5 Şubat 2013 Salı

İslamoğlu Tef. Ders. SEBE (02-06) (134-B)



A sayfasından devam

2-) Ya'lemu ma yelicü fiyl Ardı ve ma yahrucü minha ve ma yenzilü mines Semai ve ma ya'rucü fiyha* ve HUver Rahıymul Ğafûr;

Arza (bedene - yeryüzüne) gireni ve ondan çıkanı; semâdan inzâl olanı (bilinçten açığa çıkanı) ve ondaki (boyutsal yükselişi) urûc edeni bilir... "HÛ"; Rahıym'dir, Ğafûr'dur. (A.Hulusi)

02 - Yere ne giriyor ve ondan ne çıkıyor, Gökten ne iniyor ve ona ne çıkıyor hepsini bilir, hem o, öyle rahîm, öyle ğafûr. (Elmalı)


Ya'lemu ma yelicü fiyl Ardı ve ma yahrucü minha ve ma yenzilü mines Semai ve ma ya'rucü fiyha toprağa giren ve oradan çıkan her şey, yine gökten inen ve oraya yükselen her şeyi O bilir. Maddi manevi uruç ve nüzul, Ref ve hubud, iniş ve çıkış, geliş ve gidiş, organik ve inorganik her türlü oluşum ve çözülüş, oluş ve bozuluş. Toprağa düşen bir çekirdek, çekirdeğin ağaca dönüşmesi, ağaçtan düşen bir meyve, meyvenin toprak olması, yeniden tohuma durması yeniden büyümesi ve bu müthiş dönüş, bu müthiş seremoni İşte bu.

Varlığın kendi içinde ki muhteşem dönüşümü ve bütün bunların sadece maddeden değil aynı zamanda manevi bir boyuta da sahip olması. İnen vahiy, çıkan ibadet. İnsandan yükselen dua, Allah’tan ona inen icabet. çıkan can, inen ölüm. İşte bütün bu ilahi link, ve bu linkin sürekli, deveran etmesi. Aslında varlık nedir deseniz, iniş ve çıkıştır. Yükseliş ve iniştir. Dua ve vahiydir. İbadet ve nüzûldür. Çoğaltın gitsin derim. Bu manada varlık diyalogdur. Diyalog, yani mutlak varlığın mukayyet varlığa yönelmesi, Allah’ın mahlukata ve mahlukatın bu yönelişe cevap vermesidir.

Gül açarak verir bu cevabı, insan kulluk ederek, su akarak, bulut yağmura dönüşerek verir bu cevabı. Her şey kendi dilince verir ve bu cevaba Kur’an tespih der. Varlığın konulduğu yerde görevini yapması. Yani ilahi nüzule kendi dilince tesbih ve hamd etmesidir. İşte burada da bu dile getiriliyor.

 ve HUver Rahıymul Ğafûr ne ki merhametin kaynağı olan da, bağışlaması sınırsız olan da yine O dur. Rahmet ve bağış nihai belirleyicidir işte burada olduğu gibi. Hamdin karşılığı rahmet, tevbenin karşılığı ise ğufran, yani bağıştır. Burada insanoğluna özelde hatırlatılan yere giren ve yerden çıkan, göğe yükselen ve gökten ineni bilir, belki özel olarak şudur; eylemleriniz göğe yükselen, bu eylemlere karşılık Allah’ın yarattıkları da yere inendir. Yani ey insanoğlu gökten inen takdiri, göğe çıkan eylemin belirliyor. Doğru eylemler ortaya koy, doğru mektuplar gönder ki, o mektuplara sevineceğin cevaplar alasın. Rabbine doğru eylemlerle niyazda bulunki onlara sevineceğin karşılıklar alasın. Belki çıkan ve ineni çok özel bağlamda insan eylemi ile sınırlı olarak öyle anlarız ki Miraç hadislerinden birinde de Resulallah Cibril’e şöyle soruyordu;

- Ya Cibril bu çıkan ne? Bu inen ne?

- Ya Muhammed bu çıkan insanlığın eylemleri, bu inen de o eylemlere anında yaratılan karşılıklar. Diyordu.

Onun için bu çıkan ve inenin sonunda ve HUver Rahıymul Ğafûr diye bitmesi Allah’ın çıkanların çirkinliğine rağmen yine de insanoğlundan rahmet ve bağışını esirgemeyeceğinin bir ifadesi.


3-) Ve kalelleziyne keferu lâ te'tiynes sa'atü, kul bela ve Rabbiy lete'tiyenneküm 'Alimil ğayb* lâ ya'zübü anhü miskalü zerretin fiys Semavati ve lâ fiyl Ardı ve lâ asğaru min zâlike ve lâ ekberu illâ fiy Kitabin mubiyn;

Hakikat bilgisini inkâr edenler: "O saat (ölümle hakikati fark etmek) bize gelmeyecek" dediler... De ki: "Hayır, gaybı bilen Rabbime yemin ederim ki elbette size gelecektir! Semâlarda ve arzda zerre ağırlığınca bir şey dahi O'ndan gizli kalmaz! (Hatta) ondan daha küçük ve daha büyük (ne varsa o da) Kitab-ı Mubiyn'dedir (apaçık kitap olan fiiller âleminde)." (A.Hulusi)

03 - Küfredenler ise «bize o saat gelmez» dediler, de ki hayır, rabbim hakkı için o size behemehal gelecek, gaybı bilen rabbim ki ondan Göklerde ve Yerde zerre miktarı bir şey kaçmaz, ne ondan daha küçüğü, ne de daha büyüğü, hepsi mutlak bir «kitabı mübîn» dedir. (Elmalı)


Ve kalelleziyne keferu lâ te'tiynes sa'ah küfürde direnenler kıyamet saati asla gelip de bizi bulamaz, bulmayacak dediler.

Ya tabiata tanrılık atfı, ya da insanı sıradan bir canlıya indirgeyerek tüm değer ve anlamından soyutlanması. Budur aslında. Yani ölümden sonra bir hayatın olmadığını iddia etmek, insanın değerine hiçbir şey kazandırmaz, aksine insanı sıradan bir canlı derecesine indirir. Yani bir solucan, bir böcek, bir haşarat, bir sinek derecesine, insan canlılarla canı paylaşır. Eşya ile fiziki varlığını paylaşır. Ama paylaşmadığı ve kendine ait bir ruhu var Akıl işte onun bir ışığı, yansıması, bir iradesi var. İradeli ve akıllı bir varlık olan insanı siz nasıl sineklerle aynı akıbete indirgersiniz. Onun için ahireti inkar, insanın kendi değer ve şerefine yaptığı en büyük hakarettir.

kul bela ve Rabbiy lete'tiyenneküm de ki hayır rabbime and olsun ki o mutlaka gelip sizi bulacaktır. Mutlaka ölüm gelip sizi bulacaktır, mutlaka bir gün dirilecek ve yaptıklarınızın hesabını sorulacağı bir gün gelecektir. ‘Alimil ğayb O idraki aşan hakikatleri de bilendir.

Bu böyle de okunur, ğalimil ğayb yani rabbinin sıfatı olarak da okunur. Ki elimizde ki Mushaf bu okuyuşa göre tercihte bulunmuş. Bu manayı alırsak, bu okuyuşu esas alırsak o zaman insan idrakini aşan, her şeyi bilen Rabbim hakkına, rabbime and olsun ki o gün mutlaka gelecektir manasına kavuşur.

lâ ya'zübü anhü miskalü zerretin fiys Semavati ve lâ fiyl Ard göklerde ve yerde zerre kadar bir şey bile O’nun bilgisinden, Allah’ın ilminden kaçıp kurtulamaz. Asla gayb olamaz. Yani gayb, insan içindir, Allah için değil. İdrakinizi aşan gerçeklikler vardır, fakat bu gerçeklikler Allah’a ayandır. Siz parçayı görüyorsunuz ama O bütünü görüyor. Onun için O’nsuz yapamazsınız ve sizin doğru bildiğiniz öyle şeyler vardır ki bütünü gören onun yanlış olduğunu bilir. Onun için parçanın nerede durması gerektiği konusunda son görüş Allah’tan alacağınız görüştür. O nedenle rabbiniz olmadan yapamazsınız, O’nun yardımı olmadan, yol göstermesi olmadan, hidayeti olmadan doğruyu ve yanlığı ayıramazsınız.


ve lâ asğaru min zâlike ve lâ ekberu illâ fiy Kitabin mubiyn ister bundan daha küçük olsun, ister daha büyük hepsi apaçık bir fermanda bir bir kayıtlıdır.

Bu ayetin son cümlesi insanın hesap vermekten kaçamayacağını ifade ediyor aslında. İlahi denetimin mutlaklığına atıf yapıyor. İlahi bilginin mutlaklığına atıf yapıyor. Yani, ey insanoğlu böyle bir rabbin denetiminden kaçınacağını mı sanıyorsun. Ahirete inanmaman aslında senin içinde büyük bir kayıp bunu bilirsin. Yani insanın kendi akıbetine toprak değeri biçmesi, öncelikle kendine yönelik bir tehdittir, kendine yönelik bir aşağılamadır. Fakat bunu niçin yapar insanoğlu? Belli, sorumluluktan kaçmak için, hesaptan kaçmak için. Neden hesaptan kaçar? Hesabını verecek bir hayatı yaşamak istemez.

Evet bu aslında insanoğlunun adam olmaktan kaçmasıyla eşdeğerdir. Kendinden kaçmasıyla eş değerdir. Kendine yabancılaşma böyle bir sürecin sonunda gelir. Kendine yabancılaşan kendisiyle nasıl barışık olabilir. Kendisiyle barışık ve tanışık olmayan, kiminle barışık olabilir.


4-) Liyecziyelleziyne amenû ve amilussalihat* ülaike lehüm mağfiretün ve rizkun keriym;

İman edip imanının gereğini uygulayanları cezalandırması içindir (bu)! İşte onlar için mağfiret ve kerîm yaşam gıdası vardır. (A.Hulusi)

04 - çünkü iman edip iyi ameller işleyenlere mükâfat verecek, işte onlar için bir mağrifet ve bir «rızkı kerîm» var. (Elmalı)


Liyecziyelleziyne amenû ve amilussalihat bunu niçin böyle yaptı Allah; Ki böylece O iman eden ve salih amel işleyenleri ödüllendirecektir. Yani Ahiretin varlığının sebebi burada açıklanıyor. Ahiretin varlığı kısaca adalet içindir. Eğer ilahi adalet diye bir şey varsa, var olacaksa, ahiret var olmak zorundadır. Ki suyu getirenle testiyi kıran bir tutulmasın. Böyle bir dünya suyu getirenle testiyi kıranın bir tutulduğu bir dünya, iyi ve kötünün, güzel ve çirkinin, doğru ve yanlışın, hak ve batılın farkı kalır mıydı. Bunların farkının kalmadığı bir dünyada iyi olmanın gerekçesi ne olabilirdi. O zaman ahlaki davranışın zemini olur muydu.

ülaike lehüm mağfiretün ve rizkun keriym işte böylelerini tarifsiz bir rızık. Buradaki rizkun kelimesinde ki nekiralık, yani belirsizlik, onun tarifsiz, hatta limitsiz bir rızık olduğunu gösterir. Yani sınırsız bir rızık ve tarifsiz bir bağış. Yani akıl fikir ermez genişlikte bir bağış beklemektedir.


5-) Velleziyne se'av fiy âyâtiNA mu'aciziyne ülaike lehüm azâbü min riczin eliym;

İşaretlerimizi geçersiz kılmak için koşuşturanlara gelince, işte onlar için riczten (pislik, vehim) kaynaklanan feci bir azap vardır! (A.Hulusi)

05 - Âyetlerimizi hükümsüz bırakmak için yarışanlar, onlar için de pislikten öyle bir azâb var ki elîm. (Elmalı)


Velleziyne se'av fiy âyâtiNA mu'aciziyn ama mesajlarımızı amacından mahrum bırakmak için çaba gösterenler, onlara gelince, yani mu’aciziyn aciz bırakmak. Bu sanırım amaçla ilgili bir şey olsa gerek. Allah’ın vahyini amacından aciz bırakmak, amacından uzaklaştırmak. Vahyin amacı nedir? Hayatın yeniden inşasında insana kılavuzluk etmek. İnsanın aklını, tasavvurunu şahsiyetini inşa etmek. Bu inşadan vahyi mahrum bırakmak, onu amacından mahrum etmektir.

Onlara gelince ülaike lehüm azâbü min riczin eliym işte böylelerini de bu çirkinlikten dolayı acıklı bir azab beklemektedir. Acıklı bir azab.

Vahyi amacından mahrum bırakmak isteyenleri, ki bırakanları diyemeyeceğiz çünkü buna güçleri yetmez. Ama buna çaba gösterenler aslında insanı mutluluğundan mahrum edenlerdir. Bunun anlamı bu. Allah insan diyalogunu kesmenin vebalini düşünebiliyor musunuz. Allah ile insanın diyalogu kesilirse, bağlantısı koparsa bundan kimin ne çıkarı olur, buna kim sevinir, niçin sevinir, niye sevinir hiç düşündünüz mü? Bir düşünün.

Burada azab kelime anlamına yönelerek terk etmek, mahrum bırakmak anlamına yakın bir anlam taşıyor olsa gerek ki zaten mahrum bırakılan, yani vahyi amacından mahrum bırakmaya çaba gösteren vahiyden ve hidayetten mahrum bırakılır. Bu da bir azabdır, hem de azabın en büyüğü dünyada ki azabın en büyüğü.


6-) Ve yeralleziyne utül ılmelleziy ünzile ileyke min Rabbike "HU"vel Hakka, ve yehdiy ila sıratıl 'Aziyzil Hamiyd;

Kendilerine ilim verilenler, Rabbinden sana inzâl olunanın Hakk'ın ta kendisi olduğunu ve Aziyz, Hamiyd'in, Hakikatine erdirme yoluna yönlendirdiğini görürler. (A.Hulusi)

06 - Kendilerine ilim verilmiş olanlar ise sana rabbinden indirileni görüyorlar ki o mahzâ hak, ve o izzetine nihayet olmayan sahip ham din yolunu gösteriyor. (Elmalı)


Ve yeralleziyne utül ılmelleziy ünzile ileyke min Rabbike "HU"vel Hakk ama bilginin amacını kavrama yeteneği ile donatılmış olanlar. Yani ‘Utül ilm, sadece bilgi sahipleri diye çevirmek yerine bilginin amacını kavrama yeteneği ki zaten ‘ılm bu manada veri ve data anlamına gelmez, malumat anlamına gelmez. Veriyi datayı, malumatı hikmete çeviren dönüştüren kişi bilgiye sahiptir. ‘ılm bu manada alametten gelir, ‘ılm bilginin maksat ve illetini kavramış insan alimdir bu anlamda.

Evet bu yetenekle donatılmış olanlar rabbinden sana indirilmiş olanın hakikatin ta kendisi olduğunu görmektedirler. "HU"vel Hakk gerçeğin ta kendisi olduğunu ancak bilginin maksadını kavrayanlar görür. El Hakk amaçlılığa atıf, gerçek amaç, vahyin gerçek amacı,varlığın gerçek amacı, yaratılışın gerçek amacı, her şeyin gerçek amacına bir atıf burada.

ve yehdiy ila sıratıl 'Aziyzil Hamiyd ve o yüceler yücesi, O tüm övgülere layık olanın yolun yönelteceğini de bilir bilen biri. Vahyin böyle bir yöneltici misyonu olduğunu da bilir. Doğru yola yöneltenin vahiy olduğunu, vahyin amacının bu olduğunu da çok iyi bilir.

Sırat-ı Müstakıym bu işte vahiy yol haritası. İnsanın hayatı kullanım kılavuzu. Hayatınızı nasıl kullanacaksınız, hayat size verilmiş bir imkan. Bu imkanı eğer kötü kullanırsanız, bir daha kullanamayacaksınız. Bir tek imkan eğer kötü kullanırsanız, size tanınmış bir imkanı heba edeceksiniz iflas edeceksiniz. Kötü kullanmayalım diye bir tek açılmış bu krediyi doğru kullanalım diye verilmiş bir kullanım kılavuzudur vahiy.


Devam ediyor C sayfasına geçiniz.
134. videoyu toplu olarak BURADA bulabilirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder