28 Mayıs 2013 Salı

İslamoğlu Tef. Ders. FUSSİLET (05 - 09) (150-B)



A sayfasından devam

5-) Ve kalu kulubüna fiy ekinnetin mimma ted'una ileyhi ve fiy azânina vakrun ve min beynina ve beynike hıcabün fa'mel innena amilun;

Dediler ki: "Bizi kendisine çağırdığın şeye karşı bilinçlerimiz koza içindedir, kulaklarımızda bir ağır işitme var; bizimle senin aranda da bir perde mevcut! Artık yap elinden geleni; muhakkak ki biz de yapmaktayız." (A.Hulusi)

05 - Ve şöyle demektedirler: kalplerimiz senin bizi çağırdığın şeyden örtüler içinde, kulaklarımızda da bir ağırlık var, ve seninle bizim aramızdan bir ger ki çekilmiştir, haydi yap yapacağını, çünkü biz yapıyoruz. (Elmalı)


Ve kalu kulubüna fiy ekinnetin mimma ted'una ileyh bir de derler ki kalplerimiz bizi çağırdığın şeye kapalıdır. Arap der Tahir Bin Aşur üstad, kalp kullandığı zaman bunu akıl anlamında kullanır. El Hakk doğrudur. Burada ki kalbi de biz akıl olarak anlarsak eğer akıllarımız bizi çağırdığın şeye karşı kapalıdır diyorlar. Aklın örtülü olma hali. Yani bir tür uyuşturulmuş olmak. Bir tür içmeden sarhoş olmak, aklın örtülmesi. Aslında küfür aklın örtülmesidir. Aklın üzerine örtülen örtüdür küfür ve Kur’an küfür perdesini yırtmak ister.ç Aklın üstünde ki o perdeyi, o tozlu perdeyi kaldırıp aklı özgür bırakmak ister. Aklı kışkırtır. Aklı cazibe merkezi yapar. Aklı aktif ve aktüel hale getirir. Aklı pasif olmaktan kurtarır, aklı işlevsel yapar.

Kur’an ın insana verdiği en büyük değer de buradan gelir. Onun akıllı bir varlık olmasından. İnsana muhatap olmasının nedeni de budur. Eğer Kur’an muhatabında bir akliyet bulmuyorsa onu ölü kabul eder. Onu yaşayan bir ölü kabul eder. O artık dik sürünen biridir.

ve fiy azânina vakrun kulaklarımız da kurşun vardır. Lafzen ağırlık. Kulağına kurşun akmış deyiminden yola çıkarak Türkçede ki kulaklarımızda kurşun vardır derler. Kurşun akıtılmıştır derler. Yani vahyin sesi geçmiyor. ve min beynina ve beynike hıcabün ve bizimle senin aranda aşılmaz bir engel, bir duvar vardır derler. fa'mel innena amilun şu halde sen elinden geleni yap, biz de elimizden ne geliyorsa onu ardımıza koymayacağız haberin olsun derler.

Evet, küfür önyargıdır demiştik girişte. İşte bu ayetten yola çıkarak bunu söylemiştik. Önyargıya dayalı küfür en zararlı akıl örtülüşüdür. İman ise ön bilgidir. Asıl olan inkar değildir. Bir şeyi inkarın değeri yoktur.Zaten olmayan bir şeyin inkarı söz konusu olmaz. Olmayanın adı dahi olmaz. Yokun adı yoktur. Adı olmayanın inkarı olmaz. Dolayısıyla var olanı inkar ise işte hakiki küfür odur ve burada önyargının nasıl ağır bir perde, nasıl aklın üstüne örtülen ağır bir örtü olduğunu ifade ediyor, ön yargılı muhataplar dinlemiyorlar. Ses geliyor, kulakları işitiyor, gözleri görüyor fakat anlamak istemiyorlar.

Mü’min ise dinlemeyi bilen kimseye verilen addır. Onun için Kur’an mü’mini tarif ederken Elleziyne yestemi'unel kavle feyettebi'une ahseneh. (Zümer/18) onlar ki sözün tamamını dinlerler, ama en güzeline uyarlar diyor. Yani biz söz uygarlığının çocukları olan mü’minler, Allah söze değer verdiği için söze değer veririz. Söz değerli olmasaydı Allah konuşmazdı deriz. Onun için söyleyecek sözü olan herkese kulak veriniz. Çünkü bize bu ahlakı sevgili peygamber bıraktı. O söyleyecek sözü olan herkesi sabırla dinlediği için ona düşmanları üzünün, kulak dediler, böyle lakap taktılar. Ama o bize dinlemenin bir erdem, dinlemenin bir güzellik, dinlemenin aynı zamanda bir sorumluluk olduğunu öğretmişti.

Kafirse dinlememeyi tercih ediyor. Dinlemediği için küfründe inat ediyor. İşte imanla küfrün temel farkı bu. Biri dinlemediği şeyi inkar ediyor, diğeri ise inkar etse dahi eğer söyleyecek sözü varsa ve sözü üslubunca, edebince söylüyorsa inkar edeceği şeyleri dahi dinliyor ki içinde acaba iyi bir şeyler duyabilir mi. Yani sözü olan herkese kulak veriyordu.


.. Kişinin eline aldığını veya karşısındakini "OKU"yabilmesi için ilk şart, geçmiş tüm veri birikimini bir yana koyarak, onlara dayalı değerlendirmelerini devreye sokmayarak, tamamen objektif, yorumsuz olmasıdır.

İkinci iş, elindeki metinde veya karşısında anlatanda, işaret yollu, misal veya mecaz yollu dillendirmelere dikkat etmesi şarttır!

Üçüncü önemli şart; Kesinlikle, "ben bunu zaten biliyorum, duymuştum-okumuştum" önyargısından uzak durup, asla peşin hükümlü olarak konu hakkında hüküm vermemektir!
Ola ki, o anda sizde o konuda yeterli açıklık oluşmadı.

Bu defa o konuyu sakın inkâr veya reddetmeyin. Hüküm vermeden, değerlendirme işini zamana bırakın... Zira, ya o konuda yeterli veritabanınız olmadığı için o konuyu anlayamamışsınızdır; ya da daha önceden o konuda vermiş olduğunuz bir hükümle beyninizi kilitlemişsinizdir!

Bu durumda yapılacak en iyi iş, kendinizi o konuya sürekli açık tutmak olacaktır. (A. Hulusi – kilitlenmişlik)…]


6-) Kul innema ene beşerun mislüküm yuha ileyye ennema ilâhuküm ilâhün Vahidun festekıymu ileyhi vestağfiruHu, ve veylün lil müşrikiyn;

(Resûlüm) de ki: "Ben sizin benzeriniz beşerim; ne var ki bana şu gerçek vahyolunmuş bulunuyor: Tanrınız olarak düşündüğünüz Ulûhiyet sahibi TEK'tir! O hâlde O'na yönelin ve O'ndan bağışlanma dileyin... Yazıklar olsun şirk koşanlara!" (A.Hulusi)

06 - De ki: ben sırf sizin gibi bir beşerim ancak bana şöyle vahiy veriliyor: hepinizin tanrısı bir tanrıdır, onun için hep ona doğrulun ve onun mağrifetini isteyin ve vay haline o müşriklerin. (Elmalı)


Kul innema ene beşerun mislüküm ey peygamber de ki; ben de sizin gibi ölümlü bir beşerim. Bu bağlamda bu ifadenin gelmiş olmasının anlamı açık. Kalbinize zorla sokamam deniliyor diyor, demesi isteniyor zımnen. Yani yüreğinizi açıp ta içine koyamam ki, ben de ölümlü bir insanım, sizin gibi bir insanım gönüllere hükmedemem ki siz ısrarla dinlememek istiyorsanız, görmemek istiyorsanız, hakkı reddediyorsanız ben size ille de zorla hakkı dayatamam ki. Zaten hakikat zorlanarak muhatabına dayatılmaz. Çünkü hakikat ekstra bir güç istemez, gücünü kendisinden alır. Gücünü Hakk oluşundan alır. Onun Hakk oluşu muhatabında onun yankı bulmasını sağlayamıyorsa hangi güç sağlayabilir ki. Ya da güçle sağlasanız dahi bunun ne önemi olur ki. Onun için hakikatin gücü kendi özünden kaynaklanır. Ona ekstra bir güç, ilave bir güç transferi gereksizdir.

yuha ileyye ennema ilâhuküm ilâhün Vahid bana ilahınızın tek bir ilah olduğu vahy olunuyor. festekıymu ileyhi vestağfiruH öyleyse O’na yönelin ve O’ndan af dileyin. ve veylün lil müşrikiyn yazıklar olsun Allah’tan başkasına ilahlık yakıştıranlara.


7-) Elleziyne lâ yü'tunez Zekâte ve hüm Bil ahireti hüm kâfirun;

Onlar (o şirk koşanlar) ki Allâh için karşılıksız bağışlamazlar; onlar sonsuz gelecek yaşamlarını da inkâr ederler. (A.Hulusi)

07 - Ki zekâtı vermezler ve Âhirete onlar kâfirdirler. (Elmalı)


Elleziyne lâ yü'tunez Zekâh. Onlar ki arınmak için ödenmesi gereken bedeli ödemeye yanaşmazlar. Yani kısaltarak söyleyelim arınmak için bedel ödemezler. Bu tam da lafzi karşılığı. Özellikle zekât kelimesinin etimolojik yani kök anlamından yola çıkarak verdiğimiz lafzi karşılık.

Zımnen bedel ödemedikleri halde bedel ödemişlerin arınmışlığına konmak isterler. Biz bunu anlıyoruz. Bedel ödemeye yanaşmıyor, fakat bedel ödemişlerin arınmışlığına konmaya çalışıyor. Bedel ödemişlerle aynı muamele görmek istiyor. Ama bedeli ödemeye yanaşmıyor.

Bu ayette geçen Zekât kelimesinin anlamı üzerinde ihtilaf edilmiş. Farz zekâttır diyenler var otoritelerimizden. Ama İbn. Abbas, Mücahid ve 2. kuşağa mensup bir çok otorite kalbi şirkten temizleyip arındırmak. Lâ ilâhe İllalah’ı yüreğe yedirmektir diyorlar. Allah’tan başka tapılmaya layık varlık yoktur tevhid ilkesini yüreğe iyice yedirmektir ve insanın kendi iç dünyasını tüm şirkten arındırmasıdır anlamını vermişler.

Hatta bir 3. grup burada ki zekâtın, mali bir tasadduk, sadaka. Başkalarına karşılıksız yardım olup, Zekât gibi farz olmayan sadaka, tasadduk olduğu görüşünü de dillendirmişler. Ama biz daha çok İbn Abbas ve onu takip edenlerin de ifade buyurduğu gibi bunun akideden başlayıp amele kadar. İbadetten başlayıp mala kadar, hayatın her bir alanında ödenmesi gereken bedeli ödemek anlamına geldiği kanaatindeyiz. Dolayısıyla insan bazen mal sahibi olur malından bedel ödemesi gerekir. Bazen ilim sahibi olur ilminden bedel ödemesi gerekir. Bazen makam sahibi olur makamından bedel ödemesi gerekir. Bazen şöhret sahibi olur şöhretinden bedel ödemesi gerekir. Yani neye sahipse bedeli ondan ödeyecektir.

Dolayısıyla biz bunu sadece bir alana, mali alana hasretmek yerine insan inancı uğruna bedel ödemesi gerektiğinde o bedeli ödemeyi göze almak zorundadır. Arınmak için bu esas olandır. Bunun mali olanına Zekât diyoruz biz işte. Ama kalbi olanına mücahede diyoruz, ruh teskiyesi, nefis terbiyesi diyoruz ve iç teksiye diyoruz, arınma diyoruz. Yani farklı farklı isimler versek de neticede arınmanın her türü zekât kavramına girer.

ve hüm Bil ahireti hüm kâfirun işte onlar evet, onlardır ahireti inkar edenler. Ahiret, yani hesap günü, yani yargı. Suçlular adil yargı istemezler. Onlar suçludurlar, ödemeleri gereken bedeli ödemeyip bedeli ödemişlerle bir tutulmak isterler. İşte bu suçtur. Hatta hem suçlu hem güçlü olmaktır. Dolayısıyla suçlular adil yargı istemezler, yargılanmak istemezler. Onun için ahireti istemezler. Ahiretten nefret ederler. Onun için ahirete iman etmezler. Çünkü suçludurlar. Suçlunun ahirete imanı bir gün yaptıklarından hesap vereceğine imandır. Onlar hesap vermek istemezler.


8-) İnnelleziyne amenû ve amilus salihati lehüm ecrun ğayru memnun;

İman edip imanın gereğini uygulayanlara gelince, onlar için arkası kesilmeyen bir bedel vardır. (A.Hulusi)

08 - Şüphesiz iman edip iyi iyi işler yapanlar onlar için minnetsiz bir ecir var. (Elmalı)


İnnelleziyne amenû ve amilus salihati lehüm ecrun ğayru memnun ama iman eden, dürüst ve erdemli davrananlara gelince, onları kesintisiz bir ödül beklemektedir.

Kesintisiz bir ödül; ve lâ yünebbiuke mislü Habiyr. (Fatır/14) sana her şeyden haberdar olanın verdiği haber gibisini kim verebilir ki diyordu ya Kur’an Fatır suresinin 14. ayetinde. Sana her şeyi bilen, her şeyden haberdar olanın verdiği haber gibisini veren bulunmaz. İşte bu ayette bize hiç kimsenin haber veremeyeceği ahiretten muhteşem bir ödül haberi veriyor.


9-) Kul einneküm letekfürune Billeziy halekal Arda fiy yevmeyni ve tec'alune leHU endada* zâlike Rabbül 'alemiyn;

De ki: "Siz, arzı iki süreçte (yeryüzü itibarıyla; maddeye - kitleye dönüşmesi süreci ve canlı varlıkların oluşumu süreci; beden itibarıyla; sperm - yumurta bileşiminden 120. gün olayına kadar birinci evre ve ondan sonraki doğuma kadar olan ikinci evre. Allâhu âlem. A.H.) yaratmış olanı gerçekten inkâr mı ediyorsunuz; O'na denk tanrılar mı oluşturuyorsunuz (hayalinizde var sanıyorsunuz)! İşte O, Rabb-ül (bir şeyin var olmasının dilenişi aşamasından, yaratılmasından, varlığının dilendiği kadarıyla sürmesi aşamalarınca, gereken her özelliği, şartlarına göre, Allâh isimlerinin işaret ettiği özelliklerle meydana getiren) âlemîn'dir!" (A.Hulusi)

09 - De ki: siz gerçekten küfredip duracak mısınız o halika kî Arzı iki günde yarattı, bir de ona menendler koşuyorsunuz? o bütün âlemlerin rabbi. (Elmalı)


 Kul einneküm letekfürune Billeziy halekal Arda fiy yevmeyni ve tec'alune leHU endada* zâlike Rabbül 'alemiyn De ki; şimdi siz arzı iki evrede, iki aşamada yaratan Allah’ı inkar edip O’na, ki işte O Alemlerin rabbidir, ortaklar ve eşler mi koşuyorsunuz.

Bu ayette geçen yevm, bizim bildiğimiz manada bir gün olarak nitelendirilemez. Aslında yevm gün manasına gelir. Ama gün yer yüzünün kendi etrafında bir kez dönüşünü ifade eder, ki 24 saattir. Oysa ki bu ayette yeryüzünün yaratılışı anlatılıyor. Daha henüz yaratılmamış, yaratılma aşamasında olan yer yüzünden bahsederken günden söz etmek olmayacağı için bunu aşama olarak, bunu evre olarak, yaratılış evreleri olarak anlamak çok daha doğru olacaktır.


Devam ediyor C sayfasına geçiniz.
150. videoyu toplu olarak BURADA bulabiliriz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder