B sayfasından devam
9-) Sümme sadaknahümül va'de feenceynahüm ve
men neşau ve ehleknel müsrifiyn;
Sonra
Onlara bildirimimizi gerçekleştirdik; Onları ve dilediğimiz kimseleri kurtarıp,
müsrifleri helâk ettik. (A.Hulusi)
009 - Sonra
onlara olan vaade sadık olduk da kendilerini ve dilediklerimizi necata çıkarıp
müsrifleri helâk ettik. (Elmalı)
Sümme sadaknahümül va'd neticede biz
onlara da verdiğimiz sözü tuttuk. feenceynahüm ve men neşau ve ehleknel müsrifiyn
bunun sonucunda onları ve dilediklerimizi kurtarıp Hayatlarını amaçsızca
harcayanları da helak ettik.
Müsrifiyn; burada hayatını bozuk
para gibi harcayanlar. Hani bir başka ayette;
Kul ya
'ıbadiyelleziyne esrefu alâ enfüsihim.. (Zümer/53) buyrulur ya. De ki ey kendilerini boşuna harcayan,
israf eden kullarım. lâ taknetu min rahmetillâh.
Allah’ın rahmetinden umut kesmeyin diye devam eder ya ayet. İşte o ayette
olduğu gibi
esrefu alâ enfüsihim kendi kendilerini harcayanlar, insanın hayatta
yapabileceği en büyük savurganlık, en büyük israf kendini harcamak olmalı.
Çünkü insanın sahip olabileceği en büyük sermaye kendisidir. İşte bu ayette ima
edilen hakikatte budur.
10-) Lekad enzelna ileyküm Kitaben fiyhi
zikruküm* efela ta'kılun;
Yemin
olsun ki, size, içinde zikriniz olan (hakikatinizi
HATIRLATAN) BİLGİ inzâl ettik! Aklınız almıyor
mu? (A.Hulusi)
010 - Şanım
hakkı için size bir kitap indirdik ki bütün şanımız onda? hâlâ akıllanmayacak mısınız?
(Elmalı)
Lekad enzelna ileyküm Kitaben fiyhi zikruküm
doğrusu biz size içinde zihninizi inşayı amaçlayan uyarılar olan bir mesaj
indirmiş bulunuyoruz.
Evet; zikrikum diyor. Zikr; tüm vahiylerin ortak sıfatıdır, tüm
vahiylerin. Sadece Kur’an a has değil. Aslında Kur’an ın sıfatı değildir,
vahyin sıfatıdır zikr. Neden zikr, ve neden bu kadar sık. Hatırlamak ve
hatırlatmak anlamına gelen bu sözcük elbette ki unutulan bir şey için
kullanılıyor. Haddi zatında Ragıp El Isfahani’nin Muhalled eserinde bu sözcüğe
çok güzel bir tahlil getirmiş, diyor ki; Ya hafızaya kayıt, ya da önceden
kayıtlı olan bir bilgiyi hatırlama anlamına gelir. Yani ya kayıtlı olmayan bir
şeyi kaydetmek, sıfırdan kaydetmek için, ya da önceden kaydedilmiş ama altta
kalmış, üzerine perde çekilmiş küfür, örtmek demektir. Örtülmüş bir bilgiyi
yeniden üste çıkarmak için.
O da 2 ye ayrılır kendi içinde
diyor üstad;
1 – unutmadan dolayı hatırlatmak,
2 – Kalıcı olsun diye, unutmadığı
halde hatırlatmak.
İkisi de inşadır aslında değil
mi. 2.si de inşadır. Vahiy ilahi bir inşa projesidir derken işte bunu
kastediyoruz ve burada da zikrükum ibaresini zihninizi inşayı amaçlayan
biçiminde çevirdim. Çünkü zikr; fıtratta,
yaratılıştan fıtrata yerleştirilmiş olanın ortaya çıkarılmasıdır. Yani alt
yapının ortaya çıkarılıp üst yapıyla birleşmesidir. Alt yapıyı cıvata üst
yapıyı somun kabul edin. Eğer üst yapı alt yapıya uygun olmazsa inşa,
kontrüktif olan inşa. Kognitif olan, önceden verilmiş olan o alt yapıya,
fıtrata uygun olmazsa hem somun yalama olur, hem de cıvata. Yani fıtratı da
bozar, onu da mahveder. Onun için vahiy üst yapı inşa eder insanda. Fıtrat ise
alt yapı. Alt yapı ilahi formattır, peşinen verilmiştir, peşinen inşa
edilmiştir.
Yapılandırmadır.
İlahi yapılandırma. O ilahi alt yapı üstüne doğru bir üst yapı kurduğunuzda
ebedi mutluluk sağlanır ve insan kendisi ile barışık olur. Tabii ki çevresi ile
tabiatla, diğer insanlarla ve Allah ile de barışık olur. İşte vahiy insanın
zaten ilahi olan alt yapısı üzerine bir üst yapı, ona uygun bir üst yapı inşa
etmek için gönderilmiştir. Hatırlatma da bunun içindir. Yani senin özün
fıtrattır. Allah’ın sana verdiği saf ve temiz tabiat, pırıl pırıl bir zemin. Bu
zeminin üzerine doğru bir inşa gerçekleştirmek için doğru bir plan, doğru bir
proje olması lazım. İşte vahiy bu projenin ta kendisidir.
efela ta'kılun şu halde hala
aklınızı başınıza toplamayacak mısınız. Almayacak mısınız. Yani vahye göre bir
üst yapı kurmayacak mısınız. Yani hayatınızı vahye değil de başkalarına mı inşa
ettireceksiniz, yani Allah’ın çaktığı o çiviyi çıkarmak için, ya da tahrif
etmek yalama etmek için hoyratların eline mi bırakacaksınız kendinizi.
Akıllanmayacak mısınız diyor.
11-) Ve kem kasamna min karyetin kânet zâlimeten
ve enşe'na ba'deha kavmen aharin;
Zâlim
olan nice bölgeyi kırıp geçirdik ve onlardan sonra başka halklar inşa ettik.
(A.Hulusi)
011 - Halbuki
biz zulmetmekte olan nice memleket kırdık geçirdik, ve arkasından diğerlerini
başka bir kavim olarak neşet ettirdik. (Elmalı)
Ve kem kasamna min karyetin kânet zâlimeten
üstelik biz zulümde ısrarcı olan nice beldeleri kırıp geçirdik. ve enşe'na ba'deha
kavmen aharin ve bunun ardından onların yerine başka bir toplum
ikame ettik.
Dokunulmaz toplum yok diyor bu
ayet. Dokunulmaz toplum olma iddialarının tümünü çöpe atıyor. İşte biz
atalarımızdan dolayı dokunulmayız, 3 kıtada at koşturduk, bu bizim defterimize
yazılmış, artık kimsenin alamayacağı bir beratır. Onun için biz peşinen 1 – 0
galibiz. Ne yaparsak yapalım, ihanetimiz hangi boyutlarda olursa olsun İslam’a
hizmet ettik, dokunulmayız diyorsa böyle bir anlayış, Yahudileşen İsrail
oğullarının anlayışına dönüşür. Onun için bu tip anlayışların tümünü
reddediyor.
Bu tarihin yasasıdır aslında ..men yertedde minküm an diynihı fesevfe ye'tillâhu Bi
kavmin..(maide/54) diyordu ya bir başka ayette Kur’an, kim onun
hayat nizamına sırt çevirirse, Allah onun yerine, o toplumun yerine bir başka
toplumu getirir. Evet, ..yuhıbbuhüm ve yuhıbbuneH.. onlar Allah’ı severler, Allah’ta onları sever. Devamı böyle
devam ediyor.
Yine bir başka ayet; in yeşe' yüzhibküm ve ye'ti Bi halkın cediyd. (İbrahim/19)eğer isterse sizi insan soyu
olarak, eğer Allah’ın size açtığı krediyi çarçur eder tüketirseniz,
bitirirseniz ve size beslenen umudu yok ederseniz sizi siler süpürür, kökünüzü
kazır, yüzhibküm
ve ye'ti Bi halkın cediyd. Yerinize yepyeni bir cins, yepyeni bir
varlık getirir, yaratılış getirir.
Evet, Allah’ın yardımı sabık olanın değildir dostlar, sadık olanındır.
Yani kıdemli olanın değil, sadık olanındır. Sadık olursanız Allah’ın yardımını
hak edersiniz.
12-) Felemma ehassu be'sena izâ hüm minha
yerküdun;
Şiddetimizi
hissettiklerinde bir de bakarsın, oradan kaçıyorlar! (A.Hulusi)
012 - Be'simizi
hissettikleri vakit, hemen oradan üzengi tepiyorlardı, (Elmalı)
Felemma ehassu be'sena izâ hüm minha yerküdun
ve onlar ne zaman ki bizim ezici gücümüzü hissettiler, işte o vakit hemen
oradan kaçmaya, oradan sıvışmaya yeltendiler. Yani belanın ucunu görür görmez
hemen o beladan kaçıp kurtulmak için tedbir düşünmeye başladılar.
13-) Lâ terküdu verci'u ila ma ütriftüm fiyhi
ve mesakiniküm lealleküm tüs'elun;
"Kaçmayın;
bolluktan şımardığınız yere, meskenlerinize dönün ki sorgulanasınız."
(A.Hulusi)
013 -
Yok, dedik: tepinmeyin, dönün o içinde şımartıldığınız şeylere ve
meskenlerinize, ki sorguya çekileceksiniz. (Elmalı)
Lâ terküdu verci'u ila ma ütriftüm fiyhi ve
mesakiniküm durun, durun kaçmayın. Haydi sizi küstahça şımartan
konforlu yaşantınıza ve o konforlu konaklarınıza geri dönün bakalım. Niye
kaçıyorsunuz. Ebedi istikbaliniz için onları kısa bir süreliğine terk
etmiyordunuz hani. Şimdi niye kaçıyorsunuz.
Evet, azim çelişkiyi nasıl
yakalamış vahit görüyorsunuz. İnsanoğlunun o dehşet çelişkisini. Ebedi
istikbali için bir şeyler yapmayanlar geçici hayatlarının tehlikeye düştüğünü
görünce bir ömür kazandıkları ve uğruna ömürlerini tükettikleri konforlarını
nasıl terk edipte kaçıyorlar. İşte onu söylüyor.
lealleküm tüs'elun her halde hesaba
çekilecektiniz ne sanıyordunuz, hesaba çekilemeyeceğinizi mi sanıyordunuz.
Diyor. Demek istiyor daha doğrusu.
Hayatı sorumsuzca yaşayanların
sorumluluk bilinciyle hesap vermekten kaçınacaklarını ima ediyor Kur’an. Yani
neden ahirete inanmadıklarını bazılarının. Onun arkasında yatan temel psikolojiyi
çözüyor. O da hayatı sorumsuzca yaşamış. Nasıl hesap vermeye yanaşır. Hesap
verecek bir hayat yaşamamış ki hesap vermeye inansın. Ahirete iman, hesap
vermeye imandır. Beyimizse hesabı verilecek bir hayat yaşamamış. Onun içinde
tabii ki hesaba inanmamayı tercih edecektir. Dünyevileşmiş akıl hesabı sevmiyor
yani. Bunu öğreniyoruz.
14-) Kalu ya veylena inna künna zâlimiyn;
Dediler
ki: "Yazıklar olsun bize! Gerçekte zulmedenlerden olmuşuz!"
(A.Hulusi)
014 - Vay
bizlere: bizler cidden zalimler idik dediler. (Elmalı)
Kalu ya veylena inna künna zâlimiyn
onlar vah bize, diyecekler Şu kesin ki bizler hep zulümde ısrar ettik.
15-) Fema zalet tilke da'vahüm hatta cealnahüm
hasıyden hamidiyn;
Onların
bu iddiaları sürüp gitti... Tâ ki biz onları biçilmiş ekin ve sönmüş ateşe
döndürene kadar. (A.Hulusi)
015 - Artık
bütün davaları bu oldu kaldı, nihayet onları öyle yaptık ki biçildiler,
söndüler. (Elmalı)
Fema zalet tilke da'vahüm hatta cealnahüm
hasıyden hamidiyn ve onların bu yazıklanmaları biz kendilerini
kökten biçilmiş ekin haline getirip ocaklarını söndürünceye kadar devam edip
gidecek.
16-) Ve ma halaknes Semae vel Arda ve ma
beynehüma lâ'ıbiyn;
Semâyı,
arzı ve aralarındakileri oyuncak olarak halketmedik (çok büyük işlevleri vardır)!
(A.Hulusi)
016 - Biz
o Göğü ve Yeri oyunculuk etmek üzere yaratmadık. (Elmalı)
Ve ma halaknes Semae vel Arda ve ma beynehüma
lâ'ıbiyn bakın ey insanlar biz göğü yeri ve bunların arasındakileri
bir oyun olsun diye yaratmadık. Yaratılmışlar evreninin amaçlılığına ve
anlamlılığına muhteşem bir atıf. Niçin yarattık sorusunun cevabını da yine
Kur’an da buluyoruz. Duhan/39. ayetinde;
Ma hâlâknahüma
illâ Bil Hakk.. (duhan/39) Evet açık, mutlak gerçeğe bir atıf olsun
diye yarattık gökleri ve yeri. Tabii etrafımızdaki her şeyi. Mutlak hakikate
bir atıf olsun diye. Yani kendi başlarına değil. Bir parmaktırlar onlar. Parmak
ayı gösterirken parmağa değil aya bakarlar. Camdırlar onlar, cama değil camdan
baksınlar diye konulmuştur. Camdan bakarsanız gerçeği görürsünüz. Onlar sanattırlar,
sanatkara işaret ederler. Onlar eserdirler, müessirine işaret ederler. Hani
diyordu ya Kur’an A.İmran/191. ayetinde;
..ve
yetefekkerune fiy halkıs Semavati vel Ard. (A.İmran/191) onlar ki
göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde düşünürler. Derin derin tefekkür ederler.
Rabbenâ mâ
halakte hazâ batılâ en sonunda şunu söylerler; Ey rabbimiz sen
bunları boşuna amaçsız olarak, anlamsız olarak yaratmadın. Bunların bir amacı
var, bir anlamı var. İşaret ettikleri bir hakikat var. Derler.
17-) Lev eradna en nettehıze lehven
lettehaznahu min ledünna* in künna fa'ıliyn;
Eğer
bir oyun - eğlence oluşturmak dileseydik, elbette onu kendi ledünnümüzden
edinirdik! Biz bunları yapmayız! (A.Hulusi)
017 - Eğer
bir eğlence ittihaz etmiş olsa idik onu kendi ledünlümüzden ittihaz ederdik,
yapacak olsa idik öyle yapardık. (Elmalı)
Lev eradna en nettehıze lehven lettehaznahu min
ledünna eğer biz bir eğlence edinmek isteseydik onu kendi katımızdan
edinirdik. in
künna fa'ıliyn ne ki bunu asla yapacak değiliz.
Buradaki “in” şartıyye manası
verilerek te okunabilir. Fakat Ferra bize kadar tam tefsiri gelmiş ilk müfessir
olan Yani hicri 150 de vefat ettiğini düşünürseniz Mukatil ve büyük
Müfessirimiz Taberi buradaki “in” i olumsuzluk ma sı biçiminde, yani değiliz
manasına okudukları için bendeniz de çeviride bunu esas aldım.
18-) Bel nakzifü Bil Hakkı alel bâtıli
feyedmeğuhu feizâ huve zahikun, ve lekümül veylü mimma tasıfun;
Bilakis
biz, Hakk'ı (hakikati) bâtılın (vehme dayalı
fikirlerin) üzerine indiririz de, onun düşünce
sistemini paramparça eder... Bir de bakarsın ki o can çekişerek yok olup
gider... Tanımlamalarınızdan dolayı yazıklar olsun size! (A.Hulusi)
018 - Hayır
biz hakkı bâtılın tepesine fırlatırız da beynini parçalar, bir de bakarsın o
anda mahvolmuştur, vay sizlere de o ettiğiniz vasıflardan. (Elmalı)
Bel nakzifü Bil Hakkı alel bâtıli feyedmeğuhu
feizâ huve zahik aksine biz mutlak hakikate atıf olan amaçlı
yaratılış gerçeğini, malum anlamsızlığın ve amaçsızlığın başına çalarız da o berikinin belini kırar diğeri de yok olup gider.
Evet, El Hakk burada ayette; mutlak anlamlılık ve amaçlılık. El batıl
ise malum anlamsızlık ve amaçsızlık diye çevirdim o “el” takısından dolayı.
Yani yaratılmışlar dünyasına, hayal dünyası, bir yanılsama, aslında yok
ama varmış gibi görüyorsunuz. Aslında siz bu içinde yaşadığınız hayatta
yaşamıyorsunuz, böyle bir şey yok. Bunlar “mış” gibi görünüyorlar diyen tüm
düşünceleri reddeden bir ayet bu.
Yani bir gerçeğe mebni olarak yarattık, kendi iç gerçeği vardır bu
varlığın. Yaratılmışların da kendi iç gerçeği vardır ve Allah onları bir oyun
olsun diye yaratmadı. Onlar bir atıftırlar. Yalandan atıf olur mu? “mış”
gibiden atıf olur mu? Onun için bu; “işte bir hayal, bir köpük, bir yanılsama,
işte bir enerji vs. gibi bu varlığa yaratılmışlara bakan tüm kadim mirastan bu
günlere gelen özellikle hermetik ve agnostik düşüncelerin eseri olan bu gibi
yaklaşımların tamamını reddeden bir ayet bu.
ve lekümül veylü mimma tasıfun işte
yaratan ve yaratılan konusundaki bu tür tanımlamalarınızdan dolayı yazıklar
olsun size. Yaratıcıyı tanımlamaya kalkıyorsunuz çünkü. Tanımaya değil
tanımlamaya. O’na rol biçmeye kalkıyorsunuz. Haddinizi aşıyorsunuz.
Allah’a rol biçmeye kalkmak..! Bu
ne korkunç bir had aşmaktır. Bu ne korkunç bir haddini bilmezliktir
düşünebiliyor musunuz. Tanımak ve tanımaya çalışmak yerine, tanımlamaya
çalışmak. Aslında bununla insanoğlu şu dehşet zulmü işlemiş oluyor. Kendi özne,
tanımladığı ise nesne. Çünkü özneler tanımlarlar. Nesneler de tanımlanırlar.
Aslında tanımlamak bir şeyi yerini belirlemektir. Yani onun üzerinde tasarruf
yapmaktır. Haşa, Allah’mı sizin üzerinizde tasarruf yapacak ve sizi
tanımlayacak, yoksa siz mi onu. Rolleri tersine düşünmek. İşte bu insanın
düşebileceği en büyük haddini bilmezliktir.
Devam ediyor D sayfasına geçiniz.
101.
videoyu toplu olarak http://kurantefsir.wordpress.com/2012/06/15/islamoglu-tef-ders-enbiya-001-036101/ bulabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder