24 Ağustos 2011 Çarşamba

İslamoğlu Tef. Ders. Araf (100-109)(54-D)


C sayfasından devam



100-) Eve lem yehdi lilleziyne yerisûnel Arda min ba'di ehliha en lev neşaü esabnahüm Bi zünubihim* ve natbe'u alâ kulubihim fehüm lâ yesme'un;

Helâk olan toplumun mirasçısı olan halk (hâlâ) şu gerçeği fark etmedi mi: Eğer dilesek onların suçları yüzünden onlara musîbetler isâbet ettirir, kalplerini mühürleriz (bilinçlerini kilitleriz) de artık onlar algılayamazlar! (A.Hulusi)

100 - Halâ irşat etmedi mi o, eski sahiplerinden sonra bu Arza vâris olan kimseleri, şu hakikat ki eğer dilemiş olsak onların da günahlarını başlarına çarpardık? Fakat kalplerinin üzerini tabı' eder mühürleriz de onlar hakkı işitmezler. (Elmalı)


Eve lem yehdi lilleziyne yerisûnel Arda min ba'di ehliha en artık önce gelip geçmiş uygarlıkların ardından yeryüzünün medeniyet mirasına konanlar için şu gerçek ortaya çıkmış olmuyor mu ki. Yine bir yasa. Yine tarihin sosyal bir yasası. Tüm uygarlıklar, tüm ülkeler, tüm medeniyetler için geçerli olan bir yasa. Neymiş o yasa;

lev neşaü esabnahüm Bi zünubihim eğer istersek günahları yüzünden onları da hedefe koyabiliriz.

Dikkatinizi çekerim, anahtar kelime Bi zünubihim günahları yüzünden. Yani elleri ile ettiklerini bulurlar diyor. Biz etmeyiz onlara, onlar kendi kendilerine ederler.

Evet..! ve lâkin kânu enfüsehüm yazlimun; Rum/9

Fakat zulmeden, kendilerine zulmeden yine onlardır diyor. Biz zulmetmiyoruz. Evet, burada da o söyleniyor.

ve natbe'u alâ kulubihim fehüm lâ yesme'un; üstelik kalplerine mühür basarız da onlar artık işitmez olurlar.

Dikkatinizi çekerim sevgili dostlar. Kalplere nasıl mühür basılır sorusu Bi zünubihim de gizli. İşte böyle.

ve natbe'u, burada aşağıda da gelecek olduğu için ben aşağıda da açıklayabilirdim ama, çünkü 101. ayetin sonu da öyle bitiyor. yatbe'ullahu alâ kulubil kafiriyn; İşte Allah inkarcıların kalplerini böyle mühürler. Burada da geçiyor. ve natbe'u alâ kulubihim fehüm lâ yesme'un; üstelik kalplerine mühür basarız da onlar artık işitmez olur.

Tabaa yetbeu, netbau, etbau..! çok ilginç bir benzerlik var. Benzerlik değil ayniyet. Yetbau, karakter anlamındaki tabiatla aynı, Tabi’a, tabiat karakter. Adeta bu ayetin anlamı; Allah küfrü onların karakteri kılar diyor. Aynen böyle. İşte kalp nasıl mühürlenir diye sorarsanız bana, cevabı burada. Allah küfrü onların karakteri haline getirir. Artık küfür, karakteri olur onların. O kadar.


101-) Tilkel kura nekussu aleyke min enbaiha* ve lekad caethüm Rusulühüm Bil beyyinat* fema kânu li yu'minu Bi ma kezzebu min kabl* kezâlike yatbe'ullahu alâ kulubil kafiriyn;

İşte o çeşitli yerleşim alanındakiler ki onların haberlerinden sana art arda anlatıyoruz... Andolsun ki Rasûlleri, açık deliller olarak gelmişti... (Fakat) önceden yalanladıklarına (Din'e, B sırrınca) iman etmediler... İşte Allâh, hakikat bilgisini inkâr edenlerin kalplerini böyle mühürler (bilinçlerini kilitler). (A.Hulusi)

101 - İşte o memleketler, bunların başına gelenlerden bâzısını sana kıssa olarak nakil ediyoruz; celâlim hakkı için onlara Peygamberleri beyyinelerle geldiler öyle iken iman etmek istemediler, çünkü ondan evvel inkâr etmeği âdet etmişlerdi, Allah kâfirlerin kalplerini işte böyle tabeder. (Elmalı)


Tilkel kura nekussu aleyke min enbaiha sana kıssalarını naklettiğimiz bu ülkeler, ve lekad caethüm Rusulühüm Bil beyyinat* fema kânu li yu'minu Bi ma kezzebu min kabl doğrusu bütün bunlara kendi içlerinden elçiler, hakikatin apaçık belgelerini getirdiler de yine de onlar bir kez yalanlamış bulundukları için bir daha iman etmediler.

İlginç bir üslup. Bir kez yalanlamış bulundular, bir daha da iman etmediler. Yani küfürde ısrar ettiler. Batılda ısrar ettiler. Sözlerine sadakat gösterdiler ama Allah’a sadakat göstermediler. Allah’a verdikleri fıtrat sözünü çiğnediler de, şeytana verdikleri sözü çiğnemediler dercesine bir kez yalanlamış bulundukları için, bir daha iman etmediler.

Sonuçları tayin eden insanın iradeli tercihidir. İşte yalanlamış bulundukları için deyişte bu yüzdendir. Yani ben saptırmadım diyor. Siz saptınız ve akıbetinizi de kendi elinizle belirlediniz. Ben kahretmedim sizi, siz, sizi kahrettiniz asıl. İşte budur.

kezâlike yatbe'ullahu alâ kulubil kafiriyn; Biraz önce okuduğum için geçiyorum. İşte Allah inkarcıların kalplerini böyle mühürler. Yani küfrü inkarcıların tabiatı haline getirir. Kalplerinin tabiatı olur o.


102-) Ve ma vecedna liekserihim min ahd* ve in vecedna ekserehüm lefasikıyn;

Onların çoğunluğunda, verdikleri söze sadakat bulamadık... Onların çoğunluğunu, Hakk'a itaatten çıkmış bulduk. (A.Hulusi)

102 - Hem ekserîsinde ahde vefa görmedik, şu muhakkak ki ekserîsini taatten çıkar fasıklar gördük. (Elmalı)


Ve ma vecedna liekserihim min ahdin ve biz onların çoğunu fıtrat sözleşmesine sadık bulmadık.

Buyurun, geldi, “fıtrat” sözleşmesine sadık bulmadık.

ve in vecedna ekserehüm lefasikıyn; aksine onların çoğunu sapmayı içselleştirmiş kimseler bulduk. Sapmayı içselleştirdiler, sapmayı tabiat haline, mizaç haline getirdiler. Sapıklığı adeta değişmez bir karaktere dönüştürdüler. İşte yukarıda söylenen. Tabiat, karakter, mizaç..! Onun için sözleşmeye sadık olmadılar.

Buradaki sözleşme her halükarda fıtrat sözleşmesi olsa gerek. İman sadece bir sözleşme tazelemedir dostlar. Asıl sözleşme değildir. Asıl sözleşme fıtrat sözleşmesidir. Asıl sözleşme fıtrattır. İnsanın saf doğasına ihanet etmeden insan küfredemez. Onun için her küfür insanın kendi kendisinin ihaneti anlamına gelir. Israrla küfrü tercih eden kendi doğasına, kendi fıtratına, kendi var oluşuna ısrarla ihanet ediyor demektir.


103-) Sümme beasna min ba'dihim Musa Bi âyâtina ila fir'avne ve meleihi fezalemu Bi ha* fenzur keyfe kâne akıbetül müfsidiyn;

Sonra, onların ardından Musa'yı (Esmâ'nın açığa çıkışı olan) delillerimiz ile Firavun ve onun ileri gelenlerine bâ'settik... (Firavun ve ileri gelenleri ise) onlara (delillerimizin hakkını vermeyerek) zulmettiler... Fesat çıkaranların sonu nasıl oldu, bir bak! (A.Hulusi)

103 - Sonra onların arkasından âyetlerimizle Musâ’yı Firavuna ve cemiyetine gönderdik, tuttular, o âyetlere zulüm ettiler, ettiler de bak o müfsitlerin akıbeti nasıl oldu? (Elmalı)


Sümme beasna min ba'dihim Musa Bi âyâtina ila fir'avne ve meleihi

Yepyeni bir olaya getirdi Kur’an. Yine tarihin iki yatağının hiçbir zaman değişmediğini, daha sonrada değişmediğini ifade edercesine Musa ve İsrail oğulları hadisesine getirdi ve dedi ki; Sonra bu kavimlerin ardından Firavuna ve onun adamlarına ayetlerimizle Musa’yı gönderdik.

Küçük bir nokta, çok önemli bir nokta yalnız. Bu hadise, Musa Kıssası Kur’an da en az 7 surede anlatılır. Ama bu Musa ve kavminin firavuna karşı yürüttüğü bu mücadele, Musa ve kardeşinin, firavuna karşı yürüttüğü mücadelenin küçük bir kısmı alınıyor burada. Neden, Musa’nın kıssası Mekke’de anlatılıyor. Musa’nın Mekke’si, Muhammed A.S. ın Mekke’sinde. Unutmayın bu surede Mekke de indi. Onun için sadece Musa’nın muhalefette, firavunun ülkesindeki iman savaşı anlatılıyor. Onun ötesi, yani Mısır dan çıkıştan sonrası burada anlatılmıyor. Buradan da anlıyoruz ki;

Ey Muhammed,(A.S.) senin Mekke’n sadece sana ait değil, her peygamberin Mekke’si var. Her peygamber Mekke’sinde senin karşılaştıklarına benzer şeylerle karşılaştı ve Allah hepsini de Mekke’sinde destekledi. İşte şu ana kadar anlatılan peygamberlerde olduğu gibi.

fezalemu Bi ha onları ters karşıladılar. Tabii, Musa’yı ve getirdiği mesajı ters karşıladılar diye tercüme ettim, çünkü zulüm, yerinden etmek demekti. Ters karşılamak işte.

fenzur keyfe kâne akıbetül müfsidiyn; Ve bak nasıl oldu fesatçıların sonu.


104-) Ve kale Musa ya fir'avnü inniy Resulün min Rabbil alemiyn;

Musa dedi ki: "Ey Firavun! Muhakkak ki ben âlemlerin Rabbinden bir Rasûlüm." (A.Hulusi)

104 - Musâ, ey Firavun! dedi: Bil ki ben rabbül'âlemîn tarafından bir Resulüm. (Elmalı)


Ve kale Musa ya fir'avnü inniy Resulün min Rabbil alemiyn; Ve Musa dedi ki; Ey firavun, ben alemlerin rabbinden bir elçiyim.


105-) Hakıykun alâ en lâ ekule alAllâhi illel Hakk* kad ci'tüküm Bi beyyinetin min Rabbiküm feersil me'ıye beniy israiyl;

"Allâh üzerine Hak olmayanı söylememek, benim üzerime hakiki bir borçtur... Gerçekten ben size Rabbinizden apaçık bir delil ile geldim... (O hâlde) İsrailoğullarını benimle beraber gönder!" (A.Hulusi)

105 -  Birinci vazifem Allaha karşı haktan başka bir şey söylememekliğimdir, hakikat ben size rabbinizden bir beyyine ile geldim, artık Beni İsraîl’i benimle beraber gönder. (Elmalı)


Hakıykun alâ en lâ ekule alAllâhi illel Hakk Bana yaraşan Allah hakkında hakikatten başka bir şey söylememektir.

Niye Hakıykun diye başlıyor, bana yaraşan söylememektir? Bu ifadeyi anlamak için Musa’nın sarayda büyümüş bir prens olduğunu aklımızdan uzak tutmamamız gerektir.

kad ci'tüküm Bi beyyinetin min Rabbiküm elbet size rabbinizden apaçık mucizelerle geldim. feersil me'ıye beniy israiyl; artık bırak ta İsrail oğulları benimle birlikte gelsinler. Teklifi bu. Hz. Musa’nın gönderilişinde ki amaçlardan biride bu. Tevhidi bir toplum olan Muvahhit İsrail oğulları, Müslüman İsrail oğulları dikkatinizi çekerim, birle bile kullanıyorum. Müslüman İsrail oğulları, müşrik Mısır toplumunda asimile edilmeye çalışılıyor ve köle haline getiriliyordu.

İşte aralarından seçilmiş bir peygamber eli ile bu muvahhitler, artık Müşrik, artık kafir bir toplumun iktidarı altında yaşamamaları için bir çıkış yolu düşünmeye başladılar.


106-) Kale in künte ci'te Bi ayetin fe'ti Bi ha in künte mines sadikıyn;

(Firavun): "Eğer bir mucize ile geldinse, hadi getir mucizeni; eğer sözünde sadıksan!" dedi. (A.Hulusi)

106 - Eğer, dedi: Bir âyet ile geldinse getir onu bakalım sadıklardan isen. (Elmalı)


Kale in künte ci'te Bi ayetin fe'ti Bi ha in künte mines sadikıyn; Tabi ki aynı zamanda Musa peygamberin görevlerinden biri, içinde yaşadığı bu toplumun önderlerini de imana çağırmaktı.

Firavun dedi ki; Mademki bir mucize ile geldin, o halde ortaya koy, tabii ki doğru sözlü biriysen.


107-) Feelka asahu feizâ hiye su'banün mubiyn;

(Bunun üzerine Musa) asasını bıraktı, birden o asa büyük bir yılan olarak göründü! (A.Hulusi)

107 - Bunun üzerine asasını bırakıverdi, ne baksın o koskoca bir ejderha kesiliverdi. (Elmalı)


Feelka asahu feizâ hiye su'banün mubiyn; Bunun üzerine Musa asasını yere bıraktı, hayret, o da ne..! düpedüz bir yılandı o.


108-) Ve neze'a yedehu feizâ hiye beydaü linnazıriyn;

Ve (Musa) elini çekip çıkardı, birden o (el) parlayan beyaz ışık hâlinde göründü! (A.Hulusi)

108 - Ve elini sıyırdı çıkardı, ne baksın o bakanlara bembeyaz parlıyor. (Elmalı)


Ve neze'a yedehu ve elini çıkardı. feizâ hiye beydaü linnazıriyn; Bir de baktılar ki göz kamaştırıcı bir parlaklık..!

İlginçtir, Tevrat’ta el mucizesi, yed i Beyza mucizesi, rasyonalist eğilimli hahamların kalemlerinden çıkan bir tahrifata uğrar, cüzamlı birinin eli gibi nakleder. Bembeyaz. Oysa ki bu mucizevi bir parlaklıktı, göz alıcı bir parlaklık.


109-) Kalel meleü min kavmi fir'avne inne hazâ lesahırun 'aliym;

Firavun'un halkının ileri gelenleri (rahipler): "Muhakkak ki bu çok şey bilen bir sihirbaz" dediler... (A.Hulusi)

109 - Firavunun kavminden o cemiyet, bu, dedi: şüphesiz çok bilgiç bir sihirbaz. (Elmalı)


Kalel meleü min kavmi fir'avne inne hazâ lesahırun 'aliym; Yine orada da çıktı çete, orada da çıktı. Yöneticinin etrafını saran menfaat çetesi, seçkinler. Ve dediler ki firavun toplumunun seçkinleri, anlaşıldı ki bu, bu işleri iyi bilen bir sihirbazdır. Çünkü kalplerinden bakmıyorlar, ceplerinden bakıyorlar. İnkarcı bir mantık için en görkemli mucize bile basit bir göz bağcılık olarak görünüyor, görüyorsunuz.


Devam ediyor E sayfasına geçiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder