11 Ağustos 2011 Perşembe

İslamoğlu Tef. Ders. Araf (35-37)(52-A)




Sevgili Kur’an dostları geçen dersimizde Araf suresinin 35. ayetine kadar işlemiştik. Geçen ders işlediğimiz ayetlerin muhtevasına şöyle kısaca bir göz atacak olursak vahye çağırarak girmişti sure söze. Vahyin ebedi dirilticiliğine, sağaltıcı soluğuna dikkatimizi çekmişti. Hemen arkasından sözü insan soyuna getirmişti. İnsan soyunun yer yüzündeki serüvenine getirmişti. Ki bu konuda bize Allah’tan başka bir bilgi verecek daha sağlam bir kaynak yok, olamaz.

Yine geçen ders işlediğimiz ayetler insan soyunun yer yüzünde nasıl bir misyonla ortaya çıktığı, Allah’ın insana nasıl bir misyon yüklediğini Adem ve şeytan örneğinde anlatılmış, aktarılmış, iyi ve kötünün tarihsel değil var oluşsal, yani fıtri olduğu vurgulanmıştı.

Aslında şeytan kötüyü temsil eden bir logo, bir sembol idi ve bu anlamda Adem kıssası iyi ve kötünün, Hakk ve batılın, olumlu ve olumsuzun, pozitif ve negatifin insanda sonradan olmadığını var oluşsal olduğunu, fıtri olduğunu ve iyi ve kötüyü ayırt etme yeteneğinin de fıtri olduğunu, dolayısıyla ahlakın ilkelerinin evrensel olduğunu ve ahlak ilkelerini herhangi bir kitapla, herhangi bir peygamberle başlatamayacağımızı, örneğin ahlak ilkelerini Kur’an vaz etmiş diyemeyeceğimizi, Kur’an sadece insanın fıtratına yerleştirilmiş iyi ve kötü ölçüsünü ortaya çıkardığını, bu ölçüyü tahrif etmekten korumamız gerektiğini hatırlatan bir mesaj, mesajların ser tacı, baş tacı olduğunu anlamıştık ve tarihin yasasını dile getiren ayetle geçen dersimize son vermiştik.

O da toplumların, medeniyetlerin, uygarlıkların, ülkelerin eceli, bir vadesi olduğunu ve her topluluk, her uygarlık, her ülke mutlaka bir gün tarihin zağarında yerini alacağını ama doğru, güzel ve iyinin, kötü çirkin ve batılın savaşının uygarlıklarla, medeniyetlerle, sitelerle, ülkelerle kaim olmadığını, bunların sürüp gideceğini öğrenmiştik.

Bu gün 35. ayetle devam ediyoruz dersimize. Hitap tüm insan soyuna;


35-) Ya Beniy Ademe imma ye'tiyenneküm Rusulün minküm yekussune aleyküm ayatİY, femenitteka ve asleha fela havfün aleyhim ve lahüm yahzenun;

Ey Âdemoğulları... Aranızdan, işaretlerimi size anlatıp açıklayan Rasûller geldiğinde, kimler korunur ve kendini düzeltirse, onlara korku yoktur ve onlar mahzun olmazlar. (A.Hulusi)

35 - Ey Âdem oğulları, size her ne zaman içinizden benim âyetlerimi âyıtır Resuller gelir de her kim bunlara muhalefetten sakınır ve salâhı iltizam eylerse artık onlara korku yoktur ve mahzun olacak olanlar onlar değildir. (Elmalı)


Ya Beniy Adem Ey Adem oğulları, imma ye'tiyenneküm Rusulün minküm yekussune aleyküm ayatİY size aranızdan benim mesajlarımı ileten elçiler geldiğinde femenitteka ve asleha fela havfün aleyhim ve lahüm yahzenun; her kim sorumluluk bilinciyle hareket eder ve kendini düzeltirse, onlar gelecek kaygısı taşımayacak, geçmiş üzüntüsü de çekmeyeceklerdir.

Hitap insan soyuna Ya Beniy Adem ey Adem oğulları diye başlıyor. Ancak bir vahiy böyle başlayabilir. Ancak ilahi bir kelam bu kadar kuşatıcı olabilir. Tüm insanlığı muhatap alıyor ve insan soyuna sesleniyor. Mesaj hatırlatılıyor insana. İlahi mesaj ve daha ötede insan oğlunun benliğine, öz benliğine yerleştirilen doğruya, iyiye, güzele olan eğim, eğilim hatırlatılıyor. Ve Ahlak ilkelerinin evrensel olduğu, tarihsel, konjoktürel ya da herhangi bir uygarlıkla, herhangi bir devletle, herhangi bir sosyal yapı ile bağımlı olmadığını, iyi ve kötünün, Hakk ve batılın her çağda, her zeminde, her zamanda değişmez ilkeler olduğunu hatırlatıyor bu ayet bize ve fıtratımıza dönmemizi söylüyor.

En sonunda da şöyle bir müjde veriyor; Fıtratına yabancılaşmayan, kendisi ile ayırık düşmeyen, öz benliğini unutmayan, Allah’ın fıtratına yerleştirdiği kodları silmeye kalkmayan, Allah’ın yapısı ve yaratışına yazdığı yazının üzerini örtmeyen, ki bu küfürdür işte, küfür budur. İşte bu kimseler için geçmişten dolayı üzüntü yok, üzüntü duymayacaklar.

Arap dilinde Hüzn, yani Türkçeye hüzün olarak geçen sözcük daima geçmişe yönelik kullanılır. Yine Arap dilinde Havf, de geleceğe yönelik olarak kullanılır. Gelecek kaygısı ve geçmiş üzüntüsü duymayacaklar diyor.

Geçmişte yaptıklarından dolayı üzüntü duymayacaklar. Çünkü üzülecek şeyleri yapmamaya çalışacaklar. Yaptıkları zaman hemen üzülecekler ve geleceğe üzülecek bir şey bırakmayacaklar, yani tevbe edecekler. Öz eleştiri yapacaklar. Kendilerini tenkit edecekler ve dolayısıyla geçmişten dolayı üzülecek bir şeyleri de kalmayacak. Üzülecek şeyi yaptıkları zaman hemen üzülecekler, onu telafi edecekler ve öz eleştiri yapacaklar ve onun da ötesinde fıtratlarına yabancılaşmadıkları için üzülecek şey yapmamaya çalışacaklar.

Gelecek kaygısı da duymayacaklar. Çünkü geleceklerini Allah’ın belirlediğini, Allah’a teslim olanın geleceğinin güzel belirleneceğini, Allah’a teslim olan birinin istikbalinin, Allah’ın garantisinde olduğunu hep bilecekler, unutmayacaklar.


36-) Velleziyne kezzebu Bi âyâtina vestekberu anha ülaike ashabün nar* hüm fiyha halidun;

(Esmâ özelliklerinin açığa çıkışı olan) işaretlerimizi yalanlayanlar ve onlara karşı benlik taslayıp büyüklenenler (var ya), işte onlar Nâr (ateş - dalga boyu yapı - radyasyon) ehlidirler! Onlar orada sonsuza dek kalıcılardır. (A.Hulusi)

36 - Âyetlerimizi tekzip edenlere, ve bunlara imanı kibirlerine yediremeyenlere gelince böyleler ashabı nârdır, hep onda muhaleddirler. (Elmalı)


Velleziyne kezzebu Bi âyâtina vestekberu anha Mesajlarımızı yalanlayan ve onları küçümseyenlere gelince, ülaike ashabün nar* hüm fiyha halidun; Onlar, içinde ebedi kalmak üzere ateşe girecekler.

İlginç bir durum, Kur’an da nerede Adem kıssası geçse arkasında hep bu tür bir mesaj geliyor ki; Bakara/ 38-39. ayetler. Taha/ 123- 124. ayetleri ile karşılaştırabilirsiniz. Bu mesaj adeta Adem kıssasının içeriğini, maksadını, insan oğluna vermek istediği mesajı da ele veriyor.

Mesaja karşı çıkmak, nedir bu maksat, nedir bu içerik; Mesaja karşı çıkmak, fıtrata yabancılaşmadır. Yani insan kendisine yabancılaşmadan Allah’a yabancılaşamaz. Allah’a yabancılaşan bir insanın da kendisi ile barışık, tanışık ve bilişik olması mümkün değildir. Onun için cehennem işte budur. Kişinin kendisine, Allah’a, eşyaya, hakikate yabancılaşması.

Aslında bu cehennemi içimizde oluşturmaktır ve bu cehennem dışınızda ki cehennemden çok daha büyük bir azaptır. Kendinize karşı, hakikate karşı, Allah’a karşı, öz benliğinize karşı yabancılaşırsanız neyiniz kalır ki..! Artık acı çekecek yerinizi de yok etmiş olursunuz. Artık siz diye bir şey yok. Sızlayacak vicdan yok ki sızlasın. Acı çekecek yürek yok ki acı çeksin. Istırabı hissedecek kalp yok ki hissetsin. Sevecek gönül yok ki sevsin..!

Söyler misini kişinin içinde bundan daha büyük cehennem taşıyabileceğini düşünebiliyor musunuz? İşte buradaki mesajda budur.


37-) Femen azlemü mimmeniftera alellahi keziben ev kezzebe Bi âyâtiHİ, ülaike yenalühüm nasıybuhüm minel Kitab* hatta izâ caethüm Rusulüna yeteveffevnehüm kalu eyne ma küntüm ted'une min dunillâh* kalu dallu anna ve şehidu alâ enfüsihim ennehüm kânu kafiriyn;

Allâh üzerine yalan uydurandan yahut O'nun işaretlerindeki varlığını yalanlayandan daha zâlim kimdir? İşte onlara Kitaptan (nâzil olan bilgideki) nasipleri ulaşır... Nihayet onları vefat ettirmek için Rasûllerimiz kendilerine geldiği vakit: "Allâh dûnunda yönelip var sandıklarınız nerede?" derler... "Bizden kaybolup gittiler" derler ve hakikat bilgisini inkâr hâlinde olduklarına kendi aleyhlerine şahitlik ederler. (A.Hulusi)

37 - Zira bir yalanı Allaha iftirâ eden veya onun âyetlerine yalan diyen kimseden daha zâlim kim olabilir? Bunlara kitâp dan nasîpleri erişir, nihayet kendilerine göndereceğimiz Melekler gelip canlarını alırlarken, hani o, Allah’ı bırakıp da taptıklarınız nerede? Dediklerinde «onlar bizi bıraktılar da gaip oldular» derler ve kâfir idiklerine kendi aleyhlerinde şahitlik ederler. (Elmalı)


Femen azlemü mimmeniftera alellahi keziben ev kezzebe Bi âyâtiHİ Kendi uydurduklarını Allah’a isnat edenden, ya da O’nun ayetlerini yalanlayandan daha zalim biri olabilir mi?

Kendi uydurduklarını Allah’a isnat eden ya da O’nun ayetlerini inkar edenden..!

Aslında inkarın zıt kutuplu karakteri ele veriliyor burada. İnkar böylesine zıt kutuplu, çift kutupludur. Karşıt, çift kutupludur. İlahi mesajı inkar eden onun boşluğunu uyduruk şeylerle doldurur. Onun için bu suçun birini işleyen, ikisini işlemiştir. Mutlaka ikisini birden işler. Hakikati inkar ettiğiniz zaman, hakikatin sizdeki boşluğunu yalanla doldurmaya kalkarsınız. Allah insanı çok iyi bildiği için, ki Kur’an öyle diyor;

Elâ ya'lemu men halek (Mülk/14)  Allah yarattığını bilmez mi? 

Allah yarattığı insanı çok iyi bildiği için bu çifte cürmü, çifte cinayeti işlemesin diye inkarı, hakikati, vahyi inkarı aynı zamanda Allah’a iftira olarak sunuyor Kur’an. Çünkü Vahyi inkar eden, hakikati inkar eden onun yerini doldurmak için bir takım şeyler uyduracak ve uydurduğu şeylerin insanlar arasında tutması, revaç bulması için de onu Allah’a izafe edecektir. En kutsal değerlere izafe edecektir. Çünkü; yoksa kabul görmez.

Bu çifte cinayetin önüne geçmenin birinci yolu Allah’ın mesajını peşinen kabul etmektir. O mesajı kabul ettiğiniz de hakikat dolduracağı boşluğu doldurur, dolayısıyla yalana ihtiyacınız kalmaz. Uydurmaya ihtiyacınız, hurafeye ihtiyacınız kalmaz. Yoksa inanmak insanın doğal ihtiyacıdır. Bu ihtiyacı eğer gerçek kapıdan, Allah’ın kapısından karşılamazsa, sahte bir kapıdan, şeytanın kapısından karşılar. Eğer insanın içindeki boşluğu ışık doldurmazsa, nur doldurmazsa, Kur’an ın nuru doldurmazsa, kendiliğinden karanlık dolduracaktır. Karanlığın doldurması için özel bir çabaya gerekte yoktur. Eğer ışığa kapatırsanız yüreğinizi geriye kalan sadece ve sadece karanlık olacaktır.

ülaike yenalühüm nasıybuhüm minel Kitab nasip olarak onlara yazılanlar gelip kendilerini bulacaktır.

Burada söylenmek istenen hakikat şu iki hakikat olabilir;

1 – Hayatın, doğum ve ölüm gibi biyolojik yasalarına dikkat çekiyor olabilir Kur’an ın bu cümlesi. Kendilerine yazılanlar, nasip olarak onları gelip bulacaktır diyor.

Hayatın; doğum, ölüm, büyümek, ihtiyarlamak ve ölmek gibi biyolojik yasaları insanı mutlaka gelir bulur. Yani ölümden kimse kaçamaz. Onun içinde Allah’tan kimse kaçamaz. Allah’tan kaçamamak, Allah’ın koyduğu yasalardan kaçamamaktır.
2 – 2. Anlamı şu olabilir, İlahi kelamın haber verdiği kötü akıbetten kimse kaçamaz. Bu kötü akıbet iki boyutludur.

a) Ferdi, psikolojik akıbet. Yani birey olarak Allah’a yabancılaşırsınız, kendinize yabancılaşırsınız hakikate yabancılaşırsınız ve sonuçta bu işin yasası yürürlüğe girer, yüreğiniz mühürlenir, üzerine kalın bir perde örtülür vicdanın, Vicdan altta bağıracak olsa dahi artık onu duyamaz olursunuz. Yüreğiniz şeytanın iktidarına güç merkezi olur. İmanın hapishanesi olur. Onu imana zindan edersiniz.

b) İşte bu psikolojik yasa işler ya, ya da sosyal, sosyolojik kanunlar, yasalar işler ve bozulmuş bireylerin oluşturduğu toplumlar yavaş yavaş Allah’ın yazdığı yazgıya uyarak ahlaki bir çöküntüye, daha sonra ekonomik, daha sonra siyasi bir çöküntüye doğru giderek tarih içerisinde tarihin çöp tenekesine atılır. Artık tarihin aktif öznesi değil, pasif nesnesidir. Tarihin yatağında bir çöp gibi, bir zibil gibi akar. Hiçbir etkinliği yoktur. İşte bu yasaya dikkat çekiliyor olabilir.

hatta izâ caethüm Rusulüna yeteveffevnehüm en sonunda canlarını almak için elçilerimiz geldiğinde..!

Bu durumda bir birey düşünün; Allah’a karşı yabancılaşmış, benliğine yabancılaşmış, Allah’ın ayetlerini, mesajı inkar etmiş ve o inkarın boşluklarını da uydurduklarıyla, hurafeyle doldurmuş ..! İşte böyle birinin akıbeti sahneleniyor.

En sonunda canlarını almak için elçilerimiz geldiğinde;

 kalu eyne ma küntüm ted'une min dunillâh Onlara; Nerede o Allah’ı bırakıp ta kendilerine yalvarıp yakardıklarınız. Diyecekler, soracaklar. Nerede? Allah’a sırt dönmüştünüz ve birilerini O’nun yerine koymuş ve onlardan istemeye başlamıştınız. Onlara yakarmaya başlamıştınız, onlardan talep etmeye başlamıştınız. Onların türbelerine, mezarlarına, onların sunaklarına, onların kapılarına gitmiş, Allah’ın kapısını unutmuştunuz.

İyyaKE na'budu VE iyyaKE nesta'iyn; (fatiha/5)

Diye namazlarda okusanız da, yalnız sana kulluk eder ve yalnız senden yardım dileriz deseniz de, bu sözünüzü yalanlarcasına namazlarınızdan çıkıp koşmuştunuz başkalarının kapısına ve kapısına koştuklarınız nerede şimdi. Haydi, gelsin, ölümü sizden savsın. Ölümü-n acısını sizden savsın. Yasaları değiştirsin, ilahi yasaları, biyolojik yasaları, kozmik yasaları, maddi – manevi psikolojik ve sosyolojik yasları değiştirsin.

 Kalu onlar da cevap verecekler,

Dallu anna ve şehidu alâ enfüsihim ennehüm kânu kafiriyn; Bizi yüzüstü bıraktılar. Cevabını vererek hakikati ısrarla inkar etmeleri konusunda yine kendileri aleyhine tanıklık edecekler.

Evet, şehidu alâ enfüsihim, altını çizmemiz, üstünü çizmemiz gereken bir ibare. Kendi aleyhine tanıklık etmek..! İnsanın kendi aleyhine şahitliği ne demektir dostlar, Özellikle hakimi Allah olan bir mahkemede. İnsanın kendi aleyhine şahitliği ne demek..!

Ya da tersi; Şehidu li enfüsihim, kendi lehine şahitlik etmesi. Ne muhteşem bir şey. Ama unutmayın, kendi lehinize ya da kendi aleyhinize şahitlik etmek o gün elinizde değil. Çünkü;

Elyevme nahtimü alâ efvahihim o gün ağızlar bantlanacak  ve tükellimüna eydiyhim ve teşhedü ercülühüm Bimâ kânu yeksibûn; (Yasin/65) Bize elleri konuşacak, onların ayakları şahitlik yapacak. Yaptıkları her şeyi bir bir haber verecek..!

Böyle bir sahne, böyle bir mahşer, böyle bir hesap sahnesi..! Siz kendi aleyhinize yalan şahitlikte bulunabileceğinizi mi sanırsınız diyor aslında.

İşte böyle bir sahne hatırlatılarak insana kendisine yabancılaşmaması öğütleniyor. Kendisiyle tanışması öğütleniyor. Kendi aleyhinize şahitlik yapmak istemiyorsanız, kendi lehinize tanıklık yapmak istiyorsanız bunu yapmak, kendinizle tanışmaktan geçiyor. Kendisiyle tanışmayanlar kendisine tanık olamazlar.



Devam ediyor B sayfasına geçiniz.
52. videoyu toplu haldehttp://kurantefsir.wordpress.com/2011/08/05/islamoglu-kuran-tefsir-dersleri-araf-35-5452/ bulabilirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder