23 Ağustos 2011 Salı

İslamoğlu Tef. Ders. Araf (91-99)(54-C)

B sayfasından devam.


91-) Feehazethümürrecfetü feasbehu fiy darihim casimiyn;

Onları o şiddetli sarsıntı yakaladı... Yurtlarında diz üstü çöküp kaldılar. (A.Hulusi)

91 - Derken onları o recfe tutuverdi, derhal vatanlarında çöke kaldılar. (Elmalı)


Feehazethümürrecfetü feasbehu fiy darihim casimiyn; Peki, son sözleri bu oldu onların. Bir peygamber ki Allah’tan, onlarla imanın arasını açmasını, yani onların yüreğini imana açmasını söylüyor. Bunu istiyor tüm tehditlere rağmen son sözleri yine tehdit oluyor. Ve Allah’ın muamelesi ne olacaktı..! Allah’ın, Kahhar olan Allah’ın, Cebbar olan Allah’ın muamelesi nasıl olacaktı böyle bir tavra. Böylesine nankör ve inkarda direnen bir tavra. İşte şu oldu;

Derken gürültülü bir sarsıntı onları ansızın yakalayıverdi.

Racfe, volkanik bir deprem diye de çevirebilirdim bunu. Ansızın yakalayıverdi. Ve kendi yurtlarında cansız dona kaldılar.

Evet, Allah’ın cevabı söz olarak gelmedi bu kez. Eylem olarak geldi.Tokat olarak geldi. O kadar derin uyuyorsunuz ki, hafif bir tokat sizi uyandırmaya yetmeyecek. Sizi uykunuzdan uyandırmak için yakanızdan tutup sallamak gerekiyor. Hem de gürültülü bir sarsıntı ile. Sallananlar iyi bilirler. Onun için racfe diyor.

Erracfe sarsıntı anlamına gelir, deprem anlamına gelir racfe. Ancak Mücahit ve diğer ilk müfessirler bunu, aziym bir gürültü anlamına tefsir etmişler. Bu biraz da öteden beri bölgede anlatılan bu hadiselerin hikayelerine dayanıyor bu tefsir. Bu ikisini birleştirdiğimizde volkanik bir deprem sonucu çıkıyor. Ki bugün hala bilinen ve ziyarete açık olan kaya mezarları hala binlerce yıldan beri ayakta duran Medyene gidildiğinde, Medyenin jeomorfolojik haritasının volkanik kayalardan oluştuğu açık bir biçimde görülür. Araplar buna harre diyor. Evet, bugün bölgede böylesine bir felaketin sonucu olarak volkan kraterleri tepeleri mevcuttur hala. Bunu Ürdün’e gidenler, yolu oradan geçenler, rahatlıkla bunu gözlemleyebilirler. Devam ediyor;


92-) Elleziyne kezzebu Şu'ayben keen lem yağnev fiyha* elleziyne kezzebu Şu'ayben kânu hümül hasiriyn;

Şuayb'ı yalanlayanlar, sanki orada hiç yaşamamış gibi (yok oldular)... Şuayb'ı yalanlayanlar, hüsrana uğrayanlar oldular. (A.Hulusi)

92 – Şuayb’ı tekzip edenler sanki orada bir şenlik tutmamışlardı, Şuayb’ı tekzip edenler, hüsrana düşenler onlar olmuşlardı. (Elmalı)


Elleziyne kezzebu Şu'ayben Onlar ki Şuayip i yalanlıyorlardı, keen lem yağnev fiyha kendileri hiç yaşamamış gibi oldular.

Ben Kuran müsaade ederse bunu yaklaşık tercüme etmek istiyorum. Onlar Şuayip i yalanlıyorlardı, kendileri yalan oldular. Devam ediyoruz ayete;

elleziyne kezzebu Şu'ayben Onlar ki Şuayip i yalancı çıkarıyorlardı, kânu hümül hasiriyn; Kaybeden taraf kendileri oldu.

Tıpkı kıyamet gibi. Her felaket kıyamet provasıdır sevgili dostlar. Her felaket kıyamet provasıdır. Eşya asli yüzü ile işte felaketler sırasında gözükür. Ve tabii insan da. Maskeler, doğal felaketler dediğiniz o felaketler sırasında düşer. İnsanlar maskesiz görünür o zaman.

Küfür maskeleri de düşer. En inkarcı bildiğiniz insanların dahi gayri ihtiyari olarak farkında olmadan Allah Allah dediklerini duyarsınız. Çünkü kıyamet provasıdır. Küfür bir maske idi zaten. Küfür sentetik bir boya idi zaten. Dökülünce altından doğal boya gözüküverdi. Tabii ki daha sonra kendine geldiğinde tekrar boyalamazsa üzerini. Üzerine tekrar sentetik boya çekmezse. Onun için her felaket bir kıyamet provasıdır.

Bireysel felaketlerde öyle. Başınıza gelen ölüm felaketleri, rahatsızlıklar, hastalıklar, başınıza gelen yoksulluklar..! bütün bunlar küçük, bireysel anlamda bir kıyamet provasıdır.


93-) Fetevella anhüm ve kale ya kavmi lekad eblağtüküm risalati Rabbiy ve nesahtü leküm* fekeyfe asa alâ kavmin kafiriyn;

(Bunun üzerine Şuayb) onlardan yüz çevirdi ve: "Ey kavmim!.. Andolsun ki Rabbimin risâletlerini size tebliğ ettim... Size öğüt verdim... Hakikat bilgisini inkâr eden bir topluluğa (artık) nasıl üzülebilirim?" (A.Hulusi)

93 - Döndü de onlardan, ey kavmim! dedi: Alim Allah size rabbimin risalelerini iblâğ eyledim, size nasîhatte ettim, şimdi kâfir bir kavme nasıl acırım. (Elmalı)


Fetevella anhüm ve kale ya kavmi lekad eblağtüküm risalati Rabbiy ve nesahtü leküm Ve Şuayip onları ardında bırakırken..!

Şöyle bir manzarada ben bu peygamberin iç duygularını çok merak ediyorum doğrusu. İç duygularını.

Ve Şuayip onları ardında bırakırken, mahvolmuş bir uygarlık, bitmiş. kaç saniyede, belki birkaç saniyede. Belki kırk, belki elli, belki altmış saniyede, belki, üç beş saniyede bitmiş bir uygarlık. Mahvolmuş bir ülke.

Ve bir peygamber. Son olarak yine dua eden bir peygamber, bir peygamber yüreği düşünebiliyor musunuz. Onları ardında bırakırken ey kavmim diye mırıldanmıştı.

Evet, ve kale’ ben, diye mırıldanmıştı biçiminde çeviriyorum. Çünkü ancak öyle çevrilebilir. Çünkü duyacak, dinleyecek kimse kalmadı artık. Ey kavmim diye mırıldanmıştı. Doğrusu ben size rabbimin mesajlarını tebliğ etmiştim ve size öğüt vermiştim.

fekeyfe asa alâ kavmin kafiriyn; Şu halde ben sizin gibi nankör bir toplum için nasıl gam çekeyim.

Ben bu nasılı, karmaşık bir ruh haline veriyorum. Yani şimdi ne yapayım, sizin için üzüleyim mi, sevineyim mi..! Size gamı nasıl çekeyim. Küfürle gittiniz ona mı üzüleyim. Pisi pisine gittiniz onamı üzüleyim, adam olmadınız onamı üzüleyim, koca bir uygarlığın helakine sebep oldunuz onamı üzüleyim. Bana bunu ettiniz onamı üzüleyim, veya sizden kurtulduğuma mı sevineyim. Şimdi size nasıl gam çekeyim.


94-) Ve ma erselna fiy karyetin min Nebiyyin illâ ehazna ehleha Bil be'sai veddarrai leallehüm yeddarra'un;

Biz (hangi) bölge halkına bir Nebi irsâl ettiysek, mutlaka onun halkını (kendini beğenmişliklerinden uzaklaştırmak için) sıkıntı, hastalık ile kuşattık; belki içtenlik ve alçak gönüllülükle yönelirler (diye). (A.Hulusi)

94 - Biz hangi memlekete bir Peygamber gönderdikse iptida ahâlisini şiddet ve zaruretle sıkmışızdır ki niyaza düşsünler. (Elmalı)


Ve ma erselna fiy karyetin min Nebiyyin illâ ehazna ehleha Bil be'sai veddarrai leallehüm yeddarra'un; Biz hangi topluma bir peygamber göndermişsek oranın halkını belki Allah’a boyun eğerler diye önce darlıkla, musibetle sınamışızdır.

Yine tarihin yasalarından birini Kur’an bize aktarıyor bu ayette. Yani peygamber gönderdiğimiz hiçbir kavim yok ki biz onları varlıkla da yoklukla da sınamış olmayalım diyecek ayet sonunda. Bu ayetler peş peşe. İşte bu ebedi yasayı hatırlatıyor.


95-) Sümme beddelna mekanes seyyietil hasenete hatta afev ve kalu kad messe abaened darraü ves serraü feahaznahüm bağteten ve hüm lâ yeş'urun;

Sonra içine düştükleri sıkıntıyı iyilik ile değiştirdik... Nihayet refaha erip (mal, evlatça) çoğaldılar ve (bu defa): "Babalarımıza da sıkıntı ve refah dolu günler gelmiştir (bunda alınacak bir ders olamaz)" dediler... Biz de onları, ne olup bittiğini fark etmeden yakaladık! (A.Hulusi)

95 - Sonra da fenalık yerine güzelliğe tebdil etmişizdir, tâ ki artmışlar ve demişlerdir: Doğrusu atalarımıza sıkıntılı haller de olmuş, sürûrlu demler de, tam o vakit biz de kendilerini hatırlarından geçmezken ansızın tutmuş bastırıvermişlerdir.
(Elmalı)


Sümme beddelna mekanes seyyietil hasenete sonra o kötü durumu güzelliğe çevirmişizdir de, hatta afev ve kalu kad messe abaened darraü ves Serra refaha kavuşup şımarmışlar ve bir zamanlar atalarımız da sıkıntı ve sevinçli günler yaşamışlarmış..! demişlerdir.

Yani mantığa bakınız. Burada ayetin söylediği şu; İlk etapta anlaşılmıyor. Ama üzerinde biraz tefekkür edilence çok iyi anlaşılıyor.

Allah ne karışır (Haşa). Yoklukta, varlıkta yaşamın doğal ilkesi. Onun için atamızın da başından geçmiş. Onlarda yoklu günler çekmişler, sıkıntılı günler. Varsıl günlerde çekmişler. Sevindikleri zamanlarda olmuş, üzüldükleri zamanda olmuş. Dolayısıyla bu zamanın getirdiği bir kuraldır. Yani Allahsız düşünce işte günlerin getirdiği hadiselerden böyle bir sonuç çıkarıyor. Yani Allah’ı inkar edenlerin tesadüf tanrısına iman etmekten başka çıkar yolu da kalmıyor.

Onun için bunların yaptığı da bu. Zamanın ipini Allah’a vermemek için zihni bir gayret sergiliyorlar. Allah’tan bağımsız düşünüyorlar varlığı ve yokluğu. Sevinci ve hüznü. İşte mantık bu. Küfür mantığı bu.

feahaznahüm bağteten ve hüm lâ yeş'urun; İşte bunun üzerine biz de olup bitenin farkına dahi varmadan onları ansızın yakalayıverdik.

Adeta temel bakış açısının bu olduğunu söyler gibidir Kur’an. Örnek vermiyor dikkatinizi çekerse bu son iki ayette. Sadece helak olan toplumların temelde nasıl bir düşünceye, nasıl bir hayat tasavvuruna, nasıl bir Allah’tan bağımsız bir felsefeye sahip olduklarını söylüyor.


96-) Velev enne ehlel kura amenû vettekav le fetahna aleyhim berakatin mines Semai vel Ardı ve lâkin kezzebu feehaznahüm Bi ma kânu yeksibun;

Eğer o bölgelerin halkları iman edip korunsalardı, elbette onlar üzerine semâdan ve yeryüzünden bereketler açardık... Ne var ki yalanladılar! Biz de onları yapmakta olduklarının getirisi ile yakalayıverdik! (A.Hulusi)

96 - Eğer o memleketlerin ahalisi iman edip Allah dan korksaydılar elbette üzerlerine yerden gökten bereketler açardık, ve lâkin tekzip ettiler de kendilerini kesibleriyle tuttuk alıverdik. (Elmalı)


Velev enne ehlel kura amenû vettekav Oysaki eğer bu ülkelerin insanları iman etseler ve sorumluluk bilincini kuşansalardı, Allah’a güven ve sorumlu davransalardı. Yani Allah’a güvenseler ve Allah’a güvendikleri içinde sorumlu davransalardı. Allah bizim için hep hayrı ister, bizim iyiliğimizi ister deseler ve buna göre davransalardı, le fetahna aleyhim berakatin mines Semai vel Ard onlara göklerin ve yerin bereketini ardına kadar açardık.

Dikkatinizi çekiyor mu sevgili Kur’an dostları, insan davranışları ile doğanın davranışları arasındaki görünmez irtibata bir atıf var burada. Ne alakası var canım diyenlere Kur’an dan duyurulur. İnsan davranışları ile doğanın davranışları arasında görünmez bir irtibat olduğuna bir atıftır bu ayet. Yani bu ilahi tasarım 99. ayette gelecek asıl. Oraya da bir atıf aynı zamanda.

ve lâkin kezzebu feehaznahüm Bi ma kânu yeksibun; fakat yalanladılar. Bunun üzerine biz de yaptıklarından dolayı kıskıvrak yakaladık.


97-) Efeemine ehlül kura en ye'tiyehüm be'süna beyaten ve hüm naimun;

O bölgelerin halkları, gecenin bir vakti uyurlarken, kendilerine azabımızın gelmeyeceğinden eminler mi? (A.Hulusi)

97 - Ya şimdi şu köy, kasaba ahâlisi geceleyin uyurlarken azâbımızın kendilerine baskın halinde gelivermeyeceğinden emin mi oldular? (Elmalı)


Efeemine ehlül kura en ye'tiyehüm be'süna beyaten ve hüm naimun; Şu halde bu ülkelerin insanları azabımızın gece vakti uykuda iken ansızın gelip çatmayacağından güvencede olabilirler mi? Olabilirler mi..!

Söyler misiniz bu hitap kime? Bu hitap tarihte mi kaldı, yoksa aynı zamanda bu hitabın muhatabı bizler miyiz. Kim Allah’ın azabından güvence de olabilir. Bir gece yarısı ansızın uykuda iken o gazabın gelip kendisini yakalamayacağından. Kim güvencede olabilir diyor Kur’an, soruyor.

İki ayet, 97 ve 98. ayetlerin beyan ettiği hakikati hatırlayacaksınız, bu surenin başındaki 4. ayet daha önceden haber vermişti. Adeta bu sure onu haber vererek, bu ayetleri haber vererek bir özetle girmişti. Bu ayetler onun daha da açılımıdır.


[Adı geçen, açıklanan ama okunmayan ayet.

98-) Eve emine ehlül kura en ye'tiyehüm be'süna duhan ve hüm yel'abun;

Yoksa o bölgelerin halkları, kuşluk vakti oynaşıp eğlenirlerken, kendilerine azabımızın gelmeyeceğinden eminler mi? (A.Hulusi)

98 - Yine o köy kasaba ahâlisi kuşluk vakti oynayıp eğlenip dururlarken kendilerine azâbımızın gelivermeyeceğinden emin mi oldular? (Elmalı)]


99-) Efeeminu mekrAllâh* fela ye'menü mekrAllâhi illel kavmül hasirun;

(Yoksa) Allâh'ın mekrinden (Allâh'ın yaptıklarının sonucunu onlara hiç fark ettirmeden yaşatmak suretiyle cezalandırmasından) emin mi oldular (bu şekilde yaptığımız karşılıksız kaldı, diyerek suç fiillerine devam ederler ve gittikçe batarlar)! Hüsrana uğrayan toplumdan başkası Allâh'ın mekrinden emin olamaz. (A.Hulusi)

99 - Ya artık Allahın mekr’inden emin mi oldular? fakat kendilerine yazık eden kavimlerden başkası Allahın mekrinden emîn olmaz. (Elmalı)


Efeeminu mekrAllâh Yani onlar, herkes Allah’ın ince tertibine karşı kendilerini güvencede sayabilirler mi.

fela ye'menü mekrAllâhi illel kavmül hasirun; Doğrusu Allah’ın ince ve hassas tasarımına karşı, tükenmiş, bitmiş bir toplumdan başkası kendisini güvencede sayamaz. Sayamaz da. Sayamamalı.

Yani onlar, herkes Allah’ın ince tertibine karşı kendilerini güvencede sayabilirler mi diye soruyor ve arkasından da doğrusu Allah’ın ince ve hassas tasarımına karşı, tükenmiş bir toplumdan başkası kendisini güvencede sayamaz diye bitiriyor.

Allah’a karşı güvence aramak, şeytanın bile aklına gelmez. Şeytan bile Allah’a karşı birinden güvence istememiş. Güvenceyi isyan ettiği Allah’tan istemiştir, bana izin ver demiştir.



Devam ediyor D sayfasına geçiniz.
54. videoyu toplu halde http://kurantefsir.wordpress.com/2011/08/12/islamoglu-kuran-tefsir-dersleri-araf-85-12654/ bulabilirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder