17 Mart 2011 Perşembe

İslamoğlu Tefsir Dersleri (Nisa 15-33 )(30)




Sevgili Kur’an dostları, geçtiğimiz ders Kur’an da ki feraiz ile ilgili, yani miras hukuku ile ilgili ayetlerin ardından bu derste inşallah yine kadın hakları ile ilgili Kur’an ın kendi çağında büyük bir devrim, büyük bir yenilik sayılması gereken hükümlerini işleyeceğiz.

Geçen dersimizde gördüğümüz İslam miras hukukunun temelini teşkil eden ayetlerin ardından, dengesiz servet dağılımı, ahlaki kokuşma, zulüm, ezilmişlik, horlanmışlık gibi maddi ve manevi sebeplerin yol açtığı Zina problemi ele alınıyor Kur’an da.

Zina problemi aslında insanlığın değişmez değerleri olan ve tüm peygamberlerin getirdiği temel ilkeler olan İslam’ın korumakla yükümlü olduğu 5 temel emniyetten 1. ile ilgili. Bu 5 temel emniyet, bir başka ifadesi ile, 5 temel insan hakkı şöyle sayılabilir.

1 – Yaşama hakkı. Ki can emniyeti.

2 – İnanma hakkı. Din emniyeti çerçevesinde.

3 – Mülk edinme hakkı. Mal emniyeti çerçevesinde.

4 – Nesil edinme hakkı. Nesil emniyeti çerçevesinde.

5 – Düşünce özgürlüğü. Düşünme ve düşündüğünü ifade etme hakkı, ki akıl emniyeti çerçevesinde ele alınmıştır.

İşte bunlardan nesil emniyeti çerçevesinde ele alınan nesil edinme özgürlüğü hakkı, zina ile doğrudan alakalı bir konu olarak ele alınıyor. Zina, bu insanın en temel hakkının ihlali anlamına geliyor. Zinanın, nesil emniyetinin ihlali olduğu her salim akıl tarafından teslim edilir. Toplumsal çözülme öncelikle ailenin çözülmesi ile gelişir. Çözülmüş aileler, çözülmüş toplumlar bırakırlar.

Onun içinde zina aile kurumunun düşmanıdır. Aile kurumunun düşmanı olan böyle bir suç, böyle bir günah, böyle yüz kızartıcı bir ayıp, tabii ki insanlığın değişmez değerleri olan vahiy tarafından hem kınanmalı, hem reddedilmeli, hem de cezalandırılmalıydı. Buna karşı çıkmak, suçu övmek demektir. Buna karşı çıkmak, suçu yüceltmek demektir. Akli melekelerini kaybetmemiş olan, selim aklını tahrif ve tahrip etmemiş olan hiçbir insan suçu övemez. Çünkü suçu övmek öncelikle insana yapılmış büyük bir hakarettir.

Bu çerçevede bugünkü ayetlerimizi işlemeye başlıyoruz.



15-) Vellatiy ye'tiynel fahışete min nisaiküm festeşhidu aleyhinne erbeaten minküm* fein şehidu fe emsikûhünne fiyl büyuti hatta yeteveffa hünnel mevtü ev yec'alellahu lehünne sebiyla;

Kadınlarınızdan fuhşu irtikap edenlerin aleyhlerine sizden dört şahid getirin, eğer şahadet ederlerse o kadınları evlerde hapsedin tâ ölüm kendilerini alıp götürünceye veya Allah haklarında bir yol açıncaya kadar. (Elmalı)

Fuhuş yapan kadınları suçlamak için dört şahit getirin. Şayet (dört kişi) şahitlik ederlerse, ölene kadar ya da Allâh onlara başka bir kapı açana (tövbe edene) kadar evlerinde hapsedin. (A.Hulusi)


Vellatiy ye'tiynel fahışete min nisaiküm Ahlaksızlık yapan kadınlarınıza gelince.

Bu cümle içerisinde yer alan el fahışe terimi birkaç anlama birden gelir. Fuhuş anlamına gelir tabii ki. Ancak bunu sadece fuhuşla sınırlayamayız. Tüm cinsel suçlarda bu terimle ifade edilebilirler. Ama el fahışe terimini sadece cinsel suçlarla da sınırlayamayız. Onun için bu terimin anlam alanı içerisine; Hayasızlık, edepsizlik, haddini aşmak, yüz kızartıcı davranışta bulunmak vs. gibi bütün gayri ahlaki şeyler girer. Onun içinde bu ayeti ve bu ayetin sınırlarını sadece cinsel suçlarla tahdit etmek doğru değildir.

Evet, ahlaksızlık yapan kadınlarınıza gelince;

festeşhidu aleyhinne erbeaten minküm aranızdan onların fuhşuna 4 şahit gösterin. 4 şahit istenir Kur’an tarafından fuhuş suçu ile itham edilen kimseler için. Oysa ki diğer suçlarda 2 şahit istenirken, sadece zina suçunda 4 şahit istenir. Aslında 4 şahit istenmesinin sebebi, zina suçunun mağdurunun, daha doğrusu zina iftirasını önlemektir. Çünkü bu iftiranın mağdurları, genelde toplumun geneli içerisinde ezilmiş, horlanmış ve zayıf bırakılmış olan kadın cinsidir. Allah’ın maksadı öncelikle kadın cinsini iftiraya uğramak gibi bir mağduriyetten kurtarmaktır.

İşte onun için 4 şahit istenir. Hatta Resulallah’tan gelen sahih bir haberde eğer hadiste böyle geçmemiş olsaydı ben de burada anmayacaktım ama hadisteki ifade aynen şöyle;

- Bu şahitlerin her biri, parmağın yüzüğe geçtiğini  gördüğüm gibi gördüm demelidir.

Bunun ne kadar zor olduğunu herkes takdir eder. Niçin böyle adeta “yokuşa sürülmüş” diye soracak olursanız, Allah’ın şefkatinin, merhametinin bir yansıması ve bu meselede iftiradan mümkün olduğunca insanların korunması için böyle hassas davranılmıştır.

Tabii ki eğer bir kimse zina suçu işlemişte bu suç kendisi ile Allah arasında kalmışsa, bu onun Allah’a karşı bir problemidir. Allah’la arasında çözecektir.

Zina işlemiş bir kimseyi toplumun cezalandırmamış olmasından dolayı topluma herhangi bir suç terettüp etmez. Fakat tersi, zina etmemiş olduğu halde kalkıp ta toplumda zina etmiş gibi görülürse. İffetini koruduğu halde, kendisine iftira edilirse işte bu büyük bir zulümdür, bir insanın manen katledilmesidir. Tarihte bu çok görülmüştür. Onun için Kur’an böyle bir zulmü daha başından önlemek için zina olayında 4 şahit öngörmüştür.

Tabii bu 4 şahit meselesinin ayrıntılarını, hukuki kurallarını belirlerken İslam hukukçuları o dönemin hayat standardını, yaşama tarzını, ev adabını, hatta mimarisini göz önüne almışlar. Kapının olmadığı, insanların yüksek duvarlarla çevrili olan evlerin avlusunda ya da bahçesinde veya damında yattığı bir toplumda böyle bir şey mümkün olabilir. Ama eğer bir başka topluma uygulamanız gerekirse böyle bir ispatı, o zaman ispat aletleri değişebilir. Hele hele bu çağa taşıdığınızda tabii ki DNA testinden tutunda diğer tüm bilimsel testler herhalde bunun için kesin neticeyi verecektir.

fein şehidu fe emsikûhünne fiyl büyut Eğer şahitlik yaparlarsa onları evlerinde hapsedin. hatta yeteveffa hünnel mevtü ev yec'alellahu lehünne sebiyla; Ne zamana kadar sürsün bu hapis? Ölüm gelinceye, ya da Allah onlar için bir çıkış yolu gösterinceye kadar.

Burada; ev yec'alellahu lehünne sebiyla; Allah onlar için bir çıkış yolu gösterinceye kadar ibaresinde ki lehünne den, ünlü Mu’tezili müfessir Ebu Müslim El Isfahani; Onların lehine bir çıkış yolu gösterinceye kadar biçiminde anlıyor ki, bu doğru bir anlayış, doğru bir yaklaşım. Burada ki lehünne nin, onların lehine bir çıkış yolu anlamına gelmesine de Bakara suresinin;

lehâ mâ kesebet ve aleyhâ mektesebet (Bak/286) ayeti kerimesi. Herkesin kazandığı kendi lehine, kazandığı iyilikler. Herkesin yaptığı kötülükler de kendi aleyhine ibaresindeki o lehâ ya verilen anlamın aynen bu ayette de verilmesi gerektiğini söylüyor bu müfessir. Ki doğru bir yaklaşımdır.

Bu ayet yine bu müfessir tarafından sadece erkek ve kadın arasındaki zinaya değil, aynı zamanda lezbiyen ilişkilere, kadın kadına ilişkilere de ceza getiren bir ayettir diye tefsir ediyor Ebu Müslim El Isfahani.


16-) Vellezâni ye'tiyaniha minküm feazûhüma* fein taba ve asleha fea'ridu anhüma* innAllahe kâne Tevvaben Rahıyma;

Sizlerden onu irtikap edenlerin ikisini de eziyete koşun eğer tevbe edip ıslâh olurlarsa onlardan vazgeçin, çünkü Allah tevvab, rahîm bulunuyor. (Elmalı)

Onu sizden iki erkek yaparsa, onlara eziyet verin. Şayet tövbe edip düzelirlerse, artık onları kendi hâllerine bırakın. Çünkü Allâh Tevvab'dır, Rahıym'dir. (A.Hulusi)


Vellezâni ye'tiyaniha minküm feazûhüma ve aranızdan bu işi yapanların her ikisini de cezalandırın.

fein taba ve asleha fea'ridu anhüma Eğer o ikisi tevbe eder ve durumlarını düzeltirlerse onları cezalandırmaktan vazgeçin. Galiba Allah’ın onların lehine gösterdiği çıkış yolundan maksat bu olsa gerek. Bir tevbe nasip etmesi. Çünkü suç işleyen bir insana Allah’ın en büyük ihsanı, fazlı, o insanın suçundan pişmanlığını ifade etmesi ve istiğfar etmesi, tevbe etmesi olsa gerek. Bundan daha büyük bir çıkış yolu olur mu? Tabii ki daha farklı olarak tefsir de yapılabilir.

innAllahe kâne Tevvaben Rahıyma; Çünkü Allah tevbeleri kabul edendir, sınırsız merhamet sahibidir.

Bu ayette tabiinin en büyük müfessirlerinden sayılan ve Tercüman-ül Kur’an olan İbn. Abbas R.A. ın en büyük öğrencisi, 1 numaralı öğrencisi mücahit’e göre eş cinseller hakkında hüküm beyan etmektedir. Yine Ebu Müslim El Isfahani’de Mücahit’in bu görüşü ile aynı görüştedir. Ancak bendeniz her iki ayetin de hem çoğunluğun dediği gibi sıradan diğer zina hadiselerini ham de Mücahit ve El Isfahani’nin dediği gibi sıra dışı tüm zina olaylarını kapsamaktadır.

Bu konuya girerken şöyle bir giriş yaptım. Yoksulluk demiştim. Dengesiz servet dağılımı, ahlaki kokuşma mutlaka ve mutlaka toplumda böyle bir tefessühe (Alçaklaşmak. Bozulmak.) böyle bir çözülmeye kapı aralar. Bu sebeplerin biride savaş olsa gerek. Çünkü hatırlayınız, Uhut savaşının ardından savaşın getirdiği bir takım problemler yaşandı. Bu problemlerin başında öksüzler, yetimler problemi geliyordu. Geçen işlediğimiz ayet-i kerimeler, işte bu problemi ele aldı. Toplumda bir yara olan öksüz ve yetim problemini ele aldı.

Yine savaşın ardından getirdiği problemlerden biride miras problemi idi. Çünkü ölenler geride mal bırakacaklardı ve bu geride bırakılan mal, nasıl adil bir biçimde paylaşılmalıydı.

Savaşın geride bıraktığı problemlerden biri de çok sayıda erkeğin ölüp geride çok sayıda dul kadının kalması. İşte bu problem ahlaki bir kokuşmayı da beraberinde getirebilme ihtimalini taşıyordu o da bu kadınların cinsel ihtiyaçlarını meşru yoldan gideremeyince gayri meşru yola sapma ihtimali. Onun için Kur’an neden bu meseleyi ele almak durumundadır diye bir soru gelirse akla, bu soruya verilecek en ciddi cevap toplum içerisinde böyle bir problem varsa, Kur’an hayatın hiçbir problemine sırtını dönmez olmalıdır.

Bu ayeti kerimeler, özellikle 15 ve 16. ayeti kerimeler Nur suresine işaret ederler. Nur Suresinin 2. ayetinde asıl, zinanın son cezası konmuştur. 100 celde, 100 değnek olarak. İşte bazı müfessirler bu ayetlerle Nur suresi 2. ayeti çelişir olarak görmüşler. Öyle yorumlamışlar ve bu ayetlerin Nur suresi 2. ayeti tarafından nesh edildiğini, hükmünün iptal edildiğini düşünmüşler.

Bir kez Kur’an da yer alan bir ayetin bir başka ayet tarafından hükmünün iptal edilmesinin kırılganlığı zaafı ve zayıflığı bir kenara. Ama ondan da öte bu ayetlerin hükmünün kaldırıldığını söylemek doğru olmasa gerek. Bu ayetleri sadece zina ile ilgili sanmak ta doğru olmasa gerek. Yukarıda fahişe terimini tefsir ederken söylediğim gibi.

Bu her türlü ailevi ilişkileri bozan, erkek ve kadının yuvasına olan sadakatini yok eden, her türlü ahlak dışı, yüz kızartıcı davranışı içine almaktadır. Dolayısıyla bir kelimenin bir çok anlamından sadece birini seçerek ayete o anlamı yüklemek ve o anlam dışındaki tüm anlamları dışlamak ve yok saymak, ondan sonra da daha sonra inen bir ayetin hükmü ile çelişiyor gerekçesi ile bu ayetlerin hükmünü iptal etmek ya da (Hükmünü geçersiz saymak) ne kadar doğru bir yaklaşım olur onu yeniden değerlendirmek lazım.


17-) İnnemettevbetü alAllahi lilleziyne ya'melunessûe Bi cehaletin sümme yetubune min kariybin feülaike yetubullahu aleyhim* ve kânAllahu Aliymen Hakiyma;

Fakat Allahın kabulünü vaat buyurduğu tevbe o kimseler içindir ki bir cahillikle bir kabahat yaparlar da sonra çok geçmeden tevbe ederler, işte Allah bunların tevbelerini kabul buyurur ve Allah alîm, hakîm bulunuyor. (Elmalı)

Allâh'ın kabul edeceği, cehalet nedeniyle yapılan kötülüğün, fark edilmesi akabinde yapılan tövbedir. İşte Allâh, bunların tövbesini kabul eder. Allâh Aliym'dir, Hakiym'dir. (A.Hulusi)


İnnemettevbetü alAllahi lilleziyne ya'melunessûe Bi cehaletin sümme yetubune min kariyb Allah katında kabul gören tevbe, -yukarıda çıkış yolundan söz etmişti ayet hatırlayın.- Daha sonraki 16. ayette yine tevbeden, tevbe edinceye kadar hapsedilmekten söz etmişti. Şimdi ise Allah’ın kabul edeceği tevbenin nitelikleri dile getiriliyor. Ve deniliyor ki; Allah katında kabul gören tevbe, yalnızca bilmeyerek kötülük işleyen ve sonra vakit geçirmeden Allah’a yönelenlere mahsustur.

Evet, sümme yetubune min kariyb vakit geçirmeden, ihmal etmeden işlediğiniz günahın yalnızca kendinize ve topluma karşı bir haksızlık değil, aynı zamanda Allah’a karşıda bir haksızlık olduğunu bilerek önce Allah’tan af dilemek sonra günahınızın ortaya çıkardığı tüm kötü sonuçları temizlemek. İşte tevbe bu.

Bu manada makbul olan tevbenin, günahı zaman aşımına uğramadan, günahın sancısını, sızısını, ağrısını çekerek yapılan tevbe olduğu ifade buyruluyor.

feülaike yetubullahu aleyhim* ve kânAllahu Aliymen Hakiyma; İşte onlar, Allah’ta onları affa yönelecektir. Yani onlar Allah’a yönelirlerse, yetubune min kariyb günahın hemen ardından Allah’a yönelirlerse, -Unutmayın, tevbenin kelime anlamı, etimolojik anlamı yönelmek dönmek demektir.- Eğer kişi suç işledikten sonra Allah’a sırt dönmez de Allah’a dönerse, yüzünü Allah’a dönerse, feülaike yetubullahu aleyhim Allah da ona dönecektir. Nesiyle dönecektir? Affı ile, bağışı ile merhameti ile. ve kânAllahu Aliymen Hakiyma; çünkü Allah her bir şeyi bilir ve hikmet sahibidir.

Her bir şeyi bilir, insanın zaafını bilir. İnsanın içinde taşıdığı iç güdüleri bilir. İnsanı ayartan öz benliği bilir. İnsanı O yarattı, O yarattığı içinde insanın ne dayanıksız bir varlık olduğunu, insanın içgüdülerine nasıl yenildiğini bilir. Aynı zamanda Hakiym dir. Hikmet sahibidir. Hikmetle iş yapar. Hikmeti hem insana zaaflı bir yapı vermesi, hem de bu zaafının ardından zaafını fark edip Allah’a yöneleceği bir fıtrat, selim bir akıl vermesidir. İşte bu hikmet.

İşte insan böylece hem Allah karşısında ki küçüklüğünü ve zaafını, mükemmel olmadığını anlar hem de Allah katındaki değerini, kıymetini anlar. Tabii bu aynı zamanda Allah’ın tüm sıfatlarının tecellisinin, insanın muhatabı olduğu anlamına gelir. Yani insan Allah’ın sıfatlarının muhatabıdır.

Eğer suç işlemeseydi insan, Allah’ın Mağfiret sıfatı, Rahman sıfatı, Rahim sıfatı, Gaffar sıfatı, Gafur sıfatı nasıl tecelli edecekti. Bu sıfatlar Allah’ın işlevsel sıfatlarıdır. Bunlar mutlaka hayat içerisinde bir yeri vardır. Onun için Allah bu sıfatları ile tecelli edecek ise, ki edecek, mutlaka birilerinin günah işlemesi lazım. Çünkü Tevvap olan Allah’ın tevbeleri kabul etmesi lazım.

Buradan şöyle bir mantığa sapamaz kimse. O halde günahımız, kaderimizdir. Günah işlemekten bizi hiçbir şey alıkoyamaz. Hayır. Böyle bir mantığa sapamaz. Ama varlığın ve insanın üzerine kurulduğu yasaları burada dile getirmeye çalışıyoruz. Eğer siz insansanız, eksikseniz, acizseniz, zaaflıysanız mutlaka kusur işlersiniz. Bunu dile getirmeye çalışıyoruz.


18-) Ve leysetittevbetü lilleziyne ya'melunes seyyiat* hatta izâ hadara ehadehümül mevtü kale inniy tübtül ANe ve lelleziyne yemutune ve hüm küffar* ülaike a'tedna lehüm azâben eliyma;

Yoksa kabahatleri yapıp yapıp da tâ her birine ölüm gelince işte ben şimdi tevbe ettim diyen kimselere tevbe yok, kâfir oldukları halde ölenlere de yok, bunlar işte bunlara biz elîm bir azap hazırlamışızdır. (Elmalı)

Yoksa hayatı kötülük yapmakla geçip de, ölüm anı gelince "İşte şimdi tövbe ettim" diyenin tövbesi yoktur! Hakikati inkâr ederek yaşayıp, son nefeste tövbe edenlere de yoktur! İşte onlar için feci azap hazırlamışızdır. (A.Hulusi)


Ve leysetittevbetü lilleziyne ya'melunes seyyiat* hatta izâ hadara ehadehümül mevt Ölüm gelip çatıncaya kadar ısrarla günah işlemeyi sürdüren birinin tevbesi kabul görmeyecektir.

Yukarıdaki ayet hangi tevbenin kabul göreceğini bize bildirdi. Hangi tevbe kabul görecek; Günah işleyen fakat işlediği günahı savunmayanın tevbesi. Onun için şu gerçeğin altını çizelim. Günah affedilebilir. Affedilmeyecek olan suçu savunmaktır. Günahı savunmaktır. Suç affedilebilir, affedilmeyecek olan, suçun suç olduğunu kabul etmemektir. Hata bağışlanır. Bağışlanmayacak olan, hatayı güzellik gibi göstermektir.

 İşte affedilecek tevbenin vasıfları sayıldı. Şimdi de affedilmeyecek tevbenin özellikleri sayılıyor ve bunların başında ısrarla bir hatayı sürdürmek geliyor.

Kişi bir hatayı ısrarla niçin sürdürür?

1 – Onun hata olduğunu kabullenmez.

2 – Hatayı savunur.

3 – Ve hatayı yaygınlaştırır böylece. Çünkü hatayı işlemeye devam eden bir insan, o hatayı artık hata olmaktan, suç olmaktan günah olmaktan çıkarıp doğal bir eylem olmaya dönüştürüyor demektir.

Bu ne demektir? Bu şudur; Kötülüğün ve iyiliğin tabiatını birbirine karıştırmak. Bu değer yargılarının alabora olması. Bu güzel ve çirkinin, iyi ve kötünün, hak ve batılın, yüce ve alçağın birbirine karıştırılması anlamına gelir. İşte bu hakikatin tahrifidir, hem de en büyük tahrifi. Ve bir ayeti, bir kutsal kitabı tahrif etmiş gibi suçtur. Onun için hatayı savunmak, hata üzerinde ısrar etmek, suçu yüceltmek, suçu işlemekten bin beterdir.

kale inniy tübtül ANe ve der ki ömrünün sonuna geldiğinde; İşte şimdi tevbe ediyorum. ve lelleziyne yemutune ve hüm küffar ve ne de inkarında direnerek ölenlerin tevbesi kabul edilecektir. Ne ölünceye kadar Allah’a yönelmeyip tam son ana gelince; İşte şimdi tevbe ediyorum diyenlerin ne de küfründe direnenlerin tevbesi kabul edilecektir.

Bu ayet bize bir şeyi hatırlatıyor sevgili dostlar değil mi? Firavun imanını hatırlatıyor. Yani firavun tevbesi de diyebiliriz biz buna. Firavun imanı nasıl bir imandı? Yunus/90. ayetinde geçiyor değil mi? Orada;

..ve ene minel müslimiyn; (Yunus/90)

Diyordu firavun. Evet, bunu firavun diyordu. Ben de Allah’a teslim olanlardanım. Ama ne zaman diyordu? Zor zamanda diyordu. Bu çok önemli dostlar, bu çok önemli. Bakınız, bir kimseyi zorla iman ettirmek ne ise, bir kimsenin çıkış yolu kalmayıp zorda kalınca inanmış gibi görünmesi de aynı şeydir. Biri dışarıdan bir zorlamadır, zorluyorsunuz, zorla men müminim dedirtiyorsunuz. Düşünün. Ölümle tehdit ediyorsunuz, ona ben müminim dedirtiyorsunuz. Biri dışarıdan zorlama, öbürü de olayların zorlaması.

Nihayetinde bunlar iman değildir. Bu iman etmişlik değildir. Çünkü;

İman bir gönüllülük hareketidir.

İman bilinçli bir yöneliştir.

İman bilinçli bir maksada yöneliştir.

İman kişinin gönüllü olarak Allah ile yaptığı bir akittir.

Silah zoru ile yapılmış bir sözleşmenin hükmü ne ise, kişinin başının darda kaldığı zaman Allah’la sözleşme yapmasının hükmü de odur. Onun için yeis halinde iman, iman olarak kabul görmemiştir. Zorla iman ile zorda iman aynı şeydir.

Zorla iman, zorda iman. Biri dışarıdan bir zorlama ile, öbürü olayların zorlaması ile. İkisi arasında fark yoktur. Bu firavun tevbesidir.

ülaike a'tedna lehüm azâben eliyma; İşte onlar kendilerine acıklı bir azap hazırladığımız kimselerdir bunlar. Kimler onlar? Zorda kalınca Allah ile sözleşme yapmaya çalışanlar. Gönüllü olarak, iradelerini kullanarak değil de, köşeye sıkıştıklarında Allah ile sözleşme yapmaya yanaşanlar. Ama Allah onların tek taraflı olarak imzaladıkları bu sözleşmeye imza atmıyor. Bu sözleşmeyi geçersiz sayıyor. Çünkü irade yok. Çünkü olayların zorlaması ile geldiler o noktaya. Kendi iradeleri ile değil.

Bu aynı zamanda Allah’ın insan iradesine olan hürmetinin, saygısının bir ifadesi. Evet, insan iradesine olan hürmetinin, insan iradesine verdiği değerinin göstergesi değil midir. İradenin dışındaki bu seçimi kabul etmiyor. Çünkü sen doğru, sen normal, sen zor dışında bir zamanda olsaydın bu seçimi yapmayacaktın. O halde kendi kendine yalan söyleme diyor. Aynı zamanda Allah’ın insan iradesine, özgür iradesine gösterdiği bir hürmettir bu.


19-) Ya eyyühelleziyne amenû la yahıllu leküm en terisün nisae kerhen, ve la ta'duluhünne litezhebu Bi ba'dı ma ateytümuhünne illâ en ye'tiyne Bi fahışetin mübeyyinetin, ve aşiruhünne Bil ma'ruf* fein kerihtümuhünne fe 'asa en tekrahu şey'en ve yec'alellahu fiyhi hayren kesiyra;

Ey o bütün iman edenler! Kadınlara zorla varis olmanız size helâl olmadığı gibi verdiğiniz mihrin birazını kurtaracaksınız diye onları tazyik etmeniz de helâl olmaz, meğer ki arayı açacak bir fuhuş irtikap eylemiş olsunlar, haydin onlarla güzel geçinin, şayet kendilerini hoşlanmadınızsa olabilir ki siz bir şeyi hoşlanmazsınız da Allah onda bir çok hayırlar takdir etmiş bulunur. (Elmalı)

Ey iman edenler; kadınlara zorla mirasçı olmanız size helal olmaz... Kendilerine vermiş olduklarınızın (mehr) bir kısmını alıp götürmeniz için onları sıkıştırmayın... Açık (şahitlerle ispatlanmış) bir fuhuş yapmaları durumu müstesna... Onlarla hakka uygun şekilde geçinin... Kendilerinde hoşlanmadığınız bir şey olsa bile, Allâh onda pek çok hayır takdir etmiş olabilir. (A.Hulusi)


Ya eyyühelleziyne amenû Siz ey iman edenler, la yahıllu leküm en terisün nisae kerhe kadınlara zorla mirasçı olmanız size helal değildir.

Bu tarihsel bir arka plana sahip. Kadın hakları ile ilgili bir ayet’e geldik anlayacağınız gibi. Çok çirkin ve kadının insanlık onurunu ayaklar altına alan bir uygulamayı dile getiriyor bu ayet. Nedir bu uygulama? Kadını mal gibi gören bir uygulama. Aslında ayetin helal değildir dediği şey, insanı bir mal gibi, eşya gibi, bir nesne gibi görmektir. Onun için ne diyor? Tekrar okuyayım; Ey iman ettiğini iddia edenler, la yahıllu leküm en terisün nisae kerhe kadınlara zorla mirasçı olmanız size helal değildir.

Bunun tarihsel arka planı şudur. Cahiliyede babalar vefat ettiğinde babaların eşleri, yani üvey anneler oğulları tarafından tıpkı babaların bıraktığı mal gibi, miras gibi görülür. Malına nasıl varis oldunsa eşine de, babanın hanımlarına da öyle varis oluyorum diyerek o babanın çocukları, oğulları üvey annelerine, babalarından geriye kalan eşlere sahip olurlardı ve onlarla ilişkilerini sürdürürlerdi. Aynen mala sahip oldukları gibi onlara da sahip olacaklarını sanırlardı.

Bu davranış bizatihi çok çirkin, çok ahlaksızca davranış olması bir yana, bu ahlaksızca davranışın temelinde yatan farklı bir mantık var. Asıl o mantık su yüzüne çıkarılmalı. Nedir o? İnsana da bir eşya gibi muamele etmek. Kadına bir mal gözü ile bakmak. Allah asıl onu yasaklıyordu. Bunu yasaklarken Kur’an aslında insana eşya gibi, insana nesne gibi, insana mal gibi bakmayı yasaklıyor.

Aslında dostlar, oradan buraya gelelim. Kadim cahiliye de kadınlar miraslık bir meta gibi görülüyordu. Ya modern cahiliye de? Ya şimdi? Çok şey değişti mi sanıyorsunuz. Şimdi de kadın teşhirlik bir meta gibi görülüyor. Teşhirlik bir meta. Baksanıza reklam ve tüketim malzemesi olmaktan öte modern batı uygarlığında kadının kendisinden ve insanlığından kaynaklanan hangi değeri taltif edilmiştir, ödüllendirilmiştir ya da tespit edilip hakkı verilmiştir? Bu kadın hakkına riayet midir. Kadını teşhirlik bir meta gibi görmek.

Bundan daha kötüsü nedir biliyor musunuz? Bu da bir şey değil. Kadını bir başkalarının metalaştırması aslında çok büyük bir şey değil. Bu aşılabilir. Ama aşılamayacak olan nedir biliyor musunuz? Şudur; Kadının kendisini teşhirlik bir meta gibi görmesi. İşte modern kadın köle olduğu halde köleliğinin farkına varmayan, kendisini köle kılan zincirleri kolye zanneden bir zavallı durumuna indirgenmiştir. Modern kadının en büyük açmazı budur.

Kadim kadın, geçmişteki kadın eziliyordu ama ezildiğini biliyordu. Eziliyordu ama kendisini ezen şartları kutsamıyordu. Onları bir hak ve hukuk gibi takdim etmiyordu. Onları sanki çok matah bir şey gibi övmüyordu. Biliyordu ezildiğini ve ilk fırsatta bundan kurtulmayı da düşünüyordu ve kurtulacak kapılar açıldığında o kapılara yürüyüverdi. O kapılardan biri de peygamberin getirdiği mesajdı işte. Ama modern kadını kadim kadından daha kötü kılan nedir biliyor musunuz, işte budur. Modern kadın, modern köleliğinin farkında değil. Metalaştığının farkında değil. Bunu savunuyor.

Yukarıda dedik ki suç işlemekten bin kez daha kötü olan şey, suçu savunmaktır. Köle olmak insana yöneltilmiş büyük, onur kırıcı bir davranıştır doğru. Ama köleliği içselleştirmek benimsemek ve yüceltmek bin kez onur kırıcı bir davranıştır. Modern kadının köleliği yücelten, köleliği içselleştiren ve gönüllü köle olmaya teşne tavrı işte bunu çağrıştırıyor. Akıllarımıza bu fikirlerimizi getiriyor.

ve la ta'duluhünne litezhebu Bi ba'dı ma ateytümuhünne illâ en ye'tiyne Bi fahışetin mübeyyinetin ve açık bir fuhuş işlemedikçe verdiğiniz hiçbir şeyi onlardan geri almak amacı ile onlara baskı yapmayın.

ve aşiruhünne Bil ma'ruf Evet, Kur’an ın maksadı anlaşılıyor. Ve onlarla güzel bir şekilde geçinin. Onlara güzel davranın.

Bu metin, unutmayın sevgili dostlar tarihin miladi 7. yy da kadınlarını bir meta sayan bir topluma geliyor. Bu metnin neden kadın haklarında mükemmel bir devrim olduğunu şimdi anlayabiliyor muyuz. Ve diyor ki bu metin, Kendisinin Allah’tan geldiğini söyleyen ve kendisine iman edenlere şunu söylüyor bu metin. Kadınlara güzel davranın.

Bu çok sıradan gibi geliyor size, ama kadını babadan kalmış miras mal ile aynı eşit tutan bir anlayışa, bir topluma bunun ne demeye geldiğini biliyor musunuz. Bir toplum için bunun ne büyük dönüşüm, ne büyük bir devrim, ne büyük bir sosyal devrim olduğunu fark ediyor musunuz.

fein kerihtümuhünne fe 'asa en tekrahu şey'en ve yec'alellahu fiyhi hayren kesiyra; Onlar size itici gelse bile, hoşlanmadığınız bir şey de Allah bir çok hayır dilemiş olabilir. Yani burada verilmek istenen mesaj şu; Duygusal sebeplerle yuva dağıtmayın. Duygusal bir takım sebeplerle kadını sokağa itmeyin. Atmayın.

Bu noktada değerlerin sadece fizikten, sadece estetik değerlerden, sadece güzellikten müteşekkil olmadığını, bunların da daha ötesinde çok daha kalıcı değerler olduğunu unutmayın. Onun içinde böylesine duygusal birtakım gerekçelerle kadını sokağa bırakmayın ve yuvayı yıkmayın.

Buradaki üslup gerçekten de müthiş. Öyle bir dönemin erkeğine, kendisine iman eden erkeklere bundan daha güzel nasıl bir üslup kullanılabilir ki. Kur’an kendisine iman eden erkekleri, böylesine yumuşak bir üslupla daha onurlu, daha hak ve hukuka riayet eder davranmaya, daha adil ve mutedil davranmaya çağırıyor.


20-) Ve in eredtümüstibdale zevcin mekâne zevcin ve ateytüm ıhdahünne kıntaren fela te'huzû minhu şey'a* ete'huzûnehu bühtanen ve ismen mübiyna;

Ve şayet bir zevceyi bırakıp da yerine diğer bir zevce almak istiyorsanız evvelkine yüklerle mehir vermiş de bulunsanız içinden bir şey almayın, ne diye alacaksınız bir büthân ederek ve açık bir vebal yüklenerek mi? (Elmalı)

Eğer bir eşinizden ayrılıp yerine bir başkasını almak istiyorsanız, ona yüklerle (mehr) vermiş olsanız dahi (ayrıldığınızda) geri almayın. Ona bir suç yükleyerek veya iftira atarak bu yola başvurmak olmaz! (A.Hulusi)


Ve in eredtümüstibdale zevcin mekâne zevc eğer bir kadını bırakıp bir başka kadın almak isterseniz istibdale zevcin mekâne zevc Bu surenin başındaki tek eş tavsiyesine dolaylı bir destek adeta. Bir kadını bırakıp, bir başka kadını alma.

ve ateytüm ıhdahünne kıntaren fela te'huzû minhu şey'a Birincisine külçe külçe altın vermiş olsanız dahi, hiçbir şeyi geri almayın. Kur’an böyle bir tavsiyede bulunuyor. Külçe külçe altın vermiş olsanız dahi, hiçbir şeyi geri almayın.

ete'huzûnehu bühtanen ve ismen mübiyna; İftira ile, günahla verdiğinizi geri almak olur mu hiç..!

Bu birebir tarihi arka planı olan bir hadiseye delalet ediyor. Demek ki o dönemde kadınlara verilen mehirlerin evlilik akdinden dolayı kadınlara verilen malların geri alınması için erkekler bir takım yollara, gayri meşru yöntemlere başvuruyorlarmış. Bunlardan biri de kadına iftira atıp ona verdiği evlilik bedelini geri almak. Böyle çirkin yönteme başvurmanın önünü tıkamak ve bu gayri ahlaki tavrı sona erdirmek için Kur’an olaya el koyuyor.


21-) Ve keyfe te'huzûnehu ve kad efda baduküm ila ba'din ve ehazne minküm miysakan ğaliyza;

Nasıl alırsınız ki birbirinize karıştınız ve onlar sizden kuvvetli bir misak almışlardı. (Elmalı)

Birbirinizle birleşip bütünleştikten sonra nasıl geri alırsınız ki; ayrıca (nikâhlanırken) sizin sözünüz vardı. (A.Hulusi)


Ve keyfe te'huzûnehu Onu nasıl geri alabilirsiniz ki, ve kad efda baduküm ila ba'd siz birbirinizin mahremi oldunuz.

ve ehazne minküm miysakan ğaliyza; Ve eşiniz sizden sağlam bir taahhüt aldı.

Bu evlilikte yapılan akit, nikah dediğimiz şey, işte bu sözleşmedir. Nikah aslında evlenecek eşlerin birbirlerine ahit vermesi, taahhütte bulunmasıdır. Evlilik bir sözleşmeye dayanır. İki kişinin yaptığı bir sözleşmeye. Bu sözleşmeye ihanet eden taraf, aynı zaman da anlaşmayı da bozan taraftır. Onun için bu noktada Kur’an, ihanet eden tarafa sesleniyor. Ve diyor ki; Bir söz vermiştiniz, bir ahit almıştınız, karşılıklı bir sözleşme yapmıştınız, nasıl ihanet ediyorsunuz.

Unutmayın Allah’ın emri, peygamberin kavli diye nikaha başlanmasının sebebi budur. Çünkü böyle bir sözleşmede Allah’ı ve peygamberi şahit kılmış oluyorsunuz. Hem Allah’ı ve peygamberi şahit kılarak bir sözleşme yapacaksınız, hem de bu şahitlere rağmen ihanet edeceksiniz. İşte bu ihanetleri gündeme getiriyor ayeti kerime. Ve eşiniz sizden sağlam bir taahhüt aldı.


22-) Ve la tenkihu ma nekeha abaüküm minen nisai illâ ma kad selef* innehu kâne fahışeten ve makta* ve sae sebiyla;

Bir de babalarınızın nikâhı geçmiş kadınları nikâhlamayın, geçen geçti, şüphe yok ki o pek çirkindi, iğrenç idi, o ne fena âdetti (Elmalı)

Babalarınızın nikâhlayıp ayrıldığı kadınlarla evlenmeyin. Geçen geçti (onlar müstesna). Şüphe yok ki bu çok çirkin ve yanlış bir uygulamadır. Ve dahi ne kötü bir âdettir! (A.Hulusi)


Ve la tenkihu ma nekeha abaüküm minen nisa Babalarınızın geride bıraktığı eşleri ile evlilik yapmayınız.

Biraz önce bunun cahiliye deki karşılığını anlattım. Cahili yenin kadını mal gibi gördüğü için, çirkinliğini göremediği bir gelenek bu. Malına varis olduğum gibi babamın eşlerine de varis oluyorum diye ilan ederdi oğul ve babasının malını aldığı gibi geriye bıraktığı üvey annelerini de alırdı.

Kadını mal gibi gören mantık, bu çirkin davranışın ne kadar gayri ahlaki olduğunu sorgulayamıyor. Göremiyor. Ki tefsirlerimiz bu olayın bir fiil yaşanmış tarihsel bir örneğinden de söz eder. Ebu Kays’ın vefatı üzerine sahabeden, geride eşlerini ve malını bıraktığını, oğlunun ise geride bıraktığı eşine bir miras gibi sahip olmak istediğini, bunun üzerine Resulallah’a geldiğini kadının ve şu şikayette bulunduğunu;

- Ya Resulallah, bildiğin gibi Ebu Kays vefat etti, kocam. Onun oğlu, bir başka kadından olan oğlu bana bir mal muamelesi yapıp sahip olmak istiyor. Oysa ben onu oğlum gibi gördüm. Hep oğlum gibi baktım. Evladım diye gördüm..!

Evet, bunun üzerine işte bu hüküm kesinlikle, bu gayri ahlaki uygulamayı kaldırıyor, ama bu gayri ahlaki uygulamanın temelinde yatan mantığı asıl kaldırıyor. Onu mahkum ediyor. Ben o mantığa biraz dikkat çektim.

Tüm suç önce zihninizde işlenir, daha sonra hayatınızda dostlar. Zihninizde suç işlemek için, zihninizde böyle bir suçu işlemek için, şöyle yanlış bir çıkış noktası yeterli. “Kadın mal gibidir.” Dediğiniz zaman işte bu suç ve buna benzer bir çok suçu işleyecek alt yapıyı hazırladınız. Eğer Allah’ın eşit yarattığını siz aşağı görmeye başladınız sa, tahkir etmeye başladınız sa, buradan çıktınız sa yola, zaten geleceğiniz nokta burasıdır, daha da ötesidir. İşte günümüzün modern cahiliyesin de olduğu gibi.

illâ ma kad selef Fakat, geçen geçmişte kaldı. Bu ibare çok önemli. Bu ibare bu sayfalar boyunca gelecek. Bu ibare vahyin olguyu gördüğünün, vahyin hayatı atlamadığının en güzel işareti. Vahiy olgu münasebeti doğrudan bir münasebet. Yani vahiy hayattan bağımsız gelmiyor. Vahiy hayatın gerçeklerini görerek geliyor. İşte illâ ma kad selef fakat geçen geçmişte kalmıştır ibaresi, vahyin olguyu nasıl gördüğünü gösteriyor bize. Çünkü daha önce babasının eşi ile evlenip çocuk sahibi olanların bu çocukları ne gayri meşru ilan ediliyor, ne de mirastan mahrum ediliyor. Bu adet bu kötü gelenek ahlaksız gelenek yaygın ve bu geleneğin toplumun da bir takım sonuçları var.

Örneğin babasından kalan üvey annesi ile evlenip ondan çocuk sahibi olan bir yığın insan var. Bu çocukların durumu ne olacak. Bu çocukların suçu ne. Şimdi eğer bu hükmün gelirken bu çocukları gayri meşru ilan edilseydi, dolayısıyla da mirastan mahrum edilseydi, sosyal bir yara açılacaktı. Toplumda bir kangren merkezi oluşacaktı. Toplumsal huzursuzluk kaynağı olacaktı buda.

Kur’an buna meydan vermiyor. Geçeni geçtiği şekli ile bırakıyor ama rehabilite ediyor. Yani Kur’an toplumun huzursuzluğuna meydan vermeden aşama aşama düzeltiyor. Bir yerden aldığı bir toplumu, güzel bir yere taşıyor. Kur’an ın terbiye metodu, dünya durdukça geçerli olan harika bir terbiye metodudur.

innehu kâne fahışeten ve makta* ve sae sebiyla; Bu kesinlikle yüz kızartıcı bir iş, çirkin bir günah, kötü bir gelenek idi. ve sae sebiyla kötü bir gelenek.


23-) Hurrimet aleyküm ümmehatüküm ve benatüküm ve ehavatüküm ve ammatüküm ve halâtüküm ve benatül'ehı ve benatül'uhti ve ümmehatükümüllatiy erda'neküm ve ahavatüküm miner reda'ati ve ümmehatü nisaiküm ve rebaibükümüllatiy fiy hucuriküm min nisaikümüllatiy dehaltüm Bihinn* fe in lem tekûnu dehaltüm Bihinne fela cünaha aleyküm* ve halâilü ebnâikümülleziyne min aslabiküm, ve en tecme'u beynel uhteyni illâ ma kad selef* innAllahe kâne Ğafûren Rahıyma;

Sizlere şunlar haram kılındı: Analarınız, kızlarınız, hemşireleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, biraderlerinizin kızları, hemşirelerinizin kızları, ve sizi emziren süt analarınızla süt hemşireleriniz ve kadınlarınızın anaları, ve kendileriyle zifafa girdiğiniz kadınlarınızdan ellerinizde bulunan üvey kızlarınız şayet analarıyla zifafa girmemiş iseniz beis yok - ve kendi sulbünüzden gelmiş oğullarınızın haliyleleri ve iki hemşire beynini cem'etmeniz, geçen geçti, ona Allah gafur, rahîm bulunuyor. (elmalı)

Size (şunlarla evlenmek) haram edildi: Analarınız, kızlarınız, kız kardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, erkek kardeşlerinizin kızları, kız kardeşlerinizin kızları, sizi emziren sütanneleriniz, süt kız kardeşleriniz, eşlerinizin anneleri ve kendileri ile gerdeğe girdiğiniz kadınlarınızdan (doğmuş) evlerinizde bulunan üvey kızlarınız... Eğer üvey kızlarınızın anneleri ile birleşmemişseniz (onlarla evlenmenizde) sizin üzerinize bir sakınca yoktur... Ayrıca sizin sûlbünüzden gelen oğullarınızın karıları ile iki kız kardeşi birlikte almanız (da size haram edilmiştir)... Ancak geçmişte kalan müstesna... Muhakkak ki Allâh Ğafûr'dur, Rahıym'dir. (A.Hulusi)




Hurrimet aleyküm Size haram kılınmıştır. Kimler haram kılınmıştır? Şimdi aile bağlarının, bir toplumu ayakta tutan, temel hücreler olan ailelerin ayakta kalabilmesi için, aile bağının sağlıklı bir biçimde sürebilmesi için evlenilmesi yasak olan kimseler sayılıyor.

Ümmehatüküm anneleriniz size haram kılınmıştır. Tabii buradan kastedilen tüm anneler., Anne, annenin annesi, onun annesi, sonuna kadar. Tabii öz ve üvey mi diye sorabilirsiniz, ikisi de. Anneler. İbare genel. Hatta hatta gayri meşru anne de girer mi, evet. Meşru ve gayrimeşru tüm anneler. Ümmehatüküm

Ve benatüküm Kızlarınız. Kızınız ve ötesi. Kızınız, kızınızın kızı, kızınızın kızının kızı, yani sonuna kadar. ve benatüküm.

Ve ehavatüküm Kız kardeşleriniz. Üvey ve öz kız kardeşleriniz fark etmez. Ancak üvey kız kardeşin yine üvey bir kız kardeşi haram değildir. Yani sizinle baba bir kız kardeşiniz var, o haramdır. Onunla da anne bir, bir başka onun üvey kız kardeşi var, o size haram olmaz. Çünkü sizin onunla hiç alakanız olmamış oluyor iki taraftan da.

Ve ammatüküm Halalarınız.

Ve halâtüküm Teyzeleriniz.

Ve benatül'ehı ve benatül'uhti Erkek ve kız kardeşlerinizin kızları. Yani yeğenleriniz. Erkek ve kız kardeşlerinizin kızları.

Ve ümmehatükümüllatiy erda'neküm süt anneleriniz.

Ve ahavatüküm miner reda'ati Süt kardeşleriniz. Bunlar da size haramdır. Bu süt kardeşliği müessesesi birilerinin garibine gitmiş olabilir.

Bir kere şunu söyleyeyim. Bu müessese yine Kur’an ın olguyu görmesi ile alakalıdır. Yani tarihsel bir boyutu vardır. Doğru. O günkü Arap toplumunda yerleşik olan süt kardeşliği ve süt anneliği kurumunu Kur’an doğal olarak hukuka bağlamıştır. Hukukileştirmiştir ve hüküm getirmiştir. Ancak sadece tarihsel değildir bu. Aynı zamanda bu müthiş bir de imkandır. Eğer mahremiyet alanını genişletip, aileyi, aileyle kan bağı olmayan yeni üyeler katmak istiyorsa bir aile, işte onun için müthiş bir fırsattır. Emzirir ve aileye kan bağı olmadığı halde aileden sayılan yeni bir üye kazanır. Bu gerçekten muhteşem bir fırsattır aynı zamanda.

Hükmüne gelince, tabii ki burada icmalen geçmiş, özet olarak geçmiş. Ama tafsilat yok. Ben hemen kısaca emişmenin süt kardeşliği ve süt anneliğinin hükmü konusunda kısaca bir şeyler söylemek isterim.

Bu konuda ki formül şu; Emenin nefsi, emzirenin nesline yasaktır. Emenin kendisi, emzirenin hem kendisine hem de nesline yasaktır. Formül budur. Bu formül kolayca akılda kalır.

Tabii burada problem şu. Ne kadar emerse süt kardeşi ve süt annesi olur. Bu ihtilaflı bir mesele. İmam Ebu Hanife 1 kez demiş bir çok imamla birlikte. Ama İmam Şafi ve daha başkaları 5 kez demiş, 3 kez diyen var. Sanırım bu noktada bir noktacık, birkaç damlacık emiş değil de doyasıya bir emiş kastedilmektedir bu kesin.

2. si ise yaş problemi. Ne zamana kadar emerse süt kardeşliği ve süt anneliği müessesesi gerçekleşir. Bir kere Hz. Aişe ve birkaç sahabenin görüşü şaaz bir görüş olarak ömür boyu demişler ama o görüşe kimse itibar etmemiş. Onun dışında genel görüş 2 yaşına kadar emerse, yani bir çocuğun annesini emme müddeti içerisinde, biz buradan da bunu anlayacağız. Çok formel biçimde bakmazsak, bir çocuğun annesini emme müddeti içerisinde, yani süt çocuğu iken emmesi onu süt kardeşi ya da süt annesi yapar. Eğer emme müddetini dışarı çıkarsa böyle bir hukuk gerçekleşmez.

ve ümmehatü nisaiküm eşlerinizin anneleri size haram kılındı. Bu açık, eşlerinizin anneleri, yani kayın valideleriniz.

ve rebaibükümüllatiy fiy hucuriküm min nisaikümüllatiy dehaltüm Bihinne Kendileri ile gerdeğe girdiğiniz eşlerinizden doğmuş olup sizin yanınızda yetişen üvey kızlarınız size haram kılınmıştır.

Burada yine üzerinde durmam gereken önemli bir nokta var. Üvey kız zaten yasaktır. Çünkü üvey de olsa bir bağlantı var. Eşinizin kızı. Yani onun annesi, sizin de eşiniz. Üvey kız zaten yasaktır. Fakat; fiy hucuriküm diyor. Sizin yanınızda sizin hücrenizde, sizinle beraber aynı evde yetişen. Bunun hikmeti nedir diye bir soru sormak gerekir. Ben burada evlatlık müessesesine bir atıf görüyorum. Ve birlikte aynı evde yetişmiş olmanın hükmü değiştirecek bir delil olduğuna bir karinedir bu. Ki evlatlık müessesesine biraz sonra 2 madde daha spesifik bir biçimde değinecek, devam edelim.

fe in lem tekûnu dehaltüm Bihinne fela cünaha aleyküm Fakat gerdeğe girmemişseniz bir mahsur yoktur. Yani gerdeğe girmeden nikah kıyılmış dahi olsa eğer gerdeğe girmeden o bozulmuşsa, yani sözleşme tam şartlarıyla gerçekleşmemiş, evlilik gerçekleşmemişse bu durumda onun üvey kızını yani onun kızını almakta bir beis yoktur diyor ayeti kerime.

ve halâilü ebnâikümülleziyne min aslabiküm işte burası kastettiğim yer. Ve öz oğullarınızın eşleri de size haramdır. Daha doğrusu bunu tam motamot çevirecek olursam; sizin sulbünüzden gelen oğullarınızın eşleri, yani gelinleriniz de Haramdır.

Aile bağını öyle sağlam koyuyor ki Kur’an, yani aileye halel getirecek en ufak bir boşluk bırakmıyor. Adeta onları, sınırları kesin hatlarıyla belirlenmiş bir duvar gibi kılıyor. Örülmüş bir duvar gibi. Onun için gelinleriniz de size haramdır diyor. Öz oğullarınızın eşleri. Neden öz oğullarınız? Evlatlıklarınızın eşleri değil. Evlatlığın eşlerinin haram olmamasının tarihi ilk örneğini de Resulallah’ın evlatlığı olan bir zamanlar Zeyd’in eşi, boşandıktan sonra Resulallah’ın eşi olarak, Resulallah eş olarak alması ile bu cahiliye geleneği de ortadan kaldırılmış oluyor.

Demek ki evlatlık müessesesi aslında toplumda öksüz ve yetimlerin sahip çıkılması gerektiği, öksüz ve yetimlere kol kanat gerilmesi gerektiği müsellem bir hakikattir. Bu çerçevede bu da en güzel evlatlık müessesesi ile gerçekleşir. İşte o müesseseye de bir atıftır.

ve en tecme'u beynel uhteyn yine bir yasak daha var, aynı anda iki kız kardeşi de almanız haramdır. Yasaktır.

illâ ma kad selef yine burada da olguyu gören vahiy, geçen geçmiştir diyor. Geçen geçmişte kalmıştır, geçmişin sonuçları ile oynamıyor. Çünkü toplumsal bir şey bu. Bu sadece kağıt üzerinde bir şey değil. Olursa toplumda karmaşa çıkacak, bir takım insanlar mağdur olacaklar. Onun için geçen geçmişte kalmıştır.

Bu aynı zamanda geçmişte yapılanlardan mes’ul değilsiniz anlamı da taşır.

innAllahe kâne Ğafûren Rahıyma; Hiç kuşkunun olmasın ki Allah çok affedicidir, rahmet kaynağıdır.

Bu ayeti kerime aile bağlarının korunması için indirilmiştir. Ailenin ve akrabalığın toplumun yapı taşı olduğunu kimse inkar edemez. Kur’an mutlaka insan zaafının görülmesi gerektiğini, insanın zaafları ile birlikte tanınması gerektiğini ve insanın zaafları karşısında zaaflarına, içgüdülerine, ayartıcı öz benliğine esir olmaması için de bir takım sınırlar çizilmesi gerektiğini öngörür.

Kur’an ın çizdiği bu sınırlar aslında insanın doğası göz önüne alınarak çizilen sınırlardır. Çünkü bu sınırları çizen, insanın da yaratıcısı olan Allah’tır. Ela ya’lemu men halak (Mülk/14) Allah yarattığını bilmez mi.


24-) Vel muhsanatü minen nisai illâ ma meleket eymanüküm* kitabAllahi aleyküm* ve ühılle leküm ma verae zâliküm en tebteğu Bi emvaliküm muhsıniyne ğayre müsafihıyn* femestemta'tüm Bihi minhünne featuhünne ücurehünne feriydaten, ve la cünaha aleyküm fiy ma teradaytüm Bihi min ba'dil feriydah* innAllahe kâne Aliymen Hakiyma;

Bir de harp esiri olarak ellerinizde mülk bulunanlar müstesna olmak üzere evli kadınlar, işte bütün bunlar size Allah yazısı olarak haram; Bunların maadası ise sifahdan kaçınarak namuslu yaşamak üzere mallarınızla isteyesiniz diye size helâl kılındı, o halde hangilerinden nikâh ile müstefid oldunuzsa mehirlerini kendilerine verin ki farzdır, o mehri kesiş dikten sonra aranızda rızalaştığınızda da size bir cünha yoktur, her halde Allah alîm, hakîm bulunuyor. (Elmalı)

Malik olduğunuz (cariyeler) müstesna, evli kadınlar haram kılınmıştır. (Bunlar) üzerinize Allâh'ın yazısıdır (farzıdır)... Bütün bunların dışında kalanları, "sifah"tan (zinadan) kaçınarak namuslu yaşamanız için, mallarınızdan sarf ederek (nikâhlamanız) size helal kılındı. Nikâhlanarak beraber olduğunuz kadınlara mehrlerini tamamıyla verin. Bundan başkaca karşılıklı anlaşarak daha fazlasını vermenizde de sakınca yoktur. Muhakkak ki Allâh Aliym'dir, Hakiym'dir. (A.Hulusi)


Vel muhsanatü minen nisai illâ ma meleket eymanüküm Meşru şekilde sahip olduklarınızın dışında bütün evli kadınlar da haramdır. Muhsanat aslında 3 anlama birden gelir. Hem evli, hem iffetli, hem de hür anlamına birden gelir, hepsi de eşit ağırlıktadır bu anlamların. Yani meşru şekilde sahip olduklarınızın dışında bütün evli kadınlar. Bu ma meleket eymanüküm ü çoğu zaman kadim müfessirler hep cariyeler olarak almışlar. Ancak bu ibarenin en doğru anlamı, meşru şekilde sahip olduklarınızdır. Ki savaş esirleri de tabii ki bunların içinde yer alır.

İslam’da savaş esirliği müessesesinin İslam tarafından getirilmediği tarihi bir gerçek. İslam kucağında bulmuştur bu problemi. Tüm dünyada savaş esirliği problemi vardı zaten. İslam savaş esirliğinin alabildiğince yüksek boyutlarda yaşandığı bir çağda doğdu. Bu çağın bir problemi idi. Bu probleme İslam öyle bir çözüm getirdi ki ucu açık bir çözüm. Yani ayetlerin iniş süreci içerisinde kapanmadı bu problem. Ama uzun yüzyıllara yaydı, İslam bu problemi toplumsal bir yara haline gelmeden uzun yüzyıllar içinde bitirdi. Savaş esiri diye bir problemi koymadı İslam.

O günkü uygulama şöyle gerçekleşiyordu. İslam’ın geldiğinde İslam’ın uygulaması şöyle oldu; O günün şartlarında bu hukuk kadın savaş esiri koruyucu bir aileye veriliyordu. İslam bu çerçeveyi çizmeden önce savaş esiri, esir alan kimsenin istediğine hediye olarak sunabileceği, istediğini cinsel sömürü aracı olarak sunabileceği bir meta gibi idi. Adeta evde istediğine tutabileceği bir şeker gibiydi.

İslam bu kapıyı kapattı. Bir hukuk getirdi, kural getirdi ve bunun bir zina olduğunu açıkça ifade etti ve bu noktada savaş esirini doğrudan hukukun eline, otoriteye teslim ettirdi. Yani savaşta ele geçmiş bir kadın, hiçbir zaman ele geçiren insanın değildi. O otoriteye teslim edildi. Otorite ona bir koruyucu aile buldu. Koruyucu aile. Eğer savaş esiri kocasıyla birlikte esir olmuşsa kesinlikle aile bağına dokunulmadı. İslam bu şartı getirdi. Oysa o çağda kocası ile de esir olsa, çocuğu ile de esir olsa hepsini bir yere atıyorlar, yuvayı dağıtıyorlar, aile bağını koparıyorlardı.

Yine o çağda eğer tek ele geçirilmişse savaş esiri cinsel ihtiyacı ya koruyucu ailenin reisi tarafından karşılanıyordu ya da evlendirilmek durumundaydı. Fakat hizmeti sürüyordu bu durumda. Bir başkası ile evlendirilse dahi koruyucu aileye olan hizmeti, bu akdi sürüyordu. Çünkü bu bir sözleşmeye dayalı idi.

Çocuk doğurursa eğer savaş esiri olan kadın otomatik olarak kocası ölünce hür oluyordu. Ama hiçbir zaman çocuk doğuran savaş esiri bir kadın artık bir daha kimseye devredilemiyordu. Olduğu yerde kalıyor ve hürleşiyordu.

Yine savaş esiri bir kadın onun bunun cinsel objesi olarak kullanılması yasaklanıyordu. Savaş esirinin velisi kanuna karşı onu korumakla yükümlüydü. Sorumluydu. Eğer onu cinsel bir obje gibi sağa sola verecek olursa bunu yasa zina olarak değerlendiriyordu. Yani savaş esiri ile onun teslim edildiği koruyucu aile arasında nikaha benzer bir sözleşme, kuralları olan bir sözleşme vardı.

İşte bu sınırlamaları getirdikten sonra İslam hukuku, ondan sonra bu esirleri sıfırladı. Öyle kurallar getirdi ki doğuran kadın otomatikman hür oluyordu. Bir günah işlediğinde örneğin hata en adam öldüren bir kimse, bir esiri özgürlüğüne kavuşturmakla yükümlü idi. Yine bir takım günahlarda, bir takım suçların karşılığı cezası esiri ya da köle bir kimseyi azat etmek olarak öngörülmüştü Kur’an da. Yani böylece eldeki esir ve köle stokunu tüketirken, yeni esirlerin de kapısını kapatacak uygulamalar getiriyordu İslam.

kitabAllahi aleyküm Bu Allah’ın size talimatıdır.

Ve ühılle leküm ma verae zâliküm en tebteğu Bi emvaliküm muhsıniyne ğayre müsafihıyn Bunların dışındakilerin tümü, mal varlığınızdan bir kısmını vererek istemeniz şartı ile gayri meşru yolla değil de evlilik yolu ile size helaldir. Bu açık. Gayri meşru yolla değil, fakat evlilik yolu ile şu yukarıda haram olduğu sayılan kadınların dışındaki kadınlar, meşru bir sözleşmeye dayanmak şartı ile size helal kılınmıştır diyor Kur’an.

femestemta'tüm Bihi minhünne featuhünne ücurehünne feriydaten Kendilerinden müstefil olduğunuz kadınlara mehirlerini bir yükümlülük olarak tastamam verin. Yani malınızdan bir pay verin onlara. Onları da güvenceye kavuşturun, onları güvenceye kavuşturursanız tabii ki onurlu davranırlar. Kolu kanadı kırık olan hiçbir kadın onurlu davranamaz. Onun için de erkekler, kadınları maldan mahrum etmekten hoşlanırlar. Niçin? Çünkü güvencesi olmayınca her türlü zulme boyun eğecektir. Onun için öncelikle Kur’an kadına, erkeğin malından bir parça vermesini öngörürken, aynı zamanda onun onurunu da korumayı garanti altına alıyor.

Ve la cünaha aleyküm fiy ma teradaytüm Bihi min ba'dil feriydah Mehir tespitinden sonra başka bir şey üzerinde uzlaşmışsanız, yani uzlaşmanızda sizin için bir sorumluluk yoktur. Yani mehri tespit ettiniz önce, evlilik sözleşmesi yapacaksanız, malınızdan bir kısmını vermeyi vaat ettiniz, ama daha sonra o kendiliğinden vazgeçti, ya da kendisinin arzusuyla bunun bir kısmını size iade etti, ya da bir kısmını talep etmedi, almadı ise bunda hiçbir sakınca yoktur.

innAllahe kâne Aliymen Hakiyma; Hiç şüphe yok ki Allah en iyi bilendir ve hikmetle muamele edendir.


25-) Ve men lem yestetı' minküm tavlen en yenkihal muhsanatil mu'minati femin ma meleket eymanüküm min feteyatikümül mu'minat* vAllahu a'lemü Bi iymaniküm* ba'duküm min ba'd* fenkihuhünne Bi izni ehlihinne ve atuhünne ücurehünne Bil ma'rufi muhsanatin ğayre müsafihatin ve la müttehızâti ahdan* feizâ uhsınne fein eteyne Bi fahışetin fealeyhinne nısfu ma alel muhsanati minel azâb* zâlike limen haşiyel 'anete minküm* ve en tasbiru hayrun leküm* vAllahu Ğafûrun Rahıym;

İçinizden her kim hür olan mümin kadınları nikâh edecek genişliğe güç yetiremiyorsa ona da ellerinizin altındaki mümin cariyelerinizden var, Allah kadrinizi imanınızla bilir, müminler Hep biri birinizden sayılırsınız, onun için fuhuşta bulunmayarak, gizli dost da edinmeyerek namuslu yaşadıkları halde onları sahiplerinin izniyle nikâh ediniz ve mehirlerini güzellikle kendilerine veriniz, eğer evlendikten sonra bir fuhuş irtikap ederlerse o vakit üzerlerine hür kadınlar üzerine terettüp edecek cezanın yarısı lâzım gelir, şu suret günaha girmek korkusu olanlarınız içindir, yoksa sabretmeniz sizin için daha hayırlıdır, bununla beraber Allah gafurdur, rahîmdir. (Elmalı)

Sizden, iman eden hür kadınlarla evlenme imkânına sahip olmayanlar, malik olduğunuz iman eden genç kızlarınızdan (nikâhlasın)... Allâh sizin imanınızı (hakikatinizde olarak) bilir... Birbirinizdensiniz... Onları, sahiplerinin izniyle nikâhlayın. Gizli dost edinmeyerek, zinadan uzak durarak, iffetli kadınlar olmaları hâlinde, örf üzere (mehrlerini) verin... Evliliğe geçtikten sonra eğer fuhuş yaparlarsa, (o takdirde) hür kadınlara tatbik edilen azabın yarısı onlara verilir... Bu (cariyeler ile evlenme yolu), sizden suç işlemekten korkan kimse içindir... Şartlara dayanmanız, sizin için daha hayırlıdır... Allâh Ğafûr'dur, Rahıym'dir. (A.Hulusi)


Ve men lem yestetı' minküm tavlen en yenkihal muhsanatil mu'minat Aranızdan her kimin durumu hür bir kadın almaya elvermezse, aslında buradaki sadece maddi yetersizlik değil. Muhammed Abduh’un da isabetle belirttiği gibi, mali estetik, sosyal, siyasal tüm engeller. Yani bir kimse istediğine ulaşmaya, istediği kadınla evlilik yapmaya gücü yetmezse, imkanı olmazsa bu durumda iki yol var. Ya evlenmeyecek, ya evlenecek. Bunun evlenmesini Kur’an tavsiye ediyor fakat eldeki esir kadın stokunu tüketmek için de bunu bir bahane olarak kullanıyor. Bakın;

femin ma meleket eymanüküm min feteyatikümül mu'minat o meşru şekilde sahip olduğunuz mümin kızlardan birini alsın. Burada mümin kızlar. Kadın savaş esirleri konusunda ki muradı ilahi burada ortaya çıkıyor. Onların imanı, onların tüm sosyal haklarını elde etmede bir gerekçe sayılıyor.

Bununla iki şey yapılıyor. Hem kadın savaş esirleri hidayete tavsiye ediliyor, telkin ediliyor, yani önleri açılıyor, hem de onların hür ve özgür kalabilmeleri için böyle bir gerekçe, garanti gerekçesi olmuş oluyor. Bu sefer imanı tercih eden bir kadın esiri Müslüman erkek, köle olarak tutamıyor. Yani gerekçesi kalmıyor artık. Bu da elde bulunan tüm esir kadınlar için bir çıkış yolu, mükemmel bir çözüm olarak ortaya çıkıyor.

vAllahu a'lemü Bi iymaniküm Bu çok önemi dostlar ve devamını da okuyayım manayı öyle vereyim; ba'duküm min ba'd çünkü Allah sizi birbirinizle eşit kılan imanınızın değerini çok iyi bilir. Evet, vAllahu a'lemü Bi iymaniküm Allah imanınızın değerini çok iyi bilir ibaresini ben bir yerden daha hatırlıyorum bu ibareyi; Bu İbareyi Hut suresinin 31. ayetinde farklı bir şekilde hatırlıyorum. Allahu a'lemü Allah çok iyi bilir sizin içinizde olanı diyor orada (..Allahu a'lemü Bima fiy enfüsihim. Hud/31) Sizin kendinizle olan münasebetinizi. Orada ki konu da şu;

Nuh Peygambere diyorlar ki kendi toplumunun azgınları, etrafındaki bu yoksul insanları dağıt, kov, gönder gitsin. Oysa ki o insanlar iman etmiş. Lakin azgınlar imanı ölçü olarak almıyorlar. Sosyal statüyü, varlığı, zenginliği ölçü olarak alıyorlar. Onun içinde Allah onların değerini çok iyi bilir diyor ayet.

İşte burada da aynı hastalık var. Nuh peygambere inanmayan o aristokratlar nasıl bir bakış açısıyla bakıyorlarsa insana, Mekke müşrik toplumu da öyle bakıyor. Medine deki inanmayanlar, iki yüzlüler ya da Yahudileşmiş olanlar da öyle bakıyor. Yani insanın değerini ontolojik olarak, eşit olarak değil, sanki sosyal statüsü belirlermiş gibi bakıyorlar. Onun içinde Allah burada insanın değerini sosyal statünün değil, imanın belirleyeceğini söylüyor. Ve Allah onların imanının değerini çok iyi bilir diyor.

ba'duküm min ba'd Bu ibarenin en serbest anlamı birbirinize eşitsiniz demektir.

fenkihuhünne Bi izni ehlihinne ve atuhünne ücurehünne Bil ma'rufi muhsanatin ğayre müsafihatin ve la müttehızâti ahdan Evet, uzun bir cümle, O halde, iffetini koruyan, fuhşa bulaşmayan ve dostta tutmayan kadınlarla sahiplerinin izni ile evlenin ve mehirlerini makul bir şekilde kendilerine verin. Açık ibare tefsire gerek yok.

feizâ uhsınne fein eteyne Bi fahışetin İşte o zaman yüz kızartıcı bir davranışta bulunurlarsa eğer, fealeyhinne nısfu ma alel muhsanati minel azâb Onlara hür evli kadınlara verilen cezanın yarısı ile cezalandırın. Hür evli kadınlara verilen cezanın ne olduğunu araştırdığımızda Nur suresindeki 2. ayet, yani 100 değnek ayeti çıkıyor.

zâlike limen haşiyel 'anete minküm Bu içinizde günaha girmekten korkanlar içindir.

ve en tasbiru hayrun leküm Fakat sabretmeniz sizin için daha hayırlıdır.

vAllahu Ğafûrun Rahıym; Allah çok affedicidir ve merhamet kaynağıdır.


26-) Yüriydullahu liyübeyyine leküm ve yehdiyeküm sünenelleziyne min kabliküm ve yetube aleyküm* vAllahu Aliymun Hakiym;

Allah sizlere bilmediklerinizi bildirmek ve sizden öndekilerin yollarını göstermek ve salâha rücuunuzu görerek günahlarınızı bağışlamak diliyor, Hem Allah alîmdir hakîmdir. (Elmalı)

Allâh bilmediklerinizi açıklamak, sizden öncekilerin doğru yaşam tarzlarına yöneltmek ve suçlarınızı bağışlamak ister. Allâh Aliym'dir, Hakiym'dir. (A.Hulusi)


Yüriydullahu liyübeyyine leküm Allah bütün bunları size açıklamakla, ve yehdiyeküm sünenelleziyne min kabliküm ne yapmak istiyor; öncekilerin doğru hayat tarzlarına sizi yönlendirmek istiyor. Öncekilerin hayat tarzları. Aslında bununla ben şunu zannediyorum, şu denilmek isteniyor diye düşünmek istiyorum. Cinsel ahlakın sağlanması, korunmasının bekarlık ve riyazat yolu ile değil, evlilik yolu ile sağlanacağı ima ediliyor. Yani bekarlık yolu ile cinsel ahlakı sağlamak isteyen dinler, inançlar ve sistemler bakıyoruz bir müddet sonra dejenere olduğunu görüyoruz. Çünkü insan fıtratına aykırı. Onun için geçmişlerin güzel geleneği bu konuda evliliktir. Sözleşme dayalı birlikteliktir.

ve yetube aleyküm Ve yine Allah size bağışı ile yönelmek istiyor. vAllahu Aliymun Hakiym; Allah çok iyi bilir, tabii ki durumunuzu ve hikmetle muamele eder.


27-) VAllahu yuriydu en yetube aleyküm ve yuriydülleziyne yettebi'uneş şehevati en temiylu meylen azıyma;

Allah tevbe kar olduğunuzu görerek size nazar buyurmak istiyorken o şehvetleri ardında koyanlar sizin büyük bir yamuklukla yanılmanızı istiyorlar. (Elmalı)

Allâh, (yanlışlarınıza olan) tövbelerinizi kabul etmek ister. Şehvaniyete (bedensel dürtülere) tâbi olanlar ise, sizin büyük bir sapma ile (hakikatten) uzaklaşmanızı isterler. (A.Hulusi)


VAllahu yuriydu en yetube aleyküm Allah size olanca bağışlayıcılığı ile yönelmek isterken, ve yuriydülleziyne yettebi'uneş şehevati en temiylu meylen azıyma; Ayartıcı iç güdülerine esir olanlar sizi yoldan tamamen çıkarmak isterler. Yani Allah sizi doğru yola yöneltmek, ötekiler ise sizi yoldan çıkarmak ister. Burada her biri sosyal çığır ve devrim niteliğinde olan bu yeni yaklaşıma karşı çıkan çevrelerden söz ediliyor.

Allah’ın yöneltmek istediği doğru yol, işte burada gösterilen hedefler, hedefler diyorum dikkatinizi çekerim. Burada konulan bazı ilkeler, bazı hükümler, bazı hukuki kurallar hatta rakamlar, esas bakacağınız yer değil. Bakacağınız yer o rakamların arkasında yatan ruhlar. O rakamların arkasında yatan hedefler. Rabbimiz nereden nereye getirmek istiyor. Kadını sıfırdan alıp, rabbimiz kadını tüm hakları verilmiş onurlu bir seviyeye getirmek istiyor. Bunun içinde toplumu görüyor, toplumun gerçeklerini de inkar etmiyor. Onun için Kur’an bir başlangıç noktası seçiyor ve bu noktadan kadını yüceltmeye başlıyor. Ama bu toplumda infiale yol açıyor. Bir takım tepkiler de alıyor. Hatta şaşkınlıkla karşılıyorlar. Daha önceki derste dile getirmiştim Taberi’nin naklettiği bir rivayeti;

“Kadın ata binemez, kadın savaşa gidemez, kadın servet kazanamaz. Biz canlarımızı koyuyoruz, ganimet kazanıyoruz, getirip şimdi yarısını da ona mı verelim.” diyorlar.

Evet, bir şaşkınlık var. Kolay kabullenemiyorlar. Ama bazıları da tamamen reddediyorlar. Allah’a karşı geliyorlar. Yani statülerini sürdürmek istiyorlar. Kadına zulmü sürdürmek istiyorlar.

İşte buradaki ibare bu. Ayartıcı iç güdülerine esir olanlardan kasıt onlar. Onlar kadına zulmetmeyi kendileri için daha karlı görüyorlar. Kim ister servetinden bir kısmını kadına vermeyi. Nefis, öz benlik ister mi, iç güdü ister mi? Ama insaf, iman, vicdan ister. Onun için Allah’ta vicdanlara sesleniyor. İmanlara sesleniyor.


28-) Yuriydullahu en yuhaffife 'anküm* ve hulikal insanu da'ıyfa;

Allah sizden ağır teklifleri hafifletmek istiyor, öyle ya İnsan zayıf yaratılmıştır. (Elmalı)

Allâh, üzerinizdeki yükü hafifletmeyi murat eder. İnsan zayıf yaratılmıştır. (A.Hulusi)


Yuriydullahu en yuhaffife 'anküm Allah yükünüzü hafifletmek ister. ve hulikal insanu da'ıyfa; zira insan zayıf yaratılmıştır.

Buradaki zayıflıktan kasıt, Ruh – beden, şehvet – aşk, iç güdü – iman arasında ki çatışmanın bir dengeye kavuşturulması söz ediliyor. Burada söylenmek istenen bu. Yani Allah insanın bu zaafında bir denge noktası işaret ediyor.


29-) Ya eyyühelleziyne amenû la te'külu emvaleküm beyneküm Bilbatıli illâ en tekûne ticareten an teradın minküm ve la taktülu enfüseküm* innAllahe kâne Biküm Rahıyma;

Ey o bütün iman edenler! Mallarınız aranızda batıl bahanelerle yemeyin, kendiliğinizden rızalaşarak akdettiğiniz bir ticaret olmak başka, kendilerinizi öldürmeyin de, Allah size cidden bir rahîm bulunuyor. (Elmalı)

Ey iman edenler, mallarınızı aranızda karşılıklı anlaşmaya dayanan ticaret yoluyla bile olsa bâtıl olarak (meşru olmayan gerekçelerle) yemeyin. Nefslerinizi (yanlış işler yaparak) katletmeyin. Muhakkak Allâh varlığınızı meydana getiren Esmâ'sıyla Rahıym'dir. (A.Hulusi)


Ya eyyühelleziyne amenû siz ey iman etini iddia edenler, eğer iddianızda samimi iseniz;

la te'külu emvaleküm beyneküm Bilbatıli illâ en tekûne ticareten an teradın minküm Karşılıklı rızaya dayalı da olsa ticaret hariç birbirlerinizin mallarını haksızca yemeyin.

Farklı bir tercüme yaptım, bilinçli yaptım, bilerek yaptım, bu farklılığın gerekçelerini ancak mealim ve tefsirim çıkınca öğrenebilirsiniz. Ancak kısaca izah etmem gerekirse, ticaret dışında meşru kazanç yollarını tıkamamak. Karşılıklı rızanın sadece ticaretin değil, başta faiz olmak üzere tüm yasaklarda da geçerli olduğunu hatırlatmak. Unutmayın Faizde de karşılıklı rıza var, ama haksız kazanç.

Bu ticaret dışında da helal kazanç yolları var. Ticaret dışında. Hibedir, sadakadır, tazminatlardır, hak edilmiş tazminatlardır. Bütün bunlarda ticaret dışındaki gelir yolları. Bunlar da helaldir. İşte bütün bunları karşılasın, yine bunun yanında karşılıklı rıza vasfını istisna edatı olan illa’dan önceye de teşbi’ etmek için böyle bir meal verdim. Farklı bir meal yaptım.

ve la taktülu enfüseküm ve kendinize kıymayın. Haksız yere başkalarının mallarını boğazınıza geçirirseniz, kendinize kıymış olursunuz.

innAllahe kâne Biküm Rahıyma; Çünkü Allah sizin için bir rahmet kaynağıdır.


30-) Ve men yef'al zâlike udvanen ve zulmen fesevfe nusliyhi nara* ve kâne zâlike alAllahi yesiyra;

Her kim de tecavüz ederek, zulüm ederek bunu yaparsa yarın onu bir ateşe yaslayacağız Allaha göre bu kolay bulunuyor. (Elmalı)

Kim haddini aşarak ve zulmederek bunu yaparsa, onu ateşe yaslayacağız. Bu Allâh için çok kolaydır. (A.Hulusi)




Ve men yef'al zâlike udvanen Kim bunu düşmanca ve zulmetme kastıyla ve zulmen  yaparsa, fesevfe nusliyhi nara onu ateşe mahkum edeceğiz. ve kâne zâlike alAllahi yesiyra; Bu Allah’a pek kolaydır. Zor değildir.


31-) İn tectenibu kebâira ma tünhevne anhü nükeffir anküm seyyiatiküm ve nüdhılküm müdhalen keriyma;

Eğer siz nehy edildiğiniz günahların büyüklerinden ictinab ederseniz sizden kabahatlerinizi kefaretleriz ve sizi hoş bir mesleğe koyarız. (Elmalı)

Kebairden (büyük suçlardan - şirk, insan öldürmek vs.) kaçınırsanız, küçük suçlarınızı örter, kerîm bir mekâna yerleştiririz. (A.Hulusi)


İn tectenibu kebâira ma tünhevne anh Kaçınmanız emredilen büyük günahlardan uzak durursanız. Harika bir formül veriliyor. nükeffir anküm seyyiatiküm Kusurlarınızı örteriz. Kasıtla yapmadığınız kusurları da biz örteriz. Yeter ki kasıtlı yapmayın.

Daha önce hatırlayacaksınız, tefsirimizin başındaki ayet; Kasıtla yapanlar hariç. Israr edenler, günahı savunanlar, suçu savunanlar hariç.

ve nüdhılküm müdhalen keriyma; ve sizi onurlu bir makama yerleştiririz.


32-) Ve la tetemennev ma faddalAllahu Bihî ba'deküm alâ ba'd* lirRicali nasıybün mimmektesebu ve linnisai nasıybün mimmektesebne, ves'elullahe min fadliHİ, innAllahe kâne Bikülli şey'in Aliyma;

Bir de Allahın bazınıza diğerinden fazla verdiği şeyleri temenni etmeyin, erkeklere çalışmalarından bir nasıp vardır, kadınlara da çalışmalarından bir nasıp vardır, çalışın da Allah dan fazlını isteyin, her halde Allah her şeye alîm bulunuyor. (Elmalı)

Allâh'ın bazılarınızı, fazlından verdikleriyle diğerlerinden üstün kılmasına haset etmeyin. Erkeklere de kazandıklarının karşılığı bir nimet vardır. Kadınlara da kazandıklarının karşılığı bir nimet vardır. Allâh'tan fazlını niyaz edin. Kesinlikle Allâh her şeyin (Esmâ'sıyla hakikati olarak) Aliym'dir. (A.Hulusi)


Ve la tetemennev ma faddalAllahu Bihî ba'deküm alâ ba'd Allah’ın size bahşettiği, sizi birbirinizden üstün kılan farklı değerleri temenni etmeyin, kıskanmayın. Ey kadın ve erkekler. Birbirinizden farklılıklarınız var ve bunlar birbirinize üstün kılan değerlerdir sizi. Ama farklı rolleriniz var, bu rollere uygun da yaratılışınız var. Bunları kıskanmayın. Ah..! erkek olsaydım, demeyin ey kadınlar. Siz de ey erkekler ah..! kadın olsaydım demeyin. Yani birbirinizi kıskanmayın. Birbirinizin bütünleyicilerisiniz.

lirRicali nasıybün mimmektesebu erkeklerin kendi kazançlarından bir payları “zaten” vardır.

ve linnisai nasıybün mimmektesebn Kadınların da kendi kazandıklarından bir payı olmalıdır.

11. ayetin girişindeki özellikle bu 11. ayetin girişindeki hükmün illeti ve tüm miras yani feraiz hükümlerinin oranlarının illeti, buradaki iktisap olsa gerek. İşte bu ayettir diye düşünüyorum.

ves'elullahe min fadliHİ İhsanından bahşetmesi için Allah’tan isteyin.

innAllahe kâne Bikülli şey'in Aliyma; Hiç şüpheniz olmasın ki Allah her bir şeyi en ince ayrıntısına kadar bilir.


33-) Ve liküllin ce'alna mevaliye mimma terekel validani vel akrebun* velleziyne 'akadet eymanüküm featuhüm nasıybehüm* innAllahe kâne alâ külli şey'in Şehiyda;

Erkek ve dişi her biri için baba ve ananın ve en yakın akrabanın, ve akd ile yeminlerinizin bağladığı kimselerin terekelerinden varislere de tahsis ettik onlara da nasiplerini verin çünkü Allah her şeye karşı şahit bulunuyor. (Elmalı)

Ana-baba ve akrabanın geride bıraktıklarına mirasçılar tayin ettik. Yeminlerinizin bağladığı kimselere de hisselerini verin. Allâh her şeye şahittir. (A.Hulusi)


Ve liküllin ce'alna mevaliye mimma terek herkes için geriye bıraktığı mirastan pay alacak mirasçılar tayin ettik. el validani ebeveynler, vel akrebun akrabalar, velleziyne 'akadet eymanüküm featuhüm nasıybehüm ve kendileri ile ahitleştikleriniz. Buradan kasıt, karı ve kocalar, eşler yani. İşte bunlara nasiplerini verin.

innAllahe kâne alâ külli şey'in Şehiyda; İyi bilin ki Allah her bir şeye şahittir. Allah her bir şeye şahittir o halde Allah’ı hayatınıza şahit tutun.


“Ve ahiru davana velil hamdülillahi rabbil alemiyn”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder