14 Şubat 2013 Perşembe

İslamoğlu Tef. Ders. SEBE (35-41) (135-D)



C sayfasından devam.

35-) Ve kalu nahnu ekseru emvalen ve evladen ve ma nahnu Bi mu'azzebiyn;

Dahi dediler ki: "Biz hem servetimiz hem de evlatlarımız yönünden daha güçlüyüz... Biz azaba uğramayız!" (A.Hulusi)

35 - Ve dediler ki «biz emvalce de daha çoğuz evlatça da, ve biz ta'zib olunmayız».(Elmalı)


Ve kalu nahnu ekseru emvalen ve evladen ve ma nahnu Bi mu'azzebiyn işte geldi söylediğimiz. İşte servetle, güçle, makamla şımarmış olan bir mantığın söyleyeceği söz bu. Ne diyor?, ne diyorlardı? Biz servetle soy açısından sizden daha güçlüyüz. Bu durumda bizim cezaya çarptırılmamız söz konusu olamaz derler. Yani bunu kim söylüyor? Altta kalanların tepesine basarak yukarı çıkanlar söylüyor, altta kalanlara söylüyor. Tamam siz ceza görmelisiniz, dünyada da alttaydınız zaten, siz bizim vagonlarımızdınız. Yani siz bizi izliyordunuz, peşimizden geliyordunuz, bize imreniyordunuz. Dolayısıyla siz dünyada da alttaydınız. Onun için burada da öyle olsanız bir şey lazım gelmez. Ama biz cezalandırılmayacağız. Çünkü servet sahibiyiz, soy sahibiyiz, boy sahibiyiz diyorlardı.

Bu aslında her çağda geçerli bir mantığın ayan beyan fotoğrafıdır dostlar. Maddi başarı ve refahı doğru yolda olmanın kanıtı sayan akıldır bu işte. Dünyevileşmiş akıl yani, küstahlaşmış akıl. Davud ve Süleyman gibi aleme sultan olmakla, Zekeriyya ve Yahya gibi aleme Kurban olmak arasında ne fark var. Eğer mahiyet açısından bakarsanız her biri kendine verilen rolü, kendine verilen imkanlarla oynayan peygamberler bunlar.

Varlıkla yokluk arasında mahiyet farkı yoktur. Varlıkla yokluk arasında sınav farkı vardır, araç farklı vardır. Yani biri varsıl, biri yoksul. Biri servete sahip, diğeri değil. Biri makama sahip diğeri değil. Bu ikisi arasında ki fark nitelik farkı değildir imtihanın aracının farkıdır. İmtihan aracı farklıdır. Biri verilerek sınanmıştır, diğeri verilmeyerek. Biri alınarak sınanmıştır biri verilerek. Biri servetle sınanmıştır, biri yoksullukla sınanmıştır o kadar. Herkes sınavını sınandığı şekliyle veriyorsa işte orada fark ortaya çıkacaktır.

Onun için bu mantık bunu mahiyet farkı zanneden mantıktır, ki vahyin ilk muhatapları da böyle düşünüyorlardı. Kendilerine hakikati  getiren peygambere, Allah resulüne şöyle bakıyorlardı. Biz haksız olsaydık eğer Allah bizi desteklemezdi. Allah bizi destekliyor çünkü biz şu anda bölgenin en iyisiyiz, en zenginiyiz. Bu da Allah’ın bizi desteklediğini gösteriyor. O halde sen bizi neye çağırıyorsun. Bunu demeye getiriyorlar.

Oysa ki Kur’an bu mantığı yerden yere vuruyordu. Çünkü bir insanın elinde servetin olması, gücün olması, iktidarın olması, insan gücünün kaynaklarının olması o insanın haklı olduğu, o insanın elindeki servetin helal olduğu anlamına gelmiyor. İşte şu gelen ayette olduğu gibi:


36-) Kul inne Rabbiy yebsütur rizka limen yeşau ve yakdiru ve lakinne ekseren Nasi lâ ya'lemun;

De ki: "Muhakkak ki Rabbim yaşam gıdasını (rızkı), dilediğine genişletir veya daraltır (zenginlik kazanılmaz Allâh vergisidir)... Ne var ki insanların çoğunluğu (bu gerçeği) bilmezler." (A.Hulusi)

36 - De ki rabbim rızkı dilediğine döşer dilediğine sıkar ve lâkin nâsın ekserisi bilmezler. (Elmalı)


Kul inne Rabbiy yebsütur rizka limen yeşau ve yakdir de ki; şüphe yok ki benim rabbim dilediğine rızkı açar, dilediğine de kısar, az verir. ve lakinne ekseren Nasi lâ ya'lemun fakat insanların çoğu bunun hikmetini dahi bilemezler.

Varsıllığı Allah’ın ödülü, yoksulluğu cezası olarak görürler insanların çoğu. Oysa ki bu yanlış, hatta bu yanlışın nasıl yanlış olduğunu devamında ki ayetler bize verecekler.


37-) Ve ma emvalüküm ve lâ evladüküm Billetiy tukarribüküm 'ındeNA zülfa illâ men amene ve amile saliha* feülaike lehüm cezauddı'fi Bima 'amilu ve hüm fiyl ğurufati aminun;

Size indîmizde kurb (Kurbiyet mertebesi - Allâh Esmâ'sı özellikleriyle şuurlu tahakkuk mertebesi) oluşturacak olan, ne zenginliğiniz ve ne de evlatlarınızdır; sadece iman edip imanının gereğini uygulayan müstesna... İşte onlara bu çalışmalarının getirisi kat kat arttırılır. Onlar yüksek mertebeler içinde güvendedirler. (A.Hulusi)

37 - Halbuki ne mallarınız ne de evlâtlarınız değildir sizi huzurumuza yaklaştıracak olan, ancak iman edip salâh ile iş gören, işte onların amellerine karşı kendilerine kat kat mükâfat vardır. Ve onlar Cennet şehnişinlerinde emniyet içindedirler. (Elmalı)


Ve ma emvalüküm ve lâ evladüküm Billetiy tukarribüküm 'ındeNA zülfa sizleri bizim katımıza yakın kılacak olan ne servetinizdir, ne de soyunuz illâ men amene ve amile salihan fakat iman eden ve salih amel işleyen kimseler var ya feülaike lehüm cezauddı'fi Bima 'amilu işte onları yaptıklarına karşılık ödülün en katmerlisi beklemektedir. ve hüm fiyl ğurufati aminun ve onlar yüce köşklerde huzur ve güven ortamında yaşayıp gidecekler.

Burada ayetin içinde, metinde gözüken bir nükteye dikkatinizi çekmeliyim. İlla istisna edatı, iman ve salih amelin mal ve evladı, Allah’a yakınlaşma aracı kılabilme imkanına atıf yapıyor. Yani tamam imanı ve salih ameli olmayan kimseye malı ve evladı hiçbir yarar saplamaz. Fakat İmanla, iyi, güzel, değerli, yararlı iş üretmekle kullanırsa soy ve serveti, o zaman bunlar yarar sağlar anlamı ayette açık.

Yunus/26. ayeti de Lilleziyne ahsenül Hüsna ve ziyadeh. Yunus/26) der. Onlar için güzellerin en güzeli ve bir de fazlalığı var. Bu bir çok açıdan tefsir edilmiş ama, güzel dünyada verilen bu nimetler. Güzellerin güzeli bu nimetlerin ahiret nimetine vesile olacak şekilde kullanılması. Ziyadesi de ahirette üzerine eklenen ve bizim aklımızın alamayacağı sürprizler. Öyle tefsir edilmiş.


38-) Velleziyne yes'avne fiy âyâtiNA mu'aciziyne ülaike fiyl azâbi muhdarun;

İşaretlerimizi (uyarılarımızı) geçersiz kılmak için koşuşturanlara gelince, işte onlar sürekli azapta tutulacaklardır. (A.Hulusi)

38 - Âyetlerimizi hükümsüz bırakmak için yarış ederek çalışanlar ise hakkın huzuruna onlar azâb içinde ihzar edileceklerdir. (Elmalı)


Velleziyne yes'avne fiy âyâtiNA mu'aciziyn ama ayetlerimizin amacını geçersiz kılmaya çalışan kimseler, ülaike fiyl azâbi muhdarun azabın içerisinde yaptıklarıyla yüzleşecekler. Ayetlerimizin anlamını geçersiz, amacını geçersiz kılmaya çalışanlar buyruluyor. Yani ayetlerin amacı var, bu amacı geçersiz kılmaya çalışma, o amacı gerçekleştirmemek için uğraşmak..! işte vahye karşı yapılacak en büyük ihanet bu.


 39-) Kul inne Rabbiy yebsütur rizka limen yeşau min 'ıbadiHi ve yakdiru leh* ve ma enfaktüm min şey'in feHUve yuhlifuh* ve HUve hayrur razikıyn;

De ki: "Muhakkak ki Rabbim yaşam gıdasını (maddi - manevî rızkı), kullarından dilediğine genişletir ve (dilediğine de) daraltır! Bir şey infak ederseniz (Allâh için karşılıksız bağışlarsanız), O, onun yerine başkasını verir... "HÛ", yaşam gıdasıyla besleyen mükemmel Rezzâk'tır." (A.Hulusi)

39 - De ki hakikaten rabbim kullarından dilediği kimseye rızkı hem döşer hem sıkar ve her neyi hayra sarf ederseniz o ona halef de verir, hem o, rızık verenlerin en hayırlısıdır. (Elmalı)


Kul inne Rabbiy yebsütur rizka limen yeşau min 'ıbadiHi ve yakdiru leh de ki şüphe yok ki rabbimin isteyen kullara rızık vermeyi dilediği de olur, ya da onun rızkını açmayı dilediği de olur, onun yararına olarak kısmayı dilediği de olur. Neden onun yararına olarak diye çevirdim, burada ve yakdiru leh; lehu da ki lâm böyle bir yan anlamı içerir. Onun lehine olarak kısmak.

Yukarıda ima etmiştim bunun hikmetini dahi anlamazlar ayetinde ima etmiştim. İşte bu; Kıstığına ikram eder bazen. Bazen kuluna ikram etmek için nimetini kısar, serveti kısar. Bazen kuluna ikram etmek için gücü kısar, iktidarı kısar. Bu ne biçim şey demezsiniz herhalde. Çünkü servetin mi, yoksa onun yokluğunu mu. Aşırı güç ve iktidarın mı, yoksa onun ele geçmemesini sahibi hakkında hayırlı olduğunu Allah’tan daha iyi kim bilebilir. Bütünü gören bir tek zat var O. Biz parçayı görüyoruz.

Servet parçadır, serveti ister. Fakat eğer servet geçici lezzete karşılık ebedi saadetini kendisine kaybettirecekse bu insana bütünü gösterseydiniz hala onu ısrarla istemeye devam edecek miydi? O halde insana kalan tek şey var; parçayı görüp bütünün taamını göremeyen insana düşen bir şey var, bir tek şey; O da bütünü gören Allah’a teslim olmak. Ona güvenmek. Zaten bunu yaptığı anda kurtulur. Bunu yaptığı anda güven ve huzur bulur, yoksa yok. Onun için insanın maddi durumu onun hakikatle ilişkisinde hiçbir zaman referans olamaz.

ve ma enfaktüm min şey'in feHUve yuhlifuh ama siz ne infak ederseniz, yani infak; iki şey için kullanılabilir.

1 – Allah davası uğruna harcamak,

2 – Allah rızası için harcamak.

Allah rızası için bir yoksula vermek, birine vermek ya da Allah davasına vermek. Zaten o doğrudan Allah rızası için harcamaktır. İnfak bu, karşılıksız vermek. Her ne verirseniz onun yerini o hemen doldurur. Bu ibare bunu söylüyor. Allah onun yerini doldurur.

İlginç değil mi? Rasyonel bakış şu; verdin mi azalır. Öyle değil mi, vermek çıkmaktır. Verilen azalır. Ama Kur’an ın ürettiği kendine özgü rasyonellikte her zaman verilen azalmaz, bazen verilen çoğalır. Çoğalmanın tek ölçütü ölçülen ve tartılan şeyler değildir ey insanoğlu. Elle tutulup gözle görülür, özgül ağırlığı olan şey azalabilir. Ama elle tutulup gözle görülmeyen şeylerin çoğalıyordur. Zaten o elle tutulan şeyleri, elle tutulmayan şeylerle ürettin. Çünkü eğer insanda yaşam sevinci olmasa, iç enerji olmasa, o huzur olmasa nasıl üretir, nasıl çalışır, nasıl çabalar. Verilenin yeri huzur olarak doldurulur, kanaat olarak doldurulur, iç enerji olarak doldurulur, bereketle doldurulur. Allah bereket vererek doldurur.

ve HUve hayrur razikıyn zira O rızık verenlerin en hayırlısıdır.


40-) Ve yevme yahşüruhüm cemiy'an sümme yekulü lilMelaiketi ehaülai iyyaküm kânu ya'budun;

O süreç ki, hepsini toplar, sonra meleklere: "Bunlar mı yalnızca size kulluk edenler idi?" der. (A.Hulusi)

40 - O gün ki hep onları birlikte mahşere toplayacağız, sonra Melâikeye diyeceğiz: şunlar size mi tapıyorlardı? (Elmalı)


Ve yevme yahşüruhüm cemiy'an sümme yekulü lilMelaiketi ama o haddini bilmezlere gelince bir gün onların tümünü bir araya getirecek ve ardından meleklere soracağız ehaülai iyyaküm kânu ya'budun bunların tapındıkları siz miydiniz? Böyle soracağız. Evet, bu ibareyi şöyle de çevirmek mümkün; Bunlar size mi tapınıyorlardı?


41-) Kalu subhhaneke ente veliyyüna min dunihim* bel kânu ya'budunel cinne, ekseruhüm Bihim mu'minun;

(Melekler) dedi ki: "Subhansın sen. Sensin Veliyy'miz, onlar değil... Bilakis onlar cinne tapıyorlardı; çoğunluğu onlara iman etmişti (tanrı olarak)." (A.Hulusi)

41 - Demişlerdir: zati sübhanına arzı tenzih ederiz, sensin onlara karşı ekserisi onlara inanmışlardı. (Elmalı)


Kalu subhhaneke ente veliyyüna min dunihim melekler cevap verecekler; Aşkın olan zatını tenzih ederiz ki onlar değil, sen sin bizim veliymiz, sensin bizim sahibimiz. bel kânu ya'budunel cinne, ekseruhüm Bihim mu'minun hayır onlar öteden beri cinlere tapınıyorlardı, onların çoğu cinlere iman etmişti diyecekler.

İlginç, Kur’an da cin lafzının birden çok anlama geldiğinin en tipik örneklerinden biri bu ayet. Burada ki cin ile;

Ve ma halaktül cinne vel inse illâ liya'budun. (Zariyat/56) ayetinde ki; Biz cinleri ve insanları sadece kulluk için yarattık buyrulan ayette ki cin aynı olamaz. Burada ki cin; gerçek ya da mevhum, gizli tüm güçler. Kendisine tapınılan gizli güçler. Eşyanın vehmedilen ya da gerçek gizli güçleri anlamına gelir. Ki tarih boyunca bazı insanlar, bazı toplumlar bir takım eşyanın gizli güçleri olduğunu vehmetmişler. Bu evhamlarına tapınmışlar. Yada gerçekten görünmeyen varlıklara tapınmışlar. Meleklere tapınmaları da bu cümledendir aslında. Onlara tanrısal nitelikler yakıştırmışlar.

İşte burada bu dile getiriliyor. Belki bölge halkının içerisinde tefsirlerimizde nakledilen bazı rivayetlere bakılırsa cinlere özel olara tapan kabileler var. Özelde onlar dile getiriliyor. Ama hayır bu bölgeselleştirilecek bir şey değil, bu her çağda insan bilinmeyen güçlere karşı, Allah’a karşı duyması ve beslemesi gereken hisleri besliyor olabilir. Onların hepsi bu ayetin kapsamında değerlendirilmeli.


Devam ediyor E sayfasına geçiniz.
135. videoyu toplu olarak BURADA bulabilirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder