6 Şubat 2013 Çarşamba

İslamoğlu Tef. Ders. SEBE (07-10) (134-C)

B sayfasından devam

7-) Ve kalelleziyne keferu hel nedüllüküm alâ racülin yünebbiüküm izâ muzzıktum külle mümezzekın, inneküm lefiy halkın cediyd;

Hakikat bilgisini inkâr edenler dedi ki: "Unufak toz olduktan sonra, kesinlikle siz yeni bir yaratılışta olursunuz, diyerek Nebilik iddia eden bir adamı size gösterelim mi?" (A.Hulusi)

07 - Böyle iken o küfredenler şöyle dediler: size bir adam gösterelim mi ki tamamen didik didik didiklendiğiniz vakit muhakkak siz, yeni bir hilkat içinde bulunacaksınız diye size Peygamberlik ediyor? (Elmalı)


Ve kalelleziyne keferu hel nedüllüküm alâ racülin yünebbiüküm izâ muzzıktum külle mümezzekın, inneküm lefiy halkın cediyd öte yanda inkara saplanmış olanlar yandaşlarına, dostlarına, arkadaşlarına derler ki; siz param parça olup dağıldıktan, toz toprağa bulandıktan, kemikleriniz ufalandıktan sonra size yeniden yaratılacağınızı haber veren bir adam gösterelim mi. Sanki çok garip bir şeymiş gibi polemik yapmaya kalkarlar. Yani çok önemli bir şeyi haber verecekmiş havası içerisinde aslında gülünç olurlar. Kendi değerlerini yok eden, kendi değerlerini beş paralık eden, öldükten sonra dirilmeme düşüncesinin prim yapacağı gibi bir saflık, bir zavallılık içerisindedirler.


8-) Eftera alellahi keziben em Bihi cinnetün, belilleziyne lâ yu'minune Bil ahireti fiyl azâbi ved dalâlil be'ıyd;

"(Acaba o adam) Allâh'a atfen bir yalan mı uydurdu yoksa onda bir cinnet mi söz konusu?" (dediler)... Tam tersine, sonsuz gelecek yaşamlarına iman etmeyenler, azap ve (hakikatten) uzak düşmüş bir sapma içindedirler. (A.Hulusi)

08 - Bir yalanı Allaha iftira etmekte mi? Yoksa kendisinde bir cinnet mi var? Hayır doğrusu o Âhirete inanmayanlar uzak bir dalâletle azâb içindeler. (Elmalı)


Eftera alellahi keziben em Bihi cinne ve devam ederler o tipler o uydurduğu yalanı Allah’a isnat mı etti, yoksa cinnet mi geçirdi. belilleziyne lâ yu'minune Bil ahireti fiyl azâbi ved dalâlil be'ıyd hayır, asıl ahirete inanmayanlar can yakıcı bir terk edilmişliğe. Azabı kelime anlamı olarak terk edilmişlik olarak çevirmem burada daha uygun olsa gerek, çünkü dalâl dünyada anlamlıdır ahirette sapmadan söz edilemez. Sapmak dünyada, daha hayatta iken anlamlı bir şey. Onun için buradaki ‘azab da mutlaka dünyada, Elmalılı üstadımızın da isabetle ifade buyurduğu gibi vicdan azabının en maksimum olanına tekabül etse gerektir ki zaten bu ‘azab aynı zamanda vahye sırt dönmüş bir ferdin, ya da toplumun akıbetini bekleyen ahlaki çözülme, çürüme ve yıkılmadır ki bu sureye adını veren Sebe uygarlığı da zaten bu ibret olarak nakledildi.

Onlar işte can yakıcı bir terk edilmişliğe ve en uç noktada bir sapıklığa ved dalâlil be'ıyd en uç noktada bir sapıklığa mahkum olacaklar.


9-) Efelem yerav ila ma beyne eydiyhim ve ma halfehüm mines Semai vel Ard* in neşe' nahsif Bihimül Arda ev nüskıt aleyhim kisefen mines Sema'* inne fiy zâlike leayeten likülli abdin müniyb;

Önlerinde ve arkalarında (gelecekte ve geçmişte), semâdan ve arzdan (bilinç ve bedenen) neler olduğunu görmediler mi? Eğer dilesek onları arza batırırız (bedensellikte boğarız Esmâ'mızdan açığa çıkan bir şekilde) yahut üzerlerine semâdan parçalar düşürürüz (düşüncelerini alt - üst ederiz)! Muhakkak ki bunda (hakikatine) yönelen her kul için elbette bir işaret vardır. (A.Hulusi)

09 - Ya Gökten ve Yerden önlerindekine ve arkalarındakine bir bakmazlar mı? Dilersek kendilerini Yere geçiriveririz, yahut Gökten üzerlerine parçalar düşürüveririz hakikaten onda inâbe edecek (hakka gönül verecek) bir kul için şüphesiz bir âyet vardır. (Elmalı)


Efelem yerav ila ma beyne eydiyhim ve ma halfehüm mines Semai vel Ard onlar yerden ve gökten ne kadarını önlerine serdiğimize, ne kadarını da kendilerinden gizlediğimize de bakmazlar mı.

Pozitivist ve rasyonalist yaklaşımları ret. Aslında bu ibareyi şöyle de belki çevirebiliriz. Efelem yerav, onlar görmezler mi ila ma beyne eydiyhim ve ma halfehüm mines Semai vel Ard gökten ve yerden önlerine ve arkalarına koyduğumuz, yani 5 duyu ile kavradıkları ve kavrayamadıkları şeyleri görmezler mi,bakmazlar mı, gözleri kör mü manasını da verebiliriz. Bu mana verirsek şu anlam kendiliğinden ortaya çıkar;

Gördüklerinizden ibaret değil bu içinde yaşadığınız tabiat bile. Bir de görmediğiniz var. Oraya yönelin, gördüklerinizden yola çıkarak görmediklerinizi de algılamaya çalışın. Akıl yoluyla, aklı selim yoluyla onları da keşfetmeye çalışın ve belki bu keşifte size kılavuzluk edecek bir numaralı unsur iman olacaktır. Çünkü görmediğiniz şeylerin varlığını önce iman eder bilirseniz, bu iman sizi onların bilgisine teşvik eden bir enerji olacaktır. Dolayısıyla öncelikle her şeyin gördüğünüzden müteşekkil olduğu düşüncesine itibar etmemeniz gerekiyor. Ki pozitivist ve rasyonalist yaklaşımları rettir bu ayetin söylediği.

Bilinen bilinmeyene göre devede kulak. Hz. Ali’nin ifadesi ile; Bilmediklerimi ayağımın altına koysaydım başım göğe değerdi. Diyor ya. İnsanın maddi dünya ile bilgileri dahi çok sınırlı. Yani burada yer ve gökten söz ediliyor. Yerle ilgili bilgilerimizde dahi görmediğimiz çok büyük bir miktar var. Böyleyse eğer fizik dünya ile bilgilerimiz dahi sınırlıysa, ya metafizik dünya ile ilgili bilgilerimiz, ve ya ahiretle ilgili bilgilerimiz. Belki bizi buraya bu noktaya getirmek istiyordu ayet. Yani daha içinde yaşadığınız şu dünyanın dahi bir çok şeyini görmüyor bilmiyorsunuz, ahiretin mi keyfiyetini iyice anlayıp bilmeye kalkıyorsunuz. O zaman iman etmekten başka çıkar yolunuz yok. Onun için aklınızın kapasitesi sınırlı. Aklınızı aşan gaybi alanda, metafizik alanda mutlaka imanınızla yol alırsınız. Bu anlamda ahirete  iman şart. İşte bunu ima ediyor.

[Ek bilgi; Bilim dünyası 5’ten çok daha fazla duyumuz olduğu konusunda ısrarlı. Şimdilik 21 duyu üzerinde karar kılındı. Bu konuda hemen herkes hemfikir. Ancak çeşitli görüşlere göre bu sayı 33’e kadar uzanıyor. New Scientist Dergisi, duyular konusunu geniş bir dosya olarak ele aldı ve bilim dünyasında üzerinde tam veya yarım fikirbirliği içinde olunan yeni duyularımızın hem listesini yayımladı hem de fonksiyonları hakkında geniş bilgi verdi…..



in neşe' nahsif Bihimül Arda ev nüskıt aleyhim kisefen mines Sema' eğer biz dileseydik onları yerin dibine geçirir, ya da göğü başlarında paralardık. Bu dehşet bir ilahi uyarı tehdit. Eğer Allah korumazsa insanoğlu şu yeryüzünde öyle sürpriz tehlikelere açık ki, bir meteor, bir gök cismi, eksendeki küçük bir kayma, yeryüzünün dönüş eksenindeki, ay dünya, dünya güneş, dünya mars gibi yakın uydu ve gezegenler ve yıldızlar arasında ki mesafelerde ki küçük bir oynama, yeryüzünde ki şu hayatı silip süpürmeye yeter ve artar. Hayatın kısmen ya da tamamen bitirecek, yer yüzünün varlığını yol edecek o kadar çok tehlikeye açığız ki. Bunu garanti edecek bir tek varlık var. O da Allah.

Yer yüzünün bir bölgesinde kurulmuş küçük bir iktidar süper güçlük davasında bulunsa bile neye yarar. Böylesine kozmik tehdit ve tehlikelere açık, Allah’ın muhafazası olmasa, her an üzerinde ki hayat yok olmakla karşı karşıya bir gezegende insanoğlu Allah’a baş kaldırıyorsa, kıytırık bir iktidarla. Bu nasıl bir şeydir. Bu nasıl bir küstahlıktır. Aslında bizi düşünmeye davet ettiği şey bu ayetin. Hangi garanti, hangi iktidar garantilidir ki bu manada. Ve tabii önüne getirilip bırakıldığımız noktadan itibaren örneklerini ve modellerini de verecek.

 inne fiy zâlike leayeten likülli abdin müniyb şüphe yok ki bütün bunlarda Ona yönelen her bir kul için mutlaka alınacak bir ders vardır.

Kendinse yönelen kullara verdiği lütfa Davud’un kurduğu adalet ve görkemli devleti örnek veriyor rabbimiz İşte şimdi ona geldi sıra.


10-) Ve lekad ateyna Davude minna fadlâ* ya cibalü evvibiy meahu vettayr* ve elenna lehül hadiyd;

Andolsun ki Davud'a bizden bir lütufta bulunduk. "Ey dağlar (benlik sahipleri), Onunla beraber beni tespih edin ve de kuşlar (ilimle seyredenler)!" Onun için, keskin (demir leblebi olan gerçeği) olanı (hakikate imanı) yumuşattık. (A.Hulusi)

10 - Şanım hakkı için Davud’a bizden bir fadıl verdik: ey dağlar çınlayın onunla beraber ve ey kuşlar! dedik ve ona demiri yumuşattık. (Elmalı)


Ve lekad ateyna Davude minna faldân doğrusu biz Davud’u da katımızdan işte bu nedenle ödüllendirmiştik. Unutmayalım bir önceki ayet abdin müniyb kendisine yönelen kullardan söz ederek bitmişti. Burada ki imada aslında Hz. Davud’un tevbesine, Allah’a yönelişine dolaylı bir imadır ki Sâd/24. ayetinde  Hz. Davud’un Allah’a yönelişi ve tevbesi dile getirilir.

ya cibalü evvibiy meahu vettayr ey dağlar onun sesine ses katın ve siz ey kuşlar siz de öyle yapın. İlginç değil mi? dağlar ve kuşlara bir hitap, ilahi bir hitap. Mezmurlarda ey dünya titre diyordu.

Evet, tabiatla deruni bir diyaloga girmek aslında söylenen bu. Hz. Davud’un sesine ses katan dağlar, Hz. Davud’un sesine yankı veren dağlar ve kuşlar, ovalar, yerler ve gökler. Aslında insanla tabiat arasındaki diyalogu simgeliyor. Ey insanoğlu öyle bir ses ver ki dağlar sesine ses katsın, yankı yapsın, şahit olsun. Zaten dağlar ve taşlar, yerler ve gökler Allah’ı kendi dillerince tesbih ediyor. Ey insanoğlu bu ilahi koroya sen de katıl, sen de bu ilahiyi söyle, bu ilahi şarkıya eşlik et ki dağların sesine ses katasın, sen de çatlak ses çıkarmayasın.

Aslında burada aklımıza geliyor mu Resulallah’ın sanki bir dostu ziyaret eder gibi Uhud dağını ziyaret etmesi ve kendisine bunu şaşkınlıkla karşılayanlara şöyle demesi;

- Uhudun cebelun yuhibbuhu ve yuhibbuha.! Uhud bir dağdır, biz onu severiz o da bizi sever.

Yani dağdır amma aramızda bir sevgi vardır, bir muhabbet vardır. Bu dağa canlı gibi muamele etmektir. Bu dağla diyaloga girmektir. Allah insanla diyaloga girmeye tenezzül ediyor da ey insan sen dağla diyaloga geçmeye neden tenezzül etmiyorsun. O zaman okuyacaksın onu bir ayet olarak. Ayat-ı kainat olarak okuyacaksın, kainat kitabının bir ayeti olarak.

Resulallah bir gün, Ebu Davud naklediyor; Yağan yağmura eteğini tutmuş bile bile ıslanmasına göz yumuyordu. Sahabe etrafındaki dostları anlayamadılar, ne yapıyorsun ya Resulallah dediler. Cevabı gerçekten bugün çevreciyim diyenlerin aklını dumura uğratacak cinsten, şaşırtacak cinsten.

- Onun Allah ile olan sözleşmesi benden daha yeni ondan istifade ediyorum.

Yağmura böyle bakmak, hiç böyle baktınız mı?

Bir dağa çıktığında Resulallah şahadet namazı kılar, yani onun tanık olması için namaz kılardı. Siz de tabiata böyle, bu gözle bakmayı denediniz mi? İşte bu. Aslında Davud’un sesine ses katan dağlardan söz eden ayet, kuşlardan söz eden ayet bu varlığın toptan bir ilahiyi söylediğini dile getiriyor, başka bir şey değil.

 ve elenna lehül hadiyd dahası biz ondaki bütün katılığı ve sertliği yumuşattık.

Lafzen demiri yumuşattık. Çünkü hadiyd lafzen demir manasına gelir ama, Kâf/22. ayetinde demir manasına gelmez. Hadiyd kullanılır, fakat mecazi anlamı verilir. Orada demir, keskin bakış manasına kullanılır. Onun için Arapçada demir sert mizaç, keskin ve katı tavır anlamına gelir. Burada Kur’an da kullanıldığı her iki anlamıyla da anlamak mümkün. Ama bir peygamber için fiziki bir anlama yormaktan daha çok ahlaki bir alanda anlamak daha doğru olsa gerektir. Onun için biz ondaki sertliği yumuşattık manası müreccah (Tercih edilen) bir mana olsa gerek.


Devam ediyor D sayfasına geçiniz.
134. videoyu toplu olarak BURADA bulabilirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder