İslamoğlu tefsir dersleri Alu İmran (26-49)(22)
“Euzübillahimineşşeytanirracim.”
“Bismillahirrahmanirrahim”
Rabbenah fil hayır vahtim bil hayır. Sevgili dostlar bugün Kur’an derslerimize
Alu İmran suresinin 26. ayeti ile devam ediyoruz.
26-) Kulillâhumme mâlikel mülki tü'til mülke men teşâu ve tenzi'ul
mülke mimmen teşâ'* ve tu'ızzü men teşâu ve tüzillü men teşâ'* Bi yediKEl hayr*
inneKE alâ külli şey'in Kadiyr;
De ki;
Ey mülkün sahibi Allah’ım. Dilediğine mülk verirsin, dilediğinden de mülkü
çeker alırsın. Ve dilediğini Aziyz edersin, dilediğini zelil edersin. Hayır
yalnız senin elindedir. Muhakkak ki sen her şeye kadirsin. (elmalı)
De ki:
"Mülkün Mâlik'i olan Allâh'ım... Mülkü dilediğine verirsin, dilediğinden
de mülkü çekip alırsın. Dilediğini aziyz edersin, dilediğini zelil edersin.
Hayır senin elindedir. Kesinlikle sen her şeye Kaadir'sin." (A.Hulusi)
Kulillâhumme mâlikel mülki tü'til mülke men teşâu ve tenzi'ul mülke
mimmen teşâ' De ki; Ey mutlak otorite olan
Allah’ım. Sen otoriteyi dilediğine verirsin, dilediğinden de çekip alırsın. ve tu'ızzü men teşâu ve tüzillü men teşâ' yine sen dilediğini yüceltir, izzet verir, aziz
edersin. Dilediğini de alçaltır zelil edersin. Bi yediKEl hayr hayır sendendir.
Mutlak güzellik, iyilik sendendir. Kainatta gördüğümüz tüm iyi olan şeylerin
iyilikleri sendendir. Senin cemal sıfatının bir tecellisidir tüm güzellikler. inneKE alâ külli şey'in Kadiyr; Ve hiç kuşkusuz Sen her bir şeye Kadîyr olansın, güç
yetirensin.
Sevgili
dostlar, bu ayet, Allah’ın kudret, azamet ve kuvvetine dikkat çekiyor. Yukarıda
işlediğimiz daha önceki derste işlediğimiz ayetleri, yine kendisinden sonra
işleyeceğimiz ayetlere bağlayan bir köprü işlevi görüyor. Çünkü her ne yapıyor
olursanız olun mutlaka Allah’ın müdahalesi altındasınız. İnsan bunu bildiği
anda kul olur. Allah’ın eşya ve kainat üzerindeki müdahalesini inkar, Allah’ın
kendisini inkardır.
Hayatta
Allahsız bir alan düşünmek insanın sonuçta Allah’ın varlığına yönelttiği bir
itiraza dönüşür. O nedenle İman etmiş herkes öncelikle Allah’ın mutlak
otoritesini onaylamak zorundadır. Onun Malik
ül mülk olduğunu, mutlak otorite olduğunu, hakimiyetin gerçek ve mutlak
sahibi olduğunu ve sahibi olduğu bu hakimiyetten istediğini payidar edeceğini,
bir pay vereceğini, istediğinden de bu hakimiyeti sıyırıp alacağını bilmek ve
inanmak şarttır.
Bu
noktada Allah’ın birine hakimi,yetinden bir pay vermesi, otoritesinden bir pay
vermesi onunla paylaşması anlamına gelmiyor. Bu sadece yeryüzünde ki her bir
şey üzerinde Allah’ın müdahalesini gösteriyor. Ve bu ayet şu gerçeği bize
Kur’an diliyle bir kez daha ifade ediyor. O da şu; Allah’ın müdahalesi olmadan
insanlık tarihi bir adım atamaz. İnsanoğlunun tarihi Allah’ın müdahalesinin
izleri ile doludur. Onun içinde siz zamanı okurken, insanı okurken, çağı
okurken, geçmişi okurken, tarihi okurken Allah’ın müdahalesini göreceksiniz.
Öyle okuyacaksınız. Yani Allahsız bir gözle değil, Allahlı bir gözle
okuyacaksınız.
Bu
aynı zamanda, ayet aynı zamanda yücelme ve alçalmalara işaret ediyor. İnsanlık
yürüyüşünde ki hem maddi hem manevi alçalış ve yükselişlere dikkat çekiyor.
Allah’a nispet edilen tüm fiiller gerçekte bir kurala, bir kanuna, bir sünnete
bağlanmıştır. İşte insanoğlunun eylemlerine, insanoğlunun davranış ve
tavırlarına endekslenen, merbut edilen, bağlanan fiillerde tarih içerisinde
Allah’a nispet edilir. Bu o fiilleri, bizatihi insanın hiç katkısı olmadan
Allah’ın gerçekleştirdiği anlamını vermez. Bu neyi verir? İnsanlık tarihindeki
bu alçalış ve yükselişlerin insanın davranışlarına bağlı olduğu, yani bu kanunu
koyanın Allah olduğu gerçeğini verir bize. İşte burada da bu gerçek ifade
ediliyor.
27-) Tûlicül leyle fiynnehari ve tûlicün nehara fiyl leyl* ve tuhricül
hayye minel meyyiti ve tuhricül meyyite minel hayy* ve terzüku men teşâu Bi
ğayri hisab;
Geceyi
gündüzün içine sokarsın, ölüden diriyi çıkarırsın, diriden ölü çıkarırsın.
Dilediğine de hesapsız rızık verirsin. (elmalı)
"Geceyi
gündüze dönüştürürsün, gündüzü geceye dönüştürürsün. Diriyi ölüden çıkartırsın,
ölüyü diriden çıkartırsın. Dilediğine hesapsız rızık (yaşam gıdası)
verirsin." (A.Hulusi)
Tûlicül leyle fiynnehar ve bu
gerçeğin arkasından insanlık tarihindeki bu alçalış ve yücelişlerin hiçte garip
bir şey olmadığını, yani bu dinamik kaderin hiçte garip bir şey olmadığını,
statik kadere bakarak anlamamız gerektiği söyleniyor ve dikkatlerimiz statik
kadere çekiliyor, kâinata.
Tûlicül leyle fiynnehar Geceyi
uzatıp gündüzü kısaltırsın sen,
ve tûlicün nehara fiyl leyl gündüzü uzatıp
geceyi kısaltırsın sen
Burada
adeta gece ile batıl, gündüzle Hakk, gece ile kötü gündüzle iyi, gece ile acı
gündüzle sevinç, gece ile keder gündüzle neşe ifade ediliyor, anlatılmak
isteniyor. Bunu siz daha çoğaltabilirsiniz. Ama Allah’ın müdahalesini doğrudan
görmek istiyorsanız şu her gün yaşadığınız 24 saate bakın deniliyor.
İşte
ey insanlık sizin de böyle geceleriniz var, gündüzleriniz var. Sizinde tarihsel
yürüyüşünüzde, bu uzun destanınızda böyle geceler, böyle gündüzler çok geldi
geçti. Nuh bir geceyi aydınlatan kandildi. Nemrut bir gecenin adıydı, İbrahim
ise bir gündüzün. Firavun bir gecenin adıydı, Musa ise bir gündüzün. Muhammed
bir gündüzün adı idi, Ebu Cehil ise bir gecenin.
Bakın
işte böyle. İnsanlık tarihi adeta bu ikisinin yan yana yürüyüşü. Birini
görmeden diğerini göremiyorsunuz. Karanlığı görmeden aydınlığın değerini
bilemiyorsunuz. Onun için Allah birbirinden çıkarıyor.
Bakınız,
bir put yapımcısından, İbrahim gibi bir oğlu çıkardı. Put yapımcısı bir
Azer’den, İbrahim gibi bir oğul.
Romanın
gecesinden, İsa gibi bir müjde çıkardı.
Firavun’un,
eski Mısır’ın gecesinden, Musa gibi bir gündüz çıkardı.
Arabistan’ın
o koyu, o zifiri cahiliye gecesinden, Muhammed gibi bir güneş çıkardı. İşte
onun için Allah böyle birini diğerinden çıkarır.
Terside
mümkün. Nuh gibi bir gündüzden Kenan gibi bir geceyi çıkardı. Unutmayın o da
mümkün. Onun için biri diğerini adeta devamı biçiminde tamamlıyor.
ve tuhricül hayye minel meyyiti ve tuhricül meyyite minel hayy Yine Allah ölüden diriyi çıkartır, diriden ölüyü.
Biraz önce söylediğim gibi.
Bakınız
kurumuş ağaçlara, kış mevsiminde ormanı şöyle bir gözleyiniz, adeta bir daha
dirilmeyecek sandığınız o orman bahar geldiğinde cennet gibi bir rengarenk
ormana dönüşür. Cıvıl cıvıl size cenneti hatırlatan bir ormana dönüşür. İşte bu
aynı zamanda mevsimlerin, hayatın doğasına ilişkin bir mesajıdır. Adeta orman
ayet olmuştur. Orman kitap olmuştur, okuyacağınız ve ibret alacağınız.
24
saate bakın, aslında insanlık çizgisinin 24 saat içerisinde bütününün bir
mostrasıdır adeta. Siz kendinizi görürsünüz. Sabah doğum, öğle olgunluk, ikindi
ihtiyarlık, akşam ölüm. Adeta yatağınız kabre giriş, geceniz uzun bir bekleyiş,
mahşeri bekleyiş, ertesi sabahınız ba'sü ba'del mevt inizdir. 24 saatte bir ömrü, bir ömrün daha
ötesini yaşarsınız.
ve terzüku men teşâu Bi ğayri hisab;
Ve yine Allah istediğini hesapsız olarak rızıklandırır.
Burada
böyle bir ayetin böyle bir cümle ile bitmesinin nedeni anlaşılabiliyor. Tabii
ki rızkın sadece yenilip içilecek bir şey olmadığını bildiğimiz de anlaşılıyor.
Aslında Allah’ın verdiği en büyük rızkın hayat rızkı, ömür rızkı, nefes rızkı odlunu
anladığınızda anlaşılıyor. Hayat Allah’ın size bahşettiği bir rızıktır hem de
en büyük rızık. Nefes bir rızık, hava bir rızık, ömür bütünüyle bir rızık. Ve
bu anlamda gökler bir rızık, yer bir rızık, gece ve gündüz bile bir rızık.
Bakınca ibret alabiliyorsanız tabii. Onun için böyle düşündüğünüzde, rızkı en
geniş anlamıyla düşündüğünüzde sadece yiyecek ve içecek cinsinden
düşünmediğinizde anlamını buluyor.
28-) La yettehızil mu'minunel kafiriyne evliyâe min dunil mu'miniyn* ve
men yef'al zâlike feleyse minAllahi fiy şey'in illâ en tetteku minhüm tükaten,
ve yuhazzirukümullahu nefsehu, ve ilAllahil masıyr;
Mü’minler,
müminleri bırakıp ta kafirleri dost edinmesin, ve onu her kim yaparsa Allah’tan
ilişiği kesilmiş olur. Ancak onlardan bir korunma yapmanız başka. Mâmafih Allah
sizi kendisinden Tahzir buyurur. Nihayette gidiş Allah’a dır. (elmalı)
İman
edenler, iman edenleri bırakıp, hakikati inkâr edenleri velî - dost edinmesin.
Bunu yapan, Allâh'la bağını koparmış olur. Bu ancak korunma amaçlı olabilir.
Allâh sizi kendisine dikkatli olmanız konusunda uyarır. Dönüşünüz Allâh'adır!
(A.Hulusi)
La yettehızil mu'minunel kafiriyne evliyâe min dunil mu'miniyn Müminler, müminleri bırakıp ta kafirleri dost
edinmesinler, dost tutmasınlar.
Buradaki
dostluk, Kur’an ın birçok yerinde de geçtiği gibi iki manaya birden gelir.
1
- Politik dostluk. Politik dostluktan kastım, çıkarlar, Müslümanların çıkarları
ile Müslüman olmayanların çıkarları çatıştığında bir Müslüman, Müslüman
olmayanların çıkarları hesabına çalışamaz. Bu manada dostluğu Kur’an reddeder.
Yani Müslümanların aleyhine Müslüman olmayanlar la birlikte bir mümin, onların
çıkarı lehine çalışamaz. Bu ayet öncelikle bunu yasaklar. İndiği ortama
baktığınızda da bunu ima ettiğini görürsünüz.
2
– Ayetin ima ettiği, bunun gibi birçok ayetin ima ettiği ahlaki dostluk. Bu da
şu; Onlar tarafından onurlandırılmak ve eşit kabul edilmek için onların hayat
tarzını benimsemek. Yani sizden olmayan, inancınıza ait olmayan kitle ve
kimselerin onurunu ve olurunu almak için. Onlar tarafından onurlandırılmak için
onların hayat tarzını benimsemek, işte ahlaki dostluk dediğim şey. Bir de bunu
yasaklamaktadır Kur’an ın ayeti.
Yoksa
yasaklamadığı dostluk, hiçbir yerde Kur’an ın yasaklamadığı dostluk insani
dostluktur. Bunu hiçbir zümre ile, hiçbir din kitlesiyle yasaklamaz bunu
Kur’an. Mümin, bir Müslüman her din mensubuyla insani ilişkisini insani
çerçevede sürdürür. Bunu yasaklayan herhangi bir Kur’an ayetine ben
rastlamadım. Bu da değildir zaten.
Onun
için Kur’an da Resulallah’a hitaben Resulallah’ın amcası ve çok sevdiği bir
insan olan Ebu Talip’e imaen şu ayet gelir.
İnneke la tehdiy men ahbebte ve lakinnAllahe yehdiy men yeşa'.. Kasas/56
Sen
sevdiğini doğru yola ulaştıramazsın, ama Allah sevdiğini hidayete ulaştırır.
Buradan anlıyoruz ki doğru yola ulaşmamış bir kimseyi sevebiliyor bir mümin.
Üstelik peygamber bile sevebiliyor sevebilir yani. Bu ayet peşinen bir ön kabul
olarak onu kabul edip soruyor ve diyor ki; “Sen
sevsen de doğru yola ulaştırmak başka bir şey. Hidayet farklı bir olay”
diyor.
ve men yef'al zâlike peki ahlaki ve
politik dostluk kurarsa bir mümin, mümin olmayanlarla ne olur? Diye sorarsanız
cevabı burada; ve men yef'al
zâlike kim böyle yaparsa feleyse minAllahi fiy şey'in Allah’tan bütünüyle kopmuş olur.
Ağır
bir ifade. Allah’tan tamamen kopmuş olur. Yani Allah’la ilişkisini kesmiş olur,
kutsalla ilişkisini kesmiş olur. Niçin;
Çünkü
Allah’ın emrine karşı gelmiş olur.
Çünkü
kendisine karşı yabancılaşmış olur. Kendisine karşı yabancılaşan Allah’a karşı
da yabancılaşır.
Çünkü
inancına ihanet etmiş olur. Politik dostluğu düşünün, kendi çıkarları ile
başkalarının çıkarları çatıştığında, karşıdakinin çıkarlarına hizmet ediyor.
İslam’ın çıkarları ile çatışıyor, çakışmıyor. Ama çatıştığı halde onun
çıkarlarına hizmet ediyor. Bu İslam’ın çıkarları ile çatışan bir çıkara hizmet
etmek İslam’a kötülük etmek anlamına geliyor.
Aynı
zamanda ahlaki dostluk; kendi hayat tarzını bir başkasının gözünde yücelmek
için terk edip onun hayat tarzını kabul ediyor.
Bu
neyin ifadesi? Aşağılık kompleksinin.
Aşağılık
kompleksi neyin ifadesi? İnsanın kendi kendine yabancılaşması.
İnsanın
kendi kendine yabancılaşması neyin ifadesi? İnsanın kendisinden nefretinin
ifadesi.
Bu
neyin ifadesi? Hakikatten nefretin ifadesi.
Bu
neyin ifadesi? En sonunda insanın öz benliğini satmasının ifadesi.
Evet,
görüyorsunuz, sonunda gelip dayandığı yer, insanın insanlığı. Onun için böyle
ağır bir ifade geliyor;
ve men yef'al zâlike feleyse minAllahi fiy şey'in Kim böyle yaparsa Allah’tan bütünüyle kopmuş olur.
illâ en tetteku minhüm tüka ancak
onlara karşı korunmanız müstesna.
İşte
takiyye kelimesi, büyük bir fıkhi kavramdır aynı zamanda, buradan alınmıştır.
Kur’an da bir başka yerde daha başka bir ayette olmakla birlikte özellikle
takiyye ayeti olarak bu ayet anılır.
Tabii
insanların dillerine dolayıp ta pek bilmedikleri fkhi bir hükümdür takiyye.
Öyle bilindiği gibi insanın iki yüzlülük yapıp ta karşısındakinden kendi
kimliğini gizlemesi falan değil takiyye. Burada açık, ne diyor? “Onlara karşı korunmanız müstesna.” Size
gelebilecek bir zararı en uygun bir üslupla önlemektir.
Aslında
makul bir biçimde takiyye budur. Bundan öte, mezhepler bu meseleyi ele alıp
derinliğine incelemişler ve farklı farklı görüşlere varmışlar. Bu konuda en
geniş olan, en rahat ve serbest davranan Caferi mezhebidir ki, bugünkü uygulama
tarihsel uygulamalarla örtüşmese de ne kadar, tarihte Caferiler de özellikle
takiyye konusunda çok geniş bir uygulama alanı bulduğu doğrudur. Lakin
Hanefiler, Malikiler, Şafiler, Hambeliler ve zahiriler, belki ibadileri de buna
katmamız lazım, daha burada sayamadığım ve şu anda mensubu tükenmiş mezhep
imamları da takiyyeyi, yani inancını karşısındakinden gelebilecek bir tehlikeyi
önlemek için gizleme olgusunu sadece şu şarta bina etmişler;
Ölüm,
ırz, can ve mal tehlikesi, bir de organ kaybı tehlikesi varsa demişler, kişi bu
tehlikeyi atlatmak için, sadece atlatmak için böyle bir yöntemden başka çıkar
yol kalmamışsa işte o zaman inancını gizleyebilir demişler.
ve yuhazzirukümullahu nefseh yine de
bütün bu İslam hukukunun değerlendirmelerine rağmen burada bakılması gereken
takiyye meselesinde gözetilmesi gereken temel çizgi, çıta, ilke, şu; Ayet bunu
ifade ediyor. ve
yuhazzirukümullahu nefseh ne ki Allah
kendisine karşı dikkatli olmanızı ihtar eder. Yani asıl korkmanız, asıl dikkat
etmeniz gereken Allah’tır. Bütün bunları yaparken başınıza bir sıkıntı
geldiğinde, böyle bir zorlama ile karşı karşıya kaldığınızda asıl gözetmeniz,
hatırını yüce tutmanız gereken en büyük kapı Allah’ın kapısıdır. Bunu hiç
aklınızdan çıkarmayın.
ve ilAllahil masıyr; Niçin? Çünkü
bütün yollar Allah’a varırda işte onun için.
29-) Kul in tuhfu ma fiy suduriküm ev tübduhu ya'lemhullah* ve ya'lemu
ma fiys Semavati ve ma fiyl Ard* vAllahu alâ külli şey'in Kadiyr;
Deki:
gizleseniz de sînelerinizdekini belli etseniz de Allah onu bilir ve bütün
Göklerde ne var Yerde ne varsa bilir ve Allah her şey'e kadirdir. (elmalı)
De ki:
"İçinizdekini gizleseniz de açıklasanız da Allâh (yaratanı olarak) onu
bilir. Semâlarda ve arzda (âfakî ve enfüsî anlamlarıyla) ne varsa bilir. Allâh
her şeye Kaadir'dir."(A.Hulusi)
Kul in tuhfu ma fiy suduriküm ev tübduhu ya'lemhullah ve yine niçin? Çünkü “De ki; gönüllerinizdekini,
içinizdekini gizleseniz de açığa vursanız da Allah onu bilir.”
ve ya'lemu ma fiys Semavati ve ma fiyl Ard
Ve yine Allah göklerde ve yerde olan her bir şeyi bilir.
Bunu
şöyle tekrar harmanlayabiliriz, göklerde ve yerde olan her şeyi bilen Allah,
açıklasanız da, gizleseniz de, açıklamasanız da içinizde sakladıklarınızı da
bilir. Yüreğinizin dehlizlerinde gezdirdiğiniz ama kuyruğu birbirine değmeyen
kırk tilkiyi de bilir. İçinizin kırkıncı odasında ne saklı olduğunu da bilir.
Bu
inanç eğer sizde dirilmişse, Allah’ın sürekli sizi gözetlediği inancı, Allah’la
sürekli beraber olma inancı sizde bir yaşam biçimine dönüşmüşse o zaman
gerçekten özgür olursunuz. Gerçekten kula kul olmazsınız. Sadece Allah’tan
korkarsınız, korkudan özgür olursunuz. Korktuğunuz binlerce sahte tanrınız
olmaz. Bir tane Allah’tan korkmak, bin tane sahte tanrının korkusunu sizden
berî kılar. Özgürleşirsiniz, eğilmezsiniz, Çünkü Allah’ın önünde eğiliyorsunuz.
Bu inanç eğer sizde yerleşirse, işte o zaman siz gerçekten güvenliğinize ve
özgürlüğünüze sahip olursunuz.
vAllahu alâ külli şey'in Kadiyr; Hiç
aksini düşünmeyin, Allah her bir şeye güç yetirendir. Kadiyr’dir.
Bu,
özellikle bu ayet ahlaki duruşun iki temelinden birine dikkat çekiyor. Nedir o
iki temelinden biri? Allah’a karşı ahlaki tavır. Yani salim ve sağlıklı bir
Allah inancı. Ahlaki duruşun iki temeli var.
1
– Sağlıklı bir Allah inancı.
2.-
Geldi..! Bir sonraki ayet; 30. ayet, ahiret inancı.
30-) Yevme tecidü küllü nefsin ma amilet min hayrin muhdara* ve ma
amilet min sû'* teveddü lev enne beyneha ve beynehu emeden be'ıyda* ve
yühazzirukümüllahu nefseHU vAllahu Rauf'un Bil'ıbad;
Her
nefis ne hayır işlemiş, ve ne kötülük yapmış ise önüne konmuş bulacağı gün!.
İster ki onlarla arasında uzak bir mesafe bulunsaydı! Yine Allah sizi
kendisinden tahzir buyuruyor, ve Allah kullarını çok esirgiyor. (elmalı)
Her
nefs, hayır veya kötülük olarak ne yaptıysa, o gün karşısında bulacaktır. Arzu
eder ki, onunla arasında erilmez mesafeler bulunsun! Allâh sizi
(yaptıklarınızın sonucunu kesin yaşatacağı içindir ki) kendisinden sakınmanız
için uyarır. Allâh kullarına hakikatlerinden Rauf'tur. (A.Hulusi)
Yevme tecidü küllü nefsin ma amilet min hayrin muhdara* ve ma amilet
min sû' Her insan yaptığı iyilikleri de
kötülükleri de karşısında bulacağı o günün teveddü lev enne beyneha ve beynehu emeden be'ıyda Kendisinden fersah fersah uzak olmasını ister, arzu eder. Evet..! İnsan işte böyle
bir insan.
Tabii
ki öncelikle böyle bir güne iman etmek gerekiyor. Ama iman etmiş insanda bile
böyle bir zaaf bulunabilir. O gün, hesap günü uzak olsun ister. Çünkü hesap çok
ağırdır. Hesap verme işi bizatihi ağır bir iştir. İnsanı terleten, yüzün etini
dökecek insanı utandıran bir iş olabilir. Onun için işte ahlaki duruşun ikinci
kaynağına dikkat çekiyor bu ayet.
Birinci
kaynağı sağlıklı bir Allah inancı, ikinci kaynağı sağlıklı bir ahiret inancı.
Burada ona dikkat çekildi.
ve yühazzirukümüllahu nefse ve yine
aynı cümle burada da geldi. Böyle bir hataya karşı insanın yapacağı en güzel,
alacağı en güzel tavır işte budur.
ve yühazzirukümüllahu nefse De ki Allah
kendisine karşı dikkatli olmanızı ihtar eder. Yani hesap günü konusunda çok
ciddi bir biçimde içinizden gelmese, o gün fersah fersah uzak olsa duygusu
varsa yine bu duyguyu da işte bununla yenersiniz. Allah’a karşı sorumluluk
duygunuzun Allah karşısında dikkatli olma, Allah’a karşı münebbih olma,
mütenebbih olma duygusunun gelişmesi ile yenersiniz. Ama şunu hiç
unutmamalısınız;
HU vAllahu Rauf'un Bil'ıbad; Allah
kullarına karşı çok ama çok şefkatlidir. Bunu hiç unutmamalısınız.
Ne
kadar mı diyeceksiniz?
Peygamber
bir gün bir kadını gösterdi yanındaki insanlara. İnsanlar baktıklarında
gördükleri manzara şuydu. Yaşlı bir, yada orta yaşın üzerinde bir kadın
demeliyim, Sırtında bir çocuk, bir elinde bir çocuk, diğer elinde bir çocuk, 3
tane çocuk, çocuklarını doyurmak için dileniyor. O anda biri bir hurma vermiş.
Hurmayı 3 e bölüyor. Bir parçasını bir çocuğa, bir parçasını diğerine, bir
parçasını da ağzında iyice çiğnedikten sonra daha çok küçümencik olan
sırtındaki yavrunun ağzına veriyor. Resulallah bu kadını gösteriyor ve diyor
ki;
- Görüyor musunuz şu kadını..! O manzara o anda seyrediliyor.
- İşte Allah kuluna karşı bu annenin şu
yavrularına olan şefkatinden çok çok daha şefkatlidir..! Böylesine şefkatli.
Ve
yeni bir konuya geçiyor Kur’an. Tabii ki bağlantısız ve bağımsız değil ama yeni
bir konuya. Bu yukarıda işlenen ayetlerle çok doğrudan bağlantılı bir konu.
Allah’ın şefkati nasıl tecelli, eder diye soracaksınız değil mi..! İnsanlığa
Allah nasıl şefkat eder, Allah şefkatini insanoğluna nasıl gönderir, nasıl
tezahür eder, insanlık destanı içerisinde Allah’ın şefkati diye sorun, sorun ki
cevabını buradan alasınız. Allah’ın şefkati nasıl tecelli eder işte burada;
31-) Kul in küntüm tuhıbbûnAllahe fettebi'ûniy yuhbibkümullahu ve
yağfir leküm zünubeküm* vAllahu Ğafûr'un Rahıym;
De ki:
eğer siz Allahı seviyorsanız hemen bana uyun ki Allah da sizleri sevsin ve
suçlarınızı mağfiretle örtsün, Allah gafurdur, rahîmdır (elmalı)
De ki:
"Eğer Allâh'ı seviyorsanız bana tâbi olun; ki Allâh sizi sevsin ve
suçlarınızı bağışlasın. Allâh Ğafûr'dur, Rahıym'dir." (A.Hulusi)
Kul in küntüm tuhıbbûnAllahe fettebi'ûniy yuhbibkümullahu De ki; Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki
Allah’ta sizi sevsin. Allah sizi severse ne olur? Ne mi olur? ve yağfir leküm zünubeküm günahlarınızı affetsin böylelikle. Evet. Eğer bana
uyarsanız sevginizin bedelini ödemiş olursunuz. Çünkü seviyor olmanın bedeli
budur. Siz Allah’ı seveceksiniz bu bir, ama sevdim demekle yetinemezsiniz.
Sevginin bir bedeli var. Bu bedeli ödeyeceksiniz. Nedir Allah’ı sevmenin
bedeli? Gönderdiği peygambere uymak. Bu bedeli ödeyeceksiniz.
Peki..!
Şunu sorun; Biz sevgimizin bedelini ödüyoruz, ya biz Allah’ı sevip o sevginin
bedelini ödedikten sonra Allah’ta bizi sever mi? Kesinlikle. Zaten öyle
söylüyor. Sever..! Peki..! Yine sorun. Biz Allah’ı sevip onun bedelini öderken
Allah bizi sevecek ama bedelini ödemeyecek mi? Hayır, kesinlikle o da bedelini
ödeyecek. Bir bedel olarak değil, bir lütuf olarak. Bir in’am, bir ihsan olarak
ödeyecek.
Ne
yapacak öncelikle sizi bağışlayacak. En büyük en güzel şey bu değil midir
meyvesi sevginin..! vAllahu
Ğafûr'un Rahıym; Zaten Allah çok affedendir
ve rahmet kaynağıdır, mağfiret kaynağıdır.
Muhabbetullahtan
söz ediyor bu ayet. Sevgiden, yani hayat ağacının tohumundan söz ediyor. Bir
yerde iman ağacının tohumundan. Yani sevginin imana, imanın ittibaya
dönüştüğünü görüyorsunuz bu ayette.
Sevgi
nasıl imana dönüşür..! Aynen şuna benziyor. Su bir ağacın saçaklarından,
kökünden gövdesinden geçip dallarından nasıl meyveye dönüşüyorsa, işte sevginin
burada Allah’ın affına bağışına, merhametine, şefkatine dönüşmesinin izini
sürüyorsunuz bu ayet onu diyor. Ama öncelikle şunu diyor. Allah’ı sevmenin bir
bedeli var, peygambere ittibadır. Peygambere ittiba olmadan Allah’ı sevmiş
olamazsınız diyor.
32-) Kul etıy'ullahe verRasule, fein tevellev feinnAllahe la yuhıbbul
Kafiriyn;
De ki:
Allaha ve Peygambere ıtaat edin; eğer aksine giderlerse şüphe yok ki Allah
kâfirleri sevmez. (elmalı)
De ki:
"Allâh'a ve Rasûle itaat edin!"... Eğer yüz çevirirlerse, muhakkak
Allâh hakikati inkâr edenleri sevmez. (A.Hulusi)
Kul etıy'ullahe verRasule De ki;
Allah’a itaat edin ve elçiye de itaat edin.
fein tevellev feinnAllahe la yuhıbbul Kafiriyn; Eğer yüz çevirirseniz hiç kuşkunuz olmasın ki Allah
inkarında direnenleri sevmez.
Çok
şiddetli bir ifade. Yani Allah’a ve resulüne itaatin zıddını küfür olarak
niteleyen bir ayetle yüz yüzeyin. Eğer yüz çevirirseniz Allah, küfründe ısrar
edenleri sevmez diyor. Onun için Allah’ı seveceksiniz, ya da sevdiğinizi
söyleyeceksiniz, inandığınızı söyleyeceksiniz ama itaat etmiyorum diyeceksiniz.
Söyler misiniz bu nasıl sevgi..!
Allah’ı
sevdiğinizi söyleyeceksiniz, Allah size diyecek ki beni seviyor musun? Evet. O
halde bunu da sev. Çünkü ben onu da seviyorum. Diyecek, Hayır ben onu sevmem
diyeceksiniz. Seni severim ama senin sevdiğinden nefret ederim. Onu da
sevmediğinizin göstergesi bu olacaktır. Onun için bu ayet yukarıdakini
tamamlıyor adeta. 32. ayet 31. tamamlıyor ve Allah ve resulüne itaati sevginin
bir sonucu olarak gösteriyor. Ve yukarıda değindiğim konuya şimdi giriyoruz.
Yani Allah şefkatini insanlığa nasıl gösterir. Bunun ifadesidir işte şu 33.
ayet.
33-) İnnAllahestafa Ademe ve Nuhan ve âle İbrahiyme ve âle ımrane alel
âlemiyn;
Gerçek
Allah, Ademi ve Nuhu ve âli İbrahimi ve âliımrânı süzdü: âlemîn üzerine ıstıfa
buyurdu (elmalı)
Gerçek
şu ki Allâh, Adem'i, Nuh'u, İbrahim neslini, İmrân neslini (kendi
devirlerindeki) insanların üstüne seçip, arındırdı. (A.Hulusi)
Allah
Adem’i, Nuh’u, İbrahim soyunu ve İmran soyunu kendi çağlarının tüm milletleri
üzerinde seçti ve insanlık içerisinden öne çıkarttı. Seçti, üstün kıldı.
Burada
4 unsur var. Adem, Nuh, Alu İbrahim, Alu İmran. İkisi şahıs, Biz Adem’i özel
isim olarak alıyoruz. Adem’i cins isim olarak alanlar da var, o yorumu yedeğe
bırakıyoruz, biz özel isim olarak aldığımızda Adem’i, Adem ve Nuh birer şahıs,
İbrahim ailesi ve İmran ailesi iki aile. 4 unsurdan ikisi şahıs, ikisi aile.
İlginçtir bunlar zihnimizde bazı çağrışımlar da yapıyor.
Nedir
bu çağrışımlar? Adeta insanlık tarihinin tüm destanının özetini verircesine
Adem insanlığın sabahını, Nuh insanlığın kuşluğunu, İbrahim ailesi, insanlığın
zevalini, yani güneşin en dik olduğu zamanı, İmran ailesi öğlesini, Hz.
Muhammed ise ikindisini verir gibidir. İşte Vel asr, burada anlamını buluyor. İkindiye yemin olsun. İnnel insane lefi husr Hiç kuşkusuz
insanlık hüsrandadır, zarardadır, ziyandadır.
Evet
sevgili dostlar. Adem, Nuh, İbrahim soyu ve İmran soyu. Bunlar sosyolojik
açıdan alındığında Adem insanlığın çocukluğuna. Nuh İnsanlığın akîl ve balîğ
olmuş konumuna. İbrahim gençliğine. İmran olgunluğuna işaret ediyor adeta.
Sanki insanlık destanının çok kısa bir cümle özeti gibi bu ayet. Ve bu ayet
kendisinden sonraki bir olayında açılış kapısı adeta.
Bu
insanlar seçildi diyor, estafa, Seçilmeyi nasıl algılayacağız, Allah bu insanları
seçti.
Ademi
nasıl seçti, çünkü başka insanların içinden seçti ise eğer, o zaman tamam,
diğerleri ile aynı konumda. Lakin Adem kendi türünün ilk örneği ise Arke tipi
ise o zaman bu seçim kendi türü içinden bir seçim değil. Bu seçim demek ki
başka bir seçim.
Nasıl
bir seçim olabilir? Bu seçim adeta emanetin verilmesi için varlık içerisinde
insanlaşma lûtfunun verildiği tek yaratık olan insanlık seçimi. İnsan olma
seçimine işaret eder. Adem insanlığın atası. Özel isim olarak alırsak. Nuh
insanlığın ikinci atası. Adeta tüm peygamberlerin atasıdır da diyebiliriz.
İbrahim,
yine ebul enbiya diye bilinen kendisinden sonraki tüm peygamberlerin atası. Hem
de iki koldan. Bir İsrail oğulları kolundan gelen İshak ve İbrahim AS. ulaşan
bir kol. Bir de İsmail ile Muhammed AS. ulaşan ikinci kol. Ebul Enbiya İbrahim
peygamber.
Bu
isimler içerisinde ilk üç ismin garip bir sınanışı var. Çok ilginç. Nedir? İlk
üç isimde yakınlarının küfrü ile sınandılar. Adem, Kabil’in küfre ile. Nuh,
Kenan ve karısının küfrü ile, İbrahim babasının küfrü ile. Adeta nasıl ölüden
diriyi çıkartır Allah, bu ifade edilir gibidir. Son iki aileden biri olumsuz,
yakınlarının olumsuzluğu ile sınanırken, baba olumsuzluğu ile, İkinci aile,
İmran ailesi olumlu boyutu ile sınanıyor.
Yine
son iki ailenin bir ortak boyutu daha var. İbrahim ailesi ve İmran ailesi.
İbrahim ailesi hatırlayınız, İsmail’i kurban eden bir aile. Evet..! İmran
ailesi Meryem’i adayan bir aile. Adeta o alanda da bir benzerlik görüyoruz.
Şimdi işte o Meryem’in adanış sürecine geçiyoruz.
Adayış
süreci nedir? Adayış süreci deyince okuyanlar bize ait olan Adayış risalesi
isimli kitabımızı hatırlayacaklar. Orada bu ayetle başlayıp bundan sonraki 12
ayeti de kapsayan 13 ayetin tefsirine ilişkin bir kitap Adayış risalesi. Ve
orada 3 kuşakta adayış sürecini, 11 süreç, 11 aşama halinde ele aldık ve
ayrıntıları ile yazdık. Onun için de burada ince ince ayrıntılarına
girmeyeceğim zaman darlığı dolayısıyla. Ama yine de adayış süresini çok özet
bir biçimde tefsir dersinde ele almak istiyorum.
Buradaki
adayış sürecinden tabii ki kasıt, Allah’ın bize tarihte olmuş bitmiş bir
hikayeyi sunması değil. Çünkü Kur’an hikaye kitabı değil. Burada Tarih içerisinde
yaşanmış bir olayın, zamanlar ve çağlar üstü mesajın bize taşıması, bu mesaj
tarafından bize taşınmasının derin bir anlamı var. O anlamda şu;
- Bakınız ey insanlık tıkandığınız yerde
örnek gösteriliyor, örnek görüyorsunuz. İşte bu örnekle aşacaksınız
tıkandığınız noktaları. Allah insanlık içerisinde İnsanlığın tıkandığı
noktalarda tarihe nasıl müdahil olmuş görünüz, sizinde yaşadığınız zamana öyle
müdahil olabilir. Ancak Allah yaşadığınız zamana müspet bir biçimde müdahale
etmesi için kendinize düşeni yapmanız lazım. İşte size düşenin ne olduğunu
soruyorsanız eğer bu ayetler onu size söyleyecek.
Devam
ediyoruz;
34-) Zürriyyeten ba'duha min ba'd* vAllahu Semiy'un 'Aliym;
Bir
zürriyyet olarak; biribirinden (hep tevhid dininden), ve Allahdır işiden;
bilen.(elmalı)
Birbirinden
gelme, tek bir nesil olarak... Allâh Semi'dir, Aliym'dir. (A.Hulusi)
Zürriyyeten ba'duha min ba'd Onlar
birbirlerinin neslindendir.
Bu
ne demek? Bu Adem, İbrahim ve İmran ailesi tabii ki birbirinin neslinden. Ama
bu nesil, bel nesli değil. Yol nesli. Bir bel çocuğu var, bir de yol çocuğu
var. Yoksa Adem’in neslinden olmayan mı var. Bu müsellem bir hakikattir.
Elbette ki Adem’in sayıldığı bir yerde birbirinin neslinden olacaktır. O halde
böyle müsellem bir hakikati ifade etmese gerektir. Daha başka bir şey söylüyor
bu ayet. Hepimizin bilebileceği, hepimizin zaten bildiği bir gerçeği değil.
Başka bir şey söylüyor.
Nedir
O? O da bu sayılan isimler birbirlerinin davasını devam ettiren bir sürecin
isimleridir. Yani yol neslidir bunlar.
vAllahu Semiy'un 'Aliym; Allah çok
iyi işitir ve her şeyi bilir.
35-) İz kaletimraetü ımrane Rabbi inniy nezertü leKE ma fiy batniy
muharreren fetekabbel minniy* inneKE entes Semiy'ul 'Aliym;
Imranın
haremi dediği vakit: «Ya rabbi! ben karnımdakini her kayıttan azade olarak sana
adadım, hemen kabul buyur benden, çünkü bir sensin işiten bilen sen» (elmalı)
Hani
İmrân'ın karısı: "Rabbim karnımdaki çocuğu herhangi bir şarta bağlı
olmaksızın sana adadım; benden kabul buyur. Muhakkak ki sen, Semi'sin,
Aliym'sin." (A.Hulusi)
İz kaletimraetü ımrane Rabbi inniy nezertü leKE ma fiy batniy
muharreren
Niçin Semiy'un 'Aliym; ile bitti? Adeta bu cümle, bu ayetin son cümlesi daha
sonraki ayetlere racidir. Yani Allah şu sözleri işitti işte. Şimdi İmran’ın kadınının
söylediği şu sözü de işittiği gibi iştir Allah. Allah nasıl işitir? İşte
tarihten bir misal veriyor Kur’an.
İz kaletimraetü ımrane Buradaki iz, zaman zarfı. İmran’ın kadını şunu
dediği zaman. Aslında Arap dilinde zaman zarfı geldiğinde mutlaka bir cevaba
ihtiyaç duyar. Buradan yola çıkarak Dilci, aynı zamanda müfessir Ferra diyor ki; Bu zaman zarfının
cevabı, yukarıdaki 33. ayettir. Nasılmış? Şimdi manasını verelim bu cevap
ortaya çıksın.
İz kaletimraetü
ımrane Rabbi inniy nezertü leKE ma fiy batniy muharreren fetekabbel minniy İmran’ın kadını; “Ey
rabbim, ben şu karnımda olan, rahmimdeki yavrumu sana tamamen özgür bir irade
ile adıyorum. fetekabbel
minniy Kabul
eder misin benden.” Diye adadı. Daha doğrusu zaman zarfının cevabına
dönersek, İmran’ın kadını doğmamış olan karnındaki, rahmindeki yavrusu için,
Rabbim, ben karnımdaki yavruyu tamamen özgür bir biçimde, özgür bir irade ile
sana adadım. Dediği zaman; İnnAllahestafa Allah İmran ailesini alel âlemiyn; kendi çağının tüm
milletleri üzerine seçti. Bu manayı veriyor bize. Yani bir süreç böyle
başlıyor, bir cümle ile başlıyor.
Bir
kadının bir cümlesi bir çağ açıyor, bir çağ kapatıyor. Dünya tarihinin kaderini
değiştiren bir cümle bu. O halde kim bu kadın? Ve ne zaman nerede ne oluyor.
Tarihsel
malumata gelmemiz lazım bir parça tefsirlerden tarihsel malumat aktarmamız
lazım ki ortam daha iyi bilinsin.
M.Ö.
yaklaşık M.Ö. önceki yüz yılın ikinci yarısındayız. Yer Filistin. Filistin’in
bugün Beyt-ül lahm diye bilinen
şehri. O bölge. O bölge de bir aile. 2 kişilik bir aile, İmran ve karısı.
Karısının ismini vermiyor, neden? Kur’an bir şeye dikkat çekeceği zaman
insanların dikkati dağılmasın diye lüzum etmeyen malumatı vermez. Öne çıkardığı
şeye bakmamızı ister. Öne çıkarmadığı şeye değil. Eğer gerekseydi İsmi de
verirdi. Onun için onun ismi önemli değil, ismi lazım değil demek istiyor yani.
Ama lazım olan ne? Kadın olması. Onun içinde bir kadının kadınlığını öne
çıkarıyor. İmran’ın kadınını öne çıkarıyor.
Kadın
olmasını niçin öne çıkarıyor? Çünkü tüm kadınlara mesaj veriyor. “Ey kadınlar, müthiş bir imkanınız var.
Allah’a vermek için bir şey aranıyorsanız eğer, muhteşem bir imkanınız var,
farkına varın, bu imkanınızı değerlendirin.” Denilmek isteniyor adeta. Onun
için, iki kişilik bir aile, bu ailenin reisi İmran. Bu İmran’ın Musa peygamber
ve Harun peygamberlerin babası olan İmran olduğunu söylerse de bazıları,
aslında burada yine o soydan gelen ve adı yine Musa ve Harun peygamberlerin
babasıyla aynı olan, Musa ve Harun peygamberin soyundan gelen bir başka İmran.
Onlardan yaklaşık 1800 yıl sonra yaşamış bir İmran bu.
Bu İmran hanımı ile birlikte mütevazi bir aileye sahip
ve kendisi aynı zamanda bir peygamber evladı ve din adamı. Bir mabette görevli.
Aynı zaman da etrafında dürüstlüğü ile, takvasıyla, verasıyla, Allah’a
yakınlığı ile tanınıyor. Yalnız bir özellikleri var, çocukları yok. Uzun süreli
bir evlilikleri var ve adeta ömürlerinin sonuna yaklaşmışlar, ama Allah onları
vermeyerek sınamış. Vererek değil.
Bir gün, tarihlerin anlattığı malumata göre İmran’ın
kadını, adının Hanne, eski Yunanca okunuşuyla, ya da Aramca dan Yunancaya
aktarılan okunuşuyla okursak Anna. Yani Arapçaya Anne biçiminde geçtiği için
biz de onu tercih ediyoruz Anna ya da Hanne fark etmiyor aynı. Hanne bir gün
bir ağaç altında otururken bir kuşun gagasında yavrusuna bir yiyecek
getirdiğini görüyor ve o anda içinde bir şeyler akıyor. Ellerini kaldırıyor
Rabbine, “Ya rabbi” diyor. “Ne olurdu benim de bir yavrum olsaydı da
ben de böyle besleseydim şu kuş gibi..!”
Nasıl bir ciğer nasıl bir yürekle, nasıl bir duygu ile
iletmişse, evet, göklerin zarını geçiyor bu dua ve makama ulaşıyor. Bu dua
doğrudan makama ulaşıyor. Çünkü yürekten yapılmış bir dua adresini buluyor. Ve
hamile kalıyor. Kendisi de yaşlı, kocası da. Hamile kaldıktan sonra tarihlerin
bize verdiği malumat, kocasının ölüm haberi. Daha çocuğunu görmeden adeta
Resulallah’ın kaderiyle eş Meryem’in kaderi. Ölüyor.
Hane çocuğunu yavrusunu doğurduktan sonra Allah’a bir
teşekkür etmek istiyor. Büyük bir lütuf bu. Bunca yıl sonra gelen bir meyve.
Allah kendisinin duasını bir tek cümle ile kabul etti ve muhteşem bir ödül
verdi kendisine.
Kendisi de Allah’a bir şükür sunmak istiyor ama hiçbir
şeyi yok. Ya da çok şeyi var. Hiç fark etmez. Çok şeyi var da eğer yeni sahip
olduğu biricik yavrusunu adıyorsa müthiş bir şey bu. Müthiş bir fedakarlık. Eğer
hiçbir şeyi yokta tek varlığı olan
yavrusunu adıyorsa yine müthiş bir fedakarlık. Hangi açıdan bakarsanız bakın.
Ve bu mana da dönüyor bakıyor ki daha doğurmadığı yavrusu var karnında. Allah’a
teşekkürünü sunmak için işte o anda bu cümleyi kullanıyor ve diyor ki; Ya rabbi
sana karnımdaki yavrumu özgür bir irade ile, tamamen hür olarak adıyorum.
Muharreren
bunun anlamı nedir, muharreren, iki anlamı var:
1 – Hiç nefsimin, şeytanımın, iç güdülerimin, ayartıcı
öz benliğimin ayartan duygularından özgür olarak sana adıyorum.
Kolay mı ya..! Annelik güdülerini düşünün, kolay mı..!
Yavrunuzdan vazgeçebilmek, onu geri aldığınız kapıya vermek kolay mı..!
Ciğerinizden bir parça vereceksiniz, malınızdan bir parça değil. İşte bu nefsin
zoruna giden, insanın iç güdülerinin, insanın ayartıcı duygularının, öz
benliğinin çok zoruna giden bir şey ve bunu yapıyor.
2 – İkinci özgürlüğü dış çevre özgürlüğü. Kolay mı..!
O çevreye rağmen bunu yapmak. Bunca yıl sonra bir evlada kavuşmuş Hanne kim ne
akıllar verir kim bilir. Mesela biri gelir der ki;
“Dur hele
yahu, bir büyüsün, büyüt bakalım, Allah’a verecek başka şeyin mi yok. Sen de
gününü gör.” Der değil mi? Bir
başkası gelir;
“Canım
Allah’a 3 çocuğu, 4 çocuğu, 5 çocuğu olanlar versin bir tanesini, sen niye
veriyorsun.” Bir başkası gelir;
“Allah senin
çocuğuna mı ihtiyacı var.” Yani
denecek şey çok. Bütün bunlara rağmen veriyor. Adıyor yani.
İmran’ın kadını, niçin İmran’ın kadını üzerinde biraz
önce durmuştum, çünkü kadınlığına vurgu yapılıyor kadınlara büyük bir mesaj
olsun için.
fetekabbel minniy Adıyor. Adadıktan sonra tabii adamanın da bir üslubu,
bir usulü var. Ciğer paresini adıyor. Malından değil canından bir parça adıyor.
Şöyle adayabilir; Gururlanabilir ve der ki;
“Biz adadık
mı böyle adarız, adam gibi adarız.”
Der.
Ama öyle demiyor, ya ne diyor?
“Benden
kabul eder misin Allah’ım..!”
Boynunu büküyor ve adağının kabul edilip edilmeyeceği
tereddüdüne düşüyor.
“Allah’ın
kapısında acaba kabul gördü mü benim adağım. Benim hediyemi Allah kabul etti
mi..!” Telaşına düşüyor.
“Adadım ben
ister kabul et ister kabul etme.”
Havalarına girdiği falan yok. Ve boynunu bükmüş;
“Benden
kabul eder misin Allah’ım..!” Diyor. fetekabbel minniy..!
inneKE entes Semiy'ul 'Aliym; Çünkü
sen Allah’ım Semiğ’sin, her şeyi işitensin. Benim yüreğimden kopup gelen
çığlıkları işitiyorsun ve sen benim halimi ve durumumu da çok iyi biliyorsun.
Yani bu yavruyu sana Salih bir niyetle adadığımı da çok iyi biliyorsun. Bir
pazarlığım yok Allah’ım. Onun için benden kabul eder misin..! Ben el görsün
diye, ben başkalarına hava olsun diye yapmadım. Benim niyetimi sen biliyorsun.
36-) Felemma vedaatha kalet Rabbi inniy veda'tüha ünsâ* vAllahu a'lemu
Bi ma vedaat* ve leysez zekeru kel ünsâ* ve inniy semmeytüha Meryeme ve inniy
u'ıyzüha BiKE ve zürriyyeteha mineş şeytanirraciym;
Derken
vaktaki hamlini vaz' etti «Ya rabbi onu dişi vaz' ettim» dedi, Allah daha iyi
bilirken ne vaz'ettiğini, halbuki erkek dişi gibi değildi, bununla beraber ben
onun adını Meryem kodum ve işte ben onu ve zürriyyetini o recîm şeytanın
şerrinden sana ısmarlıyorum. (elmalı)
Vadesi
gelip (erkek olur umuduyla mabede adadığını) doğurduğunda, "Rabbim, kız
çocuk doğurdum"; Allâh biliyordu kızın erkek gibi olmadığını (dişinin
erkek işini göremeyeceğini). "Onu Meryem diye adlandırdım. Onu ve neslini,
taşlanmış şeytandan korumana bırakıyorum." (elmalı)
Felemma vedaatha kalet Rabbi inniy veda'tüha ünsâ Ta ki yavrusunu doğuruyor. Vatka ki Hanne çocuğunu
doğurdu ve dedi ki; “Rabbim, ben onu kız
doğurdum.” Demek ki erkek bekliyormuş, çünkü o güne kadar Allah’ın
mabetlerine, ibadethanelere sadece erkek çocuklar adanıyor. Onlar nezre
diliyor. Adak olarak erkek çocuklar mabetlere veriliyor ve mabetlerde onlar
Allah adamı tabir caizse, yani Allah uğruna yetişen birer ilim adamı oluyorlar.
Allah davası yolunda ömürlerini vakfediyorlar.
Onun
için de erkek beklermiş. Gelenekler de ona zorluyor. Çünkü erkek merkezli bir
gelenek var. Roma kültürünün hakim olduğu bir bölgedeyiz. Romalı valilerce
yönetilen Roma kültürünün tamamen istila ettiği, topraklarını istila ettiği ve
yürekleri de istila ettiği Filistin’deyiz.
İşte
böyle bir bölgede adayan Hane adağının kız olduğunu görünce böyle diyor; Rabbim..! Boynunu büküyor, sanki suçluymuş
gibi, sanki kendisi karar verirmiş gibi erkek veya dişi olmasına adeta
suçlanıyor. “Ben onu kız doğurdum.”
Diyor.
vAllahu a'lemu Bi ma vedaat Hemen
burada tırnak içinde söz Allah’a geçiyor. Yani sözün faili Allah onun ne
doğurduğunu bilip duruyordu zaten. Ve devam ediyor.
ve leysez zekeru kel ünsâ ve erkeğin
kız gibi olmayacağını da Allah biliyor. Yani bunun bir manası şu; Hatta birinci
ve tasvip ettiğim manası; Onun dediği gibi erkek doğsa ki bu kız gibi
olmayacaktı, Meryem olamayacaktı, İsa’ya anne olamayacaktı. O ne bilsin, Hanne
ne bilsin, onun için erkek iyi olur zannediyor. Ama Allah neyin daha iyi
olduğunu biliyor. O sebeple de burada böyle ihtirazi bir cümle var, tırnak içi
cümlesi.
ve inniy semmeytüha Meryem ve yine
söz Hanne’ye geçti cümle içerisinde, ayet içerisinde; “Ve ben ona Meryem adını
koydum.”
ve inniy u'ıyzüha BiKE ve zürriyyeteha mineş şeytanirraciym; Onu Meryem diye isimlendirmekle kalmadım ve ben onu
sana, şeytanın, kovulmuş şeytanın, lanetli şeytanın, taşlanmış şeytanın şerrinden
sana ısmarladım ey Allah’ım. Diyor.
Burada
müthiş bir de öğüt veriyor. Örneklik sergiliyor Hanne. Meryem’in annesi Hane,
büyük Hanne.
Ne
diyor? Nasıl bir örnek sergiliyor?
Çocuk terbiyesinin daha anne
karnında başladığı örneğini veriyor ve doğan çocuğu en akıllıca bir yöntemle
Allah’a terbiye ettirmenin yolunu arıyor. Allah’ın terbiye ettiği gibi kim
terbiye edebilir. Allah’ın terbiyesinin yerini kimin terbiyesi tutabilir. En
akıllıca iş, evladı Allah’a doğrudan terbiye ettirmek değil midir.
İşte
Meryem’in annesi Hanne bu kapıyı aralamak için, kapıyı yumrukluyor tabir caizse
ve Allah’a ısmarlıyor. Şeytanın şerrinden. Çünkü başa çıkamayacağı bir şer.
Karnı acıkınca doyurur, susarsa suvarır, altı kirlenirse temizler, ama şeytanın
şerrinden onu nasıl koruyabilir ki..! Sadece Allah’a ısmarlayabilir. Böyle
uyanık bir anne, Hanne.
Çocuğunun
sadece bedenini değil, çocuğunun ruhunu düşünüyor ve ruhunu Allah’a ısmarlıyor
tabir caizse.
37-) Fetekabbeleha Rabbuha Bi kabulin hasenin ve enbeteha nebaten
hasenen ve keffeleha Zekeriyya* küllema dehale aleyha Zekeriyyel mıhrabe,
vecede ındeha rizka* kale ya Meryemu enna leki hazâ* kalet huve min ındillah*
innAllahe yerzuku men yeşâu Bi ğayri hısab;
Bunun
üzerine rabbi onu güzel bir kabul ile kabul buyurdu ve güzel bir surette
yetiştirdi, Zekeriyya’nın himayesine verdi, Zekeriyya onun üzerine mihraba her
girdikçe yanında yeni bir rızk bulur, ya Meryem! bu sana nereden? derdi, o da
Allah tarafından, derdi: Şüphe yok ki Allah dilediğini hesapsız merzuk buyurur.
(elmalı)
Bunun
üzerine Rabbi onu hoşnutlukla kabul etti ve nadide bir çiçek gibi yetiştirdi.
Zekeriyya'nın himayesine verdi. Zekeriyya mabede her girişinde, Onun yanında
yeni yiyecekler bulur, sorardı: "Yâ Meryem, bunlar nereden?" Cevap
verirdi Meryem: "Bu Allâh'ın indîndendir" (O'nun merhameti sonucu,
kullarıyla ulaşmakta). Muhakkak ki Allâh, dilediğine dilediğince yaşam gıdası
(rızık) verir. (A.Hulusi)
Fetekabbeleha Rabbuha Bi kabulin hasenin
Peki böyle güzel bir şekilde adanan, güzel bir şekilde bağışlanan bir bağış,
bir adak Allah tarafından nasıl karşılandı dersiniz? Bu sorunuzun cevabını bu
ayet veriyor.
Rabbi
onu çok güzel bir kabul ile kabul etti. Güzel bir kabul Bi kabulin hasen Güzel bir kabul.
Peki
kötü kabul nasıl olur? Mesela şöyle olabilir, büyük yüce bir makama küçük bir
hediye geldiğini düşünün, “Tamam, tamam.
Kapının arkasına bırak ta git..!” Demek kötü bir kabuldür mesela. Çünkü
ihtiyacı yoktur zaten. Getirdiğiniz kapı yüce bir kapıdır, o hediyenize hiç
ihtiyacı yoktur. Ondan çoktur onda, ama lütfen almıştır. Kırılmasın diye
almıştır. Üzülmesin.! Ve yahut ta hatta size karşı gururlu ve kibirli bir eda
ile; “Tamam, bırak ta git..!” diyebilir,
hatta kovabilir de sizi. Ve ondan sonra da hediyenizi; “Alın götürün şunu dağıtın fakirlere.” Falan da diyebilir. İşte
kötü bir kabul.
Allah
nasıl kabul ediyor? Güzel bir kabul ile kabul ediyor. Allah güzel kabul ederse
ne yapar?
ve enbeteha nebaten hasenen ve onu
bir çiçek gibi yetiştirdi, büyüttü. Bir çiçek gibi. ve keffeleha Zekeriyya Allah bir
çiçek gibi yetiştirirse o çiçeğe ki,mi bahçıvan eder? Zekeriyya gibi bir
peygamberi bahçıvan eder. İşte onun için Zekeriyyayı da ona bahçıvan etti. Onun
kefaletine verdi. Zekarıyya yı onun bakımına memur kıldı.
küllema dehale aleyha Zekeriyyel mıhrabe, vecede ındeha rizka Her ne zaman
Zekeriya Meryem’in durduğu yere, mihrap denilen, merdivenle çıkılan,
-kiliselere baktığınız da bugün de hala görülebilir- merdivenle çıkılan şöyle
yüksekçe bir yerdir. Orada adeta Allah’a ibadet ve tatla vakit geçirmek için
bir tür hayatını Allah’a vakfedenlerin sürekli ibadet ettikleri bir tür hücre,
bir çeşit hücre diyebiliriz. İşte oraya ne zaman gelse Zekeriyya orada bir
rızık buluyordu.
Kale ve soruyordu; ya Meryemu enna leki hazâ bu sana
nereden geldi?
Kalet Meryem cevap verdi; huve min ındillah Bunlar
Allah’tandır. Diyordu.
innAllahe yerzuku men yeşâu Bi ğayri hısab;
Ve devam ediyordu; Allah istediği
kimseyi hesapsız olarak rızıklandırır. Diyordu.
Bu
yiyeceklerin ne olduğunu bilmiyoruz. Bunların ne olduğu, nereden geldiği
hakkında çok çeşitli malumatlar yer almakla birlikte tefsirlerde bu konuda ne
Kur’an da ne sahih sünnette hiçbir malumata rastlamıyoruz. Onun için de
bunların, bu gelen yiyeceklerin olağanüstü şeyler olduğuna dair sahih hiçbir
delilimiz yok. Tefsirlerde anlatılanlar da yine sahih kaynaklara değil bir
takım rivayetlere dayanan malumatlar cinsindendir. Onun için biz bu
yiyeceklerin Allah’ın o dönemde Meryem’e farklı yeryüzü dışı yiyecekler olarak
değil de, Allah’ın kendisine adanmış bir adağa nasıl muamele ettiğinin bir
göstergesi olarak düşünüyoruz ve bu düşüncemizi destekleyen malumatları da
tarihte buluyoruz.
O
dönemde muhteşem, büyük bir kıtlık var bölgede. Herkes açlıktan kırılıyor.
Hatta şu bilgiyi de veriyor bize tarihler. Meryem’e Zekeriyya bakamayacak kadar
büyük bir kıtlık var. O dönemde Meryem’i Zekeriyya, amca oğlu olan Yusuf’a
emanet ediyor. Onun yeme ve içmesini. Bir parça onun maddi durumu yerinde
olduğu için.
O
dönemde bölgede büyük kitlesel ölümler oluyor kıtlık dolayısıyla. Ama Meryem
hiç aç kalmıyor. Onun için de Zekeriyya emanetin ne olduğunu ara sıra görmek
için geldiğinde hiç kimsenin yanında yiyecek bulunmazken bu büyük kıtlıkta
Meryem’in yanında yiyecekler görüyor.
İşte
Allah kendisine adananı böyle kollar, böyle bakar iması var bu ayet-i kerimede.
38-) Hünalike de'â Zekeriyya Rabbehu, kale Rabbi heb liy min ledünKE
zürriyyeten tayyibeten, inneKE Semiy'ud du'â';
O
aralık Zekeriyya rabbine dua etti: Yarab! dedi: Bana ledün nünden bir temiz
zürriyet ihsan eyle şüphesiz ki sen duayı işitensin. (elmalı)
Aynı
yerde Zekeriyya Rabbine dua etti: "Rabbim, bana ledünnünden (rahmeti
sonucu özel melekî kuvve açığa çıkışıyla) tertemiz bir nesil hibe et. Sen
kesinlikle duamı işitensin (yönelişimi algılayansın)." (A.Hulusi)
Hünalike de'â Zekeriyya Burada bir
başka yere, bir başka konuya geçti. Ama özellikle bu noktada Meryem’den hemen
Zekeriyya’ya geçmesi çok ilginç. Biraz sonra burada ki nükteyi açıklayacağım.
Devam edeyim.
Hünalike de'â Zekeriyya O noktada, o
anda Zekeriyya rabbine dua etti. Niçin? Çünkü Zekeriyya’nın da çocuğu yok.
Zekeriyya Meryem’in akrabası. Ayrıntı veren tarihlere göre Meryem’in annesi ile
Zekeriyya’nın hanımı, kız kardeşler. Onun için Meryem’in teyzesinin kocası
oluyor. Ve belki başka bir akrabalık bağı daha olabilir ama Meryem’in akrabası
olduğu kesin. Onların da çocuğu yok.
İşte
Meryem’e Allah’ın bu iltifatını gören Zekeriyya yüreğinden kopup gelen bir
duygu ile Rabbine elini açıyor ve diyor; kale Rabbi heb liy min ledünKE zürriyyeten tayyibeten, inneKE Semiy'ud
du'â';
Dedi ki Zekeriyya; “Rabbim, bana da
katından bir nesil bağışla, güzel bir nesil, Tayyip, temiz, pırıl pırıl bir
nesil bağışla.” Adeta tıpkı Meryem gibi dercesine. Meryem’in o halini
görünce inneKE Semiy'ud du'â' Rabbim mutlaka
sen duaları, çağrıları çok iyi işitensin.
39-) FenadethülMelaiketü ve huve kaimun yusalliy fiyl mıhrabi,
ennAllahe yübeşşiruke Bi Yahya musaddikan Bi Kelimetin minAllahi ve seyyiden ve
hasuran ve Nebiyyen minassalihıyn;
Derken
Melâikeler kendisine nida' ettiler, o kalkmış mihrapta namaz kılıyordu: Haberin
olsun Allah sana Yahya’yı müjdeliyor: Allah’tan bir kelimeyi tasdik edecek, hem
bir efendi, hem gayez zahid, ve bir Peygamber, salihînden. Elmalı)
O
mabette Rabbine yöneliş hâlindeyken, melâike ona nida etti: "Allâh'tan
sana Bi-kelimeyi (İsa - özel kuvvelerin açığa çıktığı Allâh kelimesini) tasdik
edici, seyyid (kuvvelerinin efendisi), hasur (nefsaniyetini kontrol eden)
sâlihlerden bir Nebi olarak (varlığındaki Hakk'ı yaşayan) Yahya'yı
müjdeler." (A.Hulusi)
FenadethülMelaiketü Nasıl bir dua
etmişse hülMelaike hem zaman, hem mekan ifade eder. İşte orada, işte o
anda demektir. Yani Meryem’in Allah tarafından görüp gözetildiğini görünce
içinde ki o duygu kabarıveriyor ve orada, o anda dua ediyor ve orada o anda
duası kabul ediliyor. Ve cevap geliyor davetine, çağrısına.
FenadethülMelaiketü ve huve kaimun yusalliy fiyl mıhrab O Mihrapta ibadet ederken, ibadet için kalkmışken
melekler ona seslendiler.
ennAllahe yübeşşiruke Bi Yahya Allah sana
Yahya’yı müjdeliyor. musaddikan
Bi Kelimetin minAllah Allah’tan gelen bir
sözü, bir kelimeyi doğrulayacak, ve
seyyiden ve saygın biri olacak, ve hasuran
nefsine hakim biri olacak, ve
Nebiyyen minassalihıyn; Salihlerden bir
peygamber olacak olan Yahya’yı müjdeliyor. Yani sana müjdelediği daha da öte biri
ey Zekeriyya deniliyor adeta.
Bildiğiniz
gibi bu Yahya, peygamber olan Hz. Yahya. Ki İncillerde de vaftizci Yahya diye
geçiyor. Meryem’in babası da Arman olarak geçiyor İncillerde.
40-) Kale Rabbi enna yekûnu liy ğulamun ve kad beleğaniyel kiberu vemraetiy
akır* kale kezâlikÂllahu yef'alu ma yeşa';
Yarab!
dedi: benim için bir oğul nasıl olur? kendime ihtiyarlık çatmış haremim de
kısırken, buyurdu ki: öyle, Allah ne dilerse yapar. (elmalı)
Dedi:
"Rabbim, benim nasıl oğlum olur! İhtiyarlamışım, üstelik de karım
kısır!" Buyurdu: "(Şartların) öyle ama... Allâh dilediğini
yapar!" (A.Hulusi)
Kale sordu Zekeriyya; Rabbi enna yekûnu liy ğulamun Rabbim benim
nasıl çocuğum, benim nasıl oğlum olabilir?
Şimdi
şu soruyu sormamız gerekiyor değil mi, yukarıda isteyen sen değimliydin? Peki
niçin burada benim nasıl çocuğum olabilir, oğlum olabilir diyorsun? Fark var,
fark şu; duayı aşk ile yapmıştı, burada akıl ile soruyor. Yukarıda ki aşktır,
buradaki akıl. İman ile algılamıştı, şimdi mantıkla algılıyor. İman ile algılamakla
mantıkla algılamak arasında işte bu kadar fark var. İman ile algılayınca
ellerini kaldırıverdi Rabbine. Eğer mantıklı düşünseydi dua etmezdi. Aşkla
düşündüğü için, daha doğrusu aşkla duyduğu için dua etti. Aşkının bir ödülüydü
aslında Yahya. Ama şimdi hemen mantığına döndü.
İnsan
böyle bir sarkaç gibi aşkla akıl arasında gider gelir. Asıl olan bu ikisini
dengede tutmaktır. Birleştirebilmektir. Bu ikisi arasında bağ kurmaktır. Akıl
zaten bağ değil midir. Evet..! Onun için şimdi aşkının dünyasından içkinin
dünyasına döndü. Yüreğinin uçsuz bucaksız ufuklarından eşyanın dünyasına döndü
ve soruyor. Benim nasıl oğlum olabilir.
Diyor.
ve kad beleğaniyel kiberu vemraetiy akır
Ben bunca yaşlanmışken ve karım da kısırken nasıl benim oğlum olabilir ki diye
soruyor. kale kezâlik Allah cevap verdi diyemiyorum, bir çok müfessir bu kale yi
Allah’a atfetse de yukarıda FenadethülMelaike dediğine göre bence burada bu kale
meleklere gider. Melekler cevap verdi kezâlikÂllah Zemahşeri’nin tercihine
göre mana veriyorum burada; İşte böyle
bir Allah. Bunu bir isim cümlesi olarak görüyor Zemahşeri ve ikisini
birleştiriyor. İşte böyle bir Allah yef'alu ma yeşa'; Dilediğini yapar. İşte böyledir Allah. Yani Allah
öyle dilemişse öyle olur bu kadar basit.
41-) Kale Rabbic'al liy ayeten, kale ayetüke ella tükellimen Nase
selasete eyyamin illâ ramzen, vezkür Rabbeke kesiyran ve sebbıh Bil aşiyyi vel
ibkar;
Yarab!
dedi: Bana bir âyet (bir alâmet) yap, buyurdu ki: Ayetin nasa üç gün sade
işaretten başka söz söyliyememendir. Bununla beraber rabbını çok zikret ve
akşam sabah tesbih eyle (elmalı)
"Rabbim,
benim için buna bir işaret göster" dedi (Zekeriyya). Buyurdu: "Senin
için işaret, üç gün süreyle insanlarla el-yüz işaretleri dışında konuşmamandır;
bunun yanı sıra Rabbini çokça an ve sabah akşam O'nun şanının yüceliğini
hisset." (A.Hulusi)
Kale Rabbic'al liy ayeten Akıl
dünyası mantık dünyası devam ediyor Zekeriyya’da. Henüz daha teskin olmadı. Mantık
yakışmadı. Şimdide belge istiyor. Dedi ki; Kale Rabbic'al liy ayeten Rabbim bana bir işaret göster. Dedi. kale ayetüke ella tükellimen Nase selasete
eyyamin illâ ramzen Burada ki Kale meleklere gitse gerektir, çünkü
Cenab-ı Hakk cevabını melekler vasıtasıyla gönderiyor. “Senin işaretin
insanlarla 3 gün işaret dışında konuşmamaktır.” İşaret dışında hiçbir yöntemle
konuşmamak, sükut orucu denir buna.
Zekeriya orucu adeta. 3 gün susmak, konuşmamak.
vezkür Rabbeke kesiyran ve sebbıh Bil aşiyyi vel ibkar; Bu süre içerisinde rabbini çokça an, zikret yani O’nu
sabah akşam tespih et. Aynı cümle içerisinde iki emir birden geliyor. Zikret,
tespih et. Zikir ve tespihin ayrı ayrı şeyler olduğunun delilidir bu. Çünkü İhtilaf-ul Esma Yadullu ala ihtilaf-ul mana
isimlerin farklılığı, anlamın farklılığına delalet eder. Onun için bir yerde
zikir ve tespih gelmişse zikir tespih, tespihte zikir manasına değil demektir.
O halde zikir burada Allah’ı dert edin, kaygın Allah olsun, tespih ise onu
diline de taşı. Yani her zerren Allah’ı ansın, dilinde Allah’ı ansın anlamına
gelir.
42-) Ve iz kaletil Melaiketu ya Meryemu innAllahestafaki ve tahhereki
vastafaki alâ nisail alemiyn;
Hem
Melekler dediği vakit, ya Meryem! her halde Allah seni süzüp seçti, ve seni çok
temiz pâk kıldı, hem seni âlemin kadınlarının fevkinde seçti. (elmalı)
Hani
melekler Meryem'e şöyle demişti: "Yâ Meryem, muhakkak ki Allâh seni
saflaştırıp (hakikatini hissettirip) seçti, seni (şirk - ikilik necasetinden)
tertemiz kıldı ve dünyadaki (o çağdaki) bütün kadınlardan üstün kıldı!"
(A.Hulusi)
Ve iz kaletil Melaiketu Burada
aniden kesti olayı hemen bir başkasına yöneldi. Adeta kıyas yaptıracak bize
şimdi. Bakın, Zekeriyya’nın hali bu. Şimdi bir de Meryem’in halini görelim
diyor ve sahneyi değiştiriyor.
Ve iz kaletil Melaiketu ya Meryemu innAllahestafaki ve tahhereki
vastafaki alâ nisail alemiyn; Melekler
demişlerdi ki, hani, melekler demişlerdi ki ey Meryem Allah seni seçti. Seni
tertemiz kıldı ve seni bütün dünya kadınlarına tercih etti. Yani çağının,
zamanının, yaşadığı zamanın tüm kadınlarına seni tercih etti.
43-) Ya Meryemuknütiy li Rabbiki vescüdiy verke'ıy ma'ar raki'ıyn;
Ya
Meryem! rabbına divan dur, ve secdeye kapan ve rükû' edenlerle beraber rükûa
var. (elmalı)
"Yâ
Meryem, Rabbine kanit ol (huşû duyarak yaşa), secde et (Allâh indînde
varlığının yokluğunu hisset) ve rükû edenlerle rükû et (varlığında açığa çıkan
Rabbinin Esmâ'sını hissederek itiraf et)." (A.Hulusi)
Ey
Meryem Rabbine huşu ile bağlan, secdeye kapan ve Allah’ın huzurunda eğilenlerle
birlikte eğil. Niçin? Ey Meryem senin bedenin kutlu bir doğuma konu olacak.
Hazırlanmalısın. Bir muştuyu taşıyacaksın ilerde. Onun için buna manevi bir
hazırlık yapmalısın. Yığınak yapmalısın. Sabır yığmalısın. Direnç yığmalısın.
İnanç yığmalısın. Çünkü çok acı çekeceksin. Üzerine çok gelecekler. Çünkü çok
büyük bir doğuma anne olacaksın. Onun için kendini böyle müthiş bir olaya,
insanlık tarihinde bir dönüm noktasına işte böyle hazırlan.
Allah’ın
önünde eğilerek, Huşu ile Allah’a bağlanarak ve secdeye kapanarak hazırlan o
muazzam ve muhteşem olaya.
44-) Zâlike min enbail ğaybi nuhıyhi ileyk* ve ma künte ledeyhim iz
yülkune aklamehüm eyyühüm yekfülü Meryem* ve ma künte ledeyhim iz yahtesımun;
Bu
işte sana gayb haberlerinden, onu sana vahy ile bildiriyoruz (ya Muhammed),
yoksa Meryem’i hangisi himayesine alacak, diye kalemleriyle kur'a atarlarken de
sen yanlarında değildin, çekişirlerken di yanlarında değildin. (elmalı)
İşte bu
bilgiler, sana vahyetmekte olduğumuz gayba ait haberlerdir. Kim Meryem'in
hâmisi olsun, diye kur'a çektiklerinde sen onların yanında değildin. (Bu
konuda) tartışırlarken de yanlarında değildin. (A.Hulusi)
Zâlike min enbail ğaybi nuhıyhi ileyk
Hemen burada bu anlatılan kıssanın tarihsel gerçekliğine taşıdı Kur’an olayı ve
adeta tırnak içi bir haber veriyor. Ve diyor ki; İşte bu, sana aktardığımız şu
bilgi, insan idrakinin ulaşamayacağı gayp haberlerindendir. Çünkü bu
malumatların, bu ayrıntıların bazıları İncil’lerde de yok. Hiçbir yerde yok.
Onun için bu malumat, bu ayrıntılı malumat ancak Allah’ın insana vereceği bir
malumat.
ve ma künte ledeyhim iz yülkune aklamehüm eyyühüm yekfülü Meryem İçlerinden hangisi Meryem’i himaye edecek diye kur’a
çektiklerinde sen yanlarında değildin. Çünkü Kur’a çekmişler. Merhemin Annesi
Hanne doğurduktan sonra çocuğunu mabede, adağını mabede getirince, Mabetteki
görevliler bunu hangimiz alıp ta büyütecek. Çünkü çok saygı duyarlarmış vefat
eden Hanne’nin kocası İmran’a. O sebeple hocaları olan İmran’ın çocuğuna, bir
de olağan üstü bir doğum olduğunu gördükleri için bakmak konusunda hepsi yarış
etmişler. Bu sefer Kur’a çekmişler ve kur’a da Zekeriya AS. çıkmış. İşte onu
haber veriyor.
ve ma künte ledeyhim iz yahtesımun
Onlar birbirleri ile bu konuda çekişirken, yani sen alacaksın, ben alacağım,
ben büyüteceğim, sen büyüteceksin diye çekişirken sen yanlarında değildin.
45-) İz kaletil Melaiketu ya Meryemu innAllahe yübeşşiruki Bi Kelimetin
minHU, ismühül Mesiyhu 'Iysebnü Meryeme veciyhen fid dünya vel ahıreti ve minel
mükarrebiyn;
Melekler
dediği vakit: ya Meryem! haberin olsun Allah senin tarafından bir kelime ile
müjdeliyor: ismi Mesih İsa ibn Meryem, Dünya ve Ahirette vecîh olarak hem de
mukarrebînden. (Elmalı)
Hani
melâike Meryem'e şöyle demişti: "Allâh kendisinden Bi-kelimeyi (kendisini
tanımladığı Esmâ'sından kendisini vasfettiği bazı kuvveleri açığa çıkaracağı
bir kulunu) sana müjdeliyor. Onun ismi El Mesih, Meryemoğlu İsa'dır. Dünyada ve
sonsuz gelecek sürecinde vecîh (şerefi çok yüce) ve mukarrebûndandır (Allâh'a
Kurbiyet mertebesinde yaşayan {Allâh'ın bazı kendine has isimlerinin
mânâlarının bu yakınlık sebebiyle kendisinde açığa çıktığı} mucizelere vesile
kişi)." (A.Hulusi)
İz kaletil Melaiketu ya Meryemu innAllahe yübeşşiruki Bi Kelimetin
minHU, ismühül Mesiyhu 'Iysebnü Meryem Yine
melekler demişlerdi ki hani; Ey Meryem Allah seni kendisinden bir kelime ile
müjdeliyor. Neden bir kelime? İsa peygambere neden bir kelime diyor. Kelimenin
anlamı şu; İnsanın, duygu, göz, kulak veya herhangi bir duyu vasıtası ile
algıladığında kendisinde büyük bir iz bırakan her şeye kelime denir. Sadece
kulağın algıladığı konusunda meşhur olmuş, ama gözün algılayıp ta zihinde ve
yürekte iz bırakan her şey de kelimedir.
Hatta
Gavl’le, Kur’an da gavl, söz demektir. Kale= söz, dedi, Kelime de sözdür. Ama
ikisi arasındaki fark demektir diye sorarsanız
İbn. Cinni el-Hasâ'is isimli kitabında bunu çıkartmış. Ga ve le kökünü almış ga ve le,
ve le ga, le ve ga, le ga ve yani 6 tane kombinezonunun 3 harfini sıralamış ve
sonunda tümünün ortak manasını; Hafif ve insan zihninde yer etmeyen söz
biçiminde çıkartmış.
Kelime ise yaralamak kökünden geliyor ve; ke-le-me,
me-ke-le, le-me-ke, le-ke-me, me-le-ke, me-ke-le, 6 tane kombinezon çıkarmış,
bir tanesi kullanılmıyor mühmel, diğer beşinin de ortak manası şu; Keskin ve
kuvvetli. Yani insanda; insanı sarsan hakikat. İşte onun için kelime. Yani
bizde Kur’an neyse, İsa’nın vücudu da o dur. İsa’nın İslam’da ki, daha doğrusu
Muhammedi şeriattaki karşılığı Kur’an dır. İncil değildir. Yani Kur’an ın İsa
AS. ın şeriatında ki karşılığı İncil değildir, nedir ya; İsa peygamberin
kendisidir. Adeta kendisi nazil olmuş bir kelime gibidir. Kur’an gibi nazil
olmuş bir kelime gibidir.
İz kaletil Melaiketu ya Meryemu innAllahe yübeşşiruki Bi Kelimetin
minHU melekler demişlerdi ki; Ey Meryem,
Allah seni kendisinden bir kelimeyi müjdeliyor sana ismühül Mesiyhu 'Iysebnü Meryeme ismi
el Mesih’tir. Meryem oğlu İsa Mesih’tir.
Mesih;
Eskiden krallar yağlanırlarmış tahta geçme töreninde oradan kalmış bir gelenek
olarak yağlanan demek, işte vaftiz de oradan geliyor bir nebze.
Niçin
'Iysebnü Meryem çünkü erkek merkezli ata erkil bir kültüre, erkek
merkezli bir kültüre bir cevap olsun diye kadının, annesinin adıyla anılan bir
peygamber. Meryem’in oğlu İsa. Adeta Allah, erkek egemen bir kültüre böyle
karşı çıkıyor.
veciyhen fid dünya vel ahıreti ve minel mükarrebiyn; Allah’a yakınlardan biri olacak, dünya ve ahirette
Allah’a yakınlardan biri olacak gözde bir insan. Veciyhen gözde bir insan. Allah’a
yakınlardan biri olacak. Gözde. Dünyada ve ahirette gözde bir insan diyor İsa
AS. için.
46-) Ve yükellimün Nase fiyl mehdi ve kehlen ve mines salihıyn;
ve
nasa kelâm söyleyecek: hem beşikte hem yetişkin iken, hem de salihînden.
(elmalı)
"Beşikte
ve kehlde (olgunluk döneminde) insanlara konuşacaktır. Sâlihlerdendir."
(A.Hulusi)
Ve
Salihlerden biri olacak yetişkin olduğu halde de, beşikteyken de insanlarla
konuşacak. Tabii İsa AS. ın daha çok küçük yaşlarda bazı hakikatleri ifade
etmesi, sanki büyük bir insan gibi ebedi hakikatleri ifade etmesine dikkat
çekiliyor, atıf var burada.
47-) Kalet Rabbi enna yekûnu liy veledün ve lem yemsesniy beşer* kale
kezalikillahu yahlüku ma yeşa'* iza kada emren feinnema yekulü lehu kün
feyekûn;
Yarabbi!
dedi: bir çocuk nerden olabilir benim için? Ki bana bir beşer dokunmadı,
buyurdu ki: öyle, Allah neyi dilerse yaratır, O bir emri murad edince sade ona
ol der o oluverir. (elmalı)
(Meryem)
sordu: "Rabbim, bana bir erkek dokunmadığı hâlde benim nasıl bir çocuğum
olur?"... Buyurdu ki: "İşte öylece!.. Allâh dilediğini yaratır! O bir
işin olmasına hükmederse, sadece 'OL' der ve o iş oluşur." (A.Hulusi)
Kalet Rabbi enna yekûnu liy veledün
O da Zekeriya gibi soruyor. Dedi ki Meryem, sordu; Rabbim, benim nasıl çocuğum
olabilir, ve lem yemsesniy beşer bana bir tek insan dokunmuş değil, kale kezalikillahu İşte Allah böyledir. yahlüku ma yeşa' İstediğini
yaratır. iza kada emren feinnema
yekulü lehu kün feyekûn; Bir işi dileyince
Allah, ona sadece ve yalnızca “ol”
der, o da oluverir.
48-) Ve yuallimuhül Kitabe vel Hikmete vet Tevrate vel İnciyl;
ve ona
hem kitabet öğretecek hem hikmet hem Tevrat hem İncil. (elmalı)
Ona;
Kitabı (hakikat bilgisini), Hikmeti (Allâh Esmâ'sının âlemlerde oluşturduğu
sistem ve düzenin çalışma mekanizmasını), Tevrat'ı (vahyi - Musa'ya vahyolan
bilgiyi) ve İncil'i (müjdelenen Hakikati) talim edecek (varlığına nakşedecek -
programlayacak). (A.Hulusi)
Ve yuallimuhül Kitabe Ve yine döndü.
Allah’ın yaratışı konusunda böyle bir tırnak içi cümle geldikten sonra asıl
konuya döndü, Ve yuallimuhül
Kitabe Ona vahyi öğretecek Allah. Sadece
vahyi değil,
vel Hikmete hikmeti de öğretecek.
Vahyi hayata nasıl dönüştüreceğini de öğretecek.
vet Tevrate vel İnciyl; Tevrat’ı ve
İncil’i de öğretecek.
49-) Ve Rasulen ilâ beni israiyle enniy kad ci'tüküm Bi ayetin min
Rabbiküm, enniy ahlüku leküm minet tıyni kehey'etit tayri feenfühu fiyhi
feyekûnu tayran Bi iznillah* ve übriül ekmehe vel ebrasa ve uhyil mevta Bi
iznillah* ve ünebbiüküm Bi ma te'külune ve ma teddehırune fiy buyutikum* inne
fıy zâlike le ayeten leküm in küntüm mu'miniyn;
Hem
Beni İsrail’e bir Resul olarak, şöyle ki: ben size rabbinizden bir âyetle
geldim, ben size çamurdan kuş biçimi gibi bir mahlûk biçerim de içine üflerim,
Allahın izniyle derhal bir kuş olur, yine Allahın izniyle gözsüzü ve abraşı iyi
eder ve ölüleri diriltirim, ve evlerinize ne yiyor ve ne biriktiriyorsanız size
haber veririm elbette bunda size şüphesiz bir âyet vardır eğer iman edecek
iseniz. (elmalı)
İsrailoğullarına
Rasûl olarak gönderecek. (O) diyecek ki: "Ben size Rabbinizden, varlığında
O'na dair işareti taşıyan biri olarak geldim. Ben size çamurdan kuş şeklinde
bir mahlûk meydana getirir, içine nefhederim de (Esmâ kuvvesini onda açığa
çıkartırım da) o, biiznillah (o yapıda Allâh Esmâ'sının o şekilde açığa çıkmayı
dilemesiyle) bir kuş olur. Körü ve cüzzamlıları iyileştiririm. Biiznillah
(onların hakikatlerini oluşturan Esmâ kuvvesinin elvermesiyle) ölüleri
diriltirim. Evlerinizde ne yiyip ne biriktirdiğinizi de size (Allâh'ın
bildirmesiyle) haber veririm. Bu olayda, eğer iman ederseniz, (Rabbinizin
kudreti hakkında) size (önemli) işaret vardır." (A.Hulusi)
Ve Rasulen ilâ beni israiyle enniy kad ci'tüküm Bi ayetin min Rabbiküm Yine ve onu İsrail oğullarına elçi yapacağım. Enniy
şöyle ki; kad ci'tüküm Bi ayetin
min Rabbiküm Ben size rabbinizden bir mesaj getirdim. Diyecek.
enniy ahlüku leküm
minet tıyni Ben size çamurdan bir kuş
yaparım. kehey'etit tayri kuş maketi yaparım. feenfühu fiyhi ona üflerim feyekûnu tayran Bi iznillah o da Allah’ın izni ile kuş oluverir. ve übriül ekmehe vel ebrasa körleri ve cüzamlıları iyileştiririm. ve uhyil mevta Bi iznillah Allah’ın izni ile ölüleri hayata döndürürüm. ve ünebbiüküm Bi ma te'külune ve ma
teddehırune yiyebileceğiniz ve
biriktirebileceğiniz evlerinizde
fiy buyutikum evlerinizde yiyebileceğiniz ve
biriktirebileceğiniz şeyleri desize haber veririm. inne fıy zâlike le ayeten leküm in küntüm mu'miniyn; Eğer gerçekten inanıyorsanız sizin için bir mesaj
vardır işte bunda.
Bunu
söylüyor. Bütün bu sayılanların hem lafzi yorumu hem de mecazi yorumu
mümkündür. Eğer bir kuş yapmayı lafzen alırsak İsa AS. a verilmiş bir mucize
anlamına gelir. Ama mecazen alırsak, Kur’an ın bir çok ayetinde de kuş manasına
gelen tayr kelimesi, yine Kur’an da bir çok ayette, örneğin Nisa
suresinde kader manasına gelir.
Yine
daha başka ayetlerde, Kur’an da 4-5 yerde şans, uğur, talih manasına gelir. Yani
burada, ben bu manada; sizin kaderiniz içerisinde, adeta tarihi gidişatınızı
değiştireceğim. Sizin hayatınızda büyük bir kısmetim ben dercesine, bu manaya
da alınabilir. Her iki manaya da yorumlamak mümkündür.
[Ek bilgili; Allah çamurdan
yaratıp ona ruhundan üflediği insanı yaratmadaki gücünü, gören gözlere göstermek
için kulu ve elçisi olan İsa a böyle bir ayet vererek kavmi olan İsrail
oğullarına görsel bir belge olarak sunmuştur ancak kavmi buna iman etmemiş ve
sihir olduğunu iddia etmiştir. Sihir olduğunun iddia edilmesi bile bu olayın
göz ile şahit olunan bir durum olduğunu anlamaya yettiği düşünülecek olursa bu
olayın mecaz olduğunu iddia etmenin hatalı bir yorum olduğu çok açıktır.
Dün
çamurdan bir kuş suretinin canlandığını gören gözler ona sihir derken, maalesef
bugün aynı olayı anlatan ayetleri okuyanlar ona mecaz demekten geri
durmamaktadırlar. Kur'an doğru anlamak için kiralık metotlara gerek olmadığı ,
yine Kur'an içinden çıkarılan metot ile bu kitabı anlamanın en doğru yol olduğu
Adem as ın yaratılması ile bağ kurularak, İsa as ın yaptığın kuşun mecaz olarak
değil hakiki olarak canlandığı anlaşılmaktadır. EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
(İsmail Hakkı)]
Ancak
burada şöyle bir gerçeği hemen dile getirmek gerekiyor ki Zekeriya bir işaret
istemişti, Meryem işaret istemedi. İşte Meryem’in teslimiyet farkı burada
kendini gösteriyor. Çünkü Allah’a tam teslim olursanız o zaman hakikat
karşısında ellerinizi kaldırır, “Eğer
öyle ise öyledir Ya rabbi.” dersiniz.
Bu
manada Meryem’in teslimiyeti gibi bir teslimiyet lütfetmesini niyaz ediyor ve
sözlerimin sonunda;
“Ve ahiru davahüm enil
hamdülillahi rabbil alemiyn”
İddiamızın, davamızın tüm hasılatı ve son sözümüz
Alemlerin Rabbine Hamd’dir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder