6 Mart 2012 Salı

İslamoğlu Tef. Ders. NAHL (40-44)(86-B)



A sayfasından devam.


40-) İnnema kavlüna lişey'in izâ eradnahu en nekule lehu kün feyekûn;

Bir şeyi (olmasını) irade ettiğimizde kavlimiz ona yalnızca: "Ol" dememizdir... (Artık) o olur! (A.Hulusi)

040 - Bizim her hangi bir şey için sözümüz, onu murad ettiğimiz zaman, sade ona şöyle dememizdir: «Ol» hemen oluverir. (Elmalı)


İnnema kavlüna lişey'in izâ eradnahu en nekule lehu kün feyekûn gerçek şu ki; Bir şeyin olmasını istediğimizde ona ol dememiz yeterlidir. O da hemen oluverecektir. Şüphe mi var. Ona ol dememiz yeterlidir buyuruyor Kur’an. O da hemen oluverecektir. Yani Allah’ın yaratması, Allah’ın iktidarı, Allah’ın kudret ve meş’iyeti böylesine muhteşemken siz neden dolayı tereddüt ediyorsunuz. Yani Allah; Öldükten sonra geri diriltmeyecek demekle aslında siz Allah’ın kudretine iftira etmiş olmuyor musunuz. O’nun sonsuz gücünü sınırlamış olmuyor musunuz. Yani sizi yoktan böylesine var eden Allah, bir daha yaratamaz mı, bunu mu demek istiyorsunuz.

Aslında tabii ne demek istedikleri belli. Sorumluluk altına girmek istemiyorlar. Yoksa Allah’ın bir kez yarattığını bir kez daha yaratamayacağını söylemek abestir, saçmadır.


41-) Velleziyne haceru fillâhi min ba'di ma zulimu le nübevviennehüm fiyd dünya haseneten, ve leecrul ahireti ekber* lev kânu ya'lemun;

Zulmedildikten sonra Allâh'ta muhacir olanlara gelince; elbette onları dünyada güzel bir yere yerleştireceğiz... Gelecekteki mükâfatı ise elbette çok büyüktür. Eğer bilselerdi! (A.Hulusi)

041 - Allah uğrunda zulme maruz olduktan sonra hicret edenlere gelince de, elbette onları Dünyada güzel bir surette yerleştiririz, mamafih âhiret ecri her halde daha büyüktür, eğer bilseler. (Elmalı)


Velleziyne haceru fillâhi min ba'di ma zulimu beri yan dan -yeni bir pasaja girdik. Beri yan dan; o “vav”a öyle mana vermemiz doğru olur.- Uğradıkları zulmün ardından Allah yolunda hicret edenlere gelince.

Bu Nahl suresinin Mekke de indiğini bildiğimize göre bu hicret hangi hicrettir diye sorabiliriz. Hemen cevabı da hazırdır, tabii ki Habeşistan hicretinden söz ediyor. Habeşistan hicreti, hem de ne hicret. Gerçekten iman uğruna ödenen müthiş bir bedel.

Düşüne biliyor musunuz yad ve yabancı, deniz aşırı bir ülkeye o günün şartlarında evini barkını ailesini, malını mülkünü, parasını, akrabalarını, ülkesini, yurdunu, bağını bahçesini her şeyini bırakıp gitmek ve bir meçhule gitmek. Nereye gittiğini ve ne olacağını bilememek, başına ne geleceğini, bir daha dönüp dönmeyeceğini bilememek ve sonucun ne olacağını kestirememek ve yarının ne getireceğini bilmemek..! Ama iman uğruna bütün bunları göze almak. İşte Habeşistan hicreti budur.

Orada kendilerini daha beter bir durumla karşılaşıp karşılaşamayacağından dahi emin değiller. Buna rağmen gittiler. Gidenler sadece zayıflar değildi. Oysaki zayıflar zaten gidemedi, hicret dahi edemedi. Onların gidecek imkanı dahi yoktu. Gidenlerin çoğu güçlülerde. Reislerin oğulları, kızları, gelinleri, damatları idiler. Mekke’nin eşrafının çocukları idiler. Mekke’nin eşrafı idiler. Saygın insanlardı.

Mesela bunlardan biri Ümmü Habibe idi. Daha sonra Resulallah’ın eşi olacak olan bu hanım, Mekke’nin reislerinden Ebu Süfyan’ın kızı idi. Bir sarayda yetişmişti. Etrafında nedimeler, cariyeler, hizmetçiler dönüyordu. Elini sıcak sudan soğuk suya vurdurmuyorlardı. Fakat böylesine bir rahatın içinden imanı uğruna kocasını da alıp gitti ve başına neler geldi. Bu kadarla kalsa iyi. Daha henüz yeni Müslüman olmuş fakat imanı boğazından indirememiş olan kocası, gittiği yerde dinden döndü ve onu terk etti. O orada tek başına imanının mücadelesini bir kadın olarak verdi. Bir dağ gibi. Ve Resulallah onun bu tavrını öyle memnuniyetle karşıladı ki, ona bir ödül vermek istedi. Ona en güzel ödülü kendi nikahına almakla ödüllendirdi ve o da bu ödülü gerçekten hak etmişti ve çok sevindi. Nikahlarını Necaşi kıymıştı Bir kral, Habeşistan kıralı. Onun için işte Habeş hicreti böyle bir hicretti. Bu korkunç zorlukların omuzlanıldığı, sırtlanıldığı bir hicret.

Ne olacak bu zorluklara katlananlara? le nübevviennehüm fiyd dünya haseneh kesinlikle onları dünyada güzel bir konuma yerleştireceğiz. ve leecrul ahireti ekber* lev kânu ya'lemun Fakat öte dünyada ki karşılıkları daha büyük olacak. Yani bu dünya da onlara gerçekten de güzel bir konum vereceğiz ama, öbür dünya da daha muhteşem bir karşılık bulacaklar. İnkarcılar keşke bunu kavrayabilseler. Keşke bunun farkına varabilselerdi.


42-) Elleziyne saberu ve alâ Rabbihim yetevekkelun;

Onlar ki, sabrettiler ve Rablerine tevekkül ederler. (A.Hulusi)

042 - Onlar ki sabretmişlerdir ve hep Rablerine tevekkül kılarlar. (Elmalı)


Elleziyne saberu ve alâ Rabbihim yetevekkelun eza cefaya karşı direnen ve sadece rablerine dayanan kimseleri bekleyen bu güzellikleri inkarcılar keşke bilebilselerdi. Bu tırnak içine alınması gereken “bekleyen bu güzellikleri” cümleciğini Razi, ve Taberi’ye dayanarak ilave ediyoruz. Çünkü ayetin gelişinden ve bağlamından bu kolayca anlaşılıyor.

Yukarıda 38. ayette ölümden sonrasını inkar edenler vardı ya, işte onlar keşke bilselerdi. Yani ölümün bitiş olmadığını bilselerdi. Bu ibareyi böyle anlamanın delili de açık aslında. Yeni bir aleme intikal olduğunu, ölümün son olmadığını, yepyeni bir dünyaya yeniden doğmak olduğunu keşke bilselerdi. Hiçbir şeyin karşılıksız kalmayacağını keşke bilselerdi.

..lâ havfün aleyhim ve lâ hüm yahzenun. (Yunus/62) onlar için korku yok. Onlar gelecekten endişe, geçmişten dolayı da hüzün duymayacaklar müjdesinin gerçekleşeceğini, böylesine muhteşem gerçekleşeceğini keşke bilselerdi.


43-) Ve ma erselna min kablike illâ ricalen nuhıy ileyhim fes'elu ehlez Zikri in küntüm lâ ta'lemun;

Senden önce, kendilerine erkeklerden başkasını, vahiy ile irsâl etmedik... Eğer bilmiyorsanız, geçmiş hakkında bilgi sahibi kişilere sorun. (A.Hulusi)

043 - Senden evvel de Resul olarak başka değil, ancak kendilerine vahiy verdiğimiz erler göndermişizdir, ehli zikre sorun bilmiyorsanız. (Elmalı)


Ve ma erselna min kablike illâ ricalen nuhıy ileyhim ey Muhammed senden önce gönderdiklerimizde kendilerine vah yettiklerimiz ademoğullarına mensup adamlardan başkası değil. Yani senden önce gönderdiklerimiz de ölümlü birer insan idiler. Melek değildiler. Burada İllâ ricalen ibaresine bakarak erkeklerdi diye çevirmiş olsak dahi bağlamın cinsiyetle bir alakası bulunmamaktadır. Yani peygamberlerin hangi cinse ait olduğu, erkek mi, dişi mi sorusuna bir cevap değil bu ayet. Bu ayet muhatapların, melek peygamber istemesine bir cevap. Dolayısıyla insan olmaları vurgulanıyor.

Daha önce de bir başka vesile ile bir başka surede bu ayete değindiğimizi hatırlıyorum. Peygamberlerin cinsiyeti ile değil, insiyetiyle, yani insaniyetiyle ilgili bir ayet, bir bağlamdadır bu ayet. Çünkü muhataplar olağanüstü bir, melek mesela bekliyorlardı. Onu istiyorlardı. Bizim gibi biri bize haber getiremez iddiasındaydılar. Onun için Kur’an onlara cevap verdi. Yani ölümlü bir insan. Daha öncekiler gibi bu peygamber de ölümlü bir insan.

fes'elu ehlez Zikri in küntüm lâ ta'lemun eğer bilmiyorsanız önceki vahyin mensuplarından sorup öğrenin. Burada ki zikir ehli ehlez Zikr, önceki vahye mensup olan ehli kitaptır.


44-) Bil beyyinati vez zübür* ve enzelna ileykezZikra litübeyyine linNasi ma nüzzile ileyhim ve leallehüm yetefekkerun;

Apaçık deliller, mucizeler ve Zeburlar (hikmet bilgileri) ile (irsâl ettik)... Sana da Zikri (hatırlatıcıyı) inzâl ettik ki, insanlara kendilerine indirileni açıklayasın ve onlar da tefekkür etsinler. (A.Hulusi)

044 - Beyyinelerle ve kitaplarla; sana da bu zikri indirdik ki kendilerine indirileni nâsa anlatasın ve gerek ki tefekkür edeler. (Elmalı)


Bil beyyinati vez zübür biz onları hakikatin açık, apaçık belgeleri ve hikmet yüklü sayfalarla göndermişizdir. Buradaki Vez zübür’ün tekili; Ez zübratu. Ki ağır demir plakalar anlamına geliyor sözlükte. Hacmi ağır kitaplara, ya da değerli kitaplara, yani şöyle diyelim; Klasiklere, ez zübür de deniliyor.

Bazı lügatçılar, özellikle Ragıp el Isfahani içerisinde şeriat yasalarının değil de hikmetin bulunduğu kitaplara zübür denilir diyor ki, aslında neden Davud peygambere verilen kitaba, ya da onun kitabına Zebur denildiğini buradan da anlıyoruz. Yani içinde yasanın bulunmadığı fakat hikmetin bulunduğu metinler olduğunu anlıyoruz.

ve enzelna ileykezZikra litübeyyine linNasi ma nüzzile ileyhim ve leallehüm yetefekkerun işte sana da bu uyarıcı vahyi indirdik ki kendilerine indirilene açıklayasın ve belki onlar da düşünürler diye.

Evet, burada bu ayette çok üzerinde durulması gereken Resulallah’ın, peygamberin tebyin ve beyan misyonu var. kendilerine indirileni insanlara açıklayasın diye, litübeyyine linNasi ma nüzzile ileyhim. Ne demek Tebyin ve beyan tübeyyine linNas Beyyene, yübeyyinü tebyin. Evet, tebyin ve beyan misyonuna bir işaret var.

Kur’an da iki manaya da kullanılmış Tebyin. Beyyene fiili hem iletmeyi, bildirmeyi, duyurmayı ifade ediyor, yani bir haberi iletme görevi. Hiç kayba uğratmaksızın muhataba iletmeyi, hem de tarif etmeyi, uygulamayı, ya da uygulamalı olarak göstermeyi, açıklamayı içeriyor. Onun için Türkçe karşılığını, açıklama olarak tercih ettim. Açıklama Türkçe de bu iki manayı da içerir. Hem size iletmeniz için verilmiş bir şeyi açıklamak. Ona saklamanın karşıtı olarak, gizlemenin karşıtı olarak. Ki Kur’an da bu manada, Bakara/159, A. İmran/187, Maide/15 de gizlemenin karşıtı olarak kullanılmış. Ama bir de açıklamak, yani onu açmak. Onu gizli ve kapalı olan yerlerini izah etmek. Ya da daha doğru bir ifade ile yaşayarak öğretmek, uygulamalı olarak tarif etmek manasına kullanılmış ki Kur’an da kullanıldığı işte orada bu manada; İbrahim/4 te de o manada kullanılmış.

Yine Kur’an da Allah’a izafe edilir. Beyyene fiili. Bakara/159, Nisa/26, Maide/75 te Allah’ın açıklamasından, yani bu vahyi Allah’ın insanlara açıklamasından söz edilir. Demek ki Allah’a da nispet edildiğine göre, Allah’ta bir başka yerden alıp vermediğine göre, Allah insanlara açıklanmasını ihtiyaç duydukları şeyleri açıklıyor. Peygamber de İnsanlara, Allah’ın açıkladığı şeylerin daha bir açılımını istiyorlarsa, eğer anlamıyorlarsa o da onlara yaşayarak, uygulamalı olarak beyan ediyor. Bu manada peygamberin bir iletişim aleti olmadığını hepimiz biliyoruz. Sarım bunda herkes, her mümin müttefiktir. Yani peygamber vahyi taşıma konusunda, vahyin kaynağı ile muhatapları arasında bir ara kablosu mudur. Sadece oradan alıp oraya götürecek. Ve işlevi bununla mı sınırlıdır. Peygamberin bir insan oluşu dolayısıyla sözü ile eylemiyle, algısıyla, açıklamasıyla, yaşantısıyla, aklıyla, tasavvuruyla vahyin i,ki ayaklı mümessili oluş misyonu nerede kaldı. Sevgili validemiz Hz. Aişe’nin ifade buyurduğu gibi. Onun ahlakı nasıldı diye soranlara;

- Kâbe hulûkuhu Kur’an. Onun ahlakı Kur’an dı diye cevap veriyordu.

Yani bu şu manaya gelmiyor muydu. Vahyi ilahi hakikatlerin teorik kaynağı olan vahyi insana dönüştürün, Muhammed AS. olsun. Bu, bu manaya gelmiyor mu. Onun için Kur’an da onu tebcil etmiyor muydu. Sen muhteşem bir ahlak üzeresin (Kalem/4) diyen ve onu, onun için örnek göstermiyor muydu. Örnek gösterdiğine göre nesini örnek gösteriyordu. Yani siz de aldığınız vahyi iletin demekten öte bir şeydi herhalde örnek göstermesi. Yani ona bakın, vahiy insan da nasıl hayata dönüşür, vahit nasıl bir zihin inşa eder, nasıl bir akıl inşa eder, nasıl bir tasavvur inşa eder.

Dahası ve özetle nasıl bir insan inşa eder. Çünkü vahyin amacı insan inşa etmektir. Bakın vahiy Resulallah gibi bir insanı inşa etti. İşte buydu. Onun için peygamberin tebyin ve beyan misyonu, vahyi hayata dönüştürme misyonu. Vahyin inşa ettiği şahsiyeti ortaya koyma misyonu. Vahiy nasıl bir insan, adam inşa eder bana bakın dercesine bir örneklik misyonudur.

[(Ek bilgi; Farsçadan dilimize giren "PEYGAMBER" tâbiri de en az "tanrı" kavramı kadar yanlış bir tâbirdir. Kur'ân-ı Kerîm'de "peygamber" kelimesi geçmez! Kurân'a göre "NEBÎ" vardır; "RASÛL" vardır. Yani "NÜBÜVVET" ve "RİSÂLET" vardır.

"Nebi" denildiğinde, O'nda açığa çıkan "Nübüvvet" vasfına işaret edilir. "Rasûl" denildiğinde, O kişide açığa çıkan "Risâlet" vasfına işaret edilir. Konunun ilgili alanına göre de, Kur'ân-ı Kerîm'de bu iki kelimeden birine işaret edilir.

Bu konu hayli derinlikli bir konudur ve pek çok sır bu konuda kullanılan "peygamber" kelimesi yüzünden örtülmektedir. (A.Hulusi) (http://tumkitaplar.org/find/default.asp?KA=0&Sub=1&chk_BKD=&chk_TMK=&chk_HPI=0&txtFind=&cmb_Kitaplar=&SubID=822 )]

Devam ediyor C sayfasına geçiniz.
86. videoyu toplu olarak http://kurantefsir.wordpress.com/2012/03/02/islamoglu-tef-ders-nahl-35-6986/  bulabilirsiniz. .

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder