12 Ağustos 2011 Cuma

İslamoğlu Tef. Ders. Araf (38-42)(52-B)


A sayfasından devam


38-) Kaledhulu fiy ümemin kad halet min kabliküm minel cinni vel'insi fiyn nar* küllema dehalet ümmetün leanet uhteha* hatta ized dareku fiyha cemiy'an kalet uhrahüm li ûlahüm Rabbena haülai edalluna featihim azâben dı'fen minen nar* kale li küllin dı'fün ve lâkin lâ ta'lemun;

Buyurdu: "Sizden önce geçmiş cinnden ve insten topluluklar arasında, Nâr'a (ateşe - radyasyona - yakıcı dalga boyu ortamına) dâhil olun"... Her topluluk dâhil oldukça, inancını paylaştığı yakınına lânet eder! Nihayet hepsi orada bir araya gelip birikince, sonrakiler öncekileri için: "Rabbimiz... İşte bunlar bizi saptırdılar... Onlara Nâr'dan (ateş - radyasyon) iki kat azap ver" derler... Buyurdu: "Hepsi için iki katı vardır, fakat bilmiyorsunuz." (A.Hulusi)

38 - «Girin bakalım sizden evvel İns-ü Cinden geçen ümmetlerin içinde ateşe» buyurur, her ümmet girdikçe hemşîresine lânet eder, nihayet hepsi orada birbirlerine ulanırlar, sonrakileri, öndekiler ini göstererek «Rabbena, derler: işte şunlar bizi yoldan çıkardılar, onun için onlara ateşten iki katlı azâb ver» her birinize, buyurur: iki katlı, ve lâkin bilmiyorsunuz. (Elmalı)


Kaledhulu fiy ümemin kad halet min kabliküm minel cinni vel'insi fiyn nar Allah diyecek ki katılın sizden önce gelip geçen insan ve cin topluluklarından ateşte olanlar güruhuna, hadi, onlara, o kendi aleyhlerine tanıklık eden ve artık bir mazerette ileri süremeyecek olan. Çünkü şahidi kendisi, kimi yalanlayacak, yalanlarsa kendisini yalanlamış olacak. Onun için kişinin kendi şahadetini yalanlaması mümkün olmadığına göre onlara söylenecek şey de bu olacak. Katılın sizden önce gelip geçen insan ve cin topluluklarından ateşte olanlar gürühuna.

Yer yüzünde hiçbir insanın sevgili dostlar ön gelişmiş teknolojilerle ulaşamayacağı bi alanla ilgili bilgi sunuyor Kur’an şu ayetlerde. Unutmayınız hiçbir bilgi kaynağı bize ahiret hakkında böylesine kesin ve keskin bilgiler veremez.Hiçbir teknolojik aygıt bizi ahiret hakkında böylesine kesin bilgilere ulaştıramaz. Başka hiçbir kapıda bulamayacağımız bilgilerdir Kur’an ın bu ayetlerde verdiği bilgiler. Kur’an ın bir başka ayetinde;

Nebe ul aziym..  (Nebe/2) dediği şey.

İşte muhteşem haber, büyük haber, olay haber bu, işte bu. İnsan istikbaline ilişkin tek sağlam bilgi kaynağı vahiydir ve büyük haber, manşet haber vahiy tarafından verilir ahirete ilişkin.

küllema dehalet ümmetün leanet uhteha her girişte ümmetler önceki yoldaşlarına lanet edecekler. Kendilerinden önde giden, peşi sıra yürüdükleri, arkalarına takıldıkları, kötülükte öncüleri olan yoldaşlarına lanet edecekler. hatta ized dareku fiyha cemiy'a öyle ki onların tümü birbiri ardınca oraya doluşunca; kalet uhrahüm li ûlahüm sonrakiler, önden gidenler için şöyle diyecek;

Burada ki ûlahum, önden gidenler, iki anlama gelebilir;

1 – Kötülükte öncülük yapanlar. Başkalarının kendilerini kötülükte izlediği.

2 – Selefler, yani önceki nesiller. Sizin peşi sıra gittiğiniz önceki kötü yoldan giden nesiller, kuşaklar anlamına gelebilir.

İşte sonrakiler, önden gidenler için şöyle diyecek;

Rabbena haülai edalluna featihim azâben dı'fen minen nar Dikkat edin değerli Kur’an dostları. Rabbimiz, işte bizi yoldan çıkaranlar. Bu yüzden onlara iki misli ateş azabı çektir.

Kale li küllin dı'fün ve lâkin lâ ta'lemun; Allah, hepiniz iki kat azabı hak ettiniz. Fakat bunun dahi farkında değilsiniz diye cevap verecek.

Diyalogu görüyorsunuz. Sonrakiler, arkadan takip edenler, takip ettikleri, izlediklerini Allah’a şikayet edip adeta mazeret bildiriyorlar. Onlara iki kat azap ver. Neden? Çünkü onlar kötülükte öncülük ettiler. Bize öncülük ettiler. Allah’ın cevabı; Hepinize iki kat, hepinize kat kat azap var.

Neden? Düşünsenize bu ilahi kelam üzerinde. Aslında iki şey birbirinin aynı olarak değerlendiriliyor.

1 -  kötülükte öncülükle,

2 - Körü körüne izlemenin Allah katında farkı yok deniliyor burada. Ha kötülükte öncülük etmişsiniz, ha körü körüne izlemişsiniz.

Birincilerde ihanet ettiler, öncekileri öndekiler, kötülük öncüleri. Onları izleyenler de ihanet ettiler. İhanetlerinin adı değişik ama mahiyeti aynı. Nasıl değişik? Öncekiler, kötülük önderleri, fıtrat sözleşmesine ihanet ettiler. Var oluşlarında ki Allah’la olan fıtrat sözleşmelerine, yani iyi bir hayat üzerine yaratıldıkları halde kötüyü tercih ettiler. Birinciler bu sözleşmenin hainleri. İkincilerse akıl ve iradeye ihanet ettiler. Öncekiler kötü yolla gidebilirler, fakat sizi aklınız yok muydu. Körü körüne öncekileri, ataları, büyükleri takip etmekte nereden çıktı.

İşte bu iki davranış tarzı da ihanettir,

innallâhe lâ yuhıbbul hâinîn. (En’fal/58) Allah hainleri sevmez.

Onun için de hepiniz için kat kat azap var buyruluyor.


39-) Ve kalet ulahüm li uhrahüm fema kâne leküm aleyna min fadlin fezûkul azâbe Bi ma küntüm teksibun;

Öncekiler de sonrakilere: "Sizin bize bir üstünlüğünüz yok... Uygulamalarınızın getirisi olarak yaşayın azabı!" derler. (A.Hulusi)

39 - Öndekiler de sonrakilere derler ki: sizin de bize karşı bir meziyetiniz olmadı, artık kendi kesbinizin cezası, tadın azabı. (Elmalı)


Ve kalet ulahüm li uhrahüm Bu kez öncekiler, sonrakilere şöyle diyecek; fema kâne leküm aleyna min fadlin fezûkul azâbe Bi ma küntüm teksibun; İşte gördünüz, sizin bizden bir farkınız yok. Öyleyse kendi işledikleriniz yüzünden tadın azabı.

Bi ma küntüm teksibun; işliyor olduğunuz şeylerden dolayı..! İsra suresinde ki en temel Kur’ani ilkeye bir atıf gibi duruyor bu ibare. Neydi o;

..ve lâ teziru vaziretun vizre uhra.. (İsra/15)

Hiç kimse bir başkasının sorumluluğunu üstlenmez. Herkes kendi sorumluluğunu taşıyacaktır. Onun için yükünüzü kendiniz çekeceksiniz. Yükünüzü başkasına yıkmak yok. Bu yük insanlık yükü, bu yük irade yükü, bu yük akıl yükü. Çünkü akıl toptan verilmemiş, herkese tek tek verilmiş. Elbette ki herkesten tek tek hesabı sorulacak.

Burada özellikle değerli dostlar, takvanın ahlaki anlamda zıddı olan sorumluluğa dikkat çekiliyor. Sorumluluk sahibi olma üzerine bir gönderme var. Yani insan sorumluluğunu reddederse, aslında ahlaki davranış temeli kalmaz. Onun için takva sorumluluğu kabuldür. Takvanın zıddı sorumluluğu rettir. Böyle bir mazeret sorumluluğu ret anlamına gelir. İşte onun içinde; Bizden bir farkınız yok diyecekler onlar. Öyle ise kendi işledikleriniz yüzünden azabı tadın. Yani eylemlerinizin sorumluluğunu üstlenin. Dünyada iken üstlenmediniz. Yaptınız ama sorumluluğunu üstlenmediniz.

Aslında ahirete iman budur. Eylemlerinizin sorumluluğunu üstlenmektir ahirete iman. Ahirete iman etmiş olan insanın en büyük, en ayırıcı vasfı; Yapacağı her şeyden hesap verecek olduğunu bilmesidir. Hesap vereceğini aklından çıkarmamak, sorumluluk duygusu ile, sorumluluk şuuruyla, yani Kur’ani ifadesi ile takva ile ilgili bir bilinçtir. O sebeple burada da sorumluluğa dikkat çekiliyor.


40-) İnnelleziyne kezzebu Bi âyâtina vestekberu anha lâ tüfettehu lehüm ebvabüs Semai ve lâ yedhulunel cennete hatta yelicel cemelü fiy semmilhıyat* ve kezâlike neczil mücrimiyn;

İşaretlerimizi yalanlayıp, onlara karşı büyüklenenler (var ya muhakkak ki) onlara semâ kapıları (hakikati müşahede boyutu) açılmaz ve halat iğne deliğinden geçinceye kadar (ki bu da olanaksızdır!) (onlar) cennete (varlıklarındaki Esmâ kuvvelerini yaşama şartlarına) dâhil olamazlar... Mücrimleri böyle cezalandırırız! (A.Hulusi)

40 - Elbette âyetlerimizi tekzip eden ve onlara imanı kibirlerine yediremeyen kimselere Semanın kapıları açılmaz ve cemel iğnenin deliğinden geçinceye kadar onlar Cennete girmezler, işte mücrimleri biz böyle cezâlandırırız. (Elmalı)


İnnelleziyne kezzebu Bi âyâtina vestekberu anha Hiç kuşkusuz mesajlarımızı yalanlamaya kalkan ve onları küçümseyenlere.

Mesajlarımızı yalanlamaya kalkan ve onları küçümseyenler. İki tip suç, yalanlamak ve küçümsemek. Yalanlamanın tabiatı belli, ret, inkar. Küçümsemek, Allah’ın vahyini küçümsemek. Onun çağ dışı olduğunu düşünmek, Allah’ın kendi çağını hesap etmeyeceğini düşünmek. Onun içeriğini küçümsemek. O’nun çağın sorularına cevap verdiğini küçümsemek. İşte böylesine iki cinayet, vahye karşı işlenmiş. Devam ediyor, ne olacak böyle davrananlara;

lâ tüfettehu lehüm ebvabüs Semai sema kapıları, gök kapıları açılmayacak.

Sanırım bu ibarenin anlamı; mühürlenecek, yani hükmün geri alınmayacağı bir biçimde onlar için artık karar, son karar verilmiş olacak. Onun için Allah’ın ayetlerini küçümseyenler iflah olmazlar. Mühürlenecek, onlar Allah ile olan sözleşmelerini artık dönüp de yenileyemeyecekler. Artık geri dönemeyecekleri bir yola girmiş olacaklar. Devamı;

ve lâ yedhulunel cennete hatta yelicel cemelü fiy semmilhıyat ve onlar; halat iğne deliğinden geçmedikçe cennete giremeyeceklerdir.

Kur’an da bir tek burada geçen bir benzetme, bir teşbih kullanılıyor; “Halat iğne deliğinden geçmedikçe onlar cennete giremeyecekler.” Bunun anlamı, yukarıda ifade edilen bu suçu işleyenler, bir daha Allah’ın rahmetine uğrama ihtimalini yok etmişlerdir. Yani cennete girme imkan ve ihtimalinin uzak olduğunu, ortadan kalktığını ifade eden bir benzetme ile karşı karşıyayız.

Burada ki Cemel, sözcüğü iki anlama yorumlanmış. Erkek deve, ya da halat. Cemel; cüm, cümnen gibi okunuşlarla okuyanlar olmuş ki, İbn. Abbas, Hz. Ali, İbn. Abbas’ın büyük talebesi Mücahit ve onların takipçileri bu sözcüğün anlamını halat olarak vermişler. İbn. Abbas hatta bunu söylerken; Allah mecazın da en güzelini yapar, deve ile iğne arasında herhangi bir benzerlik olmadığı için ancak halat ile iğne arasında bir teşbih kurulabilir, benzetme yapılabilir. Onun için bu istiarenin manası budur demişler.

Dolayısıyla burada ifade edilen şey aslında yukarıdaki suçu işleyen insanların cennete girmesinin imkansızlığını vermektir, söylemektir. Ancak deve olsa, deve olarak anlaşılsa; Deve iğne deliğinden geçinceye kadar biçiminde tercüme etsek ne olur, elbette yine bu mecazın vermek istediği anlam yine verilmiş olur ki çoğunluğun, meşru olan tercihi budur zaten. Fakat ben de İbn. Abbas’ın tercihinin daha doğru olduğunu düşünüyor, halat iğne deliğinden geçinceye kadar biçimindeki manayı tercih ediyorum.

ve kezâlike neczil mücrimiyn; Biz günahta ısrar edenleri işte böyle cezalandırırız.


41-) Lehüm min cehenneme mihadün ve min fevkıhim ğavaş* ve kezâlike necziyz zalimiyn;

Onlara cehennemden bir döşek ve fevklerinden (bilinçlerinde) gavaş (perdeler, kılıflar) vardır... Zâlimleri böyle cezalandırırız. (A.Hulusi)

41 - Onlara Cehennemden bir, döşek ve üstlerinden örtüler ve işte zalimleri biz böyle cezalandırırız. (Elmalı)


Lehüm min cehenneme mihadün ve min fevkıhim ğavaş Onların altlarında cehennemden bir döşek, üstlerinde ise ateşten bir örtü olacaktır.,

Yine Kur’an dan başka kimsenin veremeyeceği bir yerden haber veriliyor. Allah’tan başka kimsenin bize bilgi ulaştıramayacağı ahiret hakkında Kur’an bize bilgi veriyor ve Kur’an ın mesajını küçümseyen, ilahi kelamı inkar eden küçümseyerek inkar edenlerin akıbetlerinin, istikballerinin ne olacağını haber vermeye devam ediyor.

ve kezâlike necziyz zalimiyn; işte biz zulme gömülüp gidenleri böyle cezalandırırız.


42-) Velleziyne amenû ve amilus salihati lâ nükellifü nefsen illâ vüs'aha* ülaike ashabül cenneti, hüm fiyha halidun;

İman edip imanının gereği fiiller ortaya koyanlara gelince... Ki biz, hiçbir nefsi, kapasitesinin üstündeki ile mükellef kılmayız; işte onlar cennet ehlidirler... Onlar orada ebedî kalıcılardır. (A.Hulusi) 

42 - İman edip iyi işler yapan kimseler -ki bir nefse ancak vüs'ünü teklif ederiz- bunlar işte ashabı Cennettirler ve hep onda muhalledirler. (Elmalı)


Velleziyne amenû ve amilus salihati lâ nükellifü nefsen illâ vüs'aha fakat kim iman eder, iyi ve yararlı bir değer üretirse, ve amilus salihat ibaresini, iyi ve yararlı bir değer üretmek biçiminde çevirdim. Salih amelin Salih olma vasfını kazanması için mutlaka gayesi meşru, niyeti meşru ve usulü meşru olacak. İyi ve yararlı özelliği bulunacak. Özü itibarıyla iyi ve insanlara ya da yapan kimseye yarar sağlayan bir eylem olacak. Ki ben bütün bunları değer üretmek olarak anlamlandırdım. Ki gerçekten de insanın ameli sadece bedeni değil, aynı zamanda fikri, düşünsel amelleri vardır. İçtihat gibi, tefekkür gibi, tedebbür gibi, taakkul gibi kalbi ameli vardır. Muhabbet gibi, meveddet gibi, ülfet gibi, Allah için kötüye ve küfre buğz gibi. Bunlar da kalbin amelidir.

Amel deyince sadece hareket, sadece bire bir fiziki bir üretim akla gelmemeli. Onun için bir değer üretmek dedim. Değer, maddi ya da manevi, duygusal, düşünsel ya da fiziksel her tür değer.

İşte bu değeri üretenler ve tabii ki iman edenler. Buradaki iman etmeden maksat, Allah ile yaptığı fıtrat sözleşmesini bozmayanlar, ona sadık olanlar.

lâ nükellifü nefsen illâ vüs'aha Burada bir tırnak içi cümlesi var; Ki biz hiç kimseye taşıyacağından fazlasını yüklemeyiz. Yani iman etmek ve Salih amel işlemek, iyi bir, kalıcı bir değer üretmekten kasıt, insanların kendilerini helak edip yapamayacakları, beceremeyecekleri bir takım şeylere girmeleri falan değildir. Böyle anlaşılmamalı diyor Kur’an. Çünkü biz hiç kimseye gücünün yettiğinden fazlasını yüklemeyiz. İnsanları yapabileceği şeyler insanın iman etmek ve değer üretmek. Onun için biz insanın gücünün yetebileceği bir şeyi teklif ediyoruz insana.

ülaike ashabül cenneti, hüm fiyha halidun; İşte, içinde ebedi kalmak üzere cennete girecek olan bunlardır.

Burada değer üretmekten söz edince bu surenin hemen başında anlatılan Adem kıssası akılma geldi ve bir hisse çıkarırız diye düşünüyorum bu bağlamda. Adem kıssasından çıkarılacak hisse de şu olsa gerek; Adem değer üretmek için cennetten çıkarıldı. Cennette bir tüketici idi. Bu sembolik kıssa bize, insanın üretici olduğu zaman adam olacağını, onun için de irade ile, akıl ile insan birleşince üreticiliğin ortaya çıkacağını, dolayısıyla Adem kıssasında Adem’in yer yüzüne indirilmesinden muradının, asıl anlatılmak istenenin aslında bir değer üretme, bir değer ortaya koyma, kendisine verilen akıl ve iradeyi değer üretme yönünde kullanma ve istihdam etmenin anlaşılması gerektiğini düşünüyorum. Bu mana da cennetten çıkmadan adam olamayacaktı Adem diye düşünüyorum.

Onun için orada bir tüketici idi, çıktığı zaman üretici hale geldi ve alnının teri ile kazandı, imanı ile kazandı, yüreğinin teri ile kazandı, zihninin teri ile kazandı. O zaman imanın ve inkarın bir karşılığı oldu. O zaman amelin bir karşılığı oldu. O zaman aklın şükrü, iradenin şükrü yerine gelmiş oldu.


Devam ediyor C sayfasına geçiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder