7 Mart 2012 Çarşamba

İslamoğlu Tef. Ders. NAHL (45-51)(86-C)




B sayfasından devam


45-) Efe eminelleziyne mekerus seyyiati en yahsifAllâhu Bihimül Arda ev ye'tiyehümül azâbü min haysü lâ yeş'urun;

Kötülükleri yapmak için planlayıp tuzak kuranlar, Allâh'ın kendilerini arza batırmayacağından yahut fark edemedikleri bir taraftan kendilerine azap gelmeyeceğinden emin mi oldular? (A.Hulusi)

045 - Ya şimdi aman mı buldu o kimseler: o fenalıkları yapmak için hile kurup duranlar, Allahın kendilerini Yere geçirmesinden? veya hatır-u hayallerine gelmez cihetlerden kendilerine azâb gelivermesinden? (Elmalı)


Efe eminelleziyne mekerus seyyiati en yahsifAllâhu Bihimül Arda ev ye'tiyehümül azâbü min haysü lâ yeş'urun yani şimdi ustaca gizlenmiş -zaafı tabii ki, zaafları, içinde ki o çürümüşlükler ustaca gizlenmiş- berbat düzenleri kuran kimseler Allah’ın kendilerini yerin dibine geçirmeyeceğinden, ya da azabın, hiç farkında olmadıkları bir noktadan gelip kendilerini bulmayacağından, bulamayacağından eminler mi, eminler öyle mi? Efe diye başlıyorsa böyle çevirmek çok daha güzel. Yani onlar azabın hiç farkında olmadan gelip kendilerini, dönüp dolaşırken, günlük işlerinde harala gürele uğraşırken bulamayacağından eminler öyle mi?

Evet, bu bir tehdit. Ve devam ediyor. Bu bir tehdit dedim değil mi, aslında kutsaldan arındırılmış düzenlerin iç zaaflarına bir gönderme var. Yani Allah’tan kopmuş, Allah’tan kopuk bir sistem kurmaya çalışanlar. Bu sistemlerin zaafları gizli olur. Dışarıdan bakınca görkemli görünürler. İşte ona işaret ediyor. İçten içe çökerler, çürürler ve bir de bakmışsınız o dev gibi görünen yapı göçüvermiş. Aslında bir kartondan dev imiş. Ona işaret var ve devam ediyor tabii.


46-) Ev ye'huzehüm fiy tekallübihim fema hüm Bi mu'ciziyn;

Yahut onları dönüp dolaşırlarken aniden yakalamayacağından (emin mi oldular)? Onlar (Allâh'ı) âciz bırakamazlar! (A.Hulusi)

046 - Veya dönüp dolaşırken kendileri yakalayıvermesinden, ki onlar âciz bırakacak değillerdir. (Elmalı)


Ev ye'huzehüm fiy tekallübihim fema hüm Bi mu'ciziyn veya gündelik telaşe ile dönüp dolaşırlarken kendilerini asla savuşturamayacakları bir belanın yakalamayacağından eminler öyle mi? Devam ediyor yine;


47-) Ev ye'huzehüm alâ tehavvüf* feinne Rabbeküm le Raûfun Rahıym;

Yahut yavaş yavaş tüketerek yakalamayacağından (yana emin mi oldular)? Muhakkak ki Rabbiniz, Raûf'tur, Rahıym'dir. (A.Hulusi)

047 - Yâhut da kendilerini korkuta korkuta, eksilte eksilte alıvermesinden? Demek ki Rabbimiz çok refetli çok merhametli. (Elmalı)


Ev ye'huzehüm alâ tehavvüfin yahut ta bir süreç içerisinde içten içe çözülmeye mahkum edip ortadan kaldırmayacağımızdan eminler öyle mi? Yani bir önceki ayette hızlı bir çöküşten bahsediyordu. Burada ise alâ tehavvüfin belli bir süreç içinde, yani yavaş yavaş, azar azar. Böyle ince bir süreçle çökertmeyeceğimizi, çürümeye terk etmeyeceğimizden eminler öyle mi diye tehdit ediyor. Aniden in zıddı, yavaş yavaş tehavvüf.

feinne Rabbeküm le Raûfun Rahıym şunu da unutmayın ki rabbiniz elbet çok şefkatli, pek merhametlidir. Pek rahmetlidir, merhametin kaynağıdır. Bakınız yukarıdaki bu şiddetli tehditler, bu zaafı ustaca gizlenmiş sahte düzenlerin nasıl aniden ya da yavaş yavaş, bir süreç içinde çökeceğini ifade eden tehditlerin arkasından ayet nasıl bitiyor. Allah’ın şefkat ve merhameti her şeyin üstündedir, her şeye galiptir dercesine. Aslında belki bu çöküşler de Allah’ın şefkat ve merhametinin bir ürünüdür. Çünkü eğer sahte düzenler, içten içe çökmese, ya da aniden yıkılı vermeseydi insanlar sapmayı içselleştirecekler ve ebediyen doğru yolu bulamayacaklardı. Onların yıkılışları belki insanlara kendilerine dönüş fırsatı verecekti. Onun için bu da Allah’ın şefkat ve merhametinin bir ürünüdür.


48-) Evelem yerav ila ma halekAllâhu min şey'in yetefeyyeü zılaluhu anil yemiyni veş şemaili sücceden Lillâhi ve hüm dahırun;

Allâh'ın yarattığı şeyleri görmediler mi ki, gölgeleri (varlıkları) boyun bükerek, Allâh'a (hakikatleri olan Esmâ'ya) secde eder hâlde, sağdan (hidâyet) ve sollardan (dalâlet) döner durur. (A.Hulusi)

048 - Ya görmediler de mi? Her hangi bir şeyden Allahın yarattığına bir baksalar a: gölgeleri sağ ve sollarında sürünerek Allaha secdeler ederek döner dolaşır. (Elmalı)


Evelem yerav ila ma halekAllâhu min şey'in imdi onlar Allah’ın yarattıklarından çevrelerindeki şeylere hiç mi bakmıyorlar. yetefeyyeü zılaluhu anil yemiyni veş şemaili sücceden Lillâhi ve hüm dahırun onların gölgeleri sağ ve sollarından süzülüp dönerken, Allah’a teslim olup koyduğu yasaya derin bir tevazu ile boyun eğmektedir. Bunu da mı görmüyorlar.

Bakınız, etrafımızda gördüğümüz eşyalara ve onların gölgesine dikkatimizi çekiyor. Eşyalara ve gölgesine. Onların Allah’a derin bir teslimiyetle, tabii ki Allah’ın koyduğu yasalara uygun hareket ettiklerini buyuruyor ayet. Varlığın, yani özetle diyor ki; Varlık bir ayettir, kainat bir kitaptır. Okumuyorlar mı. Nesnelerin Allah’ın yasasına kayıtsız şartsız nasıl uyduğunu görmüyorlar mı. Eşyayı bir kitap gibi okumuyorlar mı. Varlık, O’nun varlığına bir atıftır, bir dipnottur, bir referanstır, eğer okusalardı gördükleri her şeyin, Allah’ı gösteren birer parmak olduğunu görürlerdi ve parmağa değil parmağın gösterdiğine. Esere değil müessire, sanata değil sanatkâra bakarlardı. Onun için fiile değil faile bakarlardı eğer görselerdi. Okumuyorlar mı.

Tabii burada gölge ve gölgeyi oluşturan asıl ilişkisi de ilginç. Burada aslında gölgeler aslından bağımsız değerlendirilemezler. Eğer bir yerde gölge görmüşseniz mutlaka o gölgeyi bir asla bağlamanız lazım. O gölgeyi yapan bir şey var. Siz gölgelere bakıyorsunuz ama gölgeyi yapan aslı unutuyorsunuz. Evet, gölgesini hesaba katanlar o gölgenin aslını nasıl hesaba katmazlar. Bu korkunç bir aldanış değil mi? Oysaki gölgeler tartılmazlar, gölgeler ayrıca değerlendirilmezler aslın yanında gölgeler ayrıca değer bulmazlar. Şu kendisi, şu da gölgesi der misiniz. Siz gölgesine bakıyor ama aslını göremiyorsunuz. Belki gölgesine bile doğru bakmıyorsunuz. Doğru baksanız aslı görürdünüz.


49-) Ve Lillâhi yescüdü ma fiys Semavati ve ma fiyl Ardı min Dabbetin vel Melaiketü ve hüm lâ yestekbirun;

Semâlar ve arzda bulunan (tüm) canlılar ve melâike (ruhanî ve cismanî âlemlere ait varlıklar ve kuvveler), hiç kibirlenmeksizin (benliğe kapılmaksızın) Allâh'a secde ederler (Allâh'a mutlak teslimiyet hâlindedirler). (49. âyet secde âyetidir.) (A.Hulusi)

049 - Hem Göklerde ne var, yerde ne varsa hepsi Allaha secde eder, gerek Dâbbe kısmından olsun ve gerek Melâike, ve bunlar kibirlenmezler. (Elmalı)


Ve Lillâhi yescüdü ma fiys Semavati ve ma fiyl Ardı min Dabbetin vel Melaike yine görünen varlıkların en aşağı tabakasından görünmeyen varlıkları ufku olan meleklere varıncaya dek göklerde ve yerde olan her şeyin Allah’ın yasasına boyun eğip teslim olmuşlardır. Yukarıdaki ayetin devamı aynı konuyu işliyor ayet. Varlık kategorilerinin en üst tabakasından en alt tabakasına kadar her bir şeyin yani Dâbbe, sürüngenler, belki tek hücreli canlılardan başlayan en alt tabakada ki canlı oluşum ve en üst tabaka varlıklar iç içe geçmiş ufuklardan müteşekkil bir hiyerarşisi var varlıkların, bir tertibi var. En üst varlık olan meleklere kadar bütün bir varlık siferi, bütün bir varlık alemine bakmıyorlar mı. Onların tamamı Allah’ın yasasına boyun eğmişlerdir.

Evet, neden hatırlatılıyor insana? Ey insan, onlar var oluş amaçlarını itirazsız sürdürüyorlar. Senin de iradeli bir varlık olarak onlardan üstünsün, farklısın. Çünkü senin iraden var. Onlar mutlak manada tabiler, statik kadere tabiler. Sen dinamik kadere tabisin, iraden var. Onların bir var oluş amacı varsa ey insan, senin de bir var oluş amacın olmalı değil mi. Evet işte vahiy insanın var oluş amacını gösteren bir kılavuz, yol haritasıdır.

Nedir insanın yeryüzündeki var oluş amacı? Yeni bir hayatı inşa etmek. Yani var oluş amacına uygun bir hayatı inşa etmekle sorumludur insan ve işte bu inşada vahiy bir yol haritası, bir kılavuz olacaktır. Yani yer yüzünde var oluş amacına uygun bir hayatı inşa etmek için insan; ustayı inşa eden de vahiydir. Vahiy ustayı inşa eder, usta ise hayatı inşa eder.

Secde, teslimiyet. Ayette geçen secde. Teslimiyetin harekete dönüşmüş biçimi.

Resulallah Ebu Zer’e onu öğretiyordu hatırlar mısınız;

- Ey Ebu Zer, güneş nereye gitti? demişti.

Ebu Zer’in bir ayetin manasını anlamak için sorduğu soru üzerine, güneş nereye gitti?

- Allahu ve Resuluhu âlem. demişti Ebu Zer. Allah ve Resulü iyi bilir.

- Ey Ebu Zer güneş secde etmeye gitti. Demişti.

Aslında bu bir tefsir, bu bir ayeti hatırlatmaktı;

Eş Şemsu velKameru Bi husban.

enNecmu veşŞeceru yescudan. (Rahman/5-6)

 Rahman suresinde. Güneşte ağaçlar da secde ederler. Ne demek secde burada? Yani o hareketi yaparlar değil, Allah’a kayıtsız şartsız boyun eğerler. İşite bu Resulallah’ın baş öğretmeni olduğu okulda bir tabiat okuma dersi idi Ebu Zer’e verilen.

ve hüm lâ yestekbirun onların hiçbiri büyüklük taslamazlar. İradeli insana kozmik senaryoda ki rolünü hür iradesi ile oynaması öğütleniyor. Büyüklük taslamazlar, sen de büyüklük taslama ve iradeni Allah’a karşı kullanma ey insanoğlu. Allah’a rağmen kullanma.


50-) Yehafune Rabbehüm min fevkıhim ve yef'alune ma yü'merun;

Derûnlarından hükmeden Rablerinden korkarlar ve emr olunduklarını yaparlar. (A.Hulusi)

050 - Fevklerinden rablerinin maharetini duyarlar ve her ne emir olunurlarsa yaparlar. (Elmalı)


Yehafune Rabbehüm min fevkıhim üzerlerinde egemen olan rablerinden korkarlar ve yef'alune ma yü'merun ve verilen komutları tastamam uygularlar.


51-) Ve kalellahu lâ tettehızu ilâheynisneyn* innema HUve ilâhun vahıd * feiyyaYE ferhebun;

Allâh buyurdu ki: "İki ilâh edinmeyin! 'HÛ', sadece Ulûhiyet sahibi BİR'dir (cüzlere ayrılmayı ya da cüzlerin bütünü olmayı kabul etmeyen "TEK"illiktir)... O hâlde yalnız Ben'den korkun." (A.Hulusi)

051 - Allah da buyurmuştur ki: iki ilâh tutmayın o ancak bir ilahtır, onun için benden yalnız benden korkun. (Elmalı)


Ve kalellahu lâ tettehızu ilâheynisneyn Hani Allah şöyle buyurmuştu; İki ilah edinmeyin. innema HUve ilâhun vahıd çünkü yalnızca O’dur biricik olan ilah. feiyyaYE ferhebun artık benden, sadece benden korkun.

Allah böyle buyurmuştu evrensel koroyu bozan insana istikamet açısını hatırlatmıştı Allah. Tevhidi bir tasavvur oluşturmasını istemişti. Eğer insan hakikati parçalamazsa, tevhide ancak o zaman ulaşır. Tevhide ulaşırsa ancak o zaman gerçeği parçalamaz. İşte bu sonuç buradan çıkıyor. Yani tevhid sadece insanın Allah inancında ki kendisini gösteren bir şey değil, bir duruş değil, bir tasavvur ve inanç biçimi değil, Tevhit aynı zamanda varlığı algılayış biçimidir, hayatı algılayış biçimidir. Tevhit bir yaşam tarzıdır. Her şeyin her şeyle, her şeyin Allah’la ilişkisini bulmak ve görmek, hiçbir şeyin gayesiz ve amaçsız yaratılmadığını bulmak ve kendi gayesinin ne olduğunu araştırıp soruşturmak. İşte tevhidin insanı getireceği nokta buydu.


Devam ediyor D sayfasına geçiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder