17 Şubat 2011 Perşembe

İslamoğlu Tefs. Ders. Alu İmran (81-109)(24)




“Euzübillahimineşşeytanirracim.”
“Bismillahirrahmanirrahim”
Sevgili Kur’an dostları geçtiğimiz derste 80. ayeti işleyerek orada kalmıştık, şimdi Alu İmran suresinin 81. ayetinden dersimize devam ediyoruz.
81-) Ve iz ahazAllahu miysakan Nebiyyiyne lema ateytüküm min Kitabin ve Hikmetin sümme caeküm Rasulün musaddikun lima maaküm letü'minünne Bihi ve letensurunnehu, kale eakrertüm ve ehaztüm alâ zâliküm ısriy* kalu akrerna* kale feşhedu ve ene maaküm mineş şahidiyn;
Hem Allah vaktiyle Peygamberlerin şöyle misakını almıştır: Celâlim hakkı için size kitap ve hikmetten her ne verdimse sonra size beraberinizdekini tasdik eden bir Resul geldiğinde ona mutlak iman edeceksiniz ve lâbüdd ona yardımda bulunacaksınız, buna ikrar verdiniz mi? ve bunun üzerine ağır ahdimi boynunuza aldınız mı? buyurdu, ikrar verdik dediler, öyle ise, buyurdu: Şahit olun ben de sizinle beraber Şahinlerdenim. (Elmalı)
Hani Allâh Nebilerden (ve ümmetlerinden şu konuda) söz almıştı: "Size hakikat bilgisinden ve Hikmet verdim, bundan sonra beraberinizde olanı tasdik eden bir Rasûl geldiğinde, Ona bütününüzle iman edecek ve yardım edeceksiniz. Kabul ettiniz ve ağır yükümü üzerinize aldınız mı?", "Kabul ettik" dediler! "Şahit olun, ben de şahidim hakikatiniz olarak." (A.Hulusi)
Ve iz ahazAllahu miysakan Nebiyyiyn Allah peygamberlerden taahhüt aldığı zaman.
Burada tefsire muhtaç bir nokta var. O da bu taahhüt peygamberlerin bizzat kendilerinden mi alındı, yoksa peygamberler aracılığı ile onların gönderildiği toplumlardan mı alındı. Eğer tefsirlere bakacak olursak, bu farklı farklı varyantları, farklı anlamları destekleyen ayrı ayrı rivayetleri açıkça görürüz. Biz yukarıdan itibaren konunun özellikle ehli kitap bağlamında geçtiğini hatırlarsak, burada da aslında alınan bu misakın, bu taahhüdün peygamberlerden değil, peygamberler aracılığı ile toplumlardan, daha doğrusu kitap ehlinden alındığı yorumuna ulaşırız.
Allah neyin taahhüdünü almıştı;

lema ateytüküm min Kitabin ve Hikmetin Size kitaptan ve hikmetten bir pay verdiğim zaman, sümme caeküm Rasulün musaddikun lima maaküm ve bunun ardından yine size, sizin elinizdeki hakikati doğrulayan, onu tasdik eden bir elçi de geldiği zaman letü'minünne Bihi ve letensurunneh kesinlikle o elçiyi destekleyeceğinize ve ona iman edeceğinize ilişkin Allah peygamberlerden söz almıştı. Aslında zamirlerde benim tercih ettiğim yorumu göstermekte.
Allah peygamberlerden söz almıştı diye başlayan ayet size onların getirdiği hakikati destekleyen, onların getirdiği hakikati tasdik eden bir elçi gönderdiğinde diye devam ediyor. Size. İşte o siz’in ehli kitap olduğunu, özelde Yahudiler, Medine Yahudileri olduğunu hemen anlıyoruz.
Allah onlardan ahd almıştı, taahhüt almıştı, söz almıştı. Kendilerine, kendi ellerinde ki hakikatten geriye kalan vahyi destekleyen bir elçi geldiğinde ona iman edecekler ve onu destekleyeceklerdi.
Ve yine Allah sordu; kale eakrertüm ve ehaztüm alâ zâliküm ısriy İşte bu şarta dayalı ahdini alıp kabul ettiniz mi?
Kalu Onlarda cevap vermişlerdi akrerna kabul ettik.
Kale Yine demişti Allah feşhedu ve ene maaküm mineş şahidiyn; Şahit olun, tanık olun ki ben de sizinle beraber tanıklık yapacağım. Demişti.
Burada tarihsel bir gerçek Kur’an lisanıyla farklı bir üsluba büründürülerek anlatılıyor. Bu üslup bir parça alegorik, bir parça mecazi, bir parça imalı bir üslup. Ama hepsinden öte burada açık bir hakikat göze çarpıyor. O hakikatte insanlığın tüm destanı boyunca Allah’ın gönderdiği vahiy, Allah’ın gönderdiği mesaj, tüm peygamberlerin ortak mesajıdır. Ve bu mesaj tüm peygamberler tarafından tasdik edilmiştir. Her yeni peygamber, kendisinden önceki tüm mesajları ve tüm peygamberleri tasdik ederek, doğrulayarak, onaylayarak gelir toplumuna. Ki son peygamber Hz. Muhammed AS. da b u ilahi geleneği yerine getirerek kendisinden önceki tüm ilahi mesajları onayladı. Tüm peygamberleri doğruladı ve tasdik etti.
İşte Resulallah’ın bu tavrına, bu ilahi sünnete uyan tavrına rağmen onun onayladığını bile bile Medine Yahudileri ona karşı çıktılar. Onu reddettiler ve onun getirdiği mesajı inkar ettiler.
Kur’an bu inkarın temelindeki sosyo psikolojik hastalığı çözüyor, işte dikkatlerimizi oraya çekiyor ve tarihte gerçekleşmiş bu sosyal nankörlüğün bu güne nasıl taşınabileceğinin de bize yöntemini gösteriyor. Aslında aynı nankörlük bugünde mümkün. Bugünde Kur’an a karşı, Kur’an ın mesajına karşı yapılıyor olabilir. Yani bugün Kur’an a karşı ehli kitaplaşmış bir toplum var ve bu toplum Kur’an ın indiği dönemde Kur’an a karşı Yahudilerin gösterdiği tepkiyi, bugün ehli kitaplaşmış, adına Müslüman denilen bir toplumda Kur’an a karşı gösteriyor. İlginç, yani bir bakıma Tarihin hastalığı tekerrür ediyor.
82-) Femen tevella ba'de zâlike feülaike hümül fasikun;
Demek ki bunun arkasından her kim dönse artık onlar hep dinden çıkmış fasıklardır. (Elmalı)
Kim (bu sözünden) geri dönerse, işte onlar fâsıklardır (inançları bozuk olanlardır). (A.Hulusi)
İşte her kim bundan sonra yüz çevirirse, kabul ettikten sonra sırt dönerse ilahi mesaja feülaike hümül fasikun; işte onlar fasıklardır. Yoldan çıkanlardır.
Ehli kitap bu sözleşmeye ihanet etmişti. Allah’ın aldığı bu ahde, Allah’la yaptıkları bu sözleşmeye ihanet etmişti. Çünkü Allah son gönderilen vahye, onların iman etmemesini, alınan ilahi ahde ihanet olarak değerlendiriyor. Aynı şeyi bugüne de taşıyabiliriz ve Allah bu ümmetten de son mesaja uyacaklarına dair ahd almıştı, misak almıştı taahhüt almıştı. Bugünde kendilerine emanet edilen ilahi mesaja sırt çeviren, o mesaja ihanet eden ve yine de buna rağmen ben Müslüman’ım diyenler varsa onlara Kur’an ın söylediği şu;
“Siz tıpkı Müslüman İsrail oğullarının Yahudileştiği gibi Yahudileştiniz. Çünkü onlarda vahyi yeryüzüne taşıma görevi ile görevlendirilmiştiler ama bu göreve ihanet ettiler. Şimdi ise siz onların ihanetini takip ediyorsunuz.”
83-) Efeğayre diynillahi yebğune ve lehu esleme men fiys Semavati vel Ardı tav'an ve kerhen ve ileyhi yurce'un;
Daha Allah dininin gayrisini mı arıyorlar? Halbuki göklerde ve yerde kim varsa hepsi ister istemez ona teslim olmuş hep döndürülüp ona götürülüyorlar. (Elmalı)
Semâlarda ve arzda (evrenin mânâ ve madde boyutlarında) ne varsa, isteyerek veya istemeyerek O'na teslim olmuş durumda iken, Allâh Dini'nden (İslâm'dan - yaratmış olduğu sistem ve düzenden) başkasını mı arıyorlar. (Oysa) O'na döndürülmektedirler. (A.Hulusi)
Efeğayre diynillahi yebğune ve lehu esleme men fiys Semavati vel Ard Yoksa onlar Allah’ın dininden başka bir din mi arıyorlar. Allah’ın hayat nizamından başka bir hayat tarzı mı arıyorlar. İlahi çözümler dışında başka çözüm yöntemlerimi arıyorlar. ve lehu esleme men fiys Semavati vel Ard oysaki bütün gökteki ve yerdeki her bir şey O’na kayıtsız şartsız teslim olmuşken. Yani göklerdeki ve yerdeki tüm varlıklar Allah’a kayıtsız şartsız boyun eğmişken, insan da bunu görüp dururken, İnsan Allah’ın önerdiği hayat tarzı dışında başka bir hayat tarzı, başka bir din mi arıyor kendisine.
tav'an ve kerhen İster istemez göklerdeki ve yerdeki her bir şey ona boyun eğmişken ve ileyhi yurce'un; ve en sonunda O’na dönecekler. Yani eğer insan Allah’ın kendisi için seçip beğendiği hayat tarzını reddediyorsa şunu iyi bilsin ki; Bugün Allah’ın kendisine verdiği irade sayesinde reddettiği hayat tarzını, yarın reddemiyeceği bir mekana, bir makama gidince işte o zaman mecbur kalacak. O zaman ise imtihanı kaybetmiş olacak. Onun için bugün Allah’a, Allah’ın önerisine, teklifine reddetme imkanı var. İnsana irade verilmiş. Fakat reddettiğinde yarın cezasını reddetme imkanı yok. Bu ihanetinin karşılığında verilecek cezayı insan reddedemeyecektir.
İşte ayet ve ileyhi yurce'un; en sonunda O’na döndürülecekler, en sonunda varıp duracakları son durak O’nun huzurudur demekle bu akıbeti hatırlatıyor ve diyor ki;
84-) Kul amenna Billahi ve ma ünzile aleyna ve ma ünzile alâ İbrahiyme ve İsmaıyle ve İshaka ve Ya'kube vel Esbatı ve ma utiy Musa ve 'Iysa ven Nebiyyune min Rabbihim* la nüferriku beyne ehadin minhüm* ve nahnü leHU müslimun;
De ki: biz inandık Allaha iman getirdik: bize indirilene de, İbrahim’e ve İsmail’e ve İshak’a ve Yakub’a ve Esbata indirilene de Musa’ya ve İsa ya ve Nebiyyuna Rablarından verilene de, onlardan birinin arasını ayırmayız ve biz ancak ona boyun eğer Müslimleriz. (Elmalı)
De ki: "Hakikatimizi dahi kendi Esmâ'sından var ettiğine inanmış olarak Allâh'a, bize inzâl ettiklerine; İbrahim, İsmail, İshak ve Yakup'a ve torunlarına inzâl olana; Musa ve İsa'ya ve Nebilere Rablerinden verilenlere iman ettik. Onlar arasında ayrım yapmayız. Biz, O'na teslim olmuşlarız." (A.Hulusi)
Kul De ki; amenna Billahi ve ma ünzile aleyna Allah’a iman ettik biz. Bize indirilene de iman ettik. ve ma ünzile alâ İbrahiyme İbrahim’e indirilene ve İsmaıyle İsmail’e indirilene ve İshaka ve Ya'kube vel Esbat İshak’a, Yakup’a ve onun neslinden gelenlere indirilenlere de iman ettik.
ve ma utiy Musa ve 'Iysa ven Nebiyyune min Rabbihim Yine Musa ve İsa’ya verilene ve rableri katından peygamberlerin tümüne bahşedilenlere de iman ettik.
la nüferriku beyne ehadin minhüm Biz onlar arasından hiç birini ayırt etmeyiz.
Çünkü biz vahyin evrensel değerlerin bütünü olduğuna inanırız.
Çünkü biz İslam deyince insanlığın değişmez değerlerini akla getiririz.
Çünkü biz Allah’ın tüm çağlarda, tüm zamanlarda gönderdiği tüm mesajların özünün bir ve aynı olduğuna iman ederiz. Onun içinde bir peygamberi inkar etmeyi, tümünü inkarda eş değerde, bir vahyi inkar etmeyi tümünü inkar etmekle eş değerde görürüz. Biz çelişkiye düşmeyiz. Biz inancımızda çelişkiye düşmeyiz.
ve nahnü leHU müslimun; Çünkü biz O’na kayıtsız şartsız teslim olduk. O’na kayıtsız şartsız teslim olduktan sonra şu gerçeği öğrendik;
“İslam tektir. İslam sadece Muhammed’in değil, Musa’nın, İsa’nın, İbrahim’in, Nuh’un, Lut’un, Yunus’un, İdris’in, Elyasa, Zekeriya, Yahya ve diğer tüm peygamberlerin getirdiği mesajın ortak adıdır.”
Ve yine Allah’a teslim olduktan sonra Şunu öğrendik:
“İslam zamanla, mekanla sınırlı değildir. Falan yerin İslam’ı yoktur. Falan yerin İslam’ı olmaz. Falanca ülkenin İslam’ı yoktur. Falanca toplumun kendine has İslam’ı yoktur. Falanca zaman diliminin kendine özgü İslam’ı yoktur. Çünkü İslam İnsanlığın sınıfsız ve sınırsız, zamanlar ve zeminler üstü değişmez değerlerinin öbür adıdır.”
Biz Allah’a teslim olduktan sonra bunu öğrendik.
Öğrendik ki İslam kimsenin kendisine, yalnızca kendisine mal edemeyeceği evrensel bir değerdir.
Öğrendik ki İslam hiçbir ırkın sadece benim diyemeyeceği kadar evrensel bir değerdir.
Öğrendik ki hiçbir coğrafyanın, hiçbir toplumun, hiçbir çağın insanının yalnızca bana indi diyemeyeceği evrensel bir değerdir. Bunu Allah’a kayıtsız şartsız teslim olduktan ve nahnü leHU müslimun; dedikten sonra öğrendik. İşte Allah bunun için böyle dememizi emretti. Ve Kul diye başladı ayete. Böyle deyin. En sonunda biz Allah’a kayıtsız şartsız teslim olduk deyin, dedi.
İslam’ı kendisine, İslam’ı ırkına, İslam’ı soyuna, İslam’ı ülkesine, İslam’ı kendi uygarlığına mal eden herkes, aslında İslam’ı temsil etmiyor. İslam’ı tarif etmiyor. İslam’ı mahkum etmek istiyor demektir. İslam’ı bir soya, bir ülkeye, bir boya, bir coğrafyaya mahkum etmek istiyor. İslam’ı babasının tapusuna geçirmek istiyor demektir. İslam buna izin vermeyecektir. Onun için de Türkiye Müslümanlığı, Arabistan Müslümanlığı, İran Müslümanlığı, Mısır Müslümanlığı gibi isimlendirmelerin ne kadar içi boş, ne kadar kof, ne kadar manipülatif ve ne kadar gülünç bir isimlendirme, gülünç bir teşebbüs olduğunu zaman bir kez daha gösterecektir. Çünkü bu ayet, işte bu ayet yalnız başına bu teşebbüslere karşı verilmiş ilahi bir cevaptır. Ve bu ayette söylenen şudur; İbrahim olsun, İsmail olsun, İshak olsun, Yakup olsun, onların torunları olsun, Musa olsun, İsa olsun ve diğer tüm peygamberler olsun. Aslında burada sayılan isimler sanki bir çok isimden örnek olarak bir kaçı sayılmış gibidir. Gerisi ven Nebiyyune adeta diğerleri demektir.
Adını bilemediğimiz, bilemeyeceğimiz tüm peygamberler de içinde getirdikleri mesaj, işte İslam’ın mesajıdır.
Siz nasıl İslam’ı sadece bir coğrafyaya, sadece kendi ırkınıza mal edebilirsiniz. Kur’an İslam’ı Muhammed’e bile mal etmiyor. Kur’an İslam’ın coğrafyasını, İslam’ın kavimlerini sayarken İbrahim’den başlıyor. Unutmayın, 5000 yıl öteden başlıyor. Siz nasıl getirip de daha dün sayılabilecek, Tarih sahnesinde damgasını daha dün sayılabilecek yakın bir zaman diliminde vurmuş olan bir kavme hasredebilirsiniz, mahkum edebilirsiniz. Bu kim olursa olsun.
İslam kendi bünyesine aldığı her toplumu kendisinden eder. İslam bir yerli olmaz. İslam gelir ve orayı kendisine katar. Anadolu İslam olur, İslam Anadolu’ya dönüşmez, Anadolu İslam’a dönüşür. Malezya İslam olur. İslam Malezyalı olmaz, Malezya İslamlı olur. İslam Endonezyalı olmaz, Endonezya İslam’a girmişse, Endonezya İslamlı olmuş olur. İslam Endonezyalı olmuş olmaz. Çünkü İslam teslimiyettir. İslam kendi hayat tarzınızı bırakıp Allah’ın önerdiği hayat tarzına teslim olmaktır. İslam’ın adıdır. Teslim olunmadan İslam olunmaz.
O halde eğer teslim olmamışsanız, siz Allah’a teslim olmamışsanız kendinize başka bir isim beğenmeniz gerekecek, o isim İslam olmayacak. Çünkü İslam teslimiyettir. Ve bu manada bu ayet Hakikatin ölçüsünün coğrafya, zaman, uygarlık, ırk, soy, boy, yerlilik, yabancılık, eskilik, yenilik olmadığını, Hakikatin ölçüsünün tek olduğunu, o da Allah olduğunu göstermektedir.
İşte hakikate teslim olmak istiyorsa insan bu ayetin verdiği mesaja göre Allah’a teslim olsun. Yoksa yerli ise iyidir, yabancı ise kötüdür. Ne kadar gülünç değil mi? Bizdense iyidir, bizden değilse kötüdür. Ne kadar kof değil mi? Ne kadar kaba ve bedevice. Bizden adam çıkar, çıkarsa bizden çıkar, başkasından çıkmaz diyen gülünçlere benziyor.
Tersi de geçerli. Bizden adam çıkmaz, çıkarsa elden çıkar diyenler de var. Hayır. Adamın çıkma ölçüsü biz değiliz Allah’tır. Hakikatin ölçüsü, hakikatin kaynağı olan Allah’tır. O koyar ölçüyü. Onun ölçüsüne göre geçer not alan, yeryüzünün tüm coğrafyalarında, tüm zaman ve zeminlerinde geçer not almış sayılır. Onun ölçüsüne göre sınıfta kalan, yeryüzünün tüm zamanlarında ve mekanlarında sınıfta kalmış sayılır.
85-) Ve men yebteğı ğayrel İslami diynen felen yukbele minhu, ve huve fiyl ahireti minel hasiriyn;
Her kim de İslâm’ın gayrı bir din ararsa artık ondan ihtimali yok kabul olunmaz ve Ahirette o hüsran çekenlerden olur. (Elmalı)
Kim İslâm'dan (teslim olunmuşluğun idrakından) başka bir Din (sistem ve düzen) arayışındaysa, bu geçersizdir! Sonsuz gelecek sürecinde de hüsrana uğrayanlardan olur. (A.Hulusi)
Ve men yebteğı ğayrel İslami diynen felen yukbele minh söylediğim sözleri, yaptığım tefsiri onaylayan bir ayet daha. Kim teslimiyet dışında kendisine, Allah’a teslimiyetten başka bir din, bir hayat tarzı ararsa felen yukbele minh ondan kabul olunmayacak, kesinlikle kabul edilmeyecektir. Bu kesin cevap. Allah’a teslimiyeti bırakıp ta gerçeğin ve hakikatin ölçüsü olarak kendisini, toplumunu, ırkını, coğrafyasını, uygarlığını, soyunu, boyunu alan hiç kimsenin seçtiği bu hakikat ölçüsü Alla tarafından kabul edilmeyecektir, reddedilecektir.
ve huve fiyl ahireti minel hasiriyn; Ahirette de o kesinlikle kaybedenlerden olacaktır. Kaybedenlerden olacaktır, çünkü din hayat tarzıdır. Hakikatin ölçütü, Allah’ın belirlediği ölçüttür ve İslam teslimiyettir. Siz; İslam’a teslim olmayacağım, Allah’a teslim olmayacağım ama kendime Müslüman adını vereceğim diyorsanız bu, kafeinsiz kahve, yumurtasız omlet, ya da turşu tatlısı gibi bir şey olsa gerek. İnsan ister istemez tebessüm ediyor değil mi?
86-) Keyfe yehdillahu kavmen keferu ba'de iymanihim ve şehidu ennerRasule Hakkun ve caehümül beyyinat* vAllahu la yehdil kavmez zalimiyn;
Nasıl muvaffak eder Allah? bir kavmi ki kendilerine beyyineler gelmiş ve Peygamberin hakk olduğuna şahadet getirmişler iken imanlarının arkasından nankörlük edip küfre sapmışlardır, halbuki Allah zalimler güruhunu muvaffak etmez. (Elmalı)
Kendilerine açık deliller geldikten, Rasûlün Hak olduğuna şahitlik edip iman ettikten sonra hakikati inkâr eden bir topluluğa, Allâh nasıl hidâyet eder! Allâh zulmedenler topluluğuna hidâyet etmez. (A.Hulusi)
Keyfe yehdillahu kavmen keferu ba'de iymanihim İmandan sonra şu topluluk Allah kendisine hidayet verdikten sonra nasıl küfre dönüyorlar. Nasıl da Küfre kıvrılıyor, eğriliyorlar. ve şehidu ennerRasule Hakkun ve üstelik onlar elçinin gerçek Hakk olduğuna da şahitler, ve caehümül beyyinat ve hakikatin apaçık delilleri onlara gelmişken nasıl olup ta hidayet bulduktan sonra küfre, inkara, daha doğrusu ahlaki olarak nankörlüğe eğriliveriyorlar, dönüveriyorlar. Bunu soruyor Kur’an.
Allah kendilerine doğru yolu gösterdikten sonra bir kavim nasıl tekrar inkara yönelir. Nasıl imandan sonra inkara döner. Kur’an bu ayette bu gerçeği dile getiriyor.
Ve üstelik Allah’ın kendilerine doğru yolu gösterdikten sonra imanı bırakıp ta inkara yönelen bu toplum, Resulün, elçinin hakk olduğuna da şahitler. Biliyorlar. Özelde Medine Yahudilerini aklınıza getirin. Onlar Resulallah’ın Allah tarafından gönderilmiş olduğunu çeşitli vesilelerle daha o gelmeden öğrenmişlerdi. Biliyorlardı. Ama buna rağmen direndiler. Direnişlerinin tek nedeni vardı; “Bizden çıkar çıkarsa. Adam çıkarsa bizden çıkar. Bizden değilse ağzıyla kuş tutsa işe yaramaz.”
İşte Yahudice bir mantık. İşte hakikati “Biz” mefhumuna kurban etmek. Hakikati asabiyete kurban etmek diye buna denir. Önce kendinizi kutsallaştıracaksınız, gerçeğin ölçüsü olarak kendinizi koyacaksınız, ondan sonra da size uymayan her şeyi reddedeceksiniz. Bu başta hakikate, ondan sonra Allah’a ondan sonra kendinize ihanet olur. Bu ihaneti yaptıktan sonra artık nankörlük yapmış olursunuz. Gerçeğe karşı en büyük nankörlüğü işlemiş olursunuz.
İşte Yahudi mantığının Kur’an da dile getirilen psikolojik alt yapısı budur. Önce hakikatin ölçütü olarak kendinizi koyacaksınız, kendinize uymayan her şeyin üzerine çizgi çekeceksiniz.Çıkarsa bizden çıkar diyeceksiniz. Sizden çıkmazsa eğer feriştah olsa üzerini çizeceksiniz. Bu tarihte adına Yahudileşme dediğimiz tüm toplumları kuşatıverecek, tüm toplumları yakalayabilecek bir sosyal hastalık çeşididir. Bir inanç hastalığı biçimidir.
vAllahu la yehdil kavmez zalimiyn; İşte böyle yapan bir zalim toplumu Allah doğru yola ulaştırmaz.
87-) Ülaike cezauhum enne aleyhim la'netAllahi vel Melaiketi ven Nasi ecme'ıyn;
Onlar, işte onların cezaları: Allahın, Meleklerin, insanların hepsinin laneti üzerlerindedir. (Elmalı)
Onların yaptıklarının getirisi; Allâh'ın, meleklerin ve tüm insanların lânetidir (hepsinden ayrı düşmüşlerdir). (A.Hulusi)
Ülaike cezauhum enne aleyhim Böyle yapan zalim bir topluluğun, niçin zalim? Çünkü kendi kendisine en büyük kötülüğü yaptı.
Aslında bu ayeti şöyle çevirmemiz mümkündür. Allah kendi kendisine kötülük eden bir topluma hidayet etmez. Doğru yolu göstermez. Çünkü buradaki zulüm hiç kuşkusuz Allah’a zulüm değildir. Kur’an açıkça ifade eder ki;
…ve mâ zalemûna ve lâkin kânû enfüsehum yazlimûn; Bakara/57
Bize zulmetmediler fakat kendi kendilerine zulmettiler. Zalemune en füsehum formuyla çok sık gelir. Fiil cümlesi olarak kullanıldığında bazen mefuller, yani tümleçler kaldırılabilir Kur’an ın eksiltili dilinde eğer mefhum anlaşılıyorsa, eğer anlam açıksa, muhatap tarafından anlaşılabiliyorsa mümkün olduğu kadar az kelime ile çok hakikati anlatmak isteyen Kur’an ın lisanında eksiltili dil kullanılması açısından bir takım cümlelerde mefuller gelmeyebilir.
Burada da Zalemune en füsehum biçiminde anlayacağımız bu ayette; Zalimiyn olarak gelebilir. Zalimler. Ama biz anlarız ki, kendi kendilerine kötülük edenler, kendi kendilerine zulmedenler. Daha başka ayetlerde, daha başka yerlerde farklı farklı formlarda bunu görüyoruz. Örneğin Takva formlarında. Takvallah diye gelebilir. Ama mücerret olarak ta gelir. Yani isim tamlaması olarak muzaf, muzafulleyh olarak gelebileceği gibi Muzafulleyh kalkarak ta gelebilir. Olmadan da gelebilir. Sadece takva olarak geldiğinde biz anlarız ki, Allah’a karşı sorumluluk bilinci, Allah’a karşı sorumluluk şuurundan söz ediyor. Sadece takva olarak gelse dahi. Onun için Kur’an ın dili eksiltili bir dildir.
Bu manada bir sonraki ayeti yorumlayacak olursak;
Ülaike cezauhum enne aleyhim la'netAllahi vel Melaiketi ven Nasi ecme'ıyn; İşte bu tiplerin, bu tip tolumların karşılığı nedir? enne aleyhim la'netAllah Allah’ın lanetinin, meleklerin lanetinin ve tüm insanlığın lanetinin üzerlerine olmasıdır.
Gerçekten çok şiddetli bir ifade. Allah, melekler ve tüm insanlık bunu yapanlara lanet etsin diyor.
1 - Allah lanet etsin diyor niçin? Çünkü böyle bir mantık, asabiyetçi, ırkçı bir mantık, başta Allah’a ihanettir. Hakikati Allah’ın ölçüsü olarak, konulmuş olan hakikatin ölçüsü olarak kendisini koymak. İşte bu önce Allah’a hakarettir. Allah’a ihanettir. Çünkü hakikatin ölçütünün Allah tarafından değil de kendiniz tarafından belirlenmesi gerektiğini düşünüyorsunuz ve Allah’ın koyduğu ölçüyü beğenmiyorsunuz. Bu şekilde de hem kendinize zulmediyorsunuz, ham hakikate zulmediyorsunuz. Onun için başta Allah’a ihanet ettiğiniz için Allah’ın laneti bunu yapanın üzerine olsun.
2 - İkinci olarak görünmez varlıklara ihanet ediyorsunuz. Özellikle Allah’ın hakikati gerçekleştirmek için kullandığı görünmez güçler olan meleklere ihanet ediyorsunuz. Çünkü Allah kendi hakikatlerini, onlar eliyle gerçekleştiriyor kimi zaman. Kimi zaman vahiy hakikatini, ya da hakikatlerini bildirdiği vahyi melek eliyle indiriyor peygamberler üzerine. İşte onların da laneti bu ihaneti yapanın üzerine olsun.
3 - Üçüncü olarak ta tüm insanlığın laneti üzerine olsun. Çünkü bir insan hakikatin ölçüsü olarak kendini egosantrik bir düşünceyle, bencil ve ben merkezli bir düşünce ile hakikatin merkezine kendisini yerleştiriyorsa, orada insanlığa da kötü örnek oluyor demektir. Hakikati taşıması gerektiği halde insanlığa, hakikati alt üst ederek sunuyor demektir. İnsanlığın da laneti üzerine olsun. Kur’an bu bedduayı yapıyor.
Lanet, Allah’ın laneti dışlamaktır. Kelime anlamı ile de böyledir. Allah’ın laneti, bir insanı dışlamasıdır. Kulların laneti onu terkedilmişliğe mahkum etmektir. Eğer Allah bir insanı dışlarsa, artık onu zelil etmiştir. Eğer Allah bir insanı kendisinden ayırırsa, kendisi ile bir insan arasına engel koyarsa o insan en büyük belaya çarptırılmış demektir. Çünkü Allahsız kalmak, anlamsız kalmaktır. Anlamsız kalanın hayatı anlamsızlaşır. Hayatı anlamsızlaşırsa değil hüznü, değil acısı, sevinci dahi anlamsızlaşır. Onun için Allah’ın insana vereceği en büyük ceza, o insanı kendisinden mahrum etmektir.
88-) Halidiyne fiyha* la yuhaffefu anhümül azâbu ve la hüm yünzarun;
Ebediyen onun içindedirler, azapları hafifletilmez ve kendilerine mühlet verilmez. (Elmalı)
Sonsuza dek bu şartlarda kalacaklardır. Onların azabı hafifletilmez ve onlarla ilgilenilmez. (A.Hulusi)
Halidiyne fiyha O lanetin içinde ebedi kalacaklar.
la yuhaffefu anhümül azâbu ve la hüm yünzarun; Onların pişmanlık azabı hafifletilmeyecek ve ne de onlara süre tanınacak, mühlet verilecek. Onlara mühlette verilmeyecektir.
89-) İllelleziyne tabu min ba'di zâlike ve aslahu feinnAllahe Ğafur'un Rahıym;
Ancak onun arkasından tevbe edip salâha girenler başka, çünkü Allah gafurdur rahîmdir. (Elmalı)
Ancak, bu hâllerinden sonra (yanlışlarını idrak edip) tövbe ederlerse ve ıslah olurlarsa (yanlışlarını düzeltirlerse), muhakkak ki Allâh Ğafûr'dur, Rahıym'dir. (A.Hulusi)
İllelleziyne tabu Fakat, geri dönen, suçunu anlayan ve özür dileyen, Allah’a gereği gibi özür dileyen, yani tevbe eden kimseler müstesna.
min ba'di zâlike Bu suçun ardından Allah’a tevbe edip, Allah’tan gereği gibi özür dileyenle işte bunun dışında kalacaklar. ve aslahu ve kendini ıslah eden kimseler. Sadece özür dilemekle kalmayacaklar. Özürlerinde samimi iseler eğer özür dilemelerinde, hiç kuşkusuz yaptıkları suçun sonuçlarını giderecekler ve ıslah edecekler kendilerini düzeltecekler.
feinnAllahe Ğafur'un Rahıym; Onlar iyi bilsinler ki Allah Ğafur’dur çok bağışlayandır ve merhamet sahibidir.
90-) İnnelleziyne keferu ba'de iymanihim sümmezdadu küfren len tukbele tevbetühüm* ve ülaike hümüd dallun;
Elbette imanlarının arkasından küfretmiş sonra da küfürde ileri gitmiş kimselerin tevbeleri kabul olunmak ihtimali yoktur, bunlar hep dalâlet içinde kalmış sapıklardır. (Elmalı)
İmanlarından sonra hakikati inkâr edip, inkârlarında ısrarlı olanların tövbeleri asla kabul edilmez. İşte onlar sapanların ta kendileridir. (A.Hulusi)
İnnelleziyne keferu ba'de iymanihim İman ettikten sonra, imanlarından sonra küfre saplanan kimseler sümmezdadu küfren sonra küfürde ileri giden kimselere gelince. len tukbele tevbetühüm kesinlikle onların tevbesi kabul edilmeyecek. Kimlerin? Önce imandan sonra küfre saplanmışlar ve küfre saplanmakla da kalmamışlar, küfürlerini matah bir malmış gibi daha da ileriye götürüp pazarlamaya başlamışlar. Küfürlerini başkalarına bir bulaşıcı inkar hastalığı olarak bulaştırmaya kalkmışlar. Küfür pazarlamaya kalkmışlar. Bu küfürde ileri gitmektir. Küfrün tezgahtarlığına kalkmak. Küfrün satışına çalışmak, küfrün süper marketini açmak ve küfür pazarlamak. İşte bu küfürde ileri gitmektir. İşte bu küfürde derinleşmek.
İşte küfürde derinleşenler için bu azar ve bu hitap geliyor. Bunlar için len tukbele tevbetühüm deniyor. Onların tevbesi kabul edilmeyecek. ve ülaike hümüd dallun; İşte sapıtanlar asıl onlardır. Yani burada adeta ve ülaike hümüd dallun; Hüm zamiri ülaike den sonra adeta te’kid olarak gelmiş. Ama aynı zamanda bir itirazı da dile getiriyor Arap dilinde bu form. Bir karşı çıkışı, yani bir saldırı var, bu saldırıyı geri püskürtmek için bu form kullanılır. Birileri Müminlere; “Siz sapıksınız.” Demiş gibi adeta, Kur’an da onlara diyor ki; “Asıl sapıklar işte onlardır.”
91-) İnnelleziyne keferu ve matu ve hüm küffarun felen yukbele min ehadihim mil'ül Ardı zeheben ve levifteda Bihi, ülaike lehüm azabun eliymun ve ma lehüm min nasıriyn;
Küfretmiş ve kâfir oldukları halde ölüp gitmiş kimseler, her halde bunların her biri kendini kurtarmak için Dünya dolusu altın verecek dahi olsa hiç birinden kabul edilmek ihtimali yoktur, bunların hakkı elîm bir azabıdır ve kendilerini kurtaracak da yoktur. (Elmalı)
Onlar ki hakikat bilgisini inkâr ederler ve bu inkâr ile ölürler; arz dolu altını olup da fidye olarak (kurtulmak için) vermeyi düşünseler, bu asla kabul olmaz. Onlar için feci bir azap vardır ve kimse de onlara yardımcı olmaz. (A.Hulusi)
İnnelleziyne keferu ve matu ve hüm küffarun Küfre sağlanan ve saplandığı bu küfür içerisinde direnerek ölen kimseye gelince;
felen yukbele min ehadihim mil'ül Ardı zeheben ve levifteda Bih Yeryüzünün tüm hazinelerini verseler bile onların hiç birinden fidye kabul edilmeyecektir. Yeryüzünün tüm hazinelerini verseler bile onların hiç birinden fidye, kurtuluş akçesi kabul edilmeyecektir.
ülaike lehüm azabun eliymun ve ma lehüm min nasıriyn; İşte onlar içindir can yakıcı bir azap. Pişmanlık azabı ve ve ma lehüm min nasıriyn; Onlara yardım edende bulunmayacaktır.
92-) Len tenalül birra hatta tünfiku mimma tuhıbbun* ve ma tünfiku min şey'in fe innAllahe Bihi'Aliym;
Sevdiğiniz şeylerden infak etmedikçe siz birre eremezsiniz, mamafih her ne infak eyleseniz şüphesiz Allah onu da bilir. (Elmalı)
Sevdiğiniz şeyleri başkalarına karşılıksız olarak bağışlamadıkça "Birr"e (hayra) eremezsiniz. Neyi Allâh için karşılıksız bağışlarsanız, Allâh onu (yaratanı olarak) bilir (karşılığını da halk eder). (A.Hulusi)
Len tenalül birra hatta tünfiku mimma tuhıbbun Kur’an buraya kadar bu pasaj, bu ayette son buldu. Pasaj bitti ancak, yeni bir pasajın başlangıcı olan bu ayet bir üstteki pasajla da bağlantılı. Bu ayette, bu pasajın ilk ayetinde hemen olayların sebeplerine geri dönülüyor. Sonuçları zikredildi burada. Böyle bir suçu işleyen insanın akıbeti ne olacak. Sonuçta karşılaşacağı cezadan söz edildi. Ama Kur’an sadece kötü sonucu ifade etmekle kalmıyor, bu kötü sonuçtan kurtulmak için neler yapmak gerektiğini de söylüyor.
İşte bu pasajın başı, yeni bir pasajın başı böyle bir çözüm teklifi ile geliyor. Len tenalül birra hatta tünfiku mimma tuhıbbun sevdiklerinizden harcamadıkça kesinlikle fazilete, erdeme ulaşamazsınız.
Erdem nedir diye tanımladığınızda, sorduğunuzda cevap, Kur’an ın cevabı; Erdem kişinin sevdiği şeyden fedakarlık etmesidir. Diye cevaplıyor Kur’an. Gerçek erdem budur diyor. Çünkü sevmediğiniz şeyi vermeniz erdemlilik değildir. Zaten sevmiyorsunuz. Gözden çıkardığınız bir şeyi bağışlamanız fazilet olabilir mi? Bunu siz de takdir edersiniz. Onun için Kur’an çok hoşunuza gittiği halde fedakarlık yaptığınız. Çok beğendiğiniz halde bir başkasına verebildiğiniz. Size çok gerekli olduğu halde onu bir başkasına yardım için verdiğiniz şeyleri erdemlilik örneği olarak gösteriyor.
ve ma tünfiku min şey'in fe innAllahe Bihi'Aliym; Ve ardından da aslında yapılacak tüm erdemli davranışların arka planının yani illetinin Allah olması gerektiğini şu cümle ile ifade ediyor. Her ne harcama yaparsanız yapın Allah yoluna, iyi bilin ki Allah onu bilir. Allah ondan haberdardır.
Burada şu garantiyi verme gereği duyuyor Kur’an; Siz Allah yoluna veriyorsanız, Allah’ın bunu unutacağını düşünemezsiniz. Acaba hesaba katılıyor mu diye aklınıza getirmemelisiniz. Eğer böyle bir tereddüdünüz varsa zaten veremezsiniz. Fedakarlık yapamazsınız. Fedakarlık yapabilmeniz için öncelikle ve öncelikle Allah’ın, verdiğiniz yaptığınız hiçbir iyiliği zayi etmeyeceğine iman etmeniz gerekiyor.
Onun içinde Kur’an güzel bir davranışın ölçüsünü koyuyor, bu davranışın illetini, temelinde yatması gereken inancı da koyuyor ortaya. Bu inanç olmadan böyle bir davranışı yapamazsınız diyor adeta.
Yapabilirsiniz, mümkündür, ancak bu davranışın mutlak erdem olduğuna dair kimse garanti veremez. Buna bir çarpıcı örnek verebiliriz. Küçük, öksüz ve yetim sokağa terk edilmiş bir kız çocuğunu yanına alıp ta ona bakıp, besleyip, büyüten bir insana ilk etapta vereceğiniz not yüksek bir nottur. Ahlaki olarak. Ne büyük bir ahlaki davranış, ne büyük bir fedakarlık diyeceksiniz. Ya bu davranışı gösteren insanın kalbindeki asıl niyetin; “Bu çocuğu büyüteyim ve onu kullanayım.” Gibi iğrenç bir niyet var olduğunu bilirseniz, onu büyüteyim ve onu çirkin emellerime alet edeyim gibi bir niyet taşıdığını öğrendiğinizde hala sizin yargınız aynı olur mu.
93-) Küllüt taami kâne hıllen li beni israiyle illâ ma harreme israiylü alâ nefsihi min kabli en tünezzelet Tevratü, kul fe'tu Bit Tevrati fetluha in küntüm sadikıyn;
Tevrat indirilmeden evvel İsrail’in nefsine haram kıldığından başka yiyeceğin hepsi Beni İsrail’e helâl idi, de ki: haydi Tevrat’ı getirin de onu güzelce okuyun eğer sadıksanız. (Elmalı)
Tevrat inzâl edilmemişken, İsrail'in kendi nefsine haram kıldıkları (yasakladığı) istisna, yiyeceklerin hepsi İsrail oğullarına helal idi. De ki: "Eğer sözünüzde sadıksanız getirin vahiy olanı (Tevrat'ı), okuyun!" (A.Hulusi)
Küllüt taami kâne hıllen li beni israiyle illâ ma harreme israiylü alâ nefsihi min kabli en tünezzelet Tevrat Tevrat indirilmeden önce İsrail’in kendisine yasakladığı, haram kıldığı yiyecekler dışında İsrail oğullarına tüm yiyecekler helal idi.
Bu ayette bir tefsir problemi var. Bu problem ayette geçen İsrail kelimesi. Müfessirlerin çoğunluğu buradaki İsraili, Yakup peygamber olarak tanımlarlar ve onun lakabı olarak bildirirler. Onun bir başka ismi olarak zikrederler. Fakat bunun çok sahih bir delilini de sunmazlar. Sadece bir açıklama bir rivayet bunu zikrederler.
Belki bunun delillerini İsrailiyattan bulmak mümkündür. Lakin İsrailiyyata dayanarak bu kelimeyi sadece Yakup AS a hasretmek, onunla sınırlandırmak yanlış olur. M. Abduh ve Reşit Rıza’nın Menar tefsirinde de değindikleri gibi bu İsrail oğullarına işaret ediyor olabilir. Yani İsrail oğulları kendilerine Tevrat inmeden önce yasakladıkları bir takım yiyeceklere ilişkin yasaklardan önce onlara hiçbir şey yasak değildi. Yani Allah onlara bir şeyi yasaklamadı ama, onlar kendi kendilerine yasakladılar anlamına gelir.
Kul de ki; fe'tu Bit Tevrati fetluha in küntüm sadikıyn; Getirin Tevrat’ı. Eğer doğru söylüyorsanız okuyun, hadi. Gösterin delilinizi. Çünkü onlar birçok yiyeceği yasaklamışlardı. Bu yasağın temelinde de Şu problem yatıyordu. Gelenek problemi. Geleneklerini din edinmiştiler.
İşte atalar dini adını verdiği Kur’an ın ve yerdiği durumun bir benzeri bu. Geleneksel olarak bir takım bahanelerle, örneğin Tavşan etini kendilerine yasaklamışlardı Yahudiler. Onun içinde Tevrat indikten sonra, Tevrat’ta bu yasaklara ilişkin bir delil görmeyince, geleneksel olarak kendi kendilerine koydukları bu yasaklara bir kılıf buldular. İsrail oğullarının din adamları atalarının bu yasaklarını sürdürüp toplumun gözünde kendilerine bir yer edinmek, popülist bir tavırla toplumsal bir konum edinmek için kitaptan, vahiyden delil bulamayınca kendi kendilerine delililer uydurdular. Yasaklar koydular, konulmuş yasakları delillendirmeye kalktılar. Zorladılar vahyi bir takım saptırmalarla Allah’ın haram kılmadığı bu şeylere gerekçeler ürettiler. Oysaki Allah bunları yasak kılmamıştı.
Onlar kendilerine deve etini yasaklamıştılar. Daha başka yiyecekleri de yasaklamışlardı ve bu yasakları koymuşlardı ama üstelik bunlara birer gerekçe de buldukları halde daha sonra bu yasakları yine kendiler çiğnemişlerdi. Problem samimiyetsizlik problemiydi. Hem Allah’ın koymadığı yasakları koyuyorlar, hem de bu yasaklara uymuyorlardı. Bu yasakları yine ilk çiğneyen kendileri olmuş oluyordu.
İşte bu ayet, bu tarihsel olguya dikkat çekiyor ve bu ümmeti de bu noktada uyarıyor. Bu konuda da Yahudileşmeyin ey Müslümanlar, ey Muhammed ümmeti diyor.
Muhammed ümmeti bu konuda nasıl Yahudileşir? Yine Kur’an ın, İslam’ın koymadığı bir takım yasaklar söz konusu olur. Geleneksel olarak Bir takım şeyleri yemeyiz derler. Hiçbir delil yoktur. Allah’ın helal kıldığı bir şeyi haram kılmak, Allah’a yöneltilmiş bir hakarettir. Çünkü helallerin ve haramların sınırlarını yalnızca Allah belirler.
Bu noktada eğer bir çevre, bir grup, bir zümre Allah’ın koymadığı yasakları insanlığa dayatmaya kalkıyorsa burada şöyle bir iddia gündeme geliyor demektir. Bu iddia da Allah’ın yerine bir zümrenin, o yasağı koyan zümrenin kendisini geçirmesi gibi bir iddia.
İşte bu noktada Kur’an, böyle bir iddiaya karşı insanları uyarıyor. Çünkü böyle bir iddia olmasa dahi buna yol açan bir koku hissedildiğinde eğer engellenmezse bu o seviyede durmuyor. İnsanların başına bela olacak bir noktaya geliyor. Artık o insanlar, o zümre, o kitle başka insanlar için yasak koyma gücünü elinde görünce, insanların doğal haklarını kısıtlamaya, insanların doğuştan gelen meşru haklarını gasp etmeye başlıyorlar ve buna da gerekçeler üretiyorlar. Aslında bu bir insan hakkı ihlaline dönüşüyor. Çünkü Allah’ın İstifadesine, yararına sunduğu bir şeyi insanlıktan nasıl mahrum edersiniz. İnsanın istifadesinden nasıl mahrum edersiniz.
Bu, bu nokta da kalmayıp bu yasak daha ileri gidebiliyor. İnsanın doğal hak ve hukukuna yönelik bir tecavüze kadar iş varabiliyor. Onun için daha başında böyle bir eğilimin engellenmesi gerekiyordu, işte burada ima edilen hakikatte bu olsa gerek.
94-) Femeniftera alAllahilkezibe min ba'di zâlike feülaike hümüz zalimun;
Demek ondan sonra Allah namına o yalanı kim uydurmuşsa artık onlar, o zalimlerdir. (Elmalı)
Bundan sonra kim Allâh üzerine yalan iftira ederse, işte onlar zâlimlerdir. (A.Hulusi)
Allah’a yalan yere iftira edenden Femeniftera alAllahilkezibe Kim, her kim Allah’a bundan böyle min ba'di zâlike Yalan yere iftira ederse feülaike hümüz zalimun; İşte onlar kendi kendilerine kötülük edenlerin ta kendileridir.
Burada değerli dostlar yararlı olmayan bir şeyi yasak kılmak, Allah’ın yasaklamadığı, Allah’ın nehyetmediği bir şeyi yasak kılmak, Allah’ın emrettiği bir şeyi, veya yasak kıldığı bir şeyi serbest kılmak gibidir. Onun için demişlerdir ki; Cahiller dinden ıskonto yaparlar, sofular dine zam yaparlar. İkisi de aynı şeydir. Allah’ın yasak kıldığı bir şeyi helal kılmak ne ise, Allah’ın helal kıldığı bir şeyi de yasak kılmak aynı şeydir.
Neden diyeceksiniz. Yani tamam Allah’ın yasak kıldığı bir şeyi helal kılmak, onu anladık. Bu gerçekten de çirkin bir şey. Ama helal kıldığı ya da yasak kılmadığı hakkında hatta bir şey söylemediği bir şeyi yasaklamak neden öbürüne benzesin diye sorabilirsiniz. Ben hemen şu cevabı veririm. Eğer Allah bir şeyi insanlığa yasaklamıyor, hatta o konuda bir hüküm vermiyor sükut geçiyorsa onun hikmeti vardır. Öncelikle yasaklanmamışsa bir şey, serbestliğine delildir. Çünkü eşyada asıl olan mubahlıktır. Bir şeyin yaratılmış olması, o şeyin cevazının delilidir. Zıddına bir delil olmadıkça. Aksine bir delil bulunmadıkça. Bu fıkıh usulünün genel kurallarından biridir.
Ancak daha öte bir şey söylemek istiyorum burada. Allah’ın yasaklamadığı bir şeyi yasaklamak, ya da Allah’ın sınırını çizdiği bir yasağı daha da genişletip sınırı, daha da genele teşmil etmek, bir takım tepkiler, bir takım hastalıkları beraberinde getirir. Siz Allah’ın koyduğu o sınırı insanlar aşmasınlar diye biraz daha kapatmak için iyi niyetle yasağı büyütebilirsiniz. Yasağın sınırlarını daha da genişletebilirsiniz. Ancak bu sefer şöyle bir mahzurla karşılaşabilirsiniz.
İnsanın tabiatına müdahale etmek, insanın ihtiyacına müdahale etmek, müdahale ettiğinizden dolayı da makul ve meşru yoldan gideremeyince insanları harama mahkum etmek gibi bir mahzurla karşılaşabilirsiniz. Onun için Allah ne karda yasaklamışsa o kadar yasaklanır. Allah’tan daha fazla yasaklamaya kalktığınızda hayatın bir yasasına müdahale etmiş olursunuz. Çünkü Allah yarattığını çok iyi bildiği için eğer o manevra alanını kula tanımaması gerekiyorsa Allah var. Allah yeter. Eğer o noktada kula manevra alanı tanımışsa, bir boş alan bırakmışsa bilin ki kulun ona ihtiyacı olabilir. O alan kula bırakılmışsa siz o alanı kuldan Allah adına bile esirgeyemezsiniz. Onun için o alanı eğer kuldan esirgerseniz bu sefer büyük bir kötülük yapmış olursunuz, meşru alanı kapattığınız için kul gayri meşru alana yönelebilir.
95-) Kul sadakAllah* fettebiu millete İbrahiyme haniyfa* ve ma kâne minel müşrikiyn;
De ki sadakallah, o halde hak perest bir hanif olarak İbrahim milletine tabi' olun, o hiç bir zaman müşriklerden olmadı. (Elmalı)
De ki: "Allâh doğru söylemiştir. O hâlde hanîf olarak İbrahim'in milletine (din anlayışına) tâbi olun. Şirk koşanlardan değildi (O)!" (A.Hulusi)
Kul sadakAllah* fettebiu millete İbrahiyme haniyfa De ki; Allah haklıdır Kul sadakAllah Allah haklıdır de.
Evet diyoruz hep birlikte. Hiç kuşkumuz yok ki, iman ettik ki Allah haklıdır. fettebiu millete İbrahiyme haniyfa O halde İbrahim’in yalnız hakka yönelen İbrahim’in milletine uy. Görüyorsunuz, Kur’an ın millet tanımı ile bizim bildiğimiz millet tanımı farklı. O halde Türk milleti ibaresi dil olarak yanlış yüzde yüz yanlış bir ibaredir. İbrahim milleti vardır, Türk kavmi vardır. Kürt milleti, Arap milleti, İngiliz milleti olmaz. İngiliz ırkı, Arap ırkı, Kürt ırkı, Türk ırkı diyebilirsiniz. Kavmi diyebilirsiniz. Ama millet; Bir inanç sistemine inanan insanlar topluluğudur. Dolayısıyla küfür milleti diyebilirsiniz, peygamberin hadislerinde ifade edildiği gibi. İslam milleti diyebilirsiniz ve daha geniş çerçevede İbrahim milleti diyebilirsiniz. İbrahim milletinden kasıt burada işte en geniş manada Tevhid milletidir.
Bu manada milliyetçilik te imana mensup olmaktır. Yani bir imana mensup olan insanların içinde bulunmaktır. O mensubiyeti savunmaktır. Onun için görüyorsunuz kavram kargaşası olduğu zaman hiçbir şey üzerinde doğru bir tartışma yapamıyorsunuz. Çünkü daha kavramları doğru kullanmıyorsunuz. Kavramlar düşüncenin temelleridir. Temeli doğru atmayınca üzerine yükselttiğiniz binada doğal olarak yanlış yükselmektedir. Onun için öncelikle kavramları doğru koymak, ya da konuldukları gibi kullanmak gerekiyor.
Millet Kur’ani bir kavramdır. Millet kavramı İslami bir kavramdır ve millet kavramını koyan Kur’an onun anlamını da tespit etmiştir. Bu anlama aykırı bir manaya bu kavramı kullanamazsınız. Kullanıyorsanız, kavramı tahrif ediyorsunuz. İşte bu aslında Kur’an ı tahrif etmek anlamına gelir bir açıdan. Aslında Yahudilerin tahriflerinden biri de bu idi. Kavramları tahrif etmek. Kavramları yerinden oynatmak. ..yuharrifunel kelime an mevadı'ıhi.. (Maide/13) Kelimeleri yerlerinden etmek, konumlarını değiştirmek kelimelerin. Kavramları bozmak. Kur’an aynen böyle kullanıyor cümleyi. Onun içinde ben bunu bir kavram tahrifi olarak görüyor ve Kur’an ın kavramına yapılmış bir hakaret olarak telakki ediyorum.
Kul sadakAllahu Deki Allah haklıdır. fettebiu millete İbrahiyme haniyfa O halde İbrahim’in yalnız hak olan, yalnız hakka yönelik olan milletine uy. ve ma kâne minel müşrikiyn; O kesinlikle Allah’tan başkasına ilahlık yakıştıranlardan değildi.
Kur’an tarihte bir prototip, hatta arketip gösteriyor. Yani üzerinde bileşilmesi için semboller gösteriyor. Sembol isimler ve sembol mekanlar. Tüm insanlığa, tevhidi benimseyen herkese eğer diyor üzerinde birleşecekseniz hadi, size semboller göstereyim o sembollerin insan olarak birincisi Hz. İbrahim’dir. Onu gösterdi Kur’an. Şimdi de sembol bir mekan gösteriyor. Üzerinde bileşilecek yeryüzünün sembolik merkezi.
96-) İnne evvele beytin vudı'a linNasi lelleziy Bi Bekkete mübareken ve hüden lil alemiyn;
Doğrusu insanlar için vazolunan ilk ma'bed, elbette
Mekke’ de ki o çok mübarek ve bütün âlemîne hidayet olan Beyttir. (Elmalı)
İnsanlar için kurulan ilk ev (mabet) Bekke (Mekke'nin eski adı) içindedir ki âlemlere mübarek ve hidâyet kaynağı olmuştur. (A.Hulusi)
Yeryüzünde insanlık için ilk defa inşa edilen Mabed Bekke’de ki mübarek, bereketli olan ve bütün toplumlar için hidayet merkezi olan mabeddir.
Beke, Mekke’nin eskiden kullanılan isimlerinden biridir. Hatta Bekke’den galat olarak Arapçanın bazı diyalektlerin de, ya da arkayık Arapçada, aramca da kullanılan Mekke’nin karşılığı olduğu da söylenir. Her halükarda Mekke’ye tekabül eder.
Burada biraz önce söylediğim gibi İbrahim peygamberi insanlık içerisinde, üzerinde ittifak edilecek bir isim olarak gösteren Kur’an, Mekke’yi de, yani İbrahim’in yaptığı o mabedin bulunduğu kenti de insanlığın sembolik merkezi olarak göstermekte. Ve eğer ciddi iseniz demekte İbrahim’e bağlılıkta. Çünkü Yahudilerde, müşriklerde, Hıristiyanlarda kendilerini İbrahim’e bağlı olmakla tanıtıyorlar. Ve İbrahim’den gelmekle iftihar ediyorlar, övünüyorlar.
Kur’an da hemen o noktada onlara meydan okuyor. Eğer ciddi ve samimi iseniz diyor, hadi buyurun, İbrahim’in ismi üzerinde birleşmeye ne dersiniz? Tabii ki İbrahim’in yaptığı Kabe’nin etrafında birleşmeye ne dersiniz. Tabii samimi olmayanların samimiyetsizliği hemen ortaya çıkıyor. Adeta suçüstü yakalanıyorlar.
97-) Fiyhi ayatun beyyinatun Makamu İbrahiym* ve men dehalehu kâne amina* ve Lillahi alenNasi hıccül beyti menisteta'a ileyhi sebiyla* ve men kefere feinnAllahe Ğaniyyün anil alemiyn;
Onda açık âyetler var, İbrahim’in makamı var ve ona dehalet eden eman bulur, yoluna gücü yeten her kimsenin o beyti haccetmesi de insanlar üzerine Allahın bir hakkıdır ve kim bu hakkı tanımazsa her halde Allahın ihtiyacı yok, o bütün âlemînden ganîdir. (Elmalı)
Onda apaçık işaretler ve İbrahim'in makamı var. Kim Ona dâhil olursa güvende olur. Gitmeye imkânı olan herkese Beyt'i hac etmek, insanlar üzerindeki Allâh hakkıdır. Kim (gücü yettiği hâlde) bunu inkâr ederse, muhakkak Allâh âlemlerden Ğaniyy'dir. (A.Hulusi)
Fiyhi ayatun beyyinatun Makamu İbrahiym Onda belirgin işaretler vardır. Orası İbrahim’in makamıdır. Ki Mekke İbrahim’in makamı idi.
Buradaki, İbrahim’in makamı ibaresi bugün Kabe’nin avlusunda bulunan taşa verilmektedir. Ama gerçekte bu ayette ifade edilen İbrahim makamından kasıt Allah-u alem o taş değildir, olamaz da. O taş Hz. İbrahim’den kalan bir hatıra olduğu söylenen ve Hz. İbrahim’in Kabe’yi yaparken iskele olarak kullandığı ifade edilen bir tarihi hatıradır. Ve saklanmaktadır bugün Kabe’nin avlusunda. Hatta Hac risalesi isimli kitabımın arkasına da bu konu ile ilgili ayetlerin tefsiri babında aldığım o geniş açıklamalarda görüleceği gibi, o taş bir dönem Kabe’nin duvarına bitişik imiş.
Ancak bir rivayette Resulallah, zayıf bir rivayette ama güçlü bir rivayette Hz. Ömer, insanların namaz kılarken o taşın önünde bulunmasını istemediği için o taşı Kabe’nin duvarından ayırıp daha geriye, tavafın dışına çıkartıyorlar. Ama bugün bu taş tavafın tamamen içinde kalmakla ölümlere kadar varan büyük ıstıraplara sebep oluyor. Bu taşın arkasında namaz kılacağız diye direten bazı insanlar maalesef tavafı kesiyorlar, hatta ölümlere neden oluyorlar. Hz. Ömer’in Kâbe’ye bitişikken bir parça namazın ve tavaf saflarının arkasına aldığı bu taşı kesin çözüm olarak sanırım bulunduğu yerden kaldırılıp şimdi tamamen hac zamanlarında o avlusu olduğu gibi tavaf eden kişilerle insanlarla dolu olan Kâbe’nin avlusunun en dışına taşımak Hz. Ömer’in yaptığı şeyi aynen yapmak ve aynı zamanda da bu konuda kesin bir çözüm olacağı düşüncesindeyim.
Kâbe’ye, Hacca gidenler bilirler orada yaşanan ıstırap ve orada bazen sakat kalan, bazen ölümlere kadar varan o büyük kargaşaya sebep olmaktan da ancak böyle kurtulunabilir. Çünkü İslam’da esas olan insandır. Bu taşın önünde namaz kılmayı büyük bir ibadet olarak gören cahil ve saf insanlar, orada ki insanların, hem hac ibadetlerinin farzı olan farz tavaflarına engel olmakta, bu taşın arkasında kılınan nafile namaz bir farza engel olmakta, hem de korunması farzın da farzı ve dinin maksadı olan can emniyetini zedelemekte.
O halde bu konuda cidden yeni bir içtihada, yeni bir uygulamaya çok ciddi ihtiyaç olduğunu düşünüyorum. Bu vesile ile de bunları zikretmiş olayım.
ve men dehalehu kâne amina Oraya giren herkes emin olur.
ve Lillahi alenNasi hıccül beyti menisteta'a ileyhi sebiyla Ve ona ulaşmaya gücü yeten her insanın Mabedi hac etmesi Allah’a karşı sorumlu oldukları bir yükümlülüktür.
Dikkatinizi çekerim, ona ulaşmaya gücü yeten her insanın mabedi hac etmesi, onun Allah’a karşı sorumlu olduğu bir yükümlülüktür. Ayet açık menisteta'a ileyhi sebiyla Ona ulaşmaya güç yetiren herkese bir sorumluluk.
Oysa bugün, resmi, dini kurumların yazdıkları kitaplarda dahi hac farzı zenginlik şartına endekslenmiş. Bu yanlış, Kur’an öyle demiyor. Kur’an bir yol bulabilene, ona ulaşmaya herhangi bir yol bulabilene diyor. Bugün 3 – 4 bin doları olmadığı halde bir yol bulabilen bir çok insan olduğu gibi, birden fazla da yol var. O halde bu insanlara hac farz değil midir diyeceğiz. Veya Haccın farziyetini hazırda 4.000 doları olan bir insan olarak mı tanımlayacağız. Yani binlerce doları olan insana mı farz diyeceğiz.
Böyle bir bakış açısı bu ayetle ne kadar çakışır. Kaldı ki Maliki imamları arasında da Haccın farziyetini zenginliğe değil, bir imkan, oraya ulaşacak herhangi bir yol bulabilmeye dikkat çeken alimler vardır. Demek ki ayetin sadece zenginlere haccı farz kılmadığı, aslında bir yol bulabilme imkanı olan herkese bu vecibenin boynuna bir borç olduğu hatırlatılıyor. Onun için bence insanlara yeniden tanımlamak lazım haccın farziyyetini. Ve bu ayetten yola çıkarak zengin olmak binlerce doları olmak değil, bir yol bulabilmeyi temel şart olarak koymak lazım.
ve men kefere feinnAllahe Ğaniyyün anil alemiyn; Kim de inkar ederse bu gerçeği, ya da İbrahim’in bıraktığı bu hatırayı Muvahhit insanların merkezi olma teklifini kim geri çevirirse, Allah’ın bu merkez teklifini kim geri çevirirse iyi bilsin ki Allah hiçbir varlığa muhtaç değildir.
O halde bu niyeti ömür boyu öğrenemezseniz, tan tersi bir not vereceksiniz ona. Bu onu öğrendiğiniz zaman verdiğiniz notun 180 derece zıddını vereceksiniz. Ne çirkin bir davranış, ne adice bir davranış diyeceksiniz. Ne adi ve alçakça bir muamele diyeceksiniz. Ama biraz evvel bu niyeti öğrenmeden ne muhteşem bir ahlaki davranış diyordunuz. İşte Allah sizin öğrenemediğiniz o niyetleri bilir. Çünkü kalplerin özünü bilendir. Onun içinde davranışlara gerçek notun u Allah verir. O nedenle davranışları, sadece iyi davranışların görüntüsünü ve zahirini, vitrinini düzenlemekle kalmaz ilahi kelam. O davranışların arkasında yatan niyetleri de düzenler. O niyetlere de dikkat çeker.
98-) Kul ya ehlel Kitabi lime tekfürune Bi ayatillahi, vAllahu Şehiydün alâ ma ta'melun;
De ki: Ey Ehli kitap! Niçin Allahın âyetlerine küfrediyorsunuz? Allah yaptıklarınızı görüp duruyor. (Elmalı)
De ki: "Ey kendilerine hakikat bilgisi gelmiş olanlar... Allâh tüm amellerinize şahit iken, niçin Allâh'ın işaretlerindeki varlığını (Esmâ'sının açığa çıkışı olan işaretleri) inkâr edersiniz (veya örtersiniz)?" (A.Hulusi)
Kul ya ehlel Kitab De ki; ey kitap ehli lime tekfürune Bi ayatillahi niçin Allah’ın ayetlerini inkar ediyorsunuz. Allah’ın belgelerini, ki Kâbe Allah’ın bir ayetidir. Mekke Allah’ın bu anlamda bir ayetidir. İbrahim ve onun bıraktığı miras Allah’ın bir ayetidir. Ayet denince bütün bunları da içine katmak gerekiyor. Niçin bu belgeleri inkar ediyorsunuz.
vAllahu Şehiydün alâ ma ta'melun; İyi bilin ki Allah yaptığınız her bir şeye şahit olmaktadır.
99-) Kul ya ehlel Kitabi lime tasuddune an sebiylillâhi men amene tebğuneha 'ıvecen ve entüm şüheda'* ve mAllahu Bi ğafilin amma ta'melun;
De ki; Ey ehli kitap! Niçin Allahın doğru yolundan iman edenleri menediyorsunuz, görüp durduğunuz halde niçin onun çarpıklığını istiyorsunuz? Allah yaptıklarınızdan gafil değildir. (Elmalı)
De ki: "Ey kendilerine hakikat bilgisi gelmiş olanlar... Sizler (hakikate) şahit olduğunuz hâlde niçin onu yanlış göstererek, iman edenleri Allâh yolundan alıkoyuyorsunuz? Allâh amellerinizden gâfil değildir." (A.Hulusi)
Kul De ki; ya ehlel Kitab ey kitap ehli lime tasuddune an sebiylillâh niçin Allah’ın yolundan çevirmeye kalkıyorsunuz. men amene iman eden kimseleri Allah’ın yolundan döndürmeye çabalıyorsunuz. tebğuneha 'ıvecen onu eğri göstermeye çalışarak niçin Allah’ın yolundan iman eden insanları çevirmeye çalışıyorsunuz, ve entüm şüheda' üstelik siz doğru olduğunu, onun doğru yol olduğuna bizzat şahitsiniz.
Bu çok önemli. Yahudileşme alameti bu. Doğru olduğunu bile bile onu eğri göstermeye çalışmak, işte Yahudileşme. Bunu her kim yapıyorsa hangi çağda yapıyorsa, kendisini hangi dine mensup addederse addetsin o Yahudileşmiştir. Doğru bildiği halde, doğru olduğunu bildiği halde bile bile onu eğri göstermeye çalışmak.
ve mAllahu Bi ğafilin amma ta'melun; İyi bilin ki Allah yaptıklarınızdan gafil, habersiz değildir.
100-) Ya eyyühelleziyne amenû in tutıy'u feriykan minelleziyne utül Kitabe yerudduküm ba'de iymaniküm kafiriyn;
Ey o bütün iman edenler! eğer o kitap verilenlerden her hangi bir fırkaya uyarsanız sizi imanınızdan sonra çevirirler kâfir ederler. (Elmalı)
Ey iman edenler, eğer kendilerine hakikat bilgisi verilenlerden bir bölümüne (sonradan sapmış olmaları nedeniyle) itaat ederseniz, sizi imandan sonra inkâr ehline dönüştürürler. (A.Hulusi)
Ya eyyühelleziyne amenû ey iman ettiğini iddia edenler, in tutıy'u feriykan minelleziyne utül Kitab kendisine kitap verilenlerden bir kısmına uyarsanız eğer, yerudduküm ba'de iymaniküm kafiriyn; sizi iman ettikten sonra küfre çevirirler.
101-) Ve keyfe tekfürune ve entüm tütla aleyküm ayatullahi ve fiyküm RasuluHU, ve men ya'tesım Billahi fekad hüdiye ila sıratın müstekıym;
Sizler ise küfre nasıl dönersiniz ki, önünüzde Allahın âyetleri okunuyor, içinizde Resulü bulunuyor? Halbuki her kim Allaha sıkı tutunursa o, muhakkak bir doğru yola çıkarılmıştır. (Elmalı)
Allâh işaretleri önünüze serilirken, içinizde de Resûlü varken, nasıl hakikati inkâr edenlerden olursunuz? Kim varlığını oluşturan özü olan Allâh'a (gayrından kesilip) sımsıkı bağlanırsa, işte o Hak yola hidâyet olunmuştur. (A.Hulusi)
Ve keyfe tekfürun O halde nasıl küfrediyorsunuz ve entüm tütla aleyküm ayatullah siz Allah’ın ayetleri size okunup dururken ve fiyküm RasuluHU ve Allah’ın elçisi de aranızda yaşarken nasıl olurda inkar edersiniz. Kur’an soruyor.
ve men ya'tesım Billahi fekad hüdiye ila sıratın müstekıym; fakat, Allah’a sımsıkı yapışan kimse dosdoğru yola yönlendirilir.
102-) Ya eyyühelleziyne amenüttekullahe hakka tükatiHİ ve la temutünne illâ ve entüm müslimun;
Ey o bütün iman edenler! Allaha nasıl korunmak gerekse öyle korunun, hakkile muttaki olun ve her halde Müslim olarak can verin. (Elmalı)
Ey iman edenler... Allâh'tan (size yaptıklarınızın sonuçlarını kesinlikle yaşatacağı için) hakkıyla korunun ve ancak teslim olmuşluğunu yaşayanlar olarak ölün. (A.Hulusi)
Ya eyyühelleziyne amenü Ey iman edenler, iman iddianızda samimi iseniz eğer üttekullah Allah’a karşı sorumluluğunuzun gereğini hakka tükatiHİ Hakkıyla yerine getirin. ve la temutünne illâ ve entüm müslimun; (Bu ibareye dikkat) ölüm size gelip çatmadan önce O’na kendinizi kayıtsız şartsız teslim etmeye bakın. Yani Allah’a kendinizi kayıtsız şartsız teslim etmeden ölümün sizi gelip bulmasına izin vermeyin.
Evet, ölüm nasıl olsa sizi bulacak. O halde ölüm gelmeden önce siz kendinizi Allah’a kayıtsız şartsız teslim etmeye bakın. Allah’a kayıtsız şartsız teslim ettikten sonra ölüm gelsin. Ölüm ne yapabilir ki size eğer Allah’a teslim olmuşsanız siz. Evet..! Ölüm ne yapsın bize, neylesin bize ölüm. Ölümsüzlüğü tattık, ne yapsın bize ölüm. Ölüm bize ne uzak, ne yakın bize ölüm, ölümsüzlüğü tattık. Ne yapsın bize ölüm diyor ya şair. Onun gibi eğer Allah’a yakın olursanız, Allah’ı yüreğinize, tecellisini konuk ederseniz. Eğer varlığınızı Allah’a teslim etmişseniz, siz ölümsüzlüğü tatmışsınız. Ölüm neylesin size artık. O zaman gül yüzlü güzel ölüm olur. Ve dersiniz ki, gül yüzlü güzel ölüm, seni bin kez ölürüm. Öyle dersiniz.
 [Ek bilgi; NAMAZ, YOLCULUKTA DAHİ KISALTILAMAZ!

İşte bu, Seferilik Allah’ın emri ise Kur’an da olması lazım, nerede var bu? Bunun yeri belli. 2 tane ayet var bununla ilgili Kur’an ı kerim de Nisa/101-102 ayetler. Başka yok. O ayetler de Allah’ın böyle bir emri asla yok, o ayetlerde Allah yolculuğu savaş yolculuğu diye tanımlıyor, savaş yolculuğunda da cephede bulunma halinde namazı 1 rekâta indirmek olarak belirliyor. Üstelik indirirseniz bir sorumluluğunuz yoktur diyor. İndirmeyebilirsiniz de anlamını ifade ediyor.
Şimdi siz de yolculuğa çıkıyorsunuz, hemen daha İstanbul sınırlarına çıkmadan başlıyor adam, “seferiyiz”. Nasıl oluyor da seferi oluyorsun, ne oluyor yani? Araba senin istediğin yerde durursun, su abdesthane, mescit, hiçbir sıkıntı çekmiyorsun. Farzlar için indiriyorsun, sünnetlerde indirim yapmıyorsun. Yani Allah indiriyor, peygamber müsaade etmiyor. Bu nasıl bir şey?
Kim yapıyor bunu ? Bizim gibi dini anlatanlar. Neye dayanarak yaptığını söylüyor? Kur’an a. Seferilikten söz edenler hiçbir ayet okumazlar dikkat edin, okuyamaz, çünkü onu destekleyen ayet yok, o konuda bir tane ayet var, o da şu;
Ve izâ darebtüm fiyl Ardı yeryüzünde sefere çıktığınız zaman diyor Allah. “sefere çıktığınız zaman” Araba ile pikniğe çıktığınız zaman değil, tatil keyfi değil. Sefer hangi sefer? Savaş yolculuğu. Çünkü Darabe fiyl ile kullanıldığı zaman savaş yolculuğu anlamına gelir. Ne olur? Ayetin nefasetine bakın; (Nisa/101) feleyse aleyküm cünahun size bir sorumluluk yoktur en taksuru mines Salati namazdan kısaltmanız konusunda size bir sorumluluk yoktur. Yani kısaltabilirsiniz. Kısaltın demiyor, mutlaka kısaltın demiyor, kısaltırsanız size bir sorumluluk yoktur. Ama bir şart cümlesi getiriyor, şu şartla diyor. Hangi şartla? in hıftüm eğer korkarsanız. Neden? en yeftinekümülleziyne keferu kâfirlerin sizin başınıza bir fitne vermesinden, sizi öldürmesinden korkarsanız namazı kısaltmanızda size bir sorumluluk yoktur. Burada ki namazı kısaltmanın gerekçesi nedir? Kâfirlerin ölüm tehdididir, başka bir gerekçe yoktur.
Ondan sonra dönüyorsunuz 102. Ayete, bakalım nasıl oluyormuş bu iş. (Nisa/102) Ve izâ künte fiyhim sen onların içindeysen eğer, hani o savaş yolculuğunda peygamberimize diyor Cenab-ı Hakk. Sen de onların içindeysen feekamte lehümüs Salate ve onlara namaz kıldırıyorsan sen, feltekum taifetün minhüm meake onlardan bir grup seninle beraber namaza dursun vel ye'huzü eslihatehüm silahlarını da ellerine alsınlar. feizâ secedu onlar secdeye gittiklerinde felyekûnu min veraiküm silahlar onların ellerinde bulunsun, ya da namaz kılmayanlar onların önlerinde bulunsun. velte'ti taifetün uhra lem yusallu. Sonra namaz kılmayan diğer grup gelsin fel yusallu meake seninle beraber namaz kılsınlar velye'huzü hızrehüm ve eslihatehüm onlarda silahlarını, miğferlerini ellerine alsınlar.
Neyi anlatıyor bu? Siz şimdi İstanbul’dan Trabzon’a, Rize’ye veya Samsun’a gittiğiniz yolculukla alakası var mı? Allah’ı telâ başka nasıl anlatacaktı bunun savaşla ilgili olduğunu? Ne yapacaktı yani.
Hani böyle dediğiniz zaman cevap hazır, “Bunu bu zamana kadar kimse görmedi de sen mi gördün” Haydi bakalım. Bunu bu zaman kadar kimse anlamadı da sana mı düştü bu.
Kimin anladığı mühim değil, ne dediğine bak sen adamın, söylediği doğru mu yanlış mı sen buna bak. Doğruysa doğru, yanlışsa yanlış. Kur’an bizim için hayatın parametrelerini veren, sınırlarını belirleyen, hayatı nasıl yaşamamız gerektiğini bize öğreten ilkelerle doldurulmuş ve bize gönderilmiştir. (M.Okuyan- NAMAZ, YOLCULUKTA DAHİ KISALTILAMAZ!]
103-) Va'tasımu Bihablillahi cemiy'an ve la teferreku* vezküru nı'metAllahi aleyküm iz küntüm a'daen feellefe beyne kulubiküm feasbahtüm Bi nı'metiHİ ıhvana* ve küntüm alâ şefahufratin minennari feenkazeküm minha* kezâlike yübeyyinullahu leküm ayatiHİ lealleküm tehtedun;
Topunuz bir Allah ipine sımsıkı tutunun, birbirinizden ayrılmayın ve Allahın üzerinizdeki nimetini düşünün, sizler birbirinize düşmanlar iken o sizin kalplerinizin arasında ülfet husule getirip yanaştırdı da nimeti sayesinde uyanıp kardeş oldunuz, hem sizler ateşten bir çukurun tam kenarında bulunuyordunuz da o tuttu sizi ondan kurtardı, şimdi böyle size âyetlerini beyan ediyor ki Allaha doğru gidebilesiniz. (Elmalı)
Hep birlikte varlığınızdaki Esmâ hakikatine (uzanan) Allâh ipine sarılın ve ayrılığa düşmeyin. Üstünüzdeki Allâh nimetini hatırlayın. Hani sizler düşman idiniz de, şuurlarınızda aynı idrakı oluşturarak sizi bir araya getirdi; O'nun sizde açığa çıkan bu nimeti sayesinde kardeş oldunuz. Siz ateşten bir çukurun tam kenarındaydınız; kurtardı sizi o ateşten. İşte böylece, hakikate eresiniz diye, Allâh size işaretlerini açıklıyor. (A.Hulusi)
Va'tasımu Bihablillahi cemiy'an ve la teferreku Allah’ın ipine sımsıkı hep beraber sarılın. ve la teferreku Birbirinizden ayrılmayın.
vezküru nı'metAllahi aleyküm Hatırlayın Allah’ın üzerinizde ki nimetini.
iz küntüm a'daen feellefe beyne kulubiküm Hani siz, (Medinelilere özelde bu ayetin ilk muhatabı olan müminlere söylüyor bunu.) Hani siz düşman idiniz de Allah kalplerinizin arasını uzlaştırdı feasbahtüm Bi nı'metiHİ ıhvana ve Allah’ın nimeti sayesinde siz kardeşler oldunuz.
ve küntüm alâ şefahufratin minennar Ve siz ateşten bir çukurun kenarındaydınız feenkazeküm minha Allah sizi oradan kurtardı.
kezâlike yübeyyinullahu leküm ayatiHİ lealleküm tehtedun; İşte Allah size ayetlerini, hakikatin açık belgeleri olan ayetlerini böyle ayrıntılarıyla anlatıyor ki lealleküm tehtedun; Belki hidayeti bulur doğru yola ulaşırsınız diye.
104-) Veltekün minküm ümmetün yed'une ilel hayri ve ye'murune Bil ma'rufi ve yenhevne anil münker* ve ülaike hümül müflihun;
Hem sizden müteşekkil, önde gider, hayra davet eder, maruf ile emir ve münkirden nehy eyler bir ümmet olsun, işte onlardır o felâhı bulacaklar. (Elmalı)
İçinizden hayra (Hakk'a) davet eden, Hak ve hakikate göre hükmedip, Din'e ters olan şeylerden uzaklaşmanızı tavsiye eden bir topluluk olsun. İşte onlar kurtuluşa ereceklerdir. (A.Hulusi)
Veltekün minküm ümmetün yed'une ilel hayr Ola ki içinizden bir ümmet çıkarda Hayra çağırır, işte Allah ayetlerini biraz da bunun için hatırlatıyor. Niçin yaptı Allah sizin kalplerinizin arasını uzlaştırdı? Çünkü; Veltekün minküm ümmetün yed'une ilel hayr Ola ki içinizden bir ümmet çıkar da hayra çağırır. ve ye'murune Bil ma'ruf iyi, güzel ve doğru olan her şeyi emreder, ve yenhevne anil münker kötü, çirkin ve yanlış olan her şeyi de yasaklar, nehyeder. ve ülaike hümül müflihun; İşte asıl kurtulmuş olanlar, asıl saadette olanlar onlardır.
Burada sevgili dostlar yukarıdaki ayette; Va'tasımu Bihablillahi cemiy'an Allah’ın ipine hep birlikte sımsıkı sarılın dedi. Orada ümmetin ne üzerinde birleşmesi gerektiğini söyledi. Ki vahdete dikkat çekti.
Vahdet, sosyal tevhittir. Vahdetin zıddı, birliğin zıddı tefrikadır. O da sosyal şirktir.
Orada vahdete dikkat çekti, ve hemen insan şunu düşünmeye başlar. Kur’an ın çizdiği bu vahdet tablosunda hiç mi aykırı ses olmayacak, hiç mi muhalefet olmayacak. Herkes aynı planyadan çıkmış gibimi olacak. İşte şimdi adeta ona cevap veriyor. Muhalefette olacak diyor. Muhalefette.

105-) Ve la tekûnu kelleziyne teferreku vahtelefu min ba'di ma caehümül beyyinat* ve ülaike lehüm azâbün azıym;
Ve şunlar: Şu kendilerine beyyineler geldikten sonra ayrılık çıkarıp ihtilâf edenler gibi olmayın, onlar için büyük bir azap var. (Elmalı)
Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın. İşte bunlar için aziym azap vardır. (A.Hulusi)
Ve la tekûnu kelleziyne teferreku vahtelefu min ba'di ma caehümül beyyinat Kendilerine hakikatin apaçık belgeleri geldikten sonra parçalanıp birbirine düşen kimseler gibi olmayın.
ve ülaike lehüm azâbün azıym; İşte can yakıcı büyük azap bu tür kimseler içindir.
Burada yasaklanan hakikat üzerinde bir tartışmadır. Dikkatinizi çekerim. Hakikat üzerinde tartışma, o yasaktır. Hakikati parçalama sonucunu doğurabilir hakikat üzerindeki tartışma. Parçalanan hakikat, hakikat olmaktan çıkar. Hakikatin bir parçasını bir grup, öbür parçasını bir grup aldığı zaman ortada hakikat kalmaz. Çünkü hakikat parçalanmıştır.
..küllü hızbin Bima ledeyhim ferihun (Rum/32)
Her hizip elindeki parçayla övünüp durmaya başlar. Tekkeciler, İslam’ı bir insana benzetirseniz, İslam insanın yüreğini alır götürür. Medreseciler, İslam’ı insana benzetirseniz, insanın kafasını alır götürür. Kışlacılar; İnsanın bileğini alır götürür. İnsan parçalanmış olur. Parçalanan hakikat ise hakikat olmaktan çıkar. Oysaki İslam, Kur’an ın getirdiği İslam hakikati bir bütün halinde tutmamızı emreder. İşte bu ayette emredilen de budur.
106-) Yevme tebyaddu vucuhün ve tesveddü vucuh* feemmelleziynesveddet vucuhühüm* ekefertüm ba'de iymaniküm fezûkul azâbe Bima küntüm tekfürun;
O bir takım yüzlerin ağaracağı ve bir takım yüzlerin kararacağı gün, o vakit o yüzleri kara çıkanlara şöyle denecek: ya... İmanınızdan sonra küfrettiniz ha? o halde dadın azabı, ettiğiniz nankörlüğün cezası. (Elmalı)
O süreçte bazı vechler (bilinçler) parıldar (Hakk'ın nuru ile), bazı vechler kararır (benlik zulmetiyle)... Vechleri kararanlara (şöyle denir): "İmanınızdan sonra inkâra düştünüz ha! Hakikati inkârınız yüzünden varlığınızın sizde oluşturacağı azabı yaşayın." (A.Hulusi)
Yevme tebyaddu vucuhün ve tesveddü vucuh Bazı yüzler, o gün bazı yüzler ağarır. ve tesveddü vucuh bazıları da kararır. İşte o günde feemmelleziynesveddet vucuhühüm Yüzü kara çıkanlara denilecek ki;
ekefertüm ba'de iymaniküm Siz iman ettikten sonra küfre mi saptınız. Evet, hakikati parçalamakla, hakikate zulmetmekle küfre sapmak eş anlamlı tutuluyor ayette ve onlara soruluyor; “Allah sizi imana erdirdikten sonra siz, size gelen hakikati böldünüz, işinize gelenleri aldınız, işinize gelmeyeni atmakla küfre mi saptınız fezûkul azâbe Bima küntüm tekfürun küfretmenizden dolayı haydi tadın azabı.” Denilecek.
Burada hakikat üzerinde ayrılığa düşmek, imandan sonra küfür olarak nitelendiriliyor. Yani hakikate ihanet ve nankörlük olarak nitelendiriliyor.
107-) Ve emmelleziynebyaddat vucuhühüm fe fiy rahmetillah* hüm fiyha halidun;
Amma yüzleri ak olanlar hep Allahın râhmeti içindeler, onlar onun içinde ebednişinler (ebedi kalıcıdırlar) (Elmalı)
Fakat vechi (hakikatlerini idrakın getirisi olarak) parlayanlar, Allâh rahmeti içindedirler... Orada sonsuza dek kalırlar. (A.Hulusi)
Ve emmelleziynebyaddat vucuhühüm fe fiy rahmetillah Fakat yüzü ağaranlara gelince onlar Allah’ın rahmetine dalacaklar. hüm fiyha halidun; ve o rahmette ebediyen kalacaklar.
108-) Tilke ayatullahi netluha aleyke Bil Hakk* ve mAllahu yüriydu zulmen lil alemiyn;
İşte bunlar Allahın âyetleridir onları sana hak sebebiyle tilâvet ediyoruz, yoksa Allah âlemîne bir zulüm murat edecek değil. (Elmalı)
Bunlar Allâh işaretleridir, Hak olarak sana okutuyoruz. Allâh âlemlere zulüm dilemez. (A.Hulusi)
Tilke ayatullahi netluha aleyke Bil Hakk İşte yukarıdan beri hakikate karşı insanların davranışlarını, toplumsal, bireysel davranışlarını izah eden, yukarıdan beri okunan bu ayetler aslında, netluha aleyke Bil Hakk bunlar Allah’ın mesajlarıdır, bunları sana hakkıyla bildiriyoruz.
Bu netluha aleyke Bil Hakk ibaresi hem Kur’an kıssalarının tarihsel gerçekliğine bir atıf anlamına gelir, yani Kur’an kıssaları anlatıldıktan sonra böyle bir ibare geliyorsa biz bu ibareyi;
1 – Bu kıssayı o insanlar biliyordu.
2 – Yanlış biliyordu,
3 – Doğrusu budur. Şeklinde anlarız.
İkincisi ise iyilik ve kötülüğün hakkı olan karşılığı işte bu şekilde bildiriliyor. Yani iyiliğin cezası, kötülüğün cezası Kur’an da işe böylece bildiriliyor ki Zemahşeri, Alusi, Şevkani’nin tercihi bu yönde.
ve mAllahu yüriydu zulmen lil alemiyn; Allah mahlukata zulmetmeyi istemez.
109-) Ve Lillahi ma fiys Semavati ve ma fiyl Ard* ve ilAllahi turce'ul umur;
Hem Göklerde ne var, Yerde ne varsa hepsi Allah’ındır, bütün işler de Allaha irca' olunur. (Elmalı)
Semâlarda ve arzda ne varsa hepsi Allâh'ındır (O'nun Esmâ'sının varlığıyla var ve kaîmdirler). Hepsi Allâh'a döner (bir zaman gelir hakikatlerinin ne olduğunu görürler, bunu değerlendirmemiş olanlar da yanarlar)! (A.Hulusi)
Ve Lillahi ma fiys Semavati ve ma fiyl Ard Göklerde ve yer de olan her bir şey Allah’a aittir. ve ilAllahi turce'ul umur; ve tüm iş ve oluş sonunda Allah’a döner.
Pasaj kapanırken Allah’ın kozmik kuvvetine dikkatimiz çekildi ve tüm oluşun, tüm işin, tüm varlığın en sonunda Allah’a döneceği vurgulandı.
Biz Rabbimizden ak yüzlüler arasında kendisine dönenlerin içine katmasını niyaz ediyoruz.
“Ve ahiru davana velil hamdülillahi rabbil alemiyn”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder