Allah’ın gazabından korur diye düşünüyorsa Allah onu da bilir.
Evet, İbn. Abbas, Dahhak, İkrime ve Taberinin tercihi bu. Onun için ben de onların tercihine göre bu ayeti çevirdim. Bu ayeti şöyle çevirmekte mümkün; muakkıbat’ ı; insanın önünden ve arkasından onu koruyan melekler şeklinde anlayan bir çok müfessir de bulunmakta. Onlar; min emrillah, Allah’ın emrinden korur, yahfezunehu min emrillah onu Allah’ın emrinden korur ibaresini pek çevirememişler. Yani eğer melekler var ise önünden ve arkasından, Allah’ın emrinden nasıl korur. Bu noktada min emrillah şeklinde açıklayanlar olmuş, Allah’ın emriyle korurlar. Min emrillah şeklinde açıklayıp da Allah’tan gelen kazayı ve belayı O’nun melekleri önler şeklinde, onun aşına gelmesinden önler şeklinde açıklayanlar olmuş. Pek makul bir açıklama olmamakla birlikte.
O nedenle biz; İbn. Abbas, Dahhak ve İkrime’nin burada ki muakkibat’ı, onun önünde ve arkasında bir koruyucular var değil, koruyucu olduğunu vehmetmek, kendisinin korunacağını vehmetmek, gücüyle, şöhretiyle ya da gerçekten bir takım korumalar etrafında taşıyıp ta bana bir şey olmaz diyen insanların Allah’ın emrinden korunacağını düşünüyorlarsa Allah’ın; onların bu sapmış düşüncelerini de bileceğini ifade eden bir ayet bu.
innAllâhe lâ yuğayyiru ma Bi kavmin hatta yuğayyiru ma Bi enfüsihim hiç kuşkusuz bir toplumun bireyleri kendi iç dünyalarını değiştirmedikçe, Allah’ta o toplumun gidişatını değiştirmez.
İşte asıl anahtar cümle geldi. Bireysel ve toplumsal değişmenin yasasına dikkat çeken bu cümle, aslında tüm tarihin bir cümlelik yasasıdır. Bir toplumu oluşturan bireyler iç dünyalarını değiştirmedikçe Allah da onların toplumunu değiştirmez. Tasavvurlarını değiştirmedikçe, akıllarını değiştirmedikçe, akleden kalbe sahip olmadıkça; Allah da o toplumun tamamını değiştirmez, gidişatını değiştirmez.
Onun için bir toplumun gidişatını beğenmeyenler, öncelikle kendilerini değiştirsinler.
Tüm dünyayı değiştiremezsiniz. Buna gücünüz yetmez. Fakat bir kişiyi değiştirebilirsiniz, buna gücünüz yeter. O halde nerden başlamalı, o bir kişi kim olacak. O bir kişi sizsiniz. Kendinizi değiştirin, tüm dünyayı değiştireceğinizin delili olsun.
ve izâ eradAllâhu Bi kavmin suen fela meradde leh ve Allah bir toplumu cezalandırmayı dilediği zaman, onu engellemek mümkün olmaz. ve ma lehüm min dunihi min val; O’ndan başka sığınacak bir mercii de zaten bulamazlar. Yani insanın Allah cezası olarak algıladığı Allah’ın cezalarını, insanın kötülük olarak algıladığı için burada; suen geçmiş. Allah’ın cezalandırmasını insan nedense kötülük olarak algılar. Göremediği için, değiştiremediği için bakışını yamuk baktığı için. Onun için ayette insanın algısından yola çıkarak, daha doğrusu Allah’ı tanıyamayanların algısından yola çıkarak bir kelime kullanılmış.
12-) "HU"velleziy yüriykümül berka havfen ve tamean ve yünşiüssehabessikal;
"HÛ", ki size korku ve umut olarak şimşeği (beyninizde bir an parlayan bir fikri) gösteren, (ilim ve marifet ile) yüklü bulutları inşa eden... ("Size korku ve ümit..." diye başlayan bu ve sonraki âyetler benzetme yoluyla insandaki çeşitli hâlleri anlatmasına rağmen, birçokları tarafından gerçekten göksel olaylar olarak anlaşılmıştır. A.H.) (A.Hulusi)
12 – O’dur ki size korku ve ümit içinde şimşek gösterir, ve o ağırlıkla bulutları inşa eder. (Elmalı)
"HU"velleziy yüriykümül berka havfen ve tamean ve yünşiüssehabessikal; size, korkuyu ve umudu birlikte yaşatmak için şimşeği gösterip yağmur yüklü bulutları sevk eden de O’dur.
Tekrar ilk konuya döndü. Eşyanın iç bağlantılarını bize veriyor. Yani korkuyu ve umudu birlikte yaşatmak. Bakınız diyor ki; hem şimşeği gösteriyor, hem de yağmuru gönderiyor. Korkuyu ve umudu birlikte, polarite demiştim; iki kutupluluk. Onun için İnne me'al 'usri yüsrâ; (İnşirah/6) Feinne me'al 'usri yüsrâ;(İnşirah/5) her zorlukla birlikte bir kolaylık vardır. Evet evet, her zorlukla birlikte bir kolaylık olmaya devam edecektir. Birinci ayet maziye ilişkin vardı, ikinci ayeti de olmaya devam edecektir diye anlamak daha doğrudur. Adeta o ayeti şerh eder gibidir.
13-) Ve yüsebbihur ra'dü Bi HamdiHi vel melaiketü min hıyfetiHi, ve yursilussavaıka feyusıybu Biha men yeşau ve hüm yücadilune fiyllah* ve HUve şediyd'ül mıhal;
Ra'd (gök gürültüsü - İnsan-ı Kâmil'in düşünsel boyutta keşfettikleri {salsal-i ceres, Abdülkerîm Ciylî, İnsan-ı Kâmil}) O'nun Hamdı olarak tespih eder; Melekler (kâinatta - insanda mevcut kuvveler) ise O'nun hükümranlığı altında (tespih eder - kulluklarını yerine getirir)... Onlar, Allâh hakkında (benlikten kaynaklanan fikirle) mücadele edip dururlarken; (O) yıldırımları (hakikati bilgisinin çarpmasını) irsâl eder de, onlarla, dilediğine bunu yaşatır! O, "Şediyd'ül Mihal"dır (şiddetle uygulanan Sünnetullâh sistemi vardır; değiştirilmesi müdahale edilmesi mümkün olmayan). (A.Hulusi)
13 - Ra'd hamd ile tesbih eyler, Melekler de korkusundan, ve saikalar gönderir de onunla dilediğini çarpar, onlarsa Allah hakkında mücadele ediyorlardır, halbuki onun muhavvilesi çok şiddetlidir. (Elmalı)
Ve yüsebbihur ra'dü Bi HamdiH gök gürültüsü, sınırsız bir övgü ile O’nun yüce kudretini dillendirmekte. vel melaiketü min hıyfetiH melekler ise bunu derin bir ürperti dolayısıyla yapmakta. ve yursilussavaıka feyusıybu Biha men yeşa’ dahası O yıldırımları gönderip dilediğini, ona hedef kılmakta. ve hüm yücadilune fiyllah* ve HUve şediyd'ül mıhal; Onlar ise dilediğini ustalı ve ince bir planla gerçekleştirmekte mahir olduğunu bildikleri halde hala Allah hakkında tartışıp durmaktadırlar.
şediyd'ül mıhal nadir ibarelerden biridir, sadece burada kullanılır yine. Hâyal, hîyle, havl, Lâ havle vela kuvvete illa. Hep aynı kökten gelir. Onun için çok uzun bir biçimde oldu ama öyle çevirmek zorundaydım. Çok ince, planlı, programlı fakat kesin, şiddetli bir düzeni olan Allah demektir.
(Ek bilgi; http://www.yaklasansaat.com/haberdosya/2005_haberleri/haber7.htm )
14-) LeHU da'vetül Hakk* velleziyne yed'une min dûniHİ lâ yesteciybune lehüm Bi şey'in illâ kebasitı keffeyhi ilelmai li yeblüğa fahu ve ma huve Bi baliğıh* ve ma duaül kafiriyne illâ fiy dalal;
Hak davet "HÛ"yadır! Yönelip yardım istedikleri O'nun dûnundakilerden, onlara hiçbir şekilde cevap gelmez (çünkü asla var olmadılar)! (Onların durumu) ancak, su içmek isteyip de yalnızca suya elini açanın hâli gibidir... (Çeşme olmadığından) o su ona ulaşacak değildir! Hakikat bilgisini inkâr edenlerin duası ancak sapkınlık ve boşadır! (A.Hulusi)
14 - Hak duâ ancak onadır, ondan başka yalvarıp durdukları ise onları hiç bir şeyle icabet etmezler, onlar ancak ağzına gelsin diye suya doğru iki avucuna açana benzer ki o, ona gelmez, kâfirlerin duâsı hep bir dalâl içindedir. (Elmalı)
LeHU da'vetül Hakk mutlak hakikati hedefleyen gerçek bir dua, yalnızca O’na yönelik olmalıdır. El Hakk demiştim, hem hakikate, hem Allah’a gider. Dua saf dildir. Esas duruş. Var oluşsal bir istikamet tayinidir dua. Kendi sınırlarını bilen Allah’ın büyüklüğünü bilir. Bunu bilen dua makamında yaşar hayatı. Onun için dua Allah’ın sınırsız büyüklüğünü, kendi küçüklüğünü bilen insanın Allah karşısında ki esas duruşudur ve ayet sözü esas duruşa getirdi.
velleziyne yed'une min dûniHİ lâ yesteciybune lehüm Bi şey'in O’ndan başka yalvarıp yakardıkları varlıklar hiçbir şekilde taleplerine karşılık veremezler. Allah’a kul olmayan, eşyaya ve insana kul olur demektir bu.
Evet, Allah’ı bırakıp ta O’nun dışındaki varlıklardan bir şeyler isteyen, talep eden insanın durumu, aslında Allah’a kul olmaktan kaçınıp eşyaya ve insana kul olanın durumu değil midir. Allah’a kulluğun garantilediği en büyük şey, insanın insana kul olmamasıdır. Allah’a kulluk, başkasına kul olmamayı garantiler.
illâ kebasitı keffeyhi ilelmai li yeblüğa fahu ve ma huve Bi baliğıh onların durumu,-bakın güzel bir benzetme yapıyor vahiy- tıpkı ellerini suya doğru açıp ta ağzına suyun ulaşmasını bekleyen kimse gibidir ki, bu durumda o asla suya kavuşamayacaktır. Ellerini açmış, buradan şöyle bir şey de anlaşılabilir. Suya dua ediyor. Ey su ne olur gel. Su gelemez diyor. Veya şöyle bir şey de anlaşılabilir; Elini uzatmış suya ama ulaşamıyor, eli suya ulaşmıyor. Bu da anlaşılabilir. 3. bir şey de anlaşılabilir; eklini suyun içine ulaştırmış, tutmuş suyu fakat ağzına getiremiyor, getirmiyor. Getirmeden suyun ağzına gelmesini istiyor. Ama birincisi daha şey, suya yalvarıp yakarıyor fakat su insana su ikram edemez. Çünkü su kendi kendine insanın ağzına gelemez. O nedenle burada insanın iradesine bir atıf olduğu gibi, insanın insan dışındaki bir takım varlıklardan beklentilerinin de boşluğuna bir atıftır.
ve ma duaül kafiriyne illâ fiy dalal; küfre sapanların duası, sapmalarını artırmaktan başka hiçbir işe yaramaz.
Devam ediyor E sayfasına geçiniz.
79. videoyu toplu olarak http://kurantefsir.wordpress.com/2012/01/13/islamoglu-tef-ders-yusuf-01-1879/ bulabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder