20 Haziran 2012 Çarşamba

İslamoğlu Tef. Ders. ENBİYA (009-018)(101-C)


B sayfasından devam

9-) Sümme sadaknahümül va'de feenceynahüm ve men neşau ve ehleknel müsrifiyn;

Sonra Onlara bildirimimizi gerçekleştirdik; Onları ve dilediğimiz kimseleri kurtarıp, müsrifleri helâk ettik. (A.Hulusi)

009 - Sonra onlara olan vaade sadık olduk da kendilerini ve dilediklerimizi necata çıkarıp müsrifleri helâk ettik. (Elmalı)


Sümme sadaknahümül va'd neticede biz onlara da verdiğimiz sözü tuttuk. feenceynahüm ve men neşau ve ehleknel müsrifiyn bunun sonucunda onları ve dilediklerimizi kurtarıp Hayatlarını amaçsızca harcayanları da helak ettik.

Müsrifiyn; burada hayatını bozuk para gibi harcayanlar. Hani bir başka ayette;

Kul ya 'ıbadiyelleziyne esrefu alâ enfüsihim.. (Zümer/53) buyrulur ya. De ki ey kendilerini boşuna harcayan, israf eden kullarım. lâ taknetu min rahmetillâh. Allah’ın rahmetinden umut kesmeyin diye devam eder ya ayet. İşte o ayette olduğu gibi esrefu alâ enfüsihim kendi kendilerini harcayanlar, insanın hayatta yapabileceği en büyük savurganlık, en büyük israf kendini harcamak olmalı. Çünkü insanın sahip olabileceği en büyük sermaye kendisidir. İşte bu ayette ima edilen hakikatte budur.


10-) Lekad enzelna ileyküm Kitaben fiyhi zikruküm* efela ta'kılun;

Yemin olsun ki, size, içinde zikriniz olan (hakikatinizi HATIRLATAN) BİLGİ inzâl ettik! Aklınız almıyor mu? (A.Hulusi)

010 - Şanım hakkı için size bir kitap indirdik ki bütün şanımız onda? hâlâ akıllanmayacak mısınız? (Elmalı)


Lekad enzelna ileyküm Kitaben fiyhi zikruküm doğrusu biz size içinde zihninizi inşayı amaçlayan uyarılar olan bir mesaj indirmiş bulunuyoruz.

Evet; zikrikum diyor. Zikr; tüm vahiylerin ortak sıfatıdır, tüm vahiylerin. Sadece Kur’an a has değil. Aslında Kur’an ın sıfatı değildir, vahyin sıfatıdır zikr. Neden zikr, ve neden bu kadar sık. Hatırlamak ve hatırlatmak anlamına gelen bu sözcük elbette ki unutulan bir şey için kullanılıyor. Haddi zatında Ragıp El Isfahani’nin Muhalled eserinde bu sözcüğe çok güzel bir tahlil getirmiş, diyor ki; Ya hafızaya kayıt, ya da önceden kayıtlı olan bir bilgiyi hatırlama anlamına gelir. Yani ya kayıtlı olmayan bir şeyi kaydetmek, sıfırdan kaydetmek için, ya da önceden kaydedilmiş ama altta kalmış, üzerine perde çekilmiş küfür, örtmek demektir. Örtülmüş bir bilgiyi yeniden üste çıkarmak için.

O da 2 ye ayrılır kendi içinde diyor üstad;

1 – unutmadan dolayı hatırlatmak,

2 – Kalıcı olsun diye, unutmadığı halde hatırlatmak.

İkisi de inşadır aslında değil mi. 2.si de inşadır. Vahiy ilahi bir inşa projesidir derken işte bunu kastediyoruz ve burada da zikrükum ibaresini zihninizi inşayı amaçlayan biçiminde çevirdim. Çünkü zikr; fıtratta, yaratılıştan fıtrata yerleştirilmiş olanın ortaya çıkarılmasıdır. Yani alt yapının ortaya çıkarılıp üst yapıyla birleşmesidir. Alt yapıyı cıvata üst yapıyı somun kabul edin. Eğer üst yapı alt yapıya uygun olmazsa inşa, kontrüktif olan inşa. Kognitif olan, önceden verilmiş olan o alt yapıya, fıtrata uygun olmazsa hem somun yalama olur, hem de cıvata. Yani fıtratı da bozar, onu da mahveder. Onun için vahiy üst yapı inşa eder insanda. Fıtrat ise alt yapı. Alt yapı ilahi formattır, peşinen verilmiştir, peşinen inşa edilmiştir.

Yapılandırmadır. İlahi yapılandırma. O ilahi alt yapı üstüne doğru bir üst yapı kurduğunuzda ebedi mutluluk sağlanır ve insan kendisi ile barışık olur. Tabii ki çevresi ile tabiatla, diğer insanlarla ve Allah ile de barışık olur. İşte vahiy insanın zaten ilahi olan alt yapısı üzerine bir üst yapı, ona uygun bir üst yapı inşa etmek için gönderilmiştir. Hatırlatma da bunun içindir. Yani senin özün fıtrattır. Allah’ın sana verdiği saf ve temiz tabiat, pırıl pırıl bir zemin. Bu zeminin üzerine doğru bir inşa gerçekleştirmek için doğru bir plan, doğru bir proje olması lazım. İşte vahiy bu projenin ta kendisidir.

efela ta'kılun şu halde hala aklınızı başınıza toplamayacak mısınız. Almayacak mısınız. Yani vahye göre bir üst yapı kurmayacak mısınız. Yani hayatınızı vahye değil de başkalarına mı inşa ettireceksiniz, yani Allah’ın çaktığı o çiviyi çıkarmak için, ya da tahrif etmek yalama etmek için hoyratların eline mi bırakacaksınız kendinizi. Akıllanmayacak mısınız diyor.


11-) Ve kem kasamna min karyetin kânet zâlimeten ve enşe'na ba'deha kavmen aharin;

Zâlim olan nice bölgeyi kırıp geçirdik ve onlardan sonra başka halklar inşa ettik. (A.Hulusi)

011 - Halbuki biz zulmetmekte olan nice memleket kırdık geçirdik, ve arkasından diğerlerini başka bir kavim olarak neşet ettirdik. (Elmalı)


Ve kem kasamna min karyetin kânet zâlimeten üstelik biz zulümde ısrarcı olan nice beldeleri kırıp geçirdik. ve enşe'na ba'deha kavmen aharin ve bunun ardından onların yerine başka bir toplum ikame ettik.

Dokunulmaz toplum yok diyor bu ayet. Dokunulmaz toplum olma iddialarının tümünü çöpe atıyor. İşte biz atalarımızdan dolayı dokunulmayız, 3 kıtada at koşturduk, bu bizim defterimize yazılmış, artık kimsenin alamayacağı bir beratır. Onun için biz peşinen 1 – 0 galibiz. Ne yaparsak yapalım, ihanetimiz hangi boyutlarda olursa olsun İslam’a hizmet ettik, dokunulmayız diyorsa böyle bir anlayış, Yahudileşen İsrail oğullarının anlayışına dönüşür. Onun için bu tip anlayışların tümünü reddediyor.

Bu tarihin yasasıdır aslında  ..men yertedde minküm an diynihı fesevfe ye'tillâhu Bi kavmin..(maide/54) diyordu ya bir başka ayette Kur’an, kim onun hayat nizamına sırt çevirirse, Allah onun yerine, o toplumun yerine bir başka toplumu getirir. Evet, ..yuhıbbuhüm ve yuhıbbuneH.. onlar Allah’ı severler, Allah’ta onları sever. Devamı böyle devam ediyor.

Yine bir başka ayet; in yeşe' yüzhibküm ve ye'ti Bi halkın cediyd. (İbrahim/19)eğer isterse sizi insan soyu olarak, eğer Allah’ın size açtığı krediyi çarçur eder tüketirseniz, bitirirseniz ve size beslenen umudu yok ederseniz sizi siler süpürür, kökünüzü kazır, yüzhibküm ve ye'ti Bi halkın cediyd. Yerinize yepyeni bir cins, yepyeni bir varlık getirir, yaratılış getirir.

Evet, Allah’ın yardımı sabık olanın değildir dostlar, sadık olanındır. Yani kıdemli olanın değil, sadık olanındır. Sadık olursanız Allah’ın yardımını hak edersiniz.


12-) Felemma ehassu be'sena izâ hüm minha yerküdun;

Şiddetimizi hissettiklerinde bir de bakarsın, oradan kaçıyorlar! (A.Hulusi)

012 - Be'simizi hissettikleri vakit, hemen oradan üzengi tepiyorlardı, (Elmalı)


Felemma ehassu be'sena izâ hüm minha yerküdun ve onlar ne zaman ki bizim ezici gücümüzü hissettiler, işte o vakit hemen oradan kaçmaya, oradan sıvışmaya yeltendiler. Yani belanın ucunu görür görmez hemen o beladan kaçıp kurtulmak için tedbir düşünmeye başladılar.


13-) Lâ terküdu verci'u ila ma ütriftüm fiyhi ve mesakiniküm lealleküm tüs'elun;

"Kaçmayın; bolluktan şımardığınız yere, meskenlerinize dönün ki sorgulanasınız." (A.Hulusi)

013 - Yok, dedik: tepinmeyin, dönün o içinde şımartıldığınız şeylere ve meskenlerinize, ki sorguya çekileceksiniz. (Elmalı)


Lâ terküdu verci'u ila ma ütriftüm fiyhi ve mesakiniküm durun, durun kaçmayın. Haydi sizi küstahça şımartan konforlu yaşantınıza ve o konforlu konaklarınıza geri dönün bakalım. Niye kaçıyorsunuz. Ebedi istikbaliniz için onları kısa bir süreliğine terk etmiyordunuz hani. Şimdi niye kaçıyorsunuz.

Evet, azim çelişkiyi nasıl yakalamış vahit görüyorsunuz. İnsanoğlunun o dehşet çelişkisini. Ebedi istikbali için bir şeyler yapmayanlar geçici hayatlarının tehlikeye düştüğünü görünce bir ömür kazandıkları ve uğruna ömürlerini tükettikleri konforlarını nasıl terk edipte kaçıyorlar. İşte onu söylüyor.  

lealleküm tüs'elun her halde hesaba çekilecektiniz ne sanıyordunuz, hesaba çekilemeyeceğinizi mi sanıyordunuz. Diyor. Demek istiyor daha doğrusu.

Hayatı sorumsuzca yaşayanların sorumluluk bilinciyle hesap vermekten kaçınacaklarını ima ediyor Kur’an. Yani neden ahirete inanmadıklarını bazılarının. Onun arkasında yatan temel psikolojiyi çözüyor. O da hayatı sorumsuzca yaşamış. Nasıl hesap vermeye yanaşır. Hesap verecek bir hayat yaşamamış ki hesap vermeye inansın. Ahirete iman, hesap vermeye imandır. Beyimizse hesabı verilecek bir hayat yaşamamış. Onun içinde tabii ki hesaba inanmamayı tercih edecektir. Dünyevileşmiş akıl hesabı sevmiyor yani. Bunu öğreniyoruz.


14-) Kalu ya veylena inna künna zâlimiyn;

Dediler ki: "Yazıklar olsun bize! Gerçekte zulmedenlerden olmuşuz!" (A.Hulusi)

014 - Vay bizlere: bizler cidden zalimler idik dediler. (Elmalı)


Kalu ya veylena inna künna zâlimiyn onlar vah bize, diyecekler Şu kesin ki bizler hep zulümde ısrar ettik.


15-) Fema zalet tilke da'vahüm hatta cealnahüm hasıyden hamidiyn;

Onların bu iddiaları sürüp gitti... Tâ ki biz onları biçilmiş ekin ve sönmüş ateşe döndürene kadar. (A.Hulusi)

015 - Artık bütün davaları bu oldu kaldı, nihayet onları öyle yaptık ki biçildiler, söndüler. (Elmalı)


Fema zalet tilke da'vahüm hatta cealnahüm hasıyden hamidiyn ve onların bu yazıklanmaları biz kendilerini kökten biçilmiş ekin haline getirip ocaklarını söndürünceye kadar devam edip gidecek.


16-) Ve ma halaknes Semae vel Arda ve ma beynehüma lâ'ıbiyn;

Semâyı, arzı ve aralarındakileri oyuncak olarak halketmedik (çok büyük işlevleri vardır)! (A.Hulusi)

016 - Biz o Göğü ve Yeri oyunculuk etmek üzere yaratmadık. (Elmalı)


Ve ma halaknes Semae vel Arda ve ma beynehüma lâ'ıbiyn bakın ey insanlar biz göğü yeri ve bunların arasındakileri bir oyun olsun diye yaratmadık. Yaratılmışlar evreninin amaçlılığına ve anlamlılığına muhteşem bir atıf. Niçin yarattık sorusunun cevabını da yine Kur’an da buluyoruz. Duhan/39. ayetinde;

Ma hâlâknahüma illâ Bil Hakk.. (duhan/39) Evet açık, mutlak gerçeğe bir atıf olsun diye yarattık gökleri ve yeri. Tabii etrafımızdaki her şeyi. Mutlak hakikate bir atıf olsun diye. Yani kendi başlarına değil. Bir parmaktırlar onlar. Parmak ayı gösterirken parmağa değil aya bakarlar. Camdırlar onlar, cama değil camdan baksınlar diye konulmuştur. Camdan bakarsanız gerçeği görürsünüz. Onlar sanattırlar, sanatkara işaret ederler. Onlar eserdirler, müessirine işaret ederler. Hani diyordu ya Kur’an A.İmran/191. ayetinde;

..ve yetefekkerune fiy halkıs Semavati vel Ard. (A.İmran/191) onlar ki göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde düşünürler. Derin derin tefekkür ederler. Rabbenâ mâ halakte hazâ batılâ en sonunda şunu söylerler; Ey rabbimiz sen bunları boşuna amaçsız olarak, anlamsız olarak yaratmadın. Bunların bir amacı var, bir anlamı var. İşaret ettikleri bir hakikat var. Derler.


17-) Lev eradna en nettehıze lehven lettehaznahu min ledünna* in künna fa'ıliyn;

Eğer bir oyun - eğlence oluşturmak dileseydik, elbette onu kendi ledünnümüzden edinirdik! Biz bunları yapmayız! (A.Hulusi)

017 - Eğer bir eğlence ittihaz etmiş olsa idik onu kendi ledünlümüzden ittihaz ederdik, yapacak olsa idik öyle yapardık. (Elmalı)


Lev eradna en nettehıze lehven lettehaznahu min ledünna eğer biz bir eğlence edinmek isteseydik onu kendi katımızdan edinirdik. in künna fa'ıliyn ne ki bunu asla yapacak değiliz.

Buradaki “in” şartıyye manası verilerek te okunabilir. Fakat Ferra bize kadar tam tefsiri gelmiş ilk müfessir olan Yani hicri 150 de vefat ettiğini düşünürseniz Mukatil ve büyük Müfessirimiz Taberi buradaki “in” i olumsuzluk ma sı biçiminde, yani değiliz manasına okudukları için bendeniz de çeviride bunu esas aldım.


18-) Bel nakzifü Bil Hakkı alel bâtıli feyedmeğuhu feizâ huve zahikun, ve lekümül veylü mimma tasıfun;

Bilakis biz, Hakk'ı (hakikati) bâtılın (vehme dayalı fikirlerin) üzerine indiririz de, onun düşünce sistemini paramparça eder... Bir de bakarsın ki o can çekişerek yok olup gider... Tanımlamalarınızdan dolayı yazıklar olsun size! (A.Hulusi)

018 - Hayır biz hakkı bâtılın tepesine fırlatırız da beynini parçalar, bir de bakarsın o anda mahvolmuştur, vay sizlere de o ettiğiniz vasıflardan. (Elmalı)


Bel nakzifü Bil Hakkı alel bâtıli feyedmeğuhu feizâ huve zahik aksine biz mutlak hakikate atıf olan amaçlı yaratılış gerçeğini, malum anlamsızlığın ve amaçsızlığın başına çalarız da o berikinin belini kırar diğeri de yok olup gider.

Evet, El Hakk burada ayette; mutlak anlamlılık ve amaçlılık. El batıl ise malum anlamsızlık ve amaçsızlık diye çevirdim o “el” takısından dolayı.

Yani yaratılmışlar dünyasına, hayal dünyası, bir yanılsama, aslında yok ama varmış gibi görüyorsunuz. Aslında siz bu içinde yaşadığınız hayatta yaşamıyorsunuz, böyle bir şey yok. Bunlar “mış” gibi görünüyorlar diyen tüm düşünceleri reddeden bir ayet bu.

Yani bir gerçeğe mebni olarak yarattık, kendi iç gerçeği vardır bu varlığın. Yaratılmışların da kendi iç gerçeği vardır ve Allah onları bir oyun olsun diye yaratmadı. Onlar bir atıftırlar. Yalandan atıf olur mu? “mış” gibiden atıf olur mu? Onun için bu; “işte bir hayal, bir köpük, bir yanılsama, işte bir enerji vs. gibi bu varlığa yaratılmışlara bakan tüm kadim mirastan bu günlere gelen özellikle hermetik ve agnostik düşüncelerin eseri olan bu gibi yaklaşımların tamamını reddeden bir ayet bu.

ve lekümül veylü mimma tasıfun işte yaratan ve yaratılan konusundaki bu tür tanımlamalarınızdan dolayı yazıklar olsun size. Yaratıcıyı tanımlamaya kalkıyorsunuz çünkü. Tanımaya değil tanımlamaya. O’na rol biçmeye kalkıyorsunuz. Haddinizi aşıyorsunuz.

Allah’a rol biçmeye kalkmak..! Bu ne korkunç bir had aşmaktır. Bu ne korkunç bir haddini bilmezliktir düşünebiliyor musunuz. Tanımak ve tanımaya çalışmak yerine, tanımlamaya çalışmak. Aslında bununla insanoğlu şu dehşet zulmü işlemiş oluyor. Kendi özne, tanımladığı ise nesne. Çünkü özneler tanımlarlar. Nesneler de tanımlanırlar. Aslında tanımlamak bir şeyi yerini belirlemektir. Yani onun üzerinde tasarruf yapmaktır. Haşa, Allah’mı sizin üzerinizde tasarruf yapacak ve sizi tanımlayacak, yoksa siz mi onu. Rolleri tersine düşünmek. İşte bu insanın düşebileceği en büyük haddini bilmezliktir.


Devam ediyor D sayfasına geçiniz.
101. videoyu toplu olarak http://kurantefsir.wordpress.com/2012/06/15/islamoglu-tef-ders-enbiya-001-036101/  bulabilirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder