"Euzü Billahi mineş şeytanir racim"
“BismillahirRahmanirRahıym”
Sevgili dostlar, İslam ümmetine Emr-i bil Ma’ruf Nehy anil Münker vecibesini hatırlatan ve ümmetin birliğinin, dirliğinin garantisi olduğunu bize söyleyen ayetlerin ardından yeni bir pasajın tefsirinde daha birlikteyiz. Alu İmran suresi 110. ayetle devam ediyoruz.
“BismillahirRahmanirRahıym”
110-) Küntüm hayre ümmetin uhricet linNasi te'murune Bil ma'rufi ve tenhevne anil münkeri ve tu'minune Billah* ve lev amene ehlül Kitabi le kâne hayren lehüm* minhümül mu'minune ve ekseruhümül fasikun;
Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmet olmak üzere vücuda geldiniz, ma'rufı emredersiniz, münkirden nehy eylersiniz ve Allaha inanır iman getirirsiniz, Ehli kitap da imana gelse idi elbette haklarında hayırlı olurdu, içlerinden iman edenler varsa da ekserisi dinden çıkmış fasıklardır. (Elmalı)
Siz, insanlar arasından çıkarılmış en hayırlı topluluksunuz. Hak ve hakikatle hükmeder, Din'e ters düşen şeylerden kaçınılmasını tavsiye edersiniz ve dahi hakikatinizin El Esmâ ile oluştuğunu idrak ile, Allâh'a iman edersiniz. Şayet kendilerine hakikat bilgisi verilmiş olanlar (Ehli Kitap) da iman etmiş olsaydı, kendileri için hayırlı olurdu. Kimileri iman ehlidir ama çoğunluğu hakikati inkâr edenlerdir. (A.Hulusi)
Küntüm hayre ümmetin uhricet linNas Siz insanlık adına çıkarılmış hayırlı bir ümmetsiniz. te'murune Bil ma'rufi iyi ve doğru olanı emreder, ve tenhevne anil münkeri kötü ve yanlış olandan alıkoyarsınız.
İşte hayırlı bir ümmet olmanın şartları. İyi ve doğru olanı emretmek, kötü ve yanlış olandan alıkoymak. Kısaca emr-i bil ma’ruf, nehy-i anil münker diye bildiğimiz bu ibadet yitik farzdır. Bugün tam anlamıyla kaybolmuş bir farzdır.
Aslında bu ayeti hemen geçen dersimizde tefsir ettiğimiz 104. ayetle birlikte düşünmemiz gerekiyor. Hani;
Veltekün minküm ümmetün yed'une ilel hayri ve ye'murune Bil ma'rufi.. içinizden hayra çağıran ma’rufu emreden ve münkerden alıkoyan bir topluluk olsun, bir topluluk bulunsun diye emreden ayetle birlikte düşünmeliyiz.
Emr-i bil ma’ruf, nehy-i anil münker’e yitik farz dedim. Çünkü bugün İslam ümmeti eğer bu halde ise bu biraz da emr-i bil ma’ruf, nehy-i anil münker’in terk edilmesi sonucu. emr-i bil ma’ruf, nehy-i anil münker İslam’da pozitif muhalefeti temsil eder demiştim daha önceki tefsirimde. Çünkü İslam’da hiç kimse masum değildir. Ve herkes öğüde ihtiyaç duyar. Çünkü İnsan mükemmel bir varlık değildir. Çünkü insan kendi iç güdüleri ile, ayartıcı öz benliği ile her an baş başadır. Bunun içinde insan her an yanılabilir.
İşte bu nedenle İslam insanın bu tabiatını çok iyi bildiği ve tanıdığı için emr-i bil ma’ruf, nehy-i anil münker gibi bir otokontrol müessesesi getirmiştir. Bu otokontrol müessesesi İslam toplumunun kendi kendisini kontrol etmesine, kendi istikamet açısını sürekli, yenilemesine ve kendi kendisine yönelik bir özeleştiri yapmasına kapı aralamaktadır.
Kur’an da buyurulur ki;
Vetteku fitneten la tusıybennelleziyne zalemu minküm hassaten, va'lemu ennAllahe şediydül 'ıkab; Enfal/25
Sizden yalnızca zulmedenlere isâbet etmekle kalmayan (o toplumda bulunan iyileri de içine alan) bir belâdan korunun... İyi bilin ki Allâh Şediyd ul 'Ikab'dır (yapılanın sonucunu şiddetle yaşatandır). (A.Hulusi)
Öyle bir toplumsal kokuşmadan, öyle bir toplumsal çözülmeden, yozlaşmadan sakının ki bu yozlaşma sadece ona neden olanlarla sınırlı kalmaz.
Buradan sonrası ayetin metninde yer almamakla birlikte tüm müfessirlerin ortaklaşa ayetin yorumuna dahil ettikleri cümledir. O da sadece bu yozlaşmaya meydan verenlere dokunmakla içine almakla kalmaz, ya ne yapar? Emr-i bil ma’ruf, nehy-i anil münker iyiliği emir kötülükten alıkoyma hususunda ihmallerinden dolayı o toplum içinde yaşayan ama bu vecibeyi yerine getirmeyen insanları da içine alır. Kapsar.
Ki Enfal/25. ayettir bu. Enfal suresinin 25. suresinde ifade edilen bu hakikate göre bir toplum eğer yozlaşmışsa, bir toplum kokuşmuşsa, bir toplumda çözülme başlamışsa, bu çözülme sadece o toplum içindeki kötüleri ve sorumluları yakalamaz. O toplum içerisinde iyi olanları da pençesine alır. Sadece bu çözülme ve yozlaşmanın müsebbibi olan insanları kapsamaz. Sosyal çözülme o çözülmeye sebep olmayıp engellemeye kalkmayan, yani Emr-i bil ma’ruf, nehy-i anil münker yapmayı ihmal eden insanlarında üzerine gelir ve onlarda yozlaşmadan zarar görürler.
Bu nedenle sevgili dostlar Emr-i bil ma’ruf, nehy-i anil münker siz bir toplum sosyal AIDS e yakalanmış bir toplumdur. Ben bun u sosyal AIDS olarak niteliyorum. Biliyorsunuz, ağır gibi gelebilir size bu yargım ama ağır değil.
AIDS, bildiğinizi sandığım bir gerçek AIDS hastalığının özelliği, insanın mikroba karşı bağışıklığını ya da direncini, hastalıklara karşı direncini yok etmesi. İnsanın kendisine karşı gelebilecek bu tür mikroplara olan direnci yok olduğunda artık insan her tür tehlikeye açık hale gelmiş oluyor. Onun içindir ki Emr-i bil ma’ruf, nehy-i anil münker siz bir toplumu, sosyal AIDS e yakalanmış bir toplum olarak nitelendiriyorum. Çünkü bedene gelebilecek mikroplar, bedeni yıkmaya gelen mikroplar ne ise, toplumları öldüren mikroplar da o dur.
İşte toplumsal mikroplara, toplumsal hastalıklara karşı direnen güç Emr-i bil ma’ruf, nehy-i anil münker yapan insanlardır. Eğer bu insanlar yok olursa, bu farz yok olursa, bu farz kaybolursa o toplum direncini kaybeder. Bozulmaya karşı, kokuşmaya karşı, çözülmeye karşı direncini kaybeder. İşte onun için Emr-i bil ma’ruf, nehy-i anil münker siz bir toplumu sosyal AIDS olmuş bir toplum olarak niteliyorum.
Bir hadiste, Müslim’in Said el Hudri’den naklettiği bir hadiste, meşhur bir hadiste Emr-i bil ma’ruf un usulü şöyle açıklanır.
- Bir kötülük gördüğünde gücün yetiyorsa elinle engellemeye çalış. Değilse dilinle engellemeye çalış. Değilse, ona da gücün yetmiyorsa kalbinle buğz et. Bu, ve hüve edaful iman bu üçüncüsü imanın en zayıf noktasıdır. Buyruluyor.
Yine hadisin bir başka metninde, başka varyantında, “Bundan sonrasında iman yoktur.” Buyruluyor.
Resulallah’ın bize verdiği bu Emr-i bil ma’ruf, nehy-i anil münker metoduna göre bir kötülüğe önce insan fiili olarak, kötülüğü ortadan kaldırma, kötülüğün gücünü, kötülüğün nedenlerini ortadan kaldırmaya çabalar. Bu kötülüğe karşı eylemdir. Eğer buna gücünüz yetmiyorsa, güç yetiremiyorsanız bu sefer dilinizle kötülüğün kötü olduğunu hem ikrar eder hem de başkalarına aktarırsınız, anlatırsınız. Tabii buna da gücünüz yetmiyorsa o kötülüğün kötü olduğunu bilmenin size yüklediği bir görev olan kötülüğe buğz etme görevini yerine getirir ve buğz edersiniz. Peygamberimizin ifadesi ile bu imanın en düşük derecesi, ya da diğer varyanta göre kendisinden sonra iman olmayan bir alt sınırdır. Yani minimum sınır budur.
İşte Emr-i bil ma’ruf, nehy-i anil münker farizasında takip edilecek usul budur.
Günaha aldırmamak sevgili dostlar, günah işlemekten bin beterdir. Emr-i bil ma’ruf, nehy-i anil münker yapmayan, kötüye engel olup iyiyi teşvik etmeyen, iyiyi emretmeyen iyiyi önermeyen, ki Emr, kelimesinin sözcüğünün Kur’ani anlamlarından biri de önermektir, teklif etmektir. İyiyi önermeyen, kötülüğe buğz etmeyen, kötüye buğz etmeyen bir insan elbette ki günaha karşı duyarsız kalmış demektir.
Hem sorarım size kötüye buğz etmeyen iyiye nasıl muhabbet duyabilir ki..! Bir insan hem kötüyü, hem iyiyi. Hem zalimi hem mazlumu. Hem küfrü, hem imanı aynı anda benimseyebilir mi? Eğer benimsiyorsa bu insanın ciddi olduğuna siz inanabilir misiniz..! İyiye verdiğiniz değer, kötüye gösterdiğiniz tepki ile ölçülür.
Bir insan ki kötüye tepki göstermiyorsa, güzele, iyiye, doğruya inanmıyor demektir. Çünkü güzele, iyiye, Hakka inanmanın bir bedeli vardır. Çünkü o güzelin yaygınlaşmasına çalışmak, ona olan inancınızın bedelidir.
O halde her kötü bir güzelin katili değil midir. Her batıl bir Hakkın yokluğu değil midir..! Her karanlık aslında aydınlığın yokluğu değil midir. O halde günaha aldırmamak, günah işlemekten bin beterdir sözümü şimdi daha iyi anladınız sayılır. Gerçekten de öyledir. Eğer günaha aldırmıyorsanız, eğer kötülüğe aldırmıyorsanız, eğer zulme aldırmıyorsanız, eğer batıla ve küfre aldırmıyorsanız unutmayın ki artık dini tarafları yok etmişsiniz demektir. Artık tepki veren yanlarınızı yok etmiş sayılırsınız. Artık siz belki fizyolojik olarak diri sayılırsınız ama, manevi olarak ölüsünüz. Çünkü kötüye aldırmıyorsunuz. Aldırmamak kötülüğü işlemekten çok daha beter bir suçtur.
O nedenle Emr-i bil ma’ruf, nehy-i anil münker aldırmaktır dostlar, fark etmektir dostlar. Kötüyü ve iyiyi fark edenler Emr-i bil ma’ruf, nehy-i anil münker yaparlar.
Kötünün iyiyi ortadan kaldırdığını, iyinin de kötüyü ortadan kaldırdığını bilenler, Emr-i bil ma’ruf, nehy-i anil münker yaparlar. İyi olmanın bir bedeli olduğunu bilenler ve inananlar iyiliği emrederler kötülükten alıkoyarlar. O sebeple İslam tarihinin altın çağlarında Hisbe müesseseleri kurulmuş: İhtisap müessesesi. Yani iyiliği emretmek ve kötülükten alıkoymak, sivil bir hareket oluşturmuş.
İşte bu sivil harekete İslam tarihinde Hisbe, ya da ihtisap müessesesi ismi verilmiş. Bu hareketin sivil üyeleri toplum içerisinde kendilerini kötülükle mücadele ve iyiliği yaygınlaştırma hususunda görevli gibi addetmişler. Bunu yönetimlere ve Devlete bırakmamışlar. Çünkü kötülükle mücadele iyiliği yaygınlaştırma işini eğer yöneticilere bırakırsanız peki onlar kötü olduğunda onlara kim iyiliği hatırlatacak. Kim güzeli emredecek, kim onları kötüden ve kötülükten alıkoyacak? Onun için İslam’da Emr-i bil ma’ruf, nehy-i anil münker müessesesi hep siyasal erkten bağımsız sivil bir müessese olarak işlemiş. Bu konuda bağımsız müstakil eserler kaleme alınmış. Israrla bu konuda yazılmış literatürden bazılarını okumanızı sağlık veriyorum.
İşte ihtisap müessesesi sayesinde İslam toplumlarında sürekli bir oto kontrol imkanı doğmuş. Mesela daha Hz. Ömer döneminde ihtisap müessesesinde yer alan çarşı Pazar kontrollerine Hz. Ömer, bir kadını teklif etmişti. Tabii ki bu devlete bağlı bir teşkilat değildi.Zaten o dönemde, bizim bildiğimiz manada Devleşmiş bir devlette yoktu. Çarşı pazarı denetleyen bu sivil görevliler tamamen hapsi olarak, hesabi olarak değil, hapsi olarak görev yapan bu sivil görevliler bir yanlış, bir hata gördüklerinde. Ya da iyi diye kötü bir mal satıldığını fark ettiklerinde, ya da kusurlu malı kusursuz diye satan bir satıcı gördüklerinde anında uyarmışlar, olaya müdahale etmişler ve zulmü önlemişlerdi.
Osmanlıda ki Ahi’lik sistemi ve ticari sistem içerisinde yer alan lonca yöntemi de işte bu Hisbe müessesesi mantığı ile ortaya konulmuş muhteşem bir sistemdi. Ki bu sistemde Ahi’lik halkasına dahil olması için bir esnafın, bir tüccarın 40 şartın kendisinde ortaya çıkmış olması gerekiyordu. Tabii ki bu şartların ahlaki, erdem ve fazilete ilişkin şartlar olduğunu söylememe gerek yok.
İşte bu manada değerli dostlar Kur’an, siz insanlık adına çıkarılmış hayırlı bir ümmetsiniz. İyi ve doğru olanı emreder, kötü ve yanlış olandan alıkoyarsınız derken içimizden mutlaka diri bir toplumun bulunmasını istiyor. O toplum ölmüş olabilir. Bugün olduğu gibi. İslam ümmeti, daha doğrusu Ümmet-i Muhammed, Muhammed ümmeti, ki İslam ümmeti tanımı, tabiri yanlış bir tabir, doğrusu Ümmet-i Muhammed’dir. Tüm tarih boyunca gelmiş geçmiş tüm peygamberlere mensup olan ümmetler İslam ümmetidir. Bu manada İslam’ın son ümmeti, Ümmet-i Muhammed’dir. Onun için doğru tanım Muhammed ümmetidir.
Muhammed Ümmeti bir gün özelliğini ve güzelliğini kaybedebilir. Parçalanabilir, toplumsal bir bozulmaya, toplumsal bir yozlaşmaya maruz kalabilir, ancak Kur’an ın Alu İmran suresinin 104. ayetinde de ifade edildiği gibi,-geçen dersimizde o ayeti işledik- eğer bu ayetin emrini yerine getirirde toplumun içerisinden, bozulmuş, kokuşmuş ve ölmüş olan toplumun içerisinde bir grup Emr-i bil ma’ruf, nehy-i anil münker vazifesini yerine getirirse işte o topluluk o ölü ümmetin yeniden dirilişinin habercisi olur.
Baharın habercisi olan kır çiçekleri gibi o ümmetin kışı bitip te toplumsal dönüşümün baharı belirdiğinde, bu baharın gelişini o çiçekler haber verir.
Bir gün toplumsal dönüşüm menfiden müspete, olumsuzdan olumluya doğru olacağı zaman işte o dönüşümün başlatıcısı o topluluk olur. Emr-i bil ma’ruf, nehy-i anil münker yapan o topluluk.
Adeta maya olur o toplum. Yeni bir toplumun inşası için temel hammadde olur, malzeme olur, ya da tohumluk olur. İşte o tohumu ekerek yepyeni, diri bir toplum ortaya çıkarabilirsiniz. Onun için mutlaka bu ümmetin içerisinden bir topluluk bulunmalı. O hayırlı topluluk Emr-i bil ma’ruf, nehy-i anil münker yapmalı.
ve tu'minune Billah bununla kalmazsınız. Sadece iyiyi emredip kötüyü nehy etmekle kalmazsınız, zira Allah’a iman edersiniz. Yani, bunu zira diye çevirdim. Allah’a imanınızın bir gereğidir Emr-i bil ma’ruf, nehy-i anil münker. Siz Allah’a iman ettiğiniz için Emr-i bil ma’ruf, nehy-i anil münker yaparsınız. Allah’a iman etmekle kötülükten alıkoymanın, iyiliği emretmenin alakası nedir diye herhalde sormazsınız. Çünkü Allah’a imanınız, hakikate imanınız, hakikati insanlığa taşımanız anlamına geliyor.
Allah’a imanınız, Allah’ın size bildirdiği doğrulara da iman etmeniz anlamına geliyor. Eğer iman ettiğiniz doğruları yaygınlaştırmayacaksınız, eğer yanlışları, iman ettiğiniz Allah’ın yasakladığı kötülükleri siz de yasaklamayacaksanız Allah’a imanınızın değeri nedir ki. Bu iman nasıl bir imandır. İktidarsız bir iman değil midir. Yürekte zincire vurulmuş iktidarsız bir imanın sahibine hayrı olmaz ki başkasına hayrı olsun. Onun için de ve tu'minune Billah zira Allah’a iman edersiniz diyor ayet.
ve lev amene ehlül Kitab Eğer kitap ehli de iman etseydi le kâne hayren lehüm haklarında hayırlı olurdu.
Neden ayet hemen aynı ayet devam ettiği halde kitap ehline getirdi sözü? Kitap ehli peygamberimizin bir tespitine göre Emr-i bil ma’ruf, nehy-i anil münker i terk ettiği için bu hale geldi demişti efendimiz.Yani Müslüman İsrail oğulları Emr-i bil ma’ruf, nehy-i anil münker i terk ettikleri için Yahudileştiler. Bu bize bir uyarı idi aslında. Niçin Emr-i bil ma’ruf, nehy-i anil münker i terk ettiler sorusunun da cevabı işte budur. İman problemleri olduğu için. Allah’ın doğru olarak bildirdiklerine yürekten doğru olarak inanamayan bir insan, o doğruyu topluma nasıl taşır. Allah’ın yanlış olarak bildirdiklerine yürekten yanlış olarak inanmayan bir insan o yanlışa nasıl engel olur. İşte onun için Emr-i bil ma’ruf, nehy-i anil münker imanla ilgili bir problem olarak ele alınıyor bu ayette.
minhümül mu'minune ve ekseruhümül fasikun; Onlardan iman eden varsa da çoğunluğu fasıktır. Tabii ki Emr-i bil ma’ruf, nehy-i anil münker i terk eden ehli kitaptan söz ediliyor.
Burada eğer Kur’an ehliyim diye iddia ettiği halde bir insan. Kur’an a inandığını iddia ettiği halde Emr-i bil ma’ruf, nehy-i anil münkeri terk ediyor. Kötüye karşı duyarlılığını kaybediyor. İyiyi insanlara taşımıyorsa, aslında kitap ehli kavramının kapsamına o da girer. O da ehli kitap değildir. Ehli Kur’andır ama kendi kitabına, daha önceki ümmetlerin kendi kitaplarına yaptığını yapmıştır. Yahudilerin Tevrat’a, Hıristiyanların İncil’e karşı yaptığını o da Kur’an a karşı yapmıştır. Onun için ayetleri üstümüze alınalım. Ayetlerin muhatabı olarak kendimizi kabul edelim ve Rabbim bu ayetle bana ne buyuruyorsun diye soralım ve cevabını alalım. Bu soruyu sorduğumuzda işte bunu anlıyoruz bu ayetten.
111-) Len yedurruküm illâ ezâ* ve in yukatiluküm yüvellukümül edbar* sümme la yünsarun;
Size ezadan başka bir zarar edemezler ve sizinle çarpışacak olsalar size arkalarını dönerler sonra da nusrat bulamazlar. (Elmalı)
(Onlar) size eziyet etmekten başka zarar veremezler. Eğer sizinle savaşırlarsa, size arkalarını dönüp kaçarlar. Sonrasında yardım da edilmez. (A.Hulusi)
Len yedurruküm illâ ezân Onlar size geçici eziyet dışında kalıcı bir zarar veremezler. Bu çok önemli. Ne sürece veremezler? Tabii ki Emr-i bil ma’ruf, nehy-i anil münker i terk etmediğiniz sürece. Biz satır aralarından bunu anlıyoruz. ve in yukatiluküm sizinle savaşacak olsalar yüvellukümül edbar arkalarını dönüp kaçarlar. Kaçarlar çünkü..!
Bunun Emr-i bil ma’rufla alakası var demeyesiniz. Kaçarlar, Emr-i bil ma’ruf hak üzerinde direnmektir. İyiliği emretmek hakikat üzerinde direnenlerin yapacağı bir şeydir. Hakikat üzerinde direnenler, hakikati savunurlar. Hakikati savunmak sadece sözle olmaz, bazen hakikate saldırı savaş biçiminde olursa hakikati savunmakta savaş biçiminde olur. İşte onun için burada hemen ardından gelen ayet bu konuya girdi.
ve in yukatiluküm yüvellukümül edbar sizinle savaşacak olsalar arkalarını dönüp kaçarlar. sümme la yünsarun; sonra onlara yardım da ulaşmaz. Yani Allah hakkı savunmayı terk eden insanlara yardım etmeyeceğini söylüyor burada.
Hakkı terk etmek toplumsal çözülmenin ta kendisidir. Toplumsal çözülme duyarsızlıkla başlar. İşte asıl o zaman düşmanlarınız size zarar verebilir. Unutmayın.
Bakınız bir başkalarının toplumsal çözülmelerinin kendilerine neye mal olduğunu söyleyerek Kur’an bize toplumsal çözülmeye uğramayın uyarısında bulunuyor. Eğer sizde toplumsal çözülmeye uğrarsanız, yani hakka karşı olan, hakikate karşı olan bağlılığınızı kaybeder, kötülüğe olan duyarlılığınızı kaybederseniz çözülürsünüz. Çözülürseniz siz de düşmanlarınız karşısında geriye dönersiniz. Geriye dönüp kaçarsınız, yani çekilersiniz.
Üzerinize saldıran toplumlar sizin yüreğinizi başta, zihninizi işgal ederler ve artık Allah’ta size yardım etmez. Uyarısında bulunuluyor. Çünkü siz Hakka olan teslimiyetinizi, kötülüğe olan tepkinizi kaybettiniz. Eğer bu tepkiyi kaybederseniz toplumsal çözülme başlar. Bu çözülme sonucunda hem cesaretinizi, hem de Allah’ın yardımını kaybedersiniz denilmek isteniyor geçmiş örneklerin şahsında.
112-) Duribet aleyhimüz zilletü eyne ma sükıfu illâ Bi hablin minAllahi ve hablin minen Nasi ve bâu Bi ğadabin minAllahi ve duribet aleyhimül meskenetü, zâlike Bi ennehüm kânu yekfürune Bi ayatillahi ve yaktulunel Enbiyae Bi ğayri hakkın, zâlike Bi ma 'asav ve kânu ya'tedun;
Nerede bulunsalar zillet altında kalmağa mahkûmdurlar, meğerki Allahın ahdine ve müminlerin ahdine sığınmış olsunlar, döne dolaşa Allahın gazabına müstahak oldular ve meskenet altında ezilmeğe mahkum kaldılar, çünkü Allahın âyetlerine küfrediyorlardı ve Peygamberleri bile bile haksızlıkla öldürüyorlardı, çünkü âsi olmuşlardı ve aşırı gidiyorlardı. (Elmalı)
Onlar nerede bulunsalar, üzerlerine zillet (aşağılanma) hükmü vurulmuştur; Allâh'tan bir gazaba uğradılar ve aşağılanarak yaşamaya mahkûm oldular... Allâh'tan bir ipe ('Rabbimiz sensin' ahdine, yani hakikatlerinin Esmâ mertebesinden oluştuğuna) ve insanlardan bir ipe (bu imana sahip birine tâbi olma) sarılmışlar müstesna! Zira Allâh'ın işaretlerindeki varlığını (Esmâ'sının açığa çıkışı olan işaretleri) inkâr ediyorlardı ve Nebileri, Hakk'ın muradına karşı (nefsaniyetlerine uyarak) öldürüyorlardı. İşte bu onların isyanları, haddi aşmaları sebebiyledir. (A.Hulusi)
Duribet aleyhimüz zilletü Onlar zillete mahkum olurlar. Evet, onlar artık zillete mahkumdurlar öyle değil mi? Eğer savunulacak değerlerinizi savunamıyorsanız. Eğer kötüye karşı tepkinizi de kaybetmişseniz ve artık toplumsal çözülmeye uğramışsanız, ve üzerinize yürüyen her düşman sizi geriletiyor, sizi işgale uğratıyorsa, gönlünüzü, kafanızı, toprağınızı, bedeninizi işgal ediyorsa o zaman zillete mahkum olmuşsuz demektir. Bunu Kur’an bu formla dile getiriyor.
Duribet aleyhimüz zilletü Onlar zillete mahkumdurlar. eyne ma sükıfu nerede olurlarsa olsunlar onlar zillete mahkumdurlar.
illâ Bi hablin minAllahi ve hablin minen Nas Allah’a ve insanlığa karşı taahhütlerine yapışmadıkları sürece nerede olurlarsa olsunlar onlar zillete mahkumdurlar.
Demek ki; Emr-i bil ma’ruf, nehy-i anil münker Allah’a ve insanlığa karşı taahhüde sarılmak, sözü yerine getirmek anlamına alınıyor.
İlginizi çekmiyor mu bu ifade? Allah’a ve insanlığa taahhütmüş Emr-i bil ma’ruf, nehy-i anil münker. Diyeceksiniz ki ne taahhüdü? Hadi Allah’a taahhüdü anladık, niçin? Çünkü Hakikatin kaynağı Allah’tır. Allah’ın bildirdiği hakikate sadakat, Allah’a sadakattir. Allah’ın bildirdiği yasaklara karşı olmakta yine Allah’a sadakattir.
Bunu anladık. Peki İnsanlığa olan taahhütle ne kastediliyor? Diyecek olursanız; Evet, Hakkı savunmak, batıla karşı olmak sadece İnsan – Allah ilişkileri değil, İnsan – toplum ilişkileri çerçevesinde insanın bir görevidir. Çünkü Allah’ın bildirdiği hakkı insanlara taşımak, Allah’ın bildirdiği kötülükleri insanlara taşımak ve onları uyarmak insanlara karşı vazifenizdir. Sadece Allah’a karşı değil, insanlığa karşı görevinizdir. Eğer bunu biliyorsanız, hakikatin ne olduğunu biliyorsanız, bildiğiniz hakikati bildiğiniz andan itibaren başkalarına bildirmek boynunuza bir borç olur.
İşte o hakikati insanlara taşıma borcunu dile getiriyor bu ayet. Ve bunu bir taahhüt olarak kabul ediyor. Ve bu taahhüdü yerine getirmedikleri sürece nerede olurlarsa olsunlar o insanların zillete mahkum olacaklarını söylüyor. ve bâu Bi ğadabin minAllah Allah’ı gazabına uğramış, ve duribet aleyhimül meskenetü ve üzerlerine miskinlik damgası vurulmuştur. Evet, böyle olmuştur. Böyle olduğu içinde Allah’a ve insanlığa karşı taahhütlerini yerine getirememişler ya da Emr-i bil ma’ruf, nehy-i anil münker yapmadıklarından dolayı işte bu hale uğramışlar. Yani üzerlerine miskinlik damgası vurulmuş ve Allah’ın gazabına uğramışlar.
Allah’ın gazabına uğramışlar formunu duyunca hemen aklınıza lanetli kavim diye bir çoklarının bildiği Yahudiler geliyor değil mi? Hayır bu kadar ucuzcu olamazsınız demiştim ve daha önce de uyarmıştım; Lanetli kavim yoktur, lanetli davranış vardır. Lanetli mantık vardır. Lanetli yaşantı vardır demiştim. Eğer o davranışı kim yaparsa lanete o uğrar demiştim değil mi. İşte bu manada görüyorsunuz Emr-i bil ma’ruf, nehy-i anil münker i terk edip Allah’a ve insanlığa olan taahhüdünü çiğneyen herkes ve her toplumda Allah’ın lanetine uğramış birileri olarak takdim ediliyor.
zâlike Bi ennehüm kânu yekfürune Bi ayatillahi ve yaktulunel Enbiyae Bi ğayri hakkın Bütün bunların nedeni Allah’ın ayetlerini inkar etmeleri ve peygamberleri haksız yere öldürmeleridir.
Tabii ki burada Yahudileşen İsrail oğullarına bir atıf var. Bir atıf var ama bize de bir uyarı var. Allah’ın ayetlerini inkar, işte hakkın hak olduğunu taşımamak, batılı da batıl olarak tanıtmamak Hakka bağlılığı ve batıla tepkiyi dile getirmemenin sonucunda bir toplumun varıp duracağı yer budur sevgili dostlarım. Allah’ın ayetlerini inkar ve peygamberlerini katletmek.
Diyeceksiniz ki biz bunu yapmadık. Peygamberlerin varisleri olan alimlerinizi ayakta öldürmediniz mi? Canlı iken öldürmediniz mi? Alimlerinize ilgisiz kalarak, onları dö fakto (Bilfiil, fiilen, hakikatte) bir biçimde ofsayda düşürerek, onların arkasına destek olmayarak. Onları siyasal zulüm ve baskılara karşı savunmayarak aslında onları yaşayan bir ölüye çevirmediniz mi? Ve sonuçta alimsiz kalmadınız mı? Alimler peygamberlerin varisleri idi. Kaldı ki peygamberin bıraktığı en büyük miras olan Kur’an a sahip çıkmamanız, Kur’an ın doğrularını savunmamak, Kur’an ın yanlış olarak bildirdiği, kötü olarak bildirdiği şeylere karşı mücadele vermemekte aslında peygamberi öldürmekle eş anlamlı değil mi? İşte bu manada bize de bir uyarı var diye düşünmek lazım bu ayeti.
[Eksik olan cümle; zâlike Bi ma 'asav ve kânu ya'tedun
İşte bu onların isyanları, haddi aşmaları sebebiyledir.)]
113-) Leysû sevâen, min ehlil Kitabi ümmetün kaimetün yetlune ayatillahi anâel leyli ve hüm yescüdun;
Hepsi bir değiller, Ehli kitap içinden kalkınan bir ümmet var, gece vakitleri Allahın âyetlerini okuyup secdelere kapanıyorlar. (Elmalı)
Hepsi bir değildir. Kendilerine hakikat bilgisi verilmiş olanlardan secde edip, gece boyunca Allâh işaretlerini okuyup değerlendiren bir grup da mevcuttur. (A.Hulusi)
Leysû sevâen Hepsi bir değildir. Bakınız özelde Medine Yahudilerinden söz eden bir ayetin ardından rabbimiz mutlaka ayıklıyor. Süpürücülük yapmıyor. Pirinç taşlı ise taşını ayıklıyor, Taş pirinçli ise pirincini ayıklıyor. Ama mutlaka ayıklıyor. Onun için de hepsiniz birden süpürüp atmıyor, hepsini süpürüp almıyor ve buyuruyor ki; Leysû sevâen Hepsi bir değildir.
min ehlil Kitabi ümmetün kaimetün Kitap ehlinden onurlu bir topluluk vardır.
Buradaki kaimetün ü onurlu olarak mana verdim. Kaimetün ayakta duran demektir. Yani bir tür başı dik durmak. Bir tür yıkılmamak, bir tür onur mücadelesini kazanmak anlamına da gelir. Buradaki anlamı, yukarıdaki anlamın tam zıttı, yani yukarıda zillet geçiyordu hatırlayın. Meskenet geçiyordu. Yukarıda pısırıklık geçiyordu, Yukarıda onursuzluk geçiyordu. Zillet, onursuzluk. İşte burada da onun tam zıttı. Yani kitap ehlinin içerisinden onurlu bir kesim de var denilmek isteniyor. Onun için ben Kaimetün kelimesini onurlu olarak çevirdim. Onurlu bir toplulukta vardır.
yetlune ayatillahi anâel leyli ve hüm yescüdun; Niçin onurluymuş onlar dostlarım? Gece boyunca Allah’ın ayetlerini okuyup secdeye kapanırlar. Bu onların onurunu korumalarının en büyük yoludur. Çünkü Allah’ın huzurunda eğilen, başkasının huzurunda eğilmez. Allah’ın huzurunda eğilen baş, eşyanın huzurunda dik durur. O nedenle Allah’a kul olan eşyaya karşı özgürleşir. Kendi haddini bilen Allah önünde secdeye kapanır, eşya önünde başını dik tutar. Onun için adeta onuru korumanın bir yöntemi olarak yetlune ayatillahi anâel leyli ve hüm yescüdun; deniliyor.
Allah’ın ayetlerini okumaktan kasıt, elbette ki kıraat etmek değil, tilavet etmek değil, onları hayata taşımak için anlamak, uygulamak için okumak ve onlar Allaha karşı, Allah’ın huzurunda yere kapanırlar secdeye…! Onun için de onurlarını korurlar. Allah dışında hiçbir varlığın önünde eğilmezler.
Bu ayet hiçbir kimseyi, hiçbir grubu, hiçbir topluluğu hiçbir insan sınıfını süpürmeyin anlamına geliyor. Süpürmeyin, süpürücülük yapmayın. İyiyi kötüden ayırmayı öğrenin. Huzma safâ, da'ma keder işine geleni al, gelmeyeni at. İyi olanı al, kötü olanı at. Kabuğunu soy, içini ye. Yenilecek tarafını ye, atılacak tarafını at mesajıdır.
Bu ayet hiçbir sosyal, hiçbir dinsel, hiçbir ırki topluluğun bütünüyle kötü, ya da bütünüyle iyi olmayacağının da adeta bir telmih ve iması sadedinde alınabilir.
114-) Yu'minune Billahi vel yevmil ahıri ve ye'murune Bil ma'rufi ve yenhevne anil münkeri ve yüsariune fiyl hayrat* ve ülaike mines salihıyn;
Allah’a inanırlar, Ahiret gününe inanırlar, ma'rufu emrederler, münkirden nehy ederler, hayırlara koşuşurlar ve işte bunlar sahihindendirler. (Elmalı)
Allâh'ın Esmâ'sının nefislerinin hakikati olduğuna ve sonsuz geleceğe iman ederler, Hak ve hakikatle hükmederler, Din'e ters düşen şeylerden insanları sakındırırlar ve (maddi - manevî) hayırlara koşuşurlar. İşte onlar Sâlihlerdir. (A.Hulusi)
Yu'minune Billahi vel yevmil ahıri Onlar Allah’a ve ahiret gününe inanırlar. O onurlu insanlar. Yahudiler bazında, Yahudiler ölçeğinde aslında genel bir ilke veriyor Kur’an. Onlar Allah’a ve ahiret gününe inanırlar.
ve ye'murune Bil ma'rufi İyi ve doğru olanı emrederler, ve yenhevne anil münker kötü ve yanlış olandan alıkoyarlar. ve yüsariune fiyl hayrat ve hayırlı işlerde birbirleri ile yarışırlar. Hayırlı işlerde ve yüsariune fiyl hayrat birbirleri ile yarışırlar. ve ülaike mines salihıyn; İşte bunlar Salihlerdendir.
Kur’an böylesine bir ayıklamaya başvuruyor ki bize de kötüyü iyiden, doğruyu yanlıştan, güzeli çirkinden, Hakkı batıldan, imanı küfürden ayırmayı öğretiyor böylece.
Emr-i bil ma’ruf, nehy-i anil münker yapanı ayırıyor bu ayette Kur’an. Ehli kitaptan iyileri ayıran, kendisine Müslüman adını verenlerden de kötüleri ayıracaktır. Değil mi? Allah, bu ve bundan bir üstteki ayette ehli kitabın iyilerini ayırıyor. Emr-i bil ma’ruf, nehy-i anil münker yapanlarını ayırıyor. Bu durumda söyle düşünmemiz gerekmiyor mu? Bu ümmetten de Emr-i bil ma’ruf, nehy-i anil münker yapmayanları ayıracak, atacak. Onların iyisini alıyorsa, bu ümmetin de kötüsünü atacak demektir.
Ve Allah bu noktada kitabında, kelamı-ı ilahi de Emr-i bil ma’ruf, nehy-i anil münker yapan insanları farklı müteala ediyor. Onları toplumun içerisinde farklı bir konuma yerleştiriyor ve onları seçiyor. İşte eğer taşlı pirinçse, taşını ayıklıyor. Pirinçli taşsa, burada pirinçli taştan söz etti, Leysû sevâen hepsi bir değildir ayeti aslında pirinçli taştan söz etti. Pirincini ayıklıyor. İyisini ayıklıyor. Çoğu kötü iyisi az. Onların iyisini alıyor. Çoğu iyi kötüsü az, onların da kötüsünü alıp atıyor.
İşte bu noktada bu ümmete de İslam ümmetlerinin en sonuncusu olan Muhammed ümmetine de bu muameleyi yapmayacağını kim söyleyebilir..!
115-) Ve ma yef'alu min hayrin felen yükferuh* vAllahu Aliymün Bil müttekıyn;
Ve hayra dair her ne yaparlarsa hiç bir zaman ona küfran ile karşılanmayacaklardır, ve Allah o muttakileri bilir. (Elmalı)
Yaptıkları hayırlar asla inkâr edilmeyecektir. Allâh korunanların varlığındaki Esmâ'sıyla Aliym'dir. (A.Hulusi)
Ve ma yef'alu min hayrin felen yükferuh onların yaptığı hiçbir iyilik zayi olmaz. Önemli bir müjde dostlarım. Hiçbir iyilik zayi olmaz. vAllahu Aliymün Bil müttekıyn; Niçin? Çünkü Allah sorumlu davrananları, kendisine karşı sorumluluğuna müdrik olanları, kendisine karşı sorumluluğunun şuurunda olanları, sorumluluk bilincini kuşanan kimseleri iyi bilir. İyi bildiği içinde Allah kötüyü iyiden Emr-i bil Ma’ruf yapanı yapmayandan, iman edeni etmeyenden, kötülüğe karşı duyarlı davrananı duyarsız davranandan, iyiliğe karşı sadık olanla olmayandan ayırmasını da bilir.
116-) İnnelleziyne keferu len tuğniye anhüm emvalühüm ve la evladühüm minAllahi şey'en, ve ülaike ashabünnari, hüm fiyha halidun;
Küfredenler, her halde onların ne malları ne evlâtları kendilerini Allah’tan kurtaracak değildir, onlar eshab-ı nardır hep onda kalacaklardır. (Elmalı)
Hakikati inkâr edenlere gelince; onların ne malları ne de evlatları Allâh'a karşı hiçbir koruma sağlamayacaktır. Onlar yanmaya mahkûmdurlar, sonsuza dek! (A.Hulusi)
İnnelleziyne keferu Küfre saplananlara gelince. Pasaj aslında aynı konuyu devam ettirmekle birlikte farklı bir grubu ele alıyor şimdide. İnnelleziyne keferu küfre saplananlara gelince, len tuğniye anhüm emvalühüm ve la evladühüm minAllahi şey'e onları ne malları ne de çocukları Allah’a karşı koruyabilir. Evet, malları da, çocukları da onları Allah’a karşı koruyamaz. Yani burada verilmek istenen mesaj, eğer bir insan doğruyu, güzeli, Hakkı savunmuyorsa. Eğer bir insan kötüye, çirkine, zulme karşı çıkmıyorsa, birazda Allah’a karşı müstağni oluşundan, adeta sana ihtiyacım yok der gibi bir tavır alışından kaynaklanıyor diyor bu ayet. Onun için onları küfür sınıfı olarak ayrı bir sınıf içinde ele alıyor.
ve ülaike ashabünnari işte onlar cehennemliktir. hüm fiyha halidun; onlar orada ebedi kalıcıdırlar.
İnsanı toplumsal duyarsızlığa iten hakikate, Allah’a, doğruya karşı müstağnilidir dostlarım. Kısa vadeli düşünür bu müstağniler. Kısa vadeli düşündükleri içinde zannederler ki dünyevi getirileri, kazançları, malları kendilerini koruyacaktır. Zannederler ki servetleri, çocukları makamları, mevkileri, şöhretleri, kendilerini sırtlarını dayayacakları, sonuna kadar dayanak ve tutamak edinecekleri şeylerdir. Çünkü onlar kıt görüşlüdürler. Kısa vadeli düşünürler.
Eğer uzun vadeli düşünselerdi, eğer sadece gözlerinin önüne değil de ufka doğru, uzağa doğru baksalar dı, eğer onlar sadece içinde bulundukları anın hesabını değil; Geleceğin, gerçek istikbalin hesabını yapsalardı onlar, Allahsız yapamayacaklarını, Allah’tan mahrum olmanın her şeyden mahrum olmak demeye geldiğini bileceklerdi. Bunu bilemeyince hayatları anlamsızlaştı. Anlamsızlaşan hayat önüyle de sonuyla da cehenneme dönüşür. İşte onun için onlar cehennemin, ateşin ashabıdır. Onun için onlar hem dünyada hem ahirette vicdanlarının alevinde kendilerini kavururlar.
117-) Meselü ma yünfikune fiy hazihil hayatid dünya kemeseli riyhın fiyha sırrun esabet harse kavmin zalemu enfüsehüm fe ehlekethu, ve ma zalemehümullahu ve lâkin enfüsehüm yazlimun;
Bu Dünya hayatında yapmakta oldukları masrafın meseli bir rüzgâr meseline benzer ki onda kavurucu bir soğuk var: nefislerine zulmeden bir kavmin ekibine sataşmış da onu mahvetmektedir, ve onlara Allah zulmetmemişti ve lâkin kendilerine zulmediyorlardı. (Elmalı)
Onların şu süflî madde boyutunda (esfeli sâfîliyn - dünya hayatı) harcadıklarının misali; kendi nefslerine zulmeden bir topluluğun ekinlerine isabet edip, onu mahveden dondurucu bir rüzgâra benzer. Allâh onlara zulmetmedi, lâkin onlar kendilerine zulmediyorlar. (A.Hulusi)
Meselü ma yünfikune fiy hazihil hayatid dünya Onların bu dünya hayatı için harcadıkları kemeseli riyhın fiyha sırrun dondurucu bir rüzgara benzer. esabet harse kavmin zalemu enfüsehüm fe ehlekethu kendi kendilerine zulmeden bir toplumun ekinlerine musallat olup onu mahveden dondurucu bir rüzgara benzer diyor Kur’an.
Yani kendi kendine zulmeden bir toplumun ekinlerine musallat olup onu mahveden dondurucu bir rüzgara benzeyen bu şey nedir? Bu tamamen Allah’a karşı müstağni tavırlarıdır. Onların bu dünya hayatı için harcadıkları şeylerdir.
Yani saadetimiz, istikbalimiz, geleceğimiz, mutluluğumuz adını verdikleri şey için harcadıkları gerçekte işte budur.
Yani ekip diktiği muhteşem bir ekinini, bahçesini dondurucu rüzgarda mahveden bir adamın durumuna benzer onların durumu.
ve ma zalemehümullahu Onlara kötülük eden Allah değildir. ve lâkin enfüsehüm yazlimun; asıl onlar kendi kendilerine kötülük ediyorlar.
118-) Ya eyyühelleziyne amenû la tettehızu bitaneten min duniküm la ye'luneküm habâlen, veddu ma anittüm* kad bedetil bağdaü min efvahihim* ve ma tuhfiy suduruhüm ekber* kad beyyenna lekümül ayati in küntüm ta'kılun;
Ey o bütün iman edenler! Ağyarınızdan yar tutmayın, sizi şaşırtmakta kusur etmezler, sarpa sarmanızı arzu ederler, görmüyor musunuz buğzları ağızlarından taşmakta, sinelerinin gizlediği ise daha büyüktür, işte size âyetleri sarih bildirdik aklederseniz. (Elmalı)
Ey iman edenler... Sizden olmayan kişilerle (inancınıza, itikadınıza uymayanlarla) dostluk kurmayın. (Onlar) size zarar vermek için fırsat beklerler ve sizi sıkıntı içinde görmekten mutlu olurlar. Görmüyor musunuz düşmanlıkları ağızlarından taşıyor! İçlerinde sakladıkları ise daha büyüktür. İşte gereken işaretleri size apaçık bildirdik. Aklınızı kullanın (değerlendirin). (A.Hulusi)
Ya eyyühelleziyne amenû siz ey iman edenler, la tettehızu bitaneten min duniküm sizden olmayanları sırdaş edinmeyin. la ye'luneküm habâle onlar size zarar vermek için hiçbir çabayı esirgemezler.
Bu ayette bitane yi sırdaş edinmek olarak çevirdim. Gerçekten de böyle Batm dan gelir. Batm karın demektir. İnsanın karnının içindekine bir başkasını vakıf kılmak anlamından çağrışım yoluyla elde edilmiş bir kelimedir bitane. Onun için sırdaş edinmek dedim.
Sizden olmayan kimseleri sırdaş edinmeyin diyor Kur’an. Sırdaş edinmenin karşıdakine tüm gizli sırlarınızı aktarmak anlamına geldiğini söylememe gerek yok. İşte bu anlamda Mümtahine 8 ve 9 ayeti daha iyi anlayabiliyoruz. Mümtahine 8 ve 9. ayette;
[8-) Allâh sizi, din yüzünden sizinle savaşmamış ve sizi yurtlarınızdan çıkarmamış kimselere iyilik yapmanızdan ve onlara adaletli davranmanızdan engellemez. Muhakkak ki Allâh muksitleri (her şeye hakkını verenleri) sever.
9-) Allâh ancak, Din yüzünden sizinle savaşmış, sizi yurtlarınızdan çıkarmış ve sizin çıkarılmanıza destek olmuş kimseleri dost edinmenizi yasaklar. Kim onları dost edinirse işte onlar zâlimlerin ta kendileridir! (A.Hulusi)]
Düşman olmayan inançsızlarla kafirlerle, hatta müşriklerle insani ilişki kurmak caiz görülüyor. İzin veriliyor. O zaman bir çelişki yok. Yani sırdaş edinmeyin, yoksa onlarla ilişkiye geçmeyin, insani ilişki kurmayın, hatta onlarla İslam’ın çizdiği sınırlar çerçevesinde akrabalık, hısımlık bağı kurmayın değil. O halde sırdaş edinmenin anlamı çok iyi anlaşılmalı.
veddu ma anittüm size sıkıntı veren her şey hoşlarına gider. kad bedetil bağdaü min efvahihim kinleri ağızlarından taşmaktadır ve ma tuhfiy suduruhüm ekber kalplerinde sakladıkları ise daha beterdir.
Sevgili dostlar görmüyor musunuz, etrafınıza bakın kelam-ı ilahinin ne dediğini anlarsınız. Birileri için kinleri ağızlarından taşmaktadır diyor. Ama siz kalbini açıp bir bakabilseniz, kalplerinde sakladıkları kin çok daha fazladır.
Bunun için Kur’an ın indiği güne gitmeye gerek var mı?
Bunun için Kur’an ın nazil olduğu topluma gitmeye gerek var mı? İçinde yaşadığımız şu zaman diliminde bir bakıverin. Size olan, Allah’a olan, İslam’a olan, İmana olan, Mümine ve Müslüman’a olan kinleri ağızlarından taşanlara bir bakın.
Gerçekten onların yüreğini dinleyebilseydiniz, içlerinde sakladıkları kinin çok daha büyük olduğunu, adeta bir düdüklü tencere gibi, içinde fosseptik çukur muhteviyatı bulunan bir kazan gibi kaynadığını görürdünüz onların yüreğinin. Fosseptik çukuru bir kazan saysanız, kaynasa ne taşar ondan? Elbette kin taşacaktır. Onun için Kur’an harika bir benzetme yapıyor, teşbih yapıyor. Ve bugünde görebileceğimiz tipleri bize gerçeği ile bildiriyor.
Ağızlarından kinleri taşan ve yüreklerinde daha büyüğünü saklayan Allah düşmanı, İman düşmanı, İslam düşmanı tipleri.
kad beyyenna lekümül ayat (Biz buna ilişkin işaretleri size açıkladık) İşte bu da o işaretlerden biri değil mi..! Yukarıdan beri tefsir ettiğimiz ayet işte bize insanları tanıtan en büyük kaynaktan insanları tanıtan ayetler. Ela ya'lemu men halak.. (Mülk/14) Allah yarattığını bilmez mi? İnsanı Allah’tan tanıyın. Küfrü Allah’tan tanıyın, imanı Allah’tan tanıyın. İşte en iyi kaynak, insanı bilen en iyi kaynak, size insanı tanıtıyor. Onun içinde nasıl tanıyacağız, nasıl algılayacağız, nasıl fark edeceğiz diye sorarsanız bakın burada diyor ki Kur’an; Biz işte bunun işaretlerini size verdik, ayetin bir anlamı da işarettir.
in küntüm ta'kılun; Tabii eğer aklınızı kullanırsanız.
119-) Ha entüm ülâi tühıbbunehüm ve la yühıbbuneküm ve tü'minune Bil Kitabi küllihi, ve izâ lekuküm kalu amenna* ve izâ halev addu aleykümül enamile minel ğayz* kul mutu Bi ğayzıküm* innAllahe Aliymün Bizatis sudur;
Ha, sizler öyle kimselersinizdir ki onları seversiniz onlar ise bütün kitaba iman ettiğiniz halde sizi sevmezler, hem yüzünüze geldiler mi «inandık» derler, ve tenha kaldılar mı gayzlarından aleyhinizde parmaklarını ısırdılar, de ki: gayzınızla ölün, her halde Allah bütün sinelerin künhünü bilir.(Elmalı)
İşte siz öyle (inanca sahip) kişilersiniz ki (inandığınız hakikat dolayısıyla) onları seversiniz. Onlar ise (sizinle aynı inançta olmadıkları için) sizi sevmezler! Siz hakikat bilgisinin tümüne iman edersiniz. Sizinle karşılaştıklarında "İman ettik" derler; kendi başlarına kaldıklarında ise size öfkelerinden parmaklarını ısırırlar! "Öfkenizin ateşiyle kahrolun!" de... Muhakkak ki Allâh, Esmâ'sıyla varlığınızın hakikati olarak içinizdekini bilir. (A.Hulusi)
Ha entüm ülâi tühıbbunehüm hadi siz onları sevdiniz diyelim. ve la yühıbbuneküm ve tü'minune Bil Kitabi küllih ama onlar vahyin tümüne inandığınız halde sizi yine de sevmezler. Yine tanıtmaya devam ediyor. Kur’an bize iman düşmanlarını tanıtmaya devam ediyor. Siz onları sevseniz dahi diyor, onlar sizi sevmez.
Burada ilginç bir açıklama da var. ve tü'minune Bil Kitabi küllih vahyin tümüne inandığınız halde bu vav, vav-ı haliye, vahyin tümüne inandığınız halde bölümünü cümlesini biz şöyle de tercüme edebiliriz; Onların taşıdığı ve aktardığı hakikatlere siz inanırsınız. Çünkü her ideolojide, her inançta mutlaka hakikatten parçalar bulunur ve bir mümin hakikat nerede olursa olsun onu kabul eder. Kimden gelirse gelsin onu kabul eder. Karşısındaki muhalifi de olsa, düşmanı da olsa eğer hakikatten bir parça taşıyorsa o hakikatin hakikat olduğunu teslim etmesi imanın şanındandır. Mümin bunu yapar ama imana düşman olanlar bunu yapmazlar. Hakikat olduğunu bilseler de inkar ederler.
İşte burada adeta ima edilen anlamlardan biri de bu olsa gerek.
ve izâ lekuküm kalu amenna ve sizinle karşılaştıklarında biz de inandık derler. ve izâ halev addu aleykümül enamile minel ğayz Fakat yalnız kalınca size olan kinlerinden dolayı parmaklarını ısırırlar. Evet..! addu dişlerler. Evet..! Parmaklarını dişlerler, ısırırlar. Sırf kinlerinden dolayı.
Müthiş bir resim çekiyor Kur’an burada ve bunlar için diyor ki, hatta demiyor, deyiniz diyor bize. Dememizi istiyor. kul mutu Bi ğayzıküm kininizle geberin de bu tiplere. Kininizle geberin, evet. Demeseniz de fark etmiyor. Onların dinleri kinleridir, kinleri ile geberiyorlar. kul mutu Bi ğayzıküm De ki; Kininizle geberin innAllahe Aliymün Bizatis sudur; Allah kalplerde ne varsa hepsini bilir.
120-) İn temsesküm hasenetün tesu'hüm* ve in tusıbküm seyyietün yefrehu Biha* ve in tasbiru ve tetteku la yedurruküm keydühüm şey'a* innAllahe Bima ya'melune muhıyt;
Size bir iyilik dokunursa fenalarına gider, başınıza bir musibet gelirse onunla ferahlanırlar, ve eğer siz sabırlı olur ve iyi korunursanız onların hileleri size hiç bir zarar vermez, çünkü Allah onları kendi ameller ile kuşatmıştır. (Elmalı)
Başınıza iyi bir iş gelse onlar üzülürler; size bir kötülük isabet etse, mutlu olurlar. Eğer dayanır ve korunursanız, onların hilesi size hiçbir zaman zarar veremez. Muhakkak ki Allâh onların yaptıklarını ihâta eder (mekân kavramı olmaksızın). (A.Hulusi)
İn temsesküm hasenetün tesu'hüm Yine onları anlatmaya devam ediyor Kur’an. Eğer siz bir iyilik görürseniz üzülüverirler. Aslında Allah’a, imana, İslam’a düşman olan kimseleri tanımanız için harika bir turnusol kağıdıdır bu. Müminlere bir iyilik dokunduğunda üzülüyor mu biri, bir kötülük dokunduğunda da seviniyor mu? Adını koymakta hiç zorlanmayın onun. İşte Kur’an koyuyor. İşte onları temsil ediyor.
İn temsesküm hasenetün tesu'hüm Eğer siz bir iyilik görürseniz üzülüverirler.
ve in tusıbküm seyyietün yefrehu Biha Yok eğer kötülük görürseniz buna da sevini verirler.
Biz sevgili dostlar bunu her gün yaşamıyor muyuz. Dün Filistin olaylarında, Çeçenistan olaylarında, Bosna olaylarında. Bugün ise Kosova olaylarında yaşamıyor muyuz. Görmüyor musunuz. Bazı gazetelerin, bazı TV kanallarının kimden yana olduklarını görmüyor musunuz. Gözümüzün önünde dünyanın gözünün içine baka baka katliam yapanları destekleyenleri görmüyor musunuz.
Hatta çok ilginçtir Türkiye’de yaşı Cumhuriyetle yaşıt olan bir gazete, Kosova da Sırpların yaptığı katliamı bir mizansen, Kosovalı Müslümanların yapıp ta Sırpların üzerine attığı bir yalan olarak görmeye ve göstermeye çalışıyor. Aslında bu ayetin tecellisi değil mi?
Dün Afganistan meselesinde de yine bu ülkede bazı basın ve yayın organları sırf Afganlılar Müslüman diye Rusları desteklemediler mi?
Yine Bosna meselesinde bu ülkede bazı basın ve yayın organları utanmadan Bosna’ya yapılan yardımları kesmek, kestirmek için, bu halkın dişinden tırnağından kopararak gönderdiği yardımları kestirmek için kampanya başlatmadılar mı? Anlayın işte ortada. Yani eğer bir kötülük dokunsa size seviniverirler. Adeta Sırp çocukları gibi. Sırp basını yazsa ancak öyle yazardı. Okurken karıştırıyorsunuz. İzlerken TV kanalını acaba Sırbistan’dan bir kanal mı izliyorum diye. Sormadan edemiyorsunuz. İlginç değil mi!
Aslında ilginç değil demek ki. Çünkü 1400 küsur yıl önce söylenmiş bir hakikat bu. İlahi bir hakikat. Onu öyle düşünmeye iten şey aslında elinde değil, içindeki küfür. İçindeki imanı alan kin ona öyle düşündürüyor. Özellikle siz bir mümin olarak isteseniz bunu yapamazsınız. Ama o istemese de yapabilir, yapıyor çünkü küfrü ağzından kin olarak taşıyor.
ve in tasbiru ve tetteku la yedurruküm keydühüm şey'a Ama eğer direnir, -burada sabrı, hakikat üzerinde doğru üzerinde direniş olarak algıladığım için direnir diye çevirdim.- Ama eğer direnir ve bilinci kuşanırsanız onların tuzakları size hiçbir zaman zarar veremez. Bu tarihin en büyük hakikati dostlar. Eğer hakikat üzerinde direnir ve Allah’a karşı sorumluluğunuzun bilincini kuşanırsanız, kimsenin tuzağı size zarar veremez.
innAllahe Bima ya'melune muhıyt; Neden mi? Çünkü sü de burada işte. Zira Allah yaptıkları her şeyi çepeçevre kuşatmıştır, Allah gibi bir yardımcınız vardır. Unutmayın hesabınızda Allah, elde var (1) dir.
121-) Ve iz ğadevte min ehlike tübevviül mu'miniyne meka'ıde lil kıtal* vAllahu Semiy'un'Aliym;
Hani bir vakit erkenden ehlinden çıkmıştın müminleri muharebe için elverişli mevki'lere yerleştiriyordun ve Allah idi bir işiten, bilen. (Elmalı)
Hani sen sabah erkenden ailenden ayrılıp iman edenleri savaşmaları için uygun mevzilere yerleştiriyordun. Allâh Semi'dir, Aliym'dir. (A.Hulusi)
Ve iz ğadevte min ehlike tübevviül mu'miniyne meka'ıde lil kıtal Hani sabahleyin müminleri savaş düzenine sokmak için evinden çıkmıştın ya vAllahu Semiy'un'Aliym; Allah’ta her şeyi duyuyor ve biliyordu.
Bir olay anlatıyor bu pasajda Kur’an, bir olayı daha doğrusu hatırlatıyor.
122-) İz hemmet taifetani minküm en tefşela, vAllahu Veliyyuhüma* ve alAllahi fel yetevekkelil mu'minun;
O dem ki içinizde iki taife yılmak istemişlerdi Allah zahîrleri iken, ve ancak Allaha demek dayanmalı müminler. (Elmalı)
O zaman sizden iki grup korkup bozulmaya yüz tutmuştu. Allâh onların Veliyy'si idi. İman edenler Allâh'a tevekkül etsinler (hakikatlerindeki El-Vekiyl isminin gereğini yerine getireceğine iman etsinler). (A.Hulusi)
İz hemmet taifetani minküm en tefşela Yine devam ediyor, olay devam ediyor. İçinizden iki grubun paniğe kapıldığını da biliyordu Allah. “Biliyordu” Yani senin evden müminleri savaş düzenine sokmak için çıktığın gün, taşıdığın niyetleri biliyordu. Resulallah’a kendi gönlünden geçenleri bildiriyor Kur’an. Yine bir başka şeyde bildiriyor, oysa içinizden iki grubun paniğe kapıldığını da biliyordu Allah.
vAllahu Veliyyuhüma Evet, halbuki Allah onların velisi idi.
Burada kastedilen o iki grup Evs’ten seleme oğulları, Hazreç’ten Harise oğulları. Bunlar ki bu ayetler hatırlayacaksınız, ya da hatırlayın Uhut sırasında inmiş olan ayetler. Unutmayın Uhut savaşı İslam’da müminlerin ilk ağır sınavıydı. İşte o ağır sınav sırasında bu iki kabile de peygamberin arkasında savaşa çıkan kabileler arasında yer almıştı. Fakat bu iki küçük kabile karşılarındaki düşmanın büyüklüğünü ki 10.000 i aşkın mücehhez bir orduya karşılık İslam ordusu 300 kişi de ayrılınca sadece 700 kişiydi. Unutmayın, 700 kişi, 10.000 kişi.
İşte bu sayı, bu orantı farkını gören ve bu aşırı farkı gören bazı kabilelerin içine kurt düştü. Onlar korkuya kapıldılar ve geri çekilmek için bahane aramaya başladılar. Ama Seleme ve Harise oğulları son anda Allah’ın gönüllerine bir genişlik vermesiyle ayrılmaktan vazgeçtiler ve savaşa girdiler Resulallah’la beraber savaştılar.
İşte onu hatırlatıyor bu ayet. Yani Allah nasıl destekler. Bir mümini ya da müminlerin mücadelesini Allah nasıl destekler. Allah’ın gönderdiği askerler işte bunlardır. Siz den çekilecek olan, sizden ayrılacak olan güçleri Allah sizin yanınızda tutmakla destekler sizi.
ve alAllahi fel yetevekkelil mu'minun; Artık müminler yalnızca Allah’a güvensinler, dayansınlar.
Biraz önce yaptığım tefsiri de güçlendiriyor bu. Allah’a güvensinler ki Allah onları desteklesin. Eğer İnsana güvenirseniz yıkılır. Eğer falanca kabileye güvenerek çıksaydınız belki güvendiğiniz kabile vazgeçen kabile olacaktı. Eğer silahınıza güvenerek çıksaydınız, silahınız tutukluk yapacaktı. Eğer paranıza güvenerek çıksaydınız belki hiç işe yaramayacaktı. Allah’a güvenerek çıkın Allah size desteğini ulaştıracaktır.
123-) Ve lekad nasarakümüllahu Bi bedrin ve entüm ezilletün, fettekullahe lealleküm teşkürun;
Filhakika sizler bir kaç biçare iken Bedirde Allah sizi mahzâ nusretiyle muzaffer buyurdu o halde Allaha korunun ki şükredesiniz. (Elmalı)
(Gerçekten) siz zayıf ve çaresiz bir hâldeyken, Allâh size Bedir'de zafer verdi. O hâlde Allâh'tan korunun ki böylece değerlendirenlerden olasınız. (A.Hulusi)
Ve lekad nasarakümüllahu Bi bedrin ve entüm ezilletün fettekullah zira siz oldukça zayıf bir halde iken Allah size Bedir’de de yardım etmişti diyor. O halde Allah’a karşı sorumluluğunuzun bilincine varın.
Evet, Bedir’de ki yardımı da hatırlatıyor. Unutmayalım Bedir’de yine korkunç bir güç dengesizliği, bir yan da 300 den az bir avuç inanmış insan, karşı tarafta binden fazla iyi techiz edilmiş güçlü bir ordu. Deneyimli bir grup. İşte bu farklı güçlerin savaşından o çok azın da azı olan Müslümanlar galip çıkmışlardı. Bu galibiyeti kimse kendisine mal etmesin dercesine ayet, Allah o dönemde de, Bedir savaşında da yardım etmişti diye hatırlatıyor.
(Eksik cümle aşağıda)
en yümiddeküm Rabbuküm Bi selâseti âlafin minel Melaiketi münzeliyn; Rabbinizin…!
Evet yukarıdaki ayeti atlamışım; fettekullah o halde Allah’a karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun lealleküm teşkürun; Şükredenlerden olasınız.
İnsan fiilleri sonucu başarıları Allah’a atfetmek İslam olmanın kaçınılmaz şartıdır. Çünkü fiilinizin sahibi ne kadar siz olsanız da unutmayın yaratanı Allah’tır. Onun için siz kasınıza değil, o kasa gücünü veren hakiki güç sahibine başarınızı atfedin. Başarısını Allah’a atfedene Allah başarı vermeye devam eder. Başarısını kendisine atfedeni Allah kendisi ile baş başa bırakır. O zaman artık başaramaz olur.
124-) İz tekulu lil mu'miniyne elen yekfiyeküm en yümiddeküm Rabbuküm Bi selâseti âlafin minel Melaiketi münzeliyn;
O vakit ki müminlere şöyle diyordun: indirilmekte bulunan üç bin melâike ile rabbinizin size imdat etmesi yetişmez mi size? (Elmalı)
Hani iman edenlere: "İnzâl olunmuş üç bin melâike ile Rabbinizin size yardım etmesi yetmez mi?" diyordun. (Bazı Esmâ ül Hüsnâ kuvvelerinin, iman edenlerde açığa çıkmasıyla oluşan yürekliliğin, mücadele azmi vermesi.) A.Hulusi)
İz tekulu lil mu'miniyne elen yekfiyeküm Hani sen inananlara demiştin ki; Sizin için yetmez mi, yeterli değil mi? Ne yeterli değil mi? en yümiddeküm Rabbuküm Bi selâseti âlafin minel Melaiketi münzeliyn; Rabbinizin 3.000 gönderilmiş, indirilmiş, 3.000 melekle sizin imdadınıza yetişecek olması sizin için yeterli değil mi? Demiştin.
Biz ayetin verdiği bu haberden Resulallah’ın müminleri teşyi etmek, onları yüreklendirmek için ilham en bu tür vaatlerde bulunduğunu anlıyoruz hemen savaşın öncesinde. Hz. Peygamberin Uhut öncesi orduyu bu şekilde yüreklendirdiği düşünmek bu ayeti okuyunca daha makul ve mantıklı geliyor.
125-) Bela in tasbiru ve tetteku ve ye'tuküm min fevrihim hazâ yümdidküm Rabbuküm Bi hamseti alafin minel Melaiketi müsevvimiyn;
Evet siz sabr-ü sebat eder ve itaatsizlikten sakınırsanız onlarda şu dakikada üzerinize geliverirlerse Rabbınız size beş bin Melâike ile imdat edecek nişanlı nişanlı. (Elmalı)
Evet... Eğer dayanır ve korunursanız, düşman aniden saldırsa dahi, Rabbiniz, varlığınızdaki Esmâ'dan kaynaklanan beş bin melâike kuvvesiyle size yardım eder. (A.Hulusi)
Bela in tasbiru Kesinlikle evet. Ama siz zorluklara direnirseniz. ve tetteku sorumluluk bilincini kuşanırsanız ve ye'tuküm min fevrihim hazâ düşman ansızın size saldırdığında yümdidküm Rabbuküm Bi hamseti alafin minel Melaiketi müsevvimiyn Rabbiniz size anlı şanlı müsevvimiyn. Müsevvemin de var.Yani damgalanmış ya da damgalı, kendisinden damgalı,
Ben bunu anlı şanlı diye çeviriyorum, Rabbiniz size anlı şanlı 5.000 melekle yardım edecektir. Hemen bir üstteki ayette 3.000 idi, bu ayette burada 5.000 oldu diyeceksiniz. Hatta hatta yine Kur’an da Bedir’den söz eden bir başka ayette 1.000 melekle diye geçer. Aslında bu rakamların hiç birisi de literal anlamıyla, kelime anlamıyla alınmaz. Bunlar şunu gösterir; Allah’ın kendisine dayanan insanlara sınırsızca sonsuzca yardım edeceğini gösterir bunlar.
126-) Ve ma caalehullahu illâ büşra leküm ve li tatmeinne kulubüküm Bihi, ve men nasru illâ min ındillahil Aziyzil Hakiym
Ve bunu Allah size sırf bir müjde olsun ve kalpleriniz bununla yatışsın diye yaptı, yoksa nusrat ancak Allah dandır azîz o hakîm o. (Elmalı)
Allâh bunu size bir müjde olsun ve kalplerinizdeki (hakikatinizdeki) kuvveye mutmain olmanız için yaptı. Yardım ancak ve yalnız Aziyz ve Hakiym olan Allâh indîndendir. (A.Hulusi)
Ve ma caalehullahu illâ büşra leküm ve li tatmeinne kulubüküm Bihi Allah bunu sadece size bir müjde olsun ve gönlünüz onunla ferahlasın diye vaad etti. Biraz önce yaptığım tefsiri de bu doğruluyor. Yani peygamberi aracılığı ile Allah, ilhamen müminlerin gönlü ferahlasın diye bu tip vaatler veriyor. Elbette ki Allah vaadinin arkasında durur. Lakin bunu kelime anlamıyla almamız doğru olmaz. Allah müminlere her vesile ile farklı biçimlerde vaadini ulaştırır, ulaştırmıştır.
ve men nasru illâ min ındillahil Aziyzil Hakiym Zira yardım yalnızca izzet ve hikmet sahibi olan Allah katından gelir.
Hz. peygamberin söz konusu vaatleri, ilahi bir ilham sonucu yaptığına da bu ayet şahit.
127-) Li yakta'a tarafen minelleziyne keferu ev yekbitehüm feyenkalibu haibiyn;
Ta ki o küfredenlerden bir kolu kessin veya perişan etsin de haib-ü hasir dönüp gitsinler. (Elmalı)
(Allâh bunu) hakikati inkâr edenlerden bir kısmını kesip (mahvetmek), diğer bir kısmını da rezil bir şekilde geri dönmeleri için (yaptı). (A.Hulusi)
Li yakta'a tarafen minelleziyne keferu niçin? Ki küfre saplananlardan bir kısmını tamamen mahvetsin. ev yekbitehüm ya da alçaltsın. feyenkalibu haibiyn; ve ardından umutsuzluğa kapılarak geri çekilip gitsinler diye yaptı bunu.
128-) Leyse leke minel emri şey'ün ev yetube aleyhim ev yüazzibehüm feinnehüm zalimun;
Senin elinde emirden bir şey yok, yahut onlara tevbe ettirsin ve yahut onlara tevbe ettirsin ve yahut azâb etsin çünkü onlar zalimdirler. (Elmalı)
Hüküm vermek sana ait değil; dilerse tövbelerini kabul eder veya azap verir. Gerçekten onlar zâlimlerdir. (A.Hulusi)
Leyse leke minel emri şey'ün Burada pasajın sondan ikinci ayetinde hemen konuyu toparlarcasına farklı bir noktaya dikkatimizi çekiyor Kur’an ve diyor ki; Leyse leke minel emri şey'ün karar vermek sana düşmez ey Muhammed. Resulallah’a doğrudan bir hitap var. Karar vermek sana düşmez.
Hangi konuda? ev yetube aleyhim burada ki “ev” ya da manasına gelse de her zaman bu manayı vermez. Sadece Vav manası verdiği de olabilir, başka anlamlara da gelebilir. Allah’ın onların tevbesini kabul etmesine. Buradaki sanki “Ev” mastariyye anlamı, mastar “ev” anlamı gibi düşünmemiz ve mana vermemiz daha uygun olur. Allah’ın onların tevbesini kabul etmesine, ev yüazzibehüm feinnehüm zalimun; ya da onları cezalandırmasına karar vermek sana düşmez. Evet..! feinnehüm zalimun; çünkü onlar zalimlerin ta kendileridir.
İlginçtir, bazı sahih hadislerde Uhut’ta Hz. Peygamber müşrik önderlerine beddua ettiği ifade edilir. Ki Müslim ve İbn Hambel’de geçer bu hadisler. Resulallah Müşrik önderlerine bu hadislere göre beddua etmiştir. Yine bazı tarih kaynaklarında ben Resulallah’ın Uhut’ta müşriklere dua ettiğine rastladım.
Yani, işte o kaynaklardan es sira gibi, Kurtubi tefsirinde de var mesela bu rivayet. Tam harbin başlangıcında Resulallah, hayır harbin sonlarına doğru, müşrikler müminleri sıkıştırıp Resulallah’ın etrafında bir avuç insandan başka insan kalmayınca Resulallah’ın mübarek dişleri kırılıp yüzü yaralanınca sahabe Resulallah’dan bir beddua umuyordu. İşte o anda Resulallah elini kaldırdı, hemen etraftaki insanlar peygamber duası reddolmaz şimdi belalarını bulmuşlardır diye düşünmüş olabilirler. Ama Resulallah beklentilerin tamamen aksi bir dua yapmıştı orada. Bir çok tefsire ve tarih kaynağına göre şöyle demişti;
- Allahümme mağfirli kavmi Allah’ın bu toplumu affet. Vahdihim onlara hidayet et innehüm la yağrifun çünkü onlar bilmiyorlar.
Bunu ancak bir peygamber şefkati söyletebilirdi. Bunu ancak yüreğine insanlığı dolduran biri söyleyebilirdi. Bunu ancak insan uğruna, insanın mutluluğu demeye gelen İslam’ı insana taşıma uğruna bir ömrünü veren Muhammed AS. söyleyebilirdi. “Allah’ım bu toplumu affet, Allah’ım bu toplumu doğru yola ulaştır, çünkü onlar bilmiyorlar.”
Aslında bu iki rivayeti nasıl telif edeceğiz diye sorarsanız bence hiç zor değil; Resulallah’ın müşriklerin önderleri için yaptığı beddua tahminim o ki zamanlama açısından Hz. Hamza’nın şahadetini görünce Resulallah yaptı. Çünkü onun korkunç bir şehit edilme olayı vardı bildiğiniz gibi. İç organları dışarı çıkarılmış, burnu kesilmiş, dudakları kesilmiş, kulağı kesilmiş bir halde bulundu Hz. Hamza Müsle yapılmıştı. İşte o anda Resulallah çok sevdiği amcasını o halde görünce, müşriklerin küfrün liderleri için bu bedduayı yapmıştı. Ama duayı bilmeyen topluluk için yaptı. Resulallah ikisini birbirinden ayırmıştı.
- …fekatilu eimmetelküfri (Tevbe/12)
Diyor ya Küfrün önderleri ile savaşınız diyor ya Kur’an. Yani küfrün bilinçli önderlerini ayrı tutmuş, bir de küfründe bilinçsiz olan cahilce yığınlar kalabalıklar halinde o önderleri arkasına dökülen kitleleri onlardan ayrı tutmuştu. Yani bilinçli küfür tercihi yapanlar ayrı, bilinçsizce orada bulunanlar ayrı değerlendirilmişti. Aslında bu harika ayırım bugünde ve her zamanda yapılmalı. İslam’ı İslam’ın dostlarından değil de düşmanlarından öğrenenler için hüküm vermeyiniz dostlarım.
İslam’ı, İslam’ın hakim olduğu değil de mahkum olduğu dönemlerde İslam’ı öğrendiği için İslam’a yan duran, hatta düşman olan, İslam’a sırt dönen insanlar için hükmünüzü şimdi vermeyiniz. Onları, İslam’ın dostlarından öğrenmesine çalışınız. Bunu beceriniz. Bunu yaptığınızda göreceksiniz ki bir çoğu İslam’a sımsıcak bir dost olacaklar. Çünkü İslam’ı, İslam’ın düşmanlarından düşmanca öğrenmişlerdi. Yanlış öğrenmişlerdi. Aslında onlar Allah’ın İslam’ına değil, düşmanlarının yanlış öğrettiği babalarının İslam’ına düşman olmuşlardı. Onun için lütfen İslam’ı İslam’ın dostlarında doğru bir biçimde öğreninceye kadar insanlar için hüküm vermeyiniz. feinnehüm zalimun; Çünkü onlar zalimlerin ta kendileridir demiştik.
129-) Ve Lillahi ma fiys Semavati ve ma fiyl Ard* yağfiru limen yeşau ve yüazzibü men yeşa'* vAllahu Ğafûr'un Rahıym;
Hem Göklerde ne var, Yerde ne varsa hepsi Allah’ındır: dilediğine mağfiret eder dilediğine azâb, ve Allah gafurdur, rahîmdir. (Elmalı)
Semâlarda ve arzda ne varsa hepsi Allâh'ındır (O'nun Esmâ'sının varlığıyla var ve kaîmdirler). Dilediğine mağfiret eder, dilediğine (yaptıklarının karşılığı olarak) azap verir. Allâh Ğafûr'dur, Rahıym'dir. (A.Hulusi)
Ve Lillahi ma fiys Semavati ve ma fiyl Ard oysa göklerde ki ve yeryüzünde ki her şey Allah’a aittir. yağfiru limen yeşau ve yüazzibü men yeşa' dilediğini bağışlar, dilediğini cezalandırır. vAllahu Ğafûr'un Rahıym; fakat Allah çok affedicidir, sınırsız rahmet sahibidir.
130-) Ya eyyühelleziyne amenû la te'külürRiba ad'afen mudaafeten, vettekullahe lealleküm tüflihun;
Ey o bütün iman edenler! öyle kat kat katlayarak riba yemeyin, Allah’tan korkun ki felah bulasınız. (Elmalı)
Ey iman edenler, kat kat arttırılmış riba (faiz) yemeyin (tefecilik yasaklanmıştır)! Allâh'tan (yaptıklarınızın getirisini kesinlikle yaşatacağı içindir ki) korunun; kurtuluşa eresiniz! (A.Hulusi)
Ya eyyühelleziyne amenû ey iman iddiasında bulunanlar, ey iman edenler, iddianızı ispat etmek istiyorsanız la te'külürRiba ad'afen mudaafeten ribayı kat kat artırarak boğazınıza geçirmeyin.
Bu ayet Kur’an da faize yasak getiren ilk ayettir. Aslında bu ayetten önce Rum suresinin 39. ayetinde faiz geçmektedir, lakin nötr bir biçimde. Ne öğülerek ne yerilerek ama nötr bir biçimde geçmektedir. Ancak faiz ilk defa bu ayetle yasaklanmaktadır. Faiz yasağının temelinde tüm dinlerin teslim ettiği bir hakikat yatar. O da haksız kazanç haramdır.
Faiz insan emeğini sömürü aracıdır ve İslam insan emeğinin sömürülmesine temelden karşıdır. Onun için faizi yasaklamıştır. Vettekullah sorumluluk bilincini de kuşanın. lealleküm tüflihun; kuşanın ki mutluluğa erebilesiniz.
Bu ayet niçin burada geldi diye soracak olursanız bu niçini sebep-i nüzul bahsinden cevaplamak istersek eğer Keffale göre ki Kaffaal mekke’lilere imrenmişlerdi diyor Kaffari. Razi naklediyor Kaffari’ye ilişkin olarak bu rivayeti.
Müminler Mekkelilere imrenmişlerdi çünkü Mekkeliler çok iyi teçhiz etmişlerdi ordularını, bu teçhizatın temelinde de parasal güç yatıyordu. Parasal güçlerini de çoğunlukla faizle elde ediliyordu. Bizimde fazla paramız olsaydı biz de çok güçlü silahlanırdık. O halde biz de mi faiz muamelesi yapsak, ne yapsak gibi bir takım düşünceler oluştu. Onun için Uhut’ta nazil olan ayetler arasında bu da nazil oldu diyor Kaffari. Ama ben bunun daha öte bir anlamı olduğunu, hatta sebeb-i nüzulü olduğunu söyleyebilirim.
Bazı rivayetlerde ise Resulallah’ın uhut savaşında tepenin zirvesine yerleştirdiği arkadan bir kuşatmayı önlemek için, müşriklerin arkadan kuşatmasını önlemek için tepeye yerleştirdiği 50 okçu vardı. Bu okçulara;
- Akbabaların düşmanın cesetleri üzerine indiğini görseniz dahi burayı terk etmeyeceksiniz. Talimatını vermişti Resulallah.
Ama onlar ne yaptılar Uhut savaşında ilk hücumun hemen ardından müşriklerin kalabalık ordusu bozulu verdi. Bu bozulmayı gören okçular, çok az kısmı müstesna bir çoğu ganimeti kaçırmamak için aşağıya iniverdiler. Resulallah’ın emrini dinlemediler hemen ganimete koştular. İşte o noktada Halit bin Velid o zaman, müşrik ordusunun komutanlarından biri olan Halit bin Velid arkadan bir kuşatma ile Müslümanları arkadan geldi ve vurdu. Yenmişken Müslümanlar, yenik hale düştüler.
O okçuların Resulallah’ın ayırdığı yerden ayrılmasına ve ganimete koşmasına sebep faiz düşüncesi idi derler. Medine’de ki faizci, tefecilerin yüksek faizlerle kredi vermelerini görüp onların nasıl büyük paralar kazandığını gören bu insanlar, ganimeti görür görmez bunları krediye dönüştürerek ne kadar çok para kazanacaklarını hesap ederek anında ganimete atılmıştılar. Onun için de tam Uhut’ta inen ayetler arasında faizi yasaklayan bu ayette indi denilir.
131-) Vettekunnaralletiy u'ıddet lil kafiriyn;
Hem o kâfirler için hazırlanmış ateşten korunun. (Elmalı)
Hakikati inkâr edenler için hazırlanmış olan ateşten korunun. (A.Hulusi)
Ve kafirler için, evet, yukarıdaki riba ayetini bitirdik vettekullahe lealleküm tüflihun; sorumluluk bilincini de kuşanın ki mutluluğa erebilesiniz. Bunu bitirmiştik.
Vettekunnaralletiy u'ıddet lil kafiriyn; Ve kafirler için hazırlamış olan ateşten sakının.
Adeta faiz yemek ateşe girmekle eş anlamlı tutuluyor.
132-) Ve etıy'ullahe ver Rasule lealleküm türhamun;
Allaha ve Peygambere itaat edin ki rahmete erdirilesiniz. (Elmalı)
Allâh'a ve Rasûle itaat edin ki rahmete erdirilesiniz. (A.Hulusi)
Allah’a ve elçisine de tabi olun ki rahmete mazhar olasınız.
İşte bu noktada Uhut’ta meydana gelen bu olayın Allah’a ve Resulüne isyan anlamını taşıyabileceği imasını içeren bu ayet, aslında faizi yasaklamakla insanların Allah’a ve Resulüne isyan etmelerindeki en büyük sebebin dünya ve mal sevgisi olduğuna da bir gönderme yapıyor. Bu sevginin panzehiri nedir, dünyevileşmenin önüne geçebilecek en büyük engel nedir, Müslüman nasıl yaparsa dünyevileşmez. İşte bu soruların cevabını da önümüzdeki derste işleyeceğimiz ayetlerde göreceğiz.
“Ve ahiru davana velil hamdülillahi rabbil alemiyn”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder