Sayın Mustafa İslamoğlu’nun Kur’an tefsir dersleri videolarını, yazıya dökme, A. Hulusi Kur'an çalışması ve Elmalı mealinin yanında emin kaynaklı ek bilgilerle oluşturulan derleme çalışmalarımın paylaşımı.
16 Ocak 2012 Pazartesi
İslamoğlu Tef. Ders. Ra'd (01-02)(79-A)
"Euzü Billahi mineş şeytanir racim"
“BismillahirRahmanirRahıym”
El Hamdu Lillahi Rabbil'Alemiyn Vesselatü Vesselamü ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ecmaiyn.
Rabbişrah liy sadriy;
Ve yessirliy emriy;
Vahlül ukdeten min lisaniy;Yefkahu kavliy; (Taha 25-26-27-28)
Rabbim göğsüme genişlik ver, kolaylaştır işimi, düğümü çöz dilimden ki anlayalar beni. Allahümme amin.
Sevgili Kur’an dostları bugün rabbimizin insanlığa merhamet ve şefkatinin bir eseri olan Kur’an vahyinin yepyeni bir suresi ile daha karşı karşıyayız. Kur’an ı bir ülkeye benzetirsek, eşsiz bir cennet ülkesine benzetirsek o ülkenin yeni bir sitesi ile yüz yüzeyiz. 79 derstir beraberiz. Bu 79. dersimiz. 79. derste Ra’d suresini işleyeceğiz. Kur’an ın 13. suresi. Fakat bir şeyi hatırlatmadan geçemeyeceğim.
79 dersten beri işlediğimiz Kur’an ın sadra şifa, topluma şifa, bireye şifa, gönle şifa, zihne şifa, akla şifa olan muhteşem ayetleri hep birbiri ile gerek doğru gerek çapraz bir biçimde bağlantılıydı. Bendeniz bu doğrudan yani paralel ve çapraz bağlantılara hep mümkün olduğunca dikkat çekmeye çalıştım. Fakat bugün işleyeceğimiz Ra’d suresi öyle bir içeriğe sahip ki adeta Kur’an ın süzülmüş bir usaresi. Onun için bu sure üzerinde ne kadar durulsa yeridir. Fakat yine de bize tanınan sınırlı vakitte işlemek zorunda olduğumuz sayfaları mümkün olduğunca özet halinde ama verilmesi gerekenleri de vererek inşallah işlemeye çalışacağız.
Ra’d suresi Kur’an ın 13. suresi resmi tedvinde, sıralamada. Aslında içerik açısından, muhteva açısından da bulunduğu yere ait gibi duran bir sure. Yani Yusuf suresinden sonra, konusu adeta onunla bütünleşen bir sure. Adını 13. ayetinden alıyor. Ayette ki er ra’d, gök gürültüsü sözcüğünden adını alıyor. Ve yüsebbihur ra'dü Bi HamdiH.. gök gürültüsü sınırsız bir övgüyle O’nun yüce kudretini, şanını, şerefini dile getirir diyor. Yani makro ayetlere, kevni ayetlere dikkat çekiyor. Dolayısıyla sure insana makro ve mikro, kevni ve enfüsi. Afaki ve enfüsi ayetleri hatırlatan bir sure.
İniş zamanı ilk müfessirlerden itibaren tartışılmış. Hatta Mekke’de indi diyenler de kendilerine İbn. Abbas’tan bir rivayet, bir görüş bulmuşlar, Medine’de indi diyenler de. Mekki ya da Medeni diyenlerin aslında birbirinden üstün bir delilleri bulunmamakta. Hatta bu iki görüşte İbn. Abbas’tan nakilde bulunurken, ona referans verirken 31 ve 43. ayetlerin istisna olduğunu söylemekte. Mekki diyenler bu ayetleri Medine de, Medeni diyenler ise 31 ve 43. ayetleri Mekke de indiğini söylemekteler. Fakat bu istisnanın, bizim 6. surenin girişinde işlediğimiz kriterlere uymadığını, dolayısıyla surenin bir bütün teşkil ettiğini, surenin içerisinden bir takım ayetlerin farklı bir dönemde indiğini gösteren bir delile, gerçekçi bir delile sahip olmadığımızı söyleyebilirim.
Tabii bu ihtilaf sureyi ortada bırakmamakta. Çünkü surenin konusuna, üslubuna, muhtevasına, diline, temasına baktığımızda açıkça sure bize ben Mekkeliyim demekte. Mesela 1 ve 4. ayetler arası afâk ayetlerini, 8 ve 11. ayetler arası enfüs ayetlerini, yani insanın iç ayetlerini birlikte okumayı teklif etmekte.
Yine sure meydan okuyan bir üslup ile anlatılmakta. Mesela bunu 5., 11., 13., 18. ve daha sonraki bir çok ayette görmek mümkün. Dolayısıyla sure bize OKUMAYI öğretmekte. İnsanı okumayı, kâinatı okumayı, Allah’ı okumayı, varlığı var oluşu okumayı, hayatı okumayı ve vahyi okumayı öğretmekte. Bu bir okuma suresi. Onun için Ra’d suresini; insan nasıl okumalı sorusuna bir cevap olarak, belki Kur’an ın tamamını böyle düşünmek gerekir ama Ra’d suresini çok daha özelde insan hayatı, kendi varlığını, var oluşu, Allah’ı ve tüm mahlukat ve mevcudatı nasıl okumalı sorusunun cevabıdır diye düşünüyorum. Ama niçin okuyacak, Neden okumalı, neden bunları okuyacak diye soracak olursak sure sözü bir yere getiriyor. O da anahtar ayeti olan 11. ayetteki şu cümleye;
innAllâhe lâ yuğayyiru ma Bi kavmin hatta yuğayyiru ma Bi enfüsihim
Hiç şüpheniz olmasın ki Allah; Bir toplum, o toplumu oluşturan fertler kendi iç dünyalarını değiştirmediği sürece Allah’ta o toplumun gidişatını değiştirmez. İşte anahtar cümlesi bu, bu surenin. Demek ki bütün bu okumalar afâki, enfüsi, tarihi okumalar. İnsanın kolektif bilincine giderek orayı okumak. İnsanın ben bilincine dönerek iç dünyasını okuması. İnsanın kâinatı okuması. Allah’ın yaratışının, mutlaklığının, varlığının ve birliğinin delili olan tabiatı okuması. Dahası; bunlar arasında bağ kurması. Dış dünya ile iç dünya. Makro ile mikro arasında bağ kurması.
Neden gerekir diye soracak olursak sonunda sözü; Değişmeniz için, iç dünyanızı güzelleştirmeniz için. Eğer siz bunu okuyarak bütün bu okuma objelerini okuyarak kendinizi değiştirirseniz, Allah toplumunuzun gidişatını güzelleştirir, değiştirir denilmektedir. Tabii bunun tam tersi de geçerli. Şimdi sureye girebiliriz.
“BismillahirRahmanirRahıym”
Rahman, rahiym Allah adına.
1-) Elif Lâââm Miiiym Râ* tilke âyâtül Kitab* velleziy ünzile ileyke min Rabbikel Hakku ve lâkinne ekseren Nasi lâ yu'minun;
Eliif, Lââm, Miim, Raa... Bunlar Kitap'ın (nâzil Hakikat ve Sünnetullâh BİLGİsinin) işaretleridir... (O BİLGİ) Rabbinden sana inzâl olunan Hak'tır... Ne var ki insanların çoğunluğu iman etmezler. (A.Hulusi)
01 - Elif, Lam, Mim, Ra. İşte bunlar sana o kitabın âyetleri ve sana rabbinden indirilen haktır, ve nas’ın ekserisi iman etmezler. (Elmalı)
Elif Lâââm Miiiym Râ bunlar mukadda harfleri huruf-u heca dediğimiz. Bu harfler üzerinde daha önce, gerek Bakara suresinde ve gerek diğer surelerde yeterince durmuştuk. Onun için burada durmaya ihtiyaç duymadan geçiyoruz. Ama hemen hatırlatalım ki öncelikle bu harflerin bulunduğu Kur’an da ki tüm sureler vahye atıf yaparak başlarlar. Onun için de bu harflerin ne olduğu konusunda ki farklı görüşler içerisinde en tutarlısı belki de;
Ey insanoğlu Allah konuşuyor. Fakat Allah ebedi ve değişmez hakikatleri senin bildiğin, senin kullandığın şu sıradan harflerle sana aktarıyor ki Allah’ın maksadı seni zorlamak ve zora koşmak, ya da sana anlaşılmaz bir şeyler söylemek değil, senin anlamanı sağlamak, senin mutlu olmanı sağlamak, sana yol göstermektir. Onun için mutlak olan Allah, aşkın olan Allah, mukayyet olan, içkin olan, dünyaya ait olan harflerden müteşekkil kelimelere dönüştürerek mesajını sana ulaştırıyor, ki üzerinde düşünüp, anlayıp ebedi mutluluğu kazanasın diye manasına gelebilir.
Bunun dışında bir işlev de taşıyabilir bu mana. Bir işlevi olabilir o da, çoğunlukla Mekki surelerin başında görüldüğü için hitabı önceleyip muhatabının dikkatini çekmek amacını taşıyabilir. Ama bütün bunların ötesinde Hz. Ebu Bekir’in dediği gibi her vahyin, her ilahi hitabın bir sırrı vardır, Kur’an ın sırrı da, şifresi de bu harflerdir.
tilke âyâtül Kitab Bunlar kitabın ayetleridir. velleziy ünzile ileyke min Rabbikel Hakk ve sana rabbin katından indirilen hakikatin ta kendisidir.
Rabbin tarafından indirilen hakikat, ünzile ileyke. Ara ara dile getiririm. Arap dilinde uzaktan gelen çok saygın konuğun önüne çıkartılan mükellef sofraya, ziyafet sofrasına Nüzûl derler diye. Dolayısıyla Kur’an ın; İnsanoğlunun ufkunu aydınlatan mesajı Nüzûl ile ifade edilir burada da olduğu gibi. Yani gök sofrasıdır. Allah’ın rahmet ve şefkatinin bir tecellisi olan gök sofrasıdır vahiy.
Ayette el Hakk geçti. Hem Allah’ın sıfatlarından biridir, hem de kitabın sıfatıdır. Allah mutlak hakikattir. Hakikati arayan onu bulduğunu iddia ediyorsa, bu iddiasının doğru olup olmadığını, Allah’ı bulup bulmadığıyla anlayabilirsiniz. Hakikati buldum ama Allah’ı hala bulamadım diyenin hakikati de bulduğuna inanmayın. Çünkü el Hakk O dur. Tüm hakikatler O’ndan neş’et eder. Hakikatlerin her bir huzmesini takip eden, sonunda O’na ulaşır. O nedenle On’suz bir hakikat düşünülemez. Çünkü El Hakk’tan bağımsız bir gerçek yoktur.
Aynı zamanda kitabın sıfatıdır bu vahiyde El Hakk’tan neş’et etmiş, El Hakk’tan gönderilmiş O’nun kelamıdır. Dolayısıyla Hakk’ın kelamı da Hakk’tır.
ve lâkinne ekseren Nasi lâ yu'minun; fakat insanların çoğu buna iman etmezler.
Bu ilk muhataplarının, yani Mekkeli inkarcıların “Muhammed onu kendisi uyduruyor” iftiralarına aynı zamanda bir cevaptır. Mukatil Bin Süleyman’ın dediği gibi; Ama benim asıl dikkat çekmek istediğim nokta, insanların çoğu hakikatin peşine düşmezler. İnsanların çoğu böyledir. Yani yığınlar, yani kalabalıklar. Onun karşısında Kur’an ulûl-elbab’dan söz eder. Akıl sahipleri. Düşünen öz akıl sahipleri. Aklını kullanan insanlar. Onlar azdır, fakat insanların çoğu nedense böyledir. Üç vasıfla gelir Kur’an da;
1. formu; ekseren Nasi lâ ya’kılun (Ankebut/63) İnsanların çoğu aklını kullanmazlar. Aklını kullansaydı ulül elbab, düşünen, tefekkür eden, fark eden, hakikate ulaşmak için çaba gösteren insanlar sınıfına girerdi. Ama düşünmediği için yığınlar, kalabalıklar safında duruyor. O nedenle akıl etmezler.
2. formu; ekseren nâsi lâ yeşkurûn (Bakara(273) şükretmezler. Çünkü akıl etmeyince şükretmezler. Şükür etmek için akıl etmek lazım. Allah’ın nimetinin farkına varmadan neye şükredecek. Kişi farkına varmadığı, nimet olmadığı bir şeye şükreder mi.
3. ise ekseren Nasi lâ yu'minun; (Hud/17) (Mümin/59) (Rad/1). Akıl etmeyince şükür etmez, şükretmeyince de inanmaz, iman etmez. İman etse zaten şükreder, ya da şükretse zaten iman ederdi. Bunlar birbirinin devamı olan, biri diğerinden ayrı tutulamayacak şeyler. Onun için Kur’an da bu 3 formda gelir. İnsanların çoğunun 3 özelliği, birbirine bağlı özelliklerdir.
2-) Allâhulleziy rafe'asSemavati Biğayri 'amedin teravneha sümmesteva alel Arşi ve sahhareşŞemse velKamere, küllün yecriy liecelin müsemma* yüdebbirul'emre yufassılül'âyâti lealleküm Bi Lıkai Rabbiküm tukınun;
(İsmi) Allâh (olan), "HÛ"dur ki semâları (algılanan madde ötesi boyutları - bilinç {yedi nefs} mertebelerini) gördüğünüz bir şeye dayanaksız yükseltti (Farklı algılama sistemlerine dayalı farklı boyutlar meydana getirerek oluşturdu)! Sonra Arş üzerine istiva etti (Esmâ'sının özelliklerini Fiiller âleminde hükümran kıldı)! Güneş'i, Ay'ı hükmünün açığa çıkması için işlevlendirmiştir; her biri belli bir ömre sahip olarak işlevine devam eder... Hükmü doğrultusunda (her şeyi) oluşturur - yönlendirir; tüm detaylarıyla var eder; Rabbinizin likâsına (hakikatinizdeki Rabbinizin Esmâ'sının açığa çıkışının farkındalığına) yakîn sahibi olmanız için. (A.Hulusi)
02 - Allah odur ki Semalara direksiz irtifa' verdi, onları görüyorsunuz, sonra Arş üzerine istivâ buyurdu ve Şems-ü Kameri teshir eyledi, her biri müsemmâ bir ecel için cereyan ediyor, emri tedbir, âyetleri tafsil eyliyor ki sizler rabbinizin likasına yakîn hasıl edesiniz. (Elmalı)
Allâhulleziy rafe'asSemavati Biğayri 'amedin teravneha sümmesteva alel Arş Allah ise, ki sözü oraya getirecekti, vahiy sözü sahibine getirdi. Allah ise gökleri gördüğünüz bir destek olmaksızın inşa edip sonra da mutlak hükümranlık makamına kurulan tek güçtür. Tek varlıktır.
Evet, burada önce semavati açıklamak durumundayız, gökler. Kur’an kozmolojisin de 3 tip sema vattan söz edilir kısaca.
1 – Bunlardan birincisi atmosfere ilişkin göklerdir ki, dünyanın gökleri. Atmosfer; işte stratosfer, biyosfer, diğer tabakalar.
2 – İkincisi; Güneş sistemine tekabül eden kozmolojidir. O da diğer gezegenlerle birlikte bir katman örgüsünü bize sunar.
3 – Ama 3. Kur’an kozmolojisi; soyut ve somut tüm alem hiyerarşisini dile getirir ki, bu alemler biçiminde de geçer Kur’an da. Allah’a ulaşıncaya kadar, ki İslam’da varlık düşüncesi, tepesinde Allah’ın bulunduğu bir varlık hiyerarşisine dayanır. Onun için Melekler de dahil, daha bilmediğimiz görünmez varlıklar da dahil, Kur’an da semavat denildiği zaman bazı ayetlerde böyle bir varlık hiyerarşisi dile getirilmiş olur. Soyutuyla, somutuyla. Maddi olanıyla, maddi olmayanıyla.
Burada ki Allahualem ikincisi, yani insanın yaşamına elverişli olarak yaratılan sistemimiz, güneş sistemi. Çünkü bu sisteme baktığımızda, eğer sistem böyle dizilmemiş olsaydı, dünyada insan yaşamının mümkün olmayacağını anlıyoruz. Yani güneşe bir parça daha yakın olsaydı, kendisinden bir önceki gezegenle yer değiştirseydi, insan diye bir varlık olmayacaktı, çünkü yanacaktı. Kendisinden bir sonraki gezegende olsaydı insan diye bir varlık olmayacaktı, donacaktı. Burada olmuş.
Bir de kendisinden önce ve kendisinden sonra gezegenler olmuş olması, yani hemen hemen ortalarda bir yere yerleştirilmesi adeta uzaydan gelecek kozmik kazalara karşı korunması için etrafına dört dönen jandarmalar, koruyucular, zırhlar yerleştirilmiş olmasıyla açıklanabilir. Onun için bu ayetteki es semavat Allah-u alem bu ikincisine tekabül etse gerek. Çünkü bu ayetler, bu pasaj, sözü insana getirecek.
ve sahhareşŞemse velKamere, küllün yecriy liecelin müsemma her biri belirli bir süreye kadar görevlerini icra edecek olan güneş ve ayı belli bir yasaya o bağlamıştır. Evet, teshiyr diyoruz buna. Teshıyr sırrı. Güneş ve ayı musahhar kılan, yer ve göğü musahhar kılan, gece ve gündüzü musahhar kılan. Bunlar hep Kur’an a ait ibarelerdir. Teshıyr, bir yasaya tabi kılan. Aynı zamanda;
Ve sahhare leküm.. (casiye/13) ibaresi ile geldiği zaman bu gibi nesneler, leküm ibaresi ile geldiği zaman; insanın hizmeti için belli bir yasaya tabi kıldık manasını taşır. Leküm, sizin için, sizin için biz buna yasa koyduk. Yani buna koyduğumuz yasa size hizmet etsin diye anlamına gelir. Burada yok o ibare ama Kur’an ın bir çok ayetinde mevcut. Onun için insanın yaşamına, yer yüzünde ki hayatına elverişli bir çevre kurmak amacıyla, çevre inşası amacıyla rabbimiz eşyaya yasa koyuyor. Tabii bu aynı zamanda insana; Ey insan değerini bil. Rabbinin sana atfettiği önemi anla. Dolayısıyla Allah’ın şaheseri olduğunu unutma. Neden Allah insana vahiy etti, onu da iyi öğren. Anlamını taşıyor.
Tabii bu ibare aynı zamanda tüm gök cisimlerinin, ki açık orada ..küllün yecriy li ecelin müsemma (Fâtır/13) Hepside tanımlanmış, belirlenmiş bir süre içinde dönüp durur, cereyan eder anlamına gelir kendi içinde.
Tüm kozmik alemdeki her gök cisminin kendisine ait bir çevrim müddeti olduğunu ifade etse gerektir. Ki o yasaya işaret eden bir cümle bu. Güneşin kendi günü var, ayın günü var, dünyanın günü var, hatta sistemin günü var. Hatta sistemin içinde olduğu galaksinin günü var. Tabii kaç binyıl, kaç milyon yıl, kaç milyar yıl. Bilinen biliniyor bilinmeyen var. Dolayısıyla her gök cisminin kendi günü var. Fakat hiç birinin günü diğerini tutmaz. Farklı zamanlar.
yüdebbirul'emr varlığı O çekip çevirmektedir. yufassılül'âyâti lealleküm Bi Lıkai Rabbiküm tukınun; İlahi mesajları size ayrıntılı olarak açıklıyor ki, rabbinize hesap vermek üzere kavuşacağınıza yürekten inanasınız.
Evet, ayet böyle bitiyor. Neden bunları size açıklıyoruz biliyor musun ey insan oğlu, sonunda hesap vermek üzere rabbine kavuşacaksın. Buna kalbin bassın, kafan yatsın diye açıklıyoruz. Yani yaptıklarının hesabını bir gün vereceksin. Sorumluluğunu üstlen ey Ademoğlu. Mesaj bu.
Aynı zamanda yufassılül'âyât bu mesajları neden ayrıntılandırıyor biliyor musunuz; Akılsız varlıklar için yasa koyduğunu ifade buyuruyor rabbimiz. Ayetin içinde. Öyle dememiş miydi ayet ve sahhareşŞems güneş için O yasa koydu.
Burada hemen şu soru akla geliyor; İnsandan çok daha düşük varlıklar için yasa koyan Allah, insanı başıboş mu bırakacağını zannediyorsunuz.
Evlâ leke fe-evlâ (Kıyame/34)Yazıklar olsun sana ey insanoğlu yazıklar..!
Sümme evlâ leke feevlâ; (Kıyame/35) bir daha yazıklar olsun sana ey insanoğlu.
Eyahsebul'İnsanu en yutreke süda (Kıyame/36) yoksa insanoğlu başıboş bırakılıp kendisinden hesap sorulmayacağını mı sanıyor.
İşte bu Kur’an ın söylediği bu. Yani şuursuz ve akılsız varlıklar için dahi yasa koyan, onları belli bir amaç için yaratan. Çünkü bir şey için yasa koymak, onun amacını belirlemektir aynı zamanda. Yasa koyduğu o varlıkları insan için kılan Allah, insan için bir amaç koymamış mıdır. Bu nasıl düşüncedir. Devam ediyor Kur’an ayat-ı Kainatı şerh etmeye.
Devam ediyor B sayfasına geçiniz.
79. videoyu toplu olarak http://kurantefsir.wordpress.com/2012/01/13/islamoglu-tef-ders-yusuf-01-1879/ bulabilirsiniz.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder