“Euzübillahimineşşeytanirracim.”
“Bismillahirrahmanirrahim”
Sevgili Kur’an dostları 27. dersimize Alu İmran suresinin 156. ayeti ile devam ediyoruz. Hatırlayacağınız gibi geçtiğimiz derslerde Uhut savaşının en sıcak anları Kur’an tarafından insanlığa bir ders mahiyetinde aktarılıyordu. İşte insanlığın tüm zaman ve zeminlerde yaşayacağı, kimi insani durumlara ilahi çözümler olarak sunulan bu savaşa ilişkin bir takım olaylar, yine bugün işleyeceğimiz ayetlerle de sunuluyor.
156-) Ya eyyühelleziyne amenû la tekûnu kelleziyne keferu ve kalu li ıhvanihim izâ darebu fiyl Ardı ev kânu ğuzzen lev kânu ındena ma matu ve ma kutilu* li yec'alellahu zâlike hasreten fiy kulubihim* vAllahu yuhyiy ve yümıt* vAllahu Bi ma ta'melune Basıyr;
Ey o bütün iman edenler! Sakın şunlar gibi olmayın ki küfrettiler de ihvanları Arzda bir seyahat ettikleri veya gazaya gittikleri vakit haklarında şöyle dediler «yanımızda olsalar ne ölürlerdi ne katlolunurlardı» Allah bunu kalplerinde bir hasret olarak bıraksın diye, halbuki hayatı veren de Allah memadı veren de, ve Allah her ne yaparsanız görüp duruyor. (Elmalı)
Ey iman edenler... Dünyada gezip dolaşan ya da savaşa çıkan kardeşleri için "Eğer yanımızda kalsalardı ölmemiş veya öldürülmemiş olacaklardı" diyerek hakikati inkâr edenler gibi olmayın! Allâh bu fikri onların içinde bir hasretlik acısı olarak meydana getirdi. Allâh diriltir ve Allâh öldürür (sebepler değil)! Allâh yapmakta olduklarınızı (Esmâ'sı itibarıyla onların hakikati ve dahi yaratıcısı olması ile) Basıyr'dir (değerlendirendir). (A.Hulusi)
Ya eyyühelleziyne amenû Siz ey iman edenler..! -Hiç kuşkusuz bu hitap bu giriş, biz iman edenlerin tümünedir. Yani ben bu hitabın muhatabı değilim diye düşünen bir kimse kendisini Müslüman olarak ta düşünmemelidir. Onun için ey iman edenler diye hitap eden ayetlerin muhatabı, yeryüzünün son nefesine kadar gelecek tüm iman edenler, tüm mümin kişilerdir.- Ey İman edenler, daha farklı bir ifade ile; Ey İman ettiğini iddia edenler. İman iddianızda samimi iseniz eğer;
la tekûnu kelleziyne keferu ve kalu li ıhvanihim izâ darebu fiyl Ardı ev kânu ğuzzen İnkara saplanıp ta yeryüzünde sefere çıkan, ya da gazaya katılan kardeşleri için şöyle diyen kimseler gibi olmayın;
lev kânu ındena ma matu ve ma kutilu Eğer bizimle kalmış olsalardı ölmeyeceklerdi ya da öldürülmeyeceklerdi.
Bu cümleler öncelikle bir tespitle başlıyor. Bu tespit; Böyle bir mantıkla olaylara bakanın, yaklaşan kimsenin inkarcı olduğu tespitidir. Onun içinde ayet; la tekûnu kelleziyne keferu Şu küfreden kimseler gibi olmayın diyor.
Bu küfreden, bu inkar eden kimseler ne yapmışlarda küfürlerine belge vermişler, küfürlerini belgelemişler? Bunlar Allah yolunda savaşan, Allah yolunda alın teri zihin teri, yürek teri döken. Allah yolunda ter, gözyaşı ve kan veren insanlar için demişler ki; “Bizim yanımızda olsalardı, bizim gibi uslu uslu otursalardı, ya da bizim gibi akıllı davransalardı, belki içlerinden argo ifade ile enayilik yapmasalardı da demiş olabilirler. Ne ölürler ne öldürülürlerdi. Böyle yaklaşmışlar. Kim için?
Öncelikle ayetin 1. muhatabı olan insanlar için bu ayetin ifade ettiği tarihi gerçek, Uhut savaşında şehit düşen müminler. Bunu söyleyen insanlarda savaş meydanına geldikleri halde, savaş başlamadan önce orduyu terk edip Resulallah’ı yarı yolda bırakan hainler.
İşte böyle bir mantıkla yaklaşmışlar olaya. Ancak olayın tarihsel boyutu bir tarafa, olay tüm zamanlarda, tüm insani durumlar için geçerli öğütler sunuyor bize. Bu öğütlerin başında inancı uğruna bedel ödeyen kimseleri küçümsemenin, ahlaki bir davranış bozukluğu olması. Evet. İnancı uğruna bedel ödeyen, inancı uğruna bir şeyler veren insanları küçümsemek. Ya da onları akıllı olmamakla, onları rasyonel düşünmemekle, onları menfaatini bilmemekle suçlamak gibi gerçekten akılsızca bir davranış, Kur’an tarafından küfür olarak nitelendiriliyor ki bu küfür ahlaki olarak nankörlük, yani münkiri nimet anlamına nankörlük, ki nevi olarak ta inkara denk düşüyor.
Bu noktada adeta bu ayet bize modern bireyin bir fotoğrafını veriyor. Modern birey rasyonel düşünür. Müslüman şahsiyet ise Salih amel yapar. Rasyonel düşünmekle Allah rızası için düşünmek arasında derin bir fark var. Rasyonel düşünce aslında akıllı düşünce değil, akılcı düşünce. Bencilce, egoistçe düşünce. Bu bencillik, şeytanın süslediği bir takım mazeretlerle de bezenmiş bir şekilde oluyor.
Onun içinde Müslüman şahsiyet uzun vadeli düşünürken, ebedi saadetini düşünürken modern birey kısa vadeli düşünmekte geçici hazlar ve mutluluklar peşinde koşmakta. Onun içinde Allah’ın veresiye vereceği cenneti değil, şeytanın peşin tattıracağı zevklerin peşinden gitmekte. O nedenle de modern birey bu noktada tam da bu ayetin muhatabı olan bir mantıkla düşünen birey olup çıkmakta.
Onun için Allah yolunda can veren, Allah yolunda bedel ödeyen imanının ve inancının bedelini ödeyen insanlar için kötü söz söyleyenler, onları küçümseyenler, onların yaptığı bu fedakarlıkları yok sayanlar, iyi bilin ki ahlaken nankör kimselerdir Kur’an a göre. Örneğin bir şehit. Herhangi bir İslam coğrafyasında zalimlerle mücadele verirken başına bir çok sıkıntı gelmiş, belki özgürlüğünden olmuş, hapis yatmış. Belki canından olmuş, belki vatanından olmuş, sürgünlere, acılara, sancılara uğramış. Bu tür imanının bedelini ödeyen insanlar için iyi şeyler söylemeyenler, bunları küçümseyenler, Hatta bunları şeytani bir ağızla terörist, su testisi, su yolunda kırılan su testisi. Ya da hızlı, fundamantelist, radikal vs gibi küçümseyici bir takım şablonlara, bir takım klişelere oturtmaya çalışmak işte tam da bu ayetin muhatabı olmak için yeterli sebeptir.
Onun için Allah yolunda bedel ödemiş insanlar, Allah yolunda bedel ödememiş insanlarla hiçbir zaman Allah tarafından aynı tutulmayacaktır. Ve bu ayet Allah yolunda bedel ödemiş, Allah yoluna can vermiş, Allah yolunda bir şeyler feda etmiş insanların arkasından onları küçümseyici, onların ödediği bu bedeli küçümseyici davrananları ahlaken nankör, itikaden de inkarcı olarak nitelendirmektedir.
li yec'alellahu zâlike hasreten fiy kulubihim Zira Allah bunu onların içine bir yürek yarası, bir dert yapacaktır. İçlerine dert olarak oturacaktır. Bir yumruk gibi yüreklerine bu söz oturacaktır. Nerede oturacaktır? Tabii ki ebedi hayatta öncelikle böyle söyledikleri için oturacaktır içlerine. Onların nail oldukları büyük ödülü gördüklerinde oturacaktır bu söz. Kim akıllı ve uyanıkmış, kim uyurgezermiş o zaman öğrenecekler. Allah yolunda bedel ödeyenler mi daha akıllıca düşünmüşler, daha menfaatlerini kollamışlar, yoksa Allah yolunda hiç bedel ödemeyip geçici zevkleri uğruna bir ömür tüketenler mi daha menfaatlerini düşünmüşler akıllıca davranmışlar işte bunu gerçek bir biçimde orada görecekler ve bu söz Allah yolunda canlarıyla, mallarıyla, kanlarıyla bedel ödeyen Allah yolunun mücahitlerinin arkasından atanlar. Onlar için kötü söz söyleyenler, söyledikleri bu kötü söz yüreklerine bir taş gibi oturacak. Allah onların söylediği bu sözü bir yürek yarası yapacak diyor ayet.
Keşke, nolaydı diyecekler. Nolaydı biz de onlar gibi yapaydık. Keşke nolaydı biz de o fedakarlığa katlanaydık, şimdi bu büyük ödülü alaydık. Keşke biz de onlar kadar akıllı davransaydık diyecekler.
Tabii burada bir ima daha var, bir atıf. O atıfta insanın kendi planına Allah’tan fazla güvenmesi. Yani bizim gibi yerlerinde otursalardı, etliye sütlüye bulaşmasalardı, başlarına bunlar gelmezdi diyen bir mantığı düşünün. Bedel ödeyen insanlar için. Özgürlüğün bedelini, hürriyetin bedelini, yaşamanın bedelini, hayatın bedelini, inanmanın bedelini, her şeyden öte insan olmanın bedelini ödeyen insanları düşünün. Bu birazda insanlık adına ödenir. Örneğin tüm bir toplumun özgürlüğü için bakarsınız birileri kendilerini feda eder ve ceza evlerinde sürünürler. Aslında ceza evlerinde sürünenler belki bir yerde özgür, Kendilerini özgür zannedip de dışarıda gezenler nefislerinin ve hazlarının kölesidirler, esiridirler.
Hani o akıllı-deli gibi. Öyle derler ya, ceza evlerini dışarıdakiler kendilerini suçsuz zannetsinler diye..! Tımarhaneleri de dışarıdakiler kendilerini akıllı zannetsinler diye yaparlar. Bu söz bir parça doğruyu ifade ediyor.
Onun için özgürlük uğruna, inancı uğruna, insanın geleceği uğruna ceza evlerine düşmüş işkencelerden geçmiş insanlar aslında sırf kendileri için yapmıyorlar bu yaptıklarını. Üzerinde yaşadıkları ülkenin insanları için yapıyorlar. Çünkü onlar bir yerde toplumun bacası hükmünde. Toplum yanıyorsa dumanı onlardan çıkıyor. Onlar toplumun yangın kulesindeki uykusuz nöbetçiler. Toplum yanarken onlar yangın var diye bağırıyorlar. Tabii ki yangını çıkartan kundakçılar tarafından da işkenceye alınıyorlar. Eziyet ediliyorlar. Tutsak ediliyorlar. Hürriyetleri ellerinden alınıyor. Çünkü yangının çocukları, kimsenin yangın var diye bağırmasını istemiyor. Yakmak istiyorlar. Yakarak seyretmekten zevk alacaklar. Neron tabiatlı, sadist kişilikli bir takım insanlar işte yangın var diye bağıran bu toplum sitesinin uykusuz nöbetçilerini, toplum adına cezalandırıyorlar. Onlar cezalandırılacağı zaman, cezalandırıldığı zaman, artık toplumda kimse yangın var diye bağırmayacak. Hatta yangına bizatihi her şeyi ile muhatap olan bazıları dahi; “Ne bağırıp ta keyfimi kaçırıyorsun be adam..!” diye yangını çıkarana değil de yangını haber verene kızıyorlar. İşte bu ayette biraz da bu ifade edilmiyor mu?
vAllahu yuhyiy ve yümıt çünkü ölümü ve hayatı yaratan Allah’tır. Öyle ya..! Yani bizim yanımızda dursalardı, bizim gibi düşünselerdi ne ölürler, ne öldürülürlerdi diyen bir insan öncelikle Allah’ın hayata müdahil olduğu gerçeğini unutuyor demektir. O Allah’tan hayatı dışlıyor demektir. Onun mantığı Allahsız bir hayat için çalışıyor demektir. Bu büyük bir inkar türü. Onun içindir ki bu düşünce biçimi, bu mantık Kur’an tarafından küfür olarak nitelendiriliyor. Allah’ı hayattan dışlayan bir mantık. Allah’ı olayların dışında gören bir mantık. Allah’ı olaylara hiç müdahale etmeyen bir varlık olarak gören bu mantık, Kur’an tarafından, Allah tarafından küfür, inkarcı mantık olarak nitelendiriliyor.
vAllahu Bi ma ta'melune Basıyr; Ve Allah yaptığınız her şeyi görmektedir.
157-) Ve lein kutiltüm fiy sebiylillâhi ev müttüm le mağfiretün minAllahi ve rahmetün hayrun mimma yecme'un;
Celâlim hakkı için: eğer Allah yolunda katlolunur veya ölürseniz her halde sizin için Allahın bir mağfiret ve rahmeti onların Dünyada kalıp toplayacakları şeylerden daha hayırlıdır. (Elmalı)
Andolsun ki, Allâh uğruna öldürülmeniz veya ölmeniz karşılığında elde edeceğiniz bağışlanma ve rahmet, onların toplamakta olduklarından (dünyalıktan) daha hayırlıdır. (A.Hulusi)
Ve lein kutiltüm fiy sebiylillâhi ev müttüm Ve eğer Allah yolunda öldürülür ya da ölürseniz le mağfiretün minAllahi ve rahmetün hayrun mimma yecme'un; Allah’tan gelecek rahmet ve mağfiret onların yığabilecekleri tüm dünyalıklardan daha hayırlıdır.
Evet, Allah’ın bu mantığa verdiği cevap bu. Allah yolunda öldürülürseniz, Allah’ın size vereceği ecirle o sizi kendileri gibi olmaya çağıranların size vereceği ücreti bir karşılaştırın bakalım. Onların bir ömür topladıklarını bir kenara koyun, Allah’ın kendi yolunda bedel ödeyenlere vereceğini, vaat ettiği ödülü bir kenara koyun. Kim akıllıymış? Kim daha karlıymış. Kim daha büyük elde etmiş o zaman görün. Evet, herkes bilir ki 1000, birden büyüktür. Herkes bilir ki 2, 1 den büyüktür. Eğer bu böyle ise işte Allah’ın verdiği, Allah’ın vereceği ödülün, dünyada kazanılan her bir dünyalıktan daha büyük, daha güzel, daha ebedi, daha kalıcı olduğu da bu kadar büyük, bu kadar kesin gerçekliktir. Yine ayet aynı mesajın farklı bir formunu getiriyor;
158-) Ve lein müttüm ev kutiltüm le ilAllahi tuhşerun;
Celâlim hakkı için: ölseniz de katl olunsanız da her halde hep Allaha haşr olunacaksınız. (Elmalı)
And olsunki, ölseniz veya öldürülseniz Allâh'a haşr olunacaksınız (değerlendirilmeniz hakikatiniz olan Allâh Esmâ'sıyla yapılacaktır). (A.Hulusi)
Ve lein müttüm ev kutiltüm Zira ölseniz de, öldürülseniz de le ilAllahi tuhşerun; Sonunda Allah katında toplanacaksınız. Evet..! Nasıl düşünmemiz gerektiğini öğretiyor Kur’an bize.
Ölseniz de, öldürülseniz de, ölmeseniz de, yatağınızda ölseniz de en sonunda ölümden kaçabilecek misiniz, ölümü kendinizden savabilecek misiniz. Sonunda varacağınız yer yine Allah’ın huzuru değil mi?
Ey Allah’ı hayatına karıştırmak istemeyenler.
Ey Allah’ın olaylara müdahale ettiğini kabullenmek istemeyenler siz sonunda nereye varacaksınız? İhanet ettiğiniz Allah’ın huzuruna varmayacağınızı mı sanıyorsunuz diyor Kur’an.
le ilAllahi tuhşerun; Evet kesinlikle sonunda Allah’ın katında toplanacaksınız. Bu olmayacak mı? O zaman her duygunuzdan, her düşüncenizden, her sözünüzden hesaba çekileceksiniz.
159-) FeBima rahmetin minAllahi linte lehüm* ve lev künte fazzan ğaliyzal kalbi lenfaddu min havlike, fa'fü anhüm vestağfir lehüm ve şavirhüm fiyl emr* fe izâ azemte fe tevekkel alAllah* innAllahe yuhıbbül mütevekkiliyn;
Deme ki mahza Allah dan bir rahmet iledir ki sen onlara yumuşak bulundun, eğer katı yürekli bir nobran olsa idin elbette etrafından dağılmış gitmişlerdi, o halde kusurlarını affet de günahlarına istiğfar ediver ve emirde reylerini al, sonra da azmettin mi artık Allaha mütevekkil ol, çünkü Allah mütevekkil olanları sever. (Elmalı)
Allâh'ın, hakikatinden açığa çıkardığı rahmet ile onlara yumuşak davrandın. Eğer sert ve keskin olsaydın onlar dağılıp giderlerdi. Onları affet ve bağışlanmalarını iste. Toplumsal konularda karar verirken onların fikirlerini al. Karar verip uygulamaya koyulduktan sonra da Allâh'a güven! Muhakkak ki Allâh kendisine tevekkül edenleri (hakikatlerindeki El-Vekiyl isminin gereğini yerine getireceğine iman edenleri) sever. (A.Hulusi)
FeBima rahmetin minAllahi linte lehüm Şimdi Uhut’ta geçen olaylar bir bir gözümüzün önüne getiriliyor. Daha önceki derste bu ayete değinmiştim. Şimdi o değindiğim ayet şu anda geldi; FeBima rahmetin minAllahi linte lehüm Allah’ın rahmeti sayesinde sen onlara yumuşak davrandın. Kimlere? Tabii ki savaşın sonunda savaşı yenik kapıyor Müslümanlar. Unutmayın ki Uhut savaşını Uhut’ta karşılama fikri Resulallah’ın değil, savaş konseyinin çoğunluğunu oluşturan gençlerin görüşü idi. Resulallah çoğunluğun fikri o yönde olduğu içinde kabullendi ve savaşı, savunma savaşı olmaktan çıkarıp bir taarruz haline dönüştürdü. Ve Medine’nin dışına, şehrin dışına çıktı.
Savaşı şehrin dışında yapmayı ısrarla teklif edenler, savaşın en sıcak anında Resulallah’ın etrafını boşaltmıştılar. Yine okçularda Resulallah’ın koyduğu yerde durmamışlardı. Onlar da çok azı hariç Resulallah’ın emrini çiğnemişler ve yerlerini, terk etmişlerdi. Yani disiplinsizlikleri nedeniyle peygamber ordusunun yenilmesine neden olmuşlardı.
Ama bütün bunlara rağmen Resulallah; Tüm kaynakların bize aktardığı rivayetleri topladığımızda şu gerçek ortaya çıkıyor ki; Resulallah savaştan sonra hiç birine küçük bir sitem dahi etmedi.
Şöyle diyebilir di; “Sizin yüzünüzden başımıza bunlar geldi.” Diyebilirdi. Demedi. “Siz eğer benim görüşümü kabul etseydiniz, savaş şurasında, savaş meclisinde benim görüşüm istikametinde görüş belirtseydiniz, savaşı içeride karşılasaydık yenilmezdik.” Diyebilirdi. Ama hiç birini demedi. Onun içinde bu ayet Resulallah’ın bu engin ahlaki tavrına dikkat çekiyor. Ve aynı zamanda da liderlerin, bir liderin nasıl olması gerektiğine dikkat çekiyor. Bir lider portresi çiziyor.
ve lev künte fazzan ğaliyzal kalbi zira eğer onlara karşı kırıcı, katı yürekli davransaydın, lenfaddu min havlike kesinlikle senden uzaklaşırlardı. fa'fü anhüm şu halde onları affet. vestağfir lehüm affettirmek için de dua et. Yalnızca affetme, Allah’ın da affetmesi için yalvar, yakar.
Bu gerçekten de her liderde bulunması gereken bir hoşgörü örneği. Onları affet, Allah’ın da affetmesi için, onlar için istiğfar et, dua et.
ve şavirhüm fiyl emr dahası, toplumsal her işte onlarla istişareye devam et.
Bu emir daha da ilginç.Ayette kullanılan fiyl emr tamamen tüm toplumsal ve sosyal olaylar için kullanılan bir terimdir. Emr’in içerisine her tür toplumsal eylem girer. Onun içinde sosyal her işinde onlarla müşavere et, onlara danış.
fe izâ azemte fe tevekkel alAllah Artık kararını verdiğin zaman da Allah’a güven.
İnnAllahe yuhıbbül mütevekkiliyn; Çünkü Allah kendisine güvenenleri sever.
Bu ayetin içerisinde geçen toplumsal her işte onlarla istişare et emri aslında İslam siyaset teorisinin temelindeki iki unsurdan biridir. İstişare; Adaletle birlikte İslami yönetim şeklinin iki temelinden biridir. Kur’an ın emridir aynı zamanda. Onun için Kur’an da bu ayetin dışında ayrıca Şura’yı yani kurum olarak Şûra’yı öneren bir başka ayette gelir ki;
..ve emruhüm şura beynehüm.. Şûra/38
Sosyal işler, onların sosyal işleri aralarındaki istişare iledir. Şûra’ya dayalıdır. Yani istişareyi kurum haline getirmişlerdir. İstişareyi bir sosyal müessese haline dönüştürmüşlerdir. Ayeti eğer açacak olursak bize verdiği mesaj bu.
Şûra kelimesi çok ilginçtir kök olarak bal yapma, bal toplama, bal çıkartma ile ilgili bir kelimedir. Onun için Arap dilinde istişarenin türetildiği kök kelimenin Şurtul asel, ben bal çıkarttım deyiminden türetildiğini söyler dilciler ve tüm lügat ansiklopodileri. Buna göre bir arının çiçeklerden bal özü, çiçeklerden polen toplaması adeta Şûra’nın nasıl yapılması gerektiğine bir işaret.
Tıpkı bir arı bal yapmak için birçok çiçeğe muhtaçsa, çiçeklerin özlerini topluyorsa, ey liderler. Siz de yönetiminizi bal gibi tatlı kılmak istiyorsanız toplumu tatlı bir hayat yaşatmak istiyorsanız topluma, O halde siz de en doğruyu bulmak için birer bal özü taşıyan akıllı insanların görüşlerine başvurun. Toplumun görüşlerini alın. İnsanların görüşlerine değer verin.
Bu istişare kurumu yalnızca devlet yönetirken, yalnızca toplumsal yönetimlerde değil, aynı zamanda en küçük sosyal birim olan aileye kadar insanın bulunduğu her yerde geçerlidir. Bir aile reisi de ailede ki hayatı bala çevirmek istiyorsa, her ayı bal ayına çevirmek istiyorsa, her yılı bal yılına çevirmek istiyorsa, her günü bal gününe çevirmek istiyorsa istişareyi evde bir kuruma dönüştürmeli ve bu şekilde çocuklarına da istişareyi öğretip onların da yarın hayata atıldıklarında insanların değerli görüşlerinden istifade etme imkanını, etme yeteneğini geliştirmeli.
Onun için bu ayet bize İslam Devlet yönetiminin, İslam siyasetinin en temel iki kavramından biri olan istişareyi işte böyle öngörüyor.
Yine bu ayetin son istişare cümlesinden sonraki fe izâ azemte fe tevekkel alAllah artık kararını verdiğin zaman Allah’a güven cümlesinin nasıl anlaşılması gerektiği konusu müfessirler arasında tartışılmış. Klasik tefsircilerden bir çoğu Resulallah’ın istişare etmekle birlikte istişarenin sonucuna bağlı kalmak gibi bir yükümlülüğünün olmadığını düşünmüşler.
Buradaki fe birilerine göre sadece bağlaç görevi yüklemiş fe ye birileri. Hatta bazıları iptidaiyye görevi yani bir cümlenin başlangıcı görevini yüklemiş fe ye. Ama fe ye takibiyye fe si dediğimiz daha önceki cümlenin bir devamı, daha önceki cümlenin sonucunu tespit eden bir cümle. Yani iki nokta üst üste anlamını yükleyenler adeta bizim imla kurallarımıza göre iki nokta üst üste anlamı yükleyenler demişler ki; Hayır istişare bağlayıcıdır. Oradaki fe onun için eğer istişare sonucunda ortak bir görüş belirmişse fe izâ azemte işte azmetmek gereken görüş odur, tutman gereken o dur, o halde ona yapış ve Allah’a güven diye algılamışlar. Her iki algılayışın da kendine göre elbette ki mesnetleri, delilleri var.
Hz. Ali’ de burada ki Azm’i bu ikinci şekilde yorumlamış. Demiş ki kendisine Azm nedir diye sorulunca bu ayetteki azm, şöyle cevap verir.
– Ehl i hal vel akd, yani görüşüne başvurulmayı hak eden insanların görüşüne başvurduktan sonra çıkan sonuç üzerinde direnmektir. Onu uygulamaktır. Diye tefsir etmiş.
160-) İn yensurkümullahu fela ğalibe leküm* ve in yahzülküm femen zelleziy yensuruküm min ba'dih* ve alAllahi felyetevekkelil mu'minun;
Eğer Allah size nusrat verirse o vakit size galip yoktur, ve eğer o sizi yardımsız bırakırsa kimin haddinedir ki ondan sonra size yardım etsin? ancak Allaha dayansın o halde müminler. (Elmalı)
Eğer size Allâh yardım ederse, size galip gelecek yoktur. Şayet sizi yardımsız kendi hâlinize bırakırsa, bunun sonucunda size kim yardımcı olabilir! İman edenler sadece (Esmâ'sıyla hakikatleri olan) Allâh'a tevekkül etsinler. (A.Hulusi)
İn yensurkümullahu fela ğalibe leküm Allah size yardım ederse artık yenemez sizi hiç kimse.
Ve in yahzülküm femen zelleziy yensuruküm min ba'dih Ama eğer sizi terk ederse ondan sonra size kim yardım eder. Evet..! Allah size yardım ederse artık yenemez sizi hiç kimse. Ama eğer sizi terk ederse onsan sonra size kim yardım eder.
Bunların kendisi müfessirdirler. Tefsire ihtiyaç duymazlar. Zaten bu sözler bir tefsirdir. Hayatın tefsiridir. Allah’ın davranışının tabir caizse, Allah’ın eyleminin tefsiridir. Allah’ın ahlakının tefsiridir.
ve alAllahi felyetevekkelil mu'minun; Şu halde müminler yalnızca Allah’a güvensinler. Evet, eğer böyle ise gerçek, bu gerçeği artık Allah size bildirdi. O halde size de bir tek şey düşüyor. Sadece Allah’a güvenmek, sadece Allah’a dayanmak.
Bunu niçin böyle veriyor Kur’an? Uhut savaşında gelen yenilginin temelinde ki yatan sebep buydu. Sadece Allah’a güvenmemek. Hatta belki, başımızda peygamberden komutan var. Komutanı peygamber olan bir ordu hiç yenilir mi..! Gibi bir mantığı vardı Uhut ordusunun. Ki bu mantığı alttan alta daha sonraki ayetler ele verecekler ve bu mantığı reddedecek daha sonra gelen ayetler.
Böyle bir mantık olduğunu düşünün. Yalnızca Allah’a güvenmemek..! İşte Allah buna bile razı değil. Ve böyle bir düşünce insanın eylemlerinden kendisinin sorumlu olduğu gibi ahlaki bir ilkeyi insana terk ettiriyor. Adeta eylemlerinizin ahlaki sorumluluğunuzu bırakıyorsunuz ve bahaneyi de; Başımızda peygamber gibi bir komutan var yenilir miyiz diye bahane ileri sürüyorsunuz. İşte bu noktada Kur’an o ebedi yasayı hatırlatıyor. Herkes eyleminin sonucunu mutlaka görür. Hem dünyada görür, hem ahirette görür.
161-) Ve ma kâne li Nebiyyin en yeğull* ve men yağlül ye'ti Bi ma ğalle yevmel kıyameti, sümme tüveffa küllü nefsin ma kesebet ve hüm la yuzlemun;
Bir Peygamber için, emanete hıyanet olur şey değildir, her kim hıyanet eder: ganimet ve hasılattan bir şey aşırırsa boynuna aldığını kıyamet günü yüklenir getirir, sonra da herkese kazandığı ödenir, hiç birine zulmedilmez. (Elmalı)
Bir Nebinin emanete hıyanet etmesi mümkün değildir. Her kim hıyanet ederse, hıyaneti boynunda asılı olarak gelir! Bundan sonra her nefse (yaptıklarıyla) kazandığı tam olarak verilir; onlara zulmedilmez! (A.Hulusi)
Ve ma kâne li Nebiyyin en yeğulle Bir peygamberin hile yapması düşünülemez. ve men yağlül ye'ti Bi ma ğalle yevmel kıyame zira kim hile yaparsa kıyamet günü hilesi açığa çıkarılacaktır.
Buradaki hileden kastın ne olduğu konusunda tefsirler çok farklı ve uzun uzun detaylar verirler. Ancak hiç birisi de sahih bir habere dayanmaz. Özellikle bir kadife kumaş hikayesi anlatırlar ki, Bedir’de bir kadife kumaş, bedir ganimetlerinin arasından kaybolmuş, bu hikayeye göre. Ordu içerisinden, İslam ordusu içerisinden birileri de bu kumaşı Resulallah’ın aldığını sanmış. Tabii bu rivayetler bir kaç açıdan bana inandırıcı gelmedi.
Bir kez bu ayet, Uhut’la ilgili ayetlerin, pasajın tam ortasında. Yani yekpare aynı konudan bahseden, aynı seci ile biten yaklaşık, ve birbiri ile hem muhteva, hem de biçim olarak ilintisi belli olan ayetlerin arasından bir tek ayeti çıkarıp ta bu ayet bu anda aynı grup içinde nazil olmadı, çok daha önce nazil oldu demenin inandırıcılığı herhalde olmasa gerek ve bunun için de elimizde inandırıcı bir belge de yok. Onun için bu ayetin Bedir’de nazil olduğunu söylemek doğru olmasa gerek.
İkincisi; Burada ki hile, Resulallah’a atfedilen hile, böyle gerçekten de hiç kimsenin inanmayacağı, hayatını müminlerin imanı uğruna vermiş, tüm servetini, tüm varlığını, tüm yaşamını insana imanı taşımak için harcamış bir peygamberin bir kadifeye tenezzül etmeyeceğini değil dostlar, düşmanları da elbette ki bilirdi.
Böyle bir gerekçe bana çok basit gözüküyor. Buna tefsir sahiplerinin iltifat etmiş olmaları bile bana garip geliyor şahsen. Ama ayetlerin de bize verdiği, sunduğu verilere bakarsak bu ayette bahsedilen, Resulallah’a münafıklarca atılan iftira bir malla ilgili değil, vahyin bizatihi kendisi ile ilgili olsa gerek. Çünkü bu ayetin devamında gelen ayet, bu iftiranın, hatta daha sonra gelen 162. ayet bu iftiranın, vahyin niteliği ile ilgili olduğunu ifade için kafi. Eli ile yazıp, bu Allah’tan geldi diyor gibi bir iftirayı hem Mekke’li müşrikler, hem de Medine Yahudileri zaten Resulallah’a ediyorlardı.
İşte bu noktada Resulallah’ın kendisine gelen vahyin Allah’tan geldiğini, bir hile ürünü olmadığını ifade eden bu ayet, Resulallah’a atılan bu çamuru, bu iftirayı reddetmek içindi.
sümme tüveffa küllü nefsin ma kesebet sonunda herkes yaptıklarının karşılığını eksiksiz alacak ve hüm la yuzlemun; ve hiç kimseye haksızlık edilmeyecektir.
Evet, bu ayetin son cümleleri de zaten söylediğim gerekçeye adeta bir atıftır, bir delildir. Burada herkese karşılığının verileceği, ahirette kimin yalan söyleyip kimin söylemediğinin açığa çıkacağı ifade ediliyor. Kaldı ki hemen bir sonraki ayet, onu da okuyalım;
162-) Efemenittebe'a rıdvanAllahi kemen bâe Bi sehatın minAllahi ve me'vahu cehennem* ve bi'sel masıyr;
Ya o vakit Allahın rıdvanı peşinde giden kimse Allahın hışmına uğrayan ve yatağı Cehennem olan kimseye benzer mi? o ne fena meaddır. (Elmalı)
Allâh rıdvanına (Esmâ kuvvesinin hakikatindeki varlığına) tâbi olan kimse, Allâh'ın hışmının açığa çıktığı, yaşayacağı ortam cehennem olan kişi gibi midir? O ne kötü sondur! (A.Hulusi)
Efemenittebe'a rıdvanAllahi kemen bâe Bi sehatın minAllahi ve me'vahu cehennem Hiç Allah’ın rızasını gözeten kişi ile, Allah’ın hışmına, Allah’ın gazabına uğrayan ve varacağı yer cehennem olan kişi bir olur mu?
Bu çok ağır bir hitap. Bir kadife meselesi değil..! Evet..! Bu çok daha derin bir mesele. Vahyin bizatihi varlığına yönelik bir iftiraya ancak böyle ağır bir cevap verilebilir. Onun için zaten; kemen bâe Bi sehatın minAllah “Allah’ın gazabına, Allah’ın hışmına uğrayan kimse gibi” midir cümlesi Kur’an ın farklı yerlerinde gadap ve sehap biçiminde, yine farklı farklı gelir. Ki bu formda gelen bir çok ayet, daha önce gelen ilahi mesajları tahrif eden, onları bozan, onlarla oynayan kimseler için kullanılır Kur’an da bu lanet formları.
Allah’ın lanetinin üzerine olduğu söylenilen kimseler genelde Allah’ın vahyi ile yerli yersiz oynayan, onu tahrif eden, onu inkar eden kimselerdir. Bu da gösteriyor ki yukarıda ki hile iftirası ile ilgili olan şey, vahiyle ilgili bir olaydır. Yani müşriklerin ya da Medine Yahudilerinin, ya da münafıkların, veya hepsinin birden Resulallah’a Vahyi eli ile yazıp ta Allah gönderiyor diye hile yapıyor iddiasına ilahi bir cevaptır.
Ve bi'sel masıyr; Orası ne kötü bir duraktır.
163-) Hüm derecatün indAllah* vAllahu Basıyrun Bi ma ya'melun;
Onlar Allah indinde derece derecedirler, ve Allah her ne yapıyorsanız görüp duruyor. (Elmalı)
Onlar Allâh indînde, (ilim - irfan anlayış farkları nedeniyle) birbirlerinin üstünde olan farklı derecelerdedir. Allâh yapmakta olduklarınızı (Esmâ'sı itibarıyla onların hakikati ve dahi yaratıcısı olması ile) Basıyr'dir (değerlendirendir). (A.Hulusi)
Hüm derecatün indAllah onlar Allah’ın katında farklı konumlara sahiptirler. Yani yukarıda sözü edilen iki tür mantık. Biri Allah’ın rızasını gözeten mantık, ikincisi ise Allah’ın hışmına uğrayan mantık. Onun için Hüm derecatün indAllah onlar Allah’ın katında farklı farklı konumlara sahiptirler diye çevirdim. Farklı dereceler demedim. Çünkü derece olunca adeta aynı konumda bulunanların arasındaki farklı katmanlar gibi anlaşılır diye. Farklı konum, 180 derece birbirinden farklı. Biri negatif, biri pozitif konum.
Hüm derecatün indAllah vAllahu Basıyrun Bi ma ya'melun;
zira Allah yaptıkları her şeyi görmektedir.
164-) Lekad mennAllahu alel mu'miniyne iz baase fiyhim Rasulen min enfüsihim yetlu aleyhim ayatihi ve yüzekkiyhim ve yuallimuhümül Kitabe vel Hikmete ve in kânu min kablü lefiy dalalin mübiyn;
Hakikaten Allah müminleri minnettar kıldı zira içlerinde kendilerinden bir Resul ba's buyurdu, onlara Allahın âyetini okuyor, onları tezkiye ediyor, onlara kitap ve hikmet öğretiyor halbuki bundan evvel açık bir dalâl içinde idiler. (Elmalı)
Andolsun ki Allâh iman edenlere bir lütuf olarak, içlerinde nefslerinden bir Rasûl bâ's etti (aralarından kendi türlerinden bir Rasûl ortaya çıkardı), O'nun işaretlerini okuyor; onları arındırıyor, onlara hakikat bilgisini ve Hikmeti (her şeyin oluş sistem ve düzenini) öğretiyor. (Hâlbuki) onlar daha önce apaçık bir sapıklık içindeydiler! (A.Hulusi)
Lekad mennAllahu alel mu'miniyn Doğrusu Allah müminlere ihsanda bulunmuştur. iz baase fiyhim Rasulen min enfüsihim yetlu aleyhim ayatihi içlerinden bir elçi çıkararak Allah’ın ayetlerini onlara okumak, ve yüzekkiyhim onları arındırmak, ve yuallimuhümül Kitabe vel Hikmete ilahi kelamı ve hikmeti onlara öğretmek için içlerinden Allah müminlere ihsanda bulunmuştur. İçlerinden bir elçi çıkararak Allah müminlere ihsanda bulunmuştur. Ve bu elçi ne yapmıştır? Allah’ın ayetlerini onlara okumuş, onları arındırmış ve ilahi kelamı ve hikmeti onlara öğretmiştir.
Adeta yukarıda ki vahyi kendi elleri ile düzüp koşuyor iddiasına, iftirasına bir cevaptır diye düşünüyorum bu ayeti. Çünkü her elçinin görevi; Allah’ın ayetlerini müminlere okumak hikmeti ve ilahi kelamı müminlere öğretmek ve onları arındırmaktır. Her elçinin görevi budur.
Ve Hz. Muhammed AS. da bundan başka bir şey yapmamıştır. Onun için de Resulallah’ın peygamberliğine yönelik tüm eleştirileri Kur’an, daha önceki peygamberlerin yaptığından farklı bir şey mi yapıyor ki siz, özellikle siz ey ehli kitap. Kendi peygamberlerinizin getirdiğinden farklı bir şey getirmiyor ki. Daha önceki peygamberlerin yaptığından fazlasını ya da farklı bir şey yapmıyor ki, Tüm peygamberler ne yapmışsa Hz. Muhammed’in yaptığı da o. İlahi kelamı ve hikmeti öğretiyor. Allah’ın kitabını size ulaştırıyor ve sizi temizliyor. Bunların hangisi kötü de siz peygambere karşı geliyorsunuz. Peygamberin nübüvvetini reddediyorsunuz. Bunların hangisi sizin aleyhinize demek istiyor adeta.
ve in kânu min kablü lefiy dalalin mübiyn; Oysa ki daha önce apaçık bir sapıklık içerisindeydiler diyor Kur’an. Onlar, yani demek ki bu itirazı yöneltenler müşriklerin içerisinden çıkıp ta iman etmiş gibi görünen, ya da gerçekten iman edip daha sonradan kuşkuya ve nifaka, iki yüzlülüğe düşen insanlarmış. Onun için onlar daha önceden apaçık bir sapıklık içerisindeydiler, Allah onları Hz. peygamberle sapıklıktan kurtarıp imana erdirdi. İmana eren bu insanlar daha sonra şeytanın ve nefislerinin, iç güdülerinin, ayartıcı öz benliklerinin vesvesesine kapıldılar ve şimdide tutmuşlar böyle diyorlar, dediğini anlayabiliriz.
165-) Evelemma esabetküm musıybetün kad esabtüm misleyha, kultüm enna hazâ* kul huve min ındi enfüsiküm* innAllahe alâ külli şey'in Kadiyr;
Böyle iken size hasımlarınızın başına iki mislini getirdiğiniz bir musibet isabet ediverince bu nereden mi dediniz? Deki o kendi tarafınızdan çünkü Allah her şey'e kadir. (Elmalı)
Düşmanlarınıza iki katını tattırdığımız bir musîbet sizin başınıza gelince "Bu nasıl, neden oldu?" diyorsunuz. De ki: "O, nefsaniyetinizin getirisidir!" Kesinlikle, Allâh her şeye Kaadir'dir. (A.Hulusi)
Evelemma esabetküm musıybetün kad esabtüm misleyha, kultüm enna hazâ İlginç, yine Uhut bağlamında çağlar üstü bir örnek. Onları iki kat musibete uğrattıktan hemen sonra, -Bu hemen manasını buradaki kad esabtüm deki Kad edatı verir. Fili mazi’nin (Dili geçmiş zaman) başında bazen Kad, yakın geçmiş anlamı verir.- onları iki kat musibete uğrattıktan hemen sonra, o musibet sizin başınıza da geldi diye, bu neden böyle oldu diye soruyorsunuz öyle mi?
Evet, Kur’an böyle diyor. Onların başına iki kat gelen şey size bir kat gelince dönüp diyorsunuz ki, bu neden böyle oldu.
kultüm enna hazâ, enna, hem nasıl, hem de nereden anlamlarına gelir. Onun için nasıl oldu, nereden geldi bu iş başımıza diyorsunuz.
Kul cevap ver onlara; huve min ındi enfüsiküm deki; sizin yüzünüzden öyle oldu.
innAllahe alâ külli şey'in Kadiyr; hiç kuşkunuz olmasın ki Allah her bir şeye Kadir’dir, güç yetirendir.
Yukarıda söylemiştim ya dostlar; “Başımızda peygamber gibi bir komutan var, Allah’ta bizimle. Biz Müslüman’ız, Allah bizim yanımızda, bizim tarafımızda. Başımızda da Allah’ın sevgili peygamberi var. O halde ne yaparsak yapalım biz yenilmeyiz.” Mantığı sorumsuz ve gayri ahlaki bir mantık. Sorumsuz bir mantık, çünkü;
1 - Başarıyı, sonucu kendi eyleminizin sorumluluğunun dışında değerlendiriyorsunuz.
2 – Gayri ahlaki bir mantık, gelecek sonucun sizin gayretinizden, sizin çabanızdan, sizin niyet ve eylemlerinizden bağımsız, hiç ilişkisi olmadığını düşünüyorsunuz.
3 – Hiçbir gayret sergilemeden, kendi çabanızı göstermeden adeta haksız kazanç bekleyerek Allah’tan umuyorsunuz ama Allah’ın yasasına uymuyorsunuz.
Nedir Allah’ın yasası; Sebep sonuç ilişkisi Allah’ın genel yasasıdır. Bu yasayı koyan Allah olduğu için sebep sonuç ilişkisi içerisinde gerçekleşen tüm olaylar, eylemler ve sonuçlar için Kur’an da hep Allah’ın iradesine atıf yapılır. Yani onu biz diledik buyurduğu her bir şeye bakınız, aslında sebep sonuç yasasına bağlı olarak gerçekleşmiştir.
Çünkü o yasayı biz koyduk anlamına alınır. O yasayı biz koyduk. Bu nedenle Allah’ın koyduğu yasaya uymuyorlar, ama Allah’ın yardımını istiyorlar ve diyorlar ki; şimdi bu nereden geldi başımıza yenilince.
Niçin diyorlar? Bedir’de yenmişlerdi ya. Bedir bir ödüldü. Ama Bedir’de kendileri de azami gayreti sergilemişlerdi. Yani yasaya uymuşlardı Bedir’de. Oysa ki Uhut’ta yasaya uymadılar ve Allah’ın mesajı şu oldu. “Yasaya uymayana torpil geçmiyoruz.”
Kimden yana olduğunuz önemli ama kendinden yana olduğunuzun yasalarına uymakta en az o kadar önemli. Çünkü “Allah’ın senden yanayım.” Diyeceksiniz, “Ama senin yasana uymuyorum.” Diyeceksiniz. Yani seninleyim, sana karşı demek gibi bir şey bu. Bu paradoks, O nedenle de Allah onları yenilmekle sınadı. Yenilmekle sınadı, çünkü Allah’ın tasasına uymadılar. Onlar kendi eylemlerinin sorumluluğunu Allah’a attılar. Kendi eylemlerinin sorumluluğunu üstlenmediler. O nedenle de bu başımıza nereden geldi dediler, Allah’ın cevabı sizin yüzünüzden geldi. Çünkü siz yaptınız;
1 – Resulallah’ın emrini dinlemediniz. Okçular Allah’ın peygamberinin koyduğu yerde durmadılar.
2 – Allah’ın Resulüne ittiba etmediniz, uymadınız.
innAllahe alâ külli şey'in Kadiyr; Allah her bir şeye güç yetirendir. Yani tüm yasaları koymaya gücü yetendir.
166-) Ve ma esabeküm yevmeltekal cem'ani fe Bi iznillahi ve li ya'lemel mu'miniyn;
O iki cem’i yet çarpıştığı gün başınıza gelen de yine Allahın izni iledir. (Elmalı)
(Uhud'da) iki topluluğun savaşında başınıza gelenler, hakikatiniz olan Allâh Esmâ'sının getirisinin iman edenlerde açığa çıkıp, kimin ne olduğunun bilinmesi içindir. (A.Hulusi)
Ve ma esabeküm yevmeltekal cem'ani fe Bi iznillahi iki ordunun karşılaştığı gün başınıza gelenler, Allah’ın izni ile gerçekleşti. Biraz önce söylediğimiz şeylerin bir açılımı. Yani başkasının koyduğu bir yasa ile değil, Allah’ın koyduğu bir yasa ile gerçekleşti. Allah’ın koyduğu yasaya isyan ettiniz, siz de o yasaya tabisiniz. Allah kendisinden yana olanların kendi koyduğu yasalara uymasını ister. Hem senden yanayım, hem de yasanı çiğniyorum diyeni işte böyle cezalandırır.
ve li ya'lemel mu'miniyn; Niçin yaptı bunu Allah diye sorarsanız cevabı bu; Bu da Müminleri belirlemesi için. Tabii ki belirleyecek. Müminleri belgeleyecek, seçecek, bir seçim vardı. İşte bu o seçimdi.
167-) Ve li ya'lemelleziyne nafeku* ve kıyle lehüm te'alev katilu fiy sebiylillâhi evidfe'û* kalu lev na'lemu kıtalen letteba'naküm* hüm lilküfri yevmeizin akrebu minhüm lil iyman* yekulune Bi efvahihim ma leyse fiy kulubihim* vAllahu a'lemu Bi ma yektümun;
Hem müminleri belli edeceği için hem münafıklık edenleri belli edeceği için ki bunlara gelin Allah yolunda muharebeye girin veya müdafaada olsun bulunun» denilmişti, «bir muharebe bilse arkanızdan gelirdik» dediler, onlar o gün imandan ziyade küfre yakın idiler, ağızları ile kalplerinde olmayanı söylüyorlardı, Allah daha iyi bilirken neyi gizliyorlardı. (Elmalı)
(Ayrıca bir de) münafık (ikiyüzlü) olanların bilinmesi içindi. Bunlara "Gelin Allâh uğruna savaşın ya da müdafaa yapın" denildiğinde, "Savaş yapılacağını bilseydik, gelirdik arkanızdan" dediler. O gün onlar imandan çok küfür hâline yakındılar. Gerçek fikirlerini dillendirmiyorlardı! Allâh gerçeği bilirken, neyi içlerinde gizlemeye çalışıyorlardı! (A.Hulusi)
Ve li ya'lemelleziyne nafeku Yine iki yüzlüleri de belirlemek içindi. Müminleri ve iki yüzlüleri ayırsın. Müminlerin içinde iki yüzlüler yer alıyordu. İnanmış gibi yapıp ta inanmayanlar. Ya da dıştan inanıp ta içten pazarlıklı olanlar. Ya da “Ya rabbi, sen zaferi bize verirsen senden yanayım, ama vermediğinde sana karşıyım.” Diye Allah ile pazarlığa oturanlar. “Allah’ım, eğer üstte olursak senden yanayım, altta olursak sana karşıyım.” Gibi iğrenç bir pazarlık yöntemini kendisine yöntem olarak seçenleri belirlemek için.
ve kıyle lehüm te'alev katilu fiy sebiylillâhi evidfe'û Gelin Allah yolunda savaşın, dahası kendinizi savunun. evidfe'û kendinizi savunun denildiğinde..!
Bu çok önemli. Burada fiy sebiylillâhi evidfe'û evi, ya da, değil de, dahası diye çevirdim. Aslında yani diye de çevirebilirdim. Allah yolunda savaşın, yani kendinizi savunun. Bu şu anlama gelir bir yerde; Kendinizi meşru müdafaa ile savunmanız, Allah yolunda savaşmanızdır. Allah yolunda yapılan her savaş, bir yerde kendinizi savunmaktır. Meşru müdafaa hakkınızdır.
Niçin? Çünkü kendi geleceğinizi savunmaktır Allah yolunda savaşmak. Kendi istikbalinizi savunmak, insanı savunmaktır. Yoksa Allah’ı savunmak değildir. Allah’ın savunulmaya ihtiyacı yoktur. Allah savunmasız kalmaz ki Allah için savaşasınız. Allah için savaşmanın açıkçası, insanın kendisi için savaşmasıdır. Allah için mücadele vermek, kişinin kendi istikbali, kendi geleceği için mücadele vermesidir. Yani bu isimlendirme sizi yanıltmasın, doğru algılayın. Allah’ın savunulmaya ihtiyacı yok, sizin onu savunmanıza ihtiyacı yok. Siz savunmasız kalırsınız, Allah değil. Siz zorda kalırsınız, Allah değil.
Onun için aslında Allah yolunda mücadele edin, Allah yolunda cihat edin emirlerinin tamamı kendiniz için cihat edin. Kendiniz için bir şeyler yapın, kendi istikbaliniz, kendi geleceğiniz, kendi mutluluğunuz için yapın anlamını taşır.
İşte burada ki “evi” de onun için dahası biçiminde çevirdim. Gelin Allah yolunda savaşın evidfe'û dahası kendinizi savunun denildiğinde;
kalu lev na'lemu kıtalen letteba'naküm Hemen şöyle cevap verdiler. Eğer savaş çıkacağını bilseydik, kesinlikle arkanızdan gelirdik diyenleri belirlemek içindi. Başa dönecek olursak anlamı bu ayetin. Ve li ya'lemelleziyne nafeku işte eğer savaş çıkacağını bilseydik kesinlikle arkanızdan gelirdik diyen münafıkları belirlemek için yaptı bir de Allah bunu.
Abdullah Bin Übey ve onun arkasına, peşine düşen münafıklar; Niçin Uhut’ta bizimle gelmedin diyen müminlere bu cevabı vermişlerdi. “Biz savaş çıkacağını tahmin etmedik, savaş olmayacak sandık. Savaş olacağını bilseydik kesinlikle arkanızdan gelirdik.” Cevabını vermişlerdi.
hüm lilküfri yevmeizin akrebu minhüm lil iyman İşte bu tavır Kur’an tarafından şöyle nitelendiriliyor. Onlar o gün inkara, imandan daha fazla yaklaştılar.
İnkar ve imanı, pozitif ve negatif kutup arasında bir yol, bir çizgi olarak adeta düşünün, tasavvur edin. Bu çizgi, bu yol üzerinde insan amelleri ile ya imana, ya da inkara gidip geliyor. Yani insanı amelleri ya pozitif iman kutbuna yaklaştırıyor, ya negatif küfür kutbuna yaklaştırıyor. Burada ifade edilen hakikat, adeta imanı bir yol, imanı iki kutuplu bir yer gibi tasavvur etmek ve amellerde iman ya da inkara kişinin yaklaşıp uzaklaşmasını belirleyen bir etken olarak düşünmek gerekiyor.
yekulune Bi efvahihim ma leyse fiy kulubihim Kalplerinde olmayanı ağızları ile söylüyorlardı.
Biraz önceki açıklamamı şunun için yaptım. Amelle İmanın alakası nedir. Davranışla imanın alakası nedir diyenlere işte harika bir cevap. Hani
“iman; Saçakları marifet, bilgi. Kökü tasdik. Gövdesi ikrar ve meyvesi amel olan bir ağaçtır.”
Diye tarif edilir. İşte buradan da algılıyoruz ki Amel imandan hepten bağımsız değildir. Yani yaptığınız eylemler, sizin imana ya da inkara olan yakınlığınızı belirliyor.
vAllahu a'lemu Bi ma yektümun; Oysaki Allah onların gizledikleri şeyi çok iyi biliyordu.
Allah’a ihanet etmişlerdi onlar. Yani onların gizledikleri şey ne idi, iki yüzlülerin; Allah davasına ihanet. İhanetlerini gizliyorlardı. Hala dışarıdan mümin gibi gözüküyorlar, ama Allah davasından yana durmuyorlardı. Yani Allah’ın davasını savunmuyorlardı. Yine de Müslüman’ız diyorlardı. Yine de namaz kılıyorlardı. Hem de namazlarını peygamberin arkasında kılıyorlardı.
Tüm ibadetlerini yaptıklarından hiç kuşkunuz olmasın Medine münafıklarının. Medine münafıkları ibadetlerini yapmaktan da öte, mescit bile yaptırıyorlardı. Mescid-i dırar onların inşa ettirdiği bir mescitti. Bakınız Medine münafıkları namazlarını terk etmiyorlardı ki, Medine münafıkları oruçlarını terk etmiyorlardı ki. Medine münafıkları, Allah davasını savunmuyorlardı. Allah davasını savunanları yalnız bırakıyorlardı. İşte onlar bu tavırları ile;
İnnel münafikıyne fidderkil' esfeli minennar* Nisa/145
Cehennemin en tabanında olmayı hak ediyorlardı. Münafıklar ateşin en derin tabakasında olacaklar hitabına muhatap oluyorlardı. Yani kafirlerden daha katı, daha şedid, daha tehlikeli addediliyorlardı.
168-) Elleziyne kalu li ıhvanihim ve kaadu lev etauna ma kutilu* kul fedreu an enfüsikümül mevte in küntüm sadikıyn;
Onlar ki oturdular da muharebeye giden ihvanları için «bizi dinleselerdi katl olunmazlardı» dediler, deki haydin o halde kendinizden ölümü defedin eğer gerçekseniz. (Elmalı)
O savaşa katılmayanlar, kardeşleri için "Eğer bize uysalardı, öldürülmezlerdi" dediler. De ki: "Dediğiniz doğru ise ölümü uzak kılın başınızdan bakalım!" (A.Hulusi)
Elleziyne kalu li ıhvanihim ve kaadu kendileri evlerine oturdukları halde kardeşleri hakkında diyorlardı ki o münafıklar. Kardeşleri hakkında diyor bakınız. Yani hala onların kendilerini kimden saydığı kuşkulu. Onun içinde ibare böyle gelmiş. Mümin kardeşleri hakkında diyorlardı ki onlar lev etauna ma kutilu eğer bize uysalardı öldürülmüş olmayacaklardı.
Kul, Cevap ver onlara, fedreu an enfüsikümül mevte in küntüm sadikıyn; De ki eğer sözünüzde sadıksanız başınızdan savın bakalım ölümü. Yani eğer siz samimi iseniz ölümü hepten savın..!
169-) Ve la tahsebennelleziyne kutilu fiy sebiylillâhi emvata* bel ahyaun ınde Rabbihim yurzekun;
Ve sakın Allah yolunda katledilenleri ölmüşler sanma, hayır, hep hayattadırlar, Rablerinin indinde yaşarlar. (Elmalı)
Allâh uğruna öldürülmüş olanları "ölü"ler sanmayın! Bilakis Rableri indînde hayattadırlar, rızıklanmaktadırlar! (A.Hulusi)
Ve la tahsebennelleziyne kutilu fiy sebiylillâhi emvata ve Allah yolunda öldürülenleri ölü saymayın. Şimdi onların şahsında hepinize bir uyarı. Allah yolunda canını veren kişilerin, Allah katında ki durumları sadece Allah’tan öğrenilir. Onun için bu ayetlerin tefsire ihtiyacı yok. Bu ayetler gayb’a ilişkin bir tefsirdirler zaten.
bel ahyaun ınde Rabbihim yurzekun; Aksine onlar diridirler, rızıkları rableri katındadır.
170-) Ferihıyne Bi ma atahumullahu min fadliHİ, ve yestebşirune Bil'leziyne lem yelhaku Bihim min halfihim ella havfün aleyhim ve la hüm yahzenun;
Allahın fazlından kendilerine bahşettiği saadetle şadgâm olarak merzuk olurlar, arkalarından şahadetle kendilerine yetişemeyen mücahitler hakkında da şunu istibşar ederler ki onlara bir korku yok, onlar da mahzun olmayacaklar. (Elmalı)
Allâh'ın fazlından, hakikatleri olması sebebiyle kendilerinde açığa çıkardığıyla sevinçlidirler. Kendilerine katılmamış, geride kalanlara müjdelemek isterler ki; onlara ne bir korku vardır ne de üzülecekleri bir şey.(A.Hulusi)
Ferihıyne Bi ma atahumullahu min fadliHİ Onlar Allah’ın lûtfundan kendilerine bağışladığı ile kıvanç duyarlar.
ve yestebşirune Bil'leziyne lem yelhaku Bihim min halfihim Arkadan gelip te henüz kendilerine kavuşmamış olan kimseleri müjdelemek isterler. Arkadan gelipte henüz kendilerine kavuşmak isteyip, şehit olmak isteyip te, henüz şehit olmamış, Allah yolunda mücadele vermeye devam eden ve Allah yolunda canlarını vermek isteyen kimseleri müjdelemek için can atarlar.
ella havfün aleyhim ve la hüm yahzenun; Ne ile müjdelemek için can atarlar; Geleceğe ilişkin kaygı, geçmişe ilişkin hüzün çekmeyecekleri müjdesini vermek için. Bu müjdeyi niçin vermek isterler? Kendi başlarına geldi de onun için. Yani biz geçmişe ilişkin üzüntü duymuyor şu an gelecekten de kaygı etmiyoruz. Özgürlük ve güvenliğimizi ebediyen sağladık. Biz bu müjdeyi size vermek isteriz diye müjde vermeye can atarlar.
171-) Yestebşirune Bi nı'metin minAllahi ve fadlin, ve ennAllahe la yudıy'u ecrel mu'miniyn;
Allahın bir nimetini bir de fazlını ve Allah müminlerin ecrini zayi' etmeyeceğini istibşar ederler. (Elmalı)
Allâh'ın üzerlerinde açığa çıkan nimetini ve fazlını ve de iman edenlerin yaptıklarının karşılıksız kalmayacağını müjdelemek isterler. (A.Hulusi)
Ve yine onlar Allah’ın nimeti ve keremi ile, Allah’ın müminlere ait ecri zayi etmeyeceğini müjdelemek için can atarlar. Yani Allah’ın kendi yolunda bir şeyler ödeyen, kendi yolunda bir bedel ödeyen kimselere, nimet ve keremiyle davranıp müminlere ait ecri zayi etmeyeceğini, müminlerin mutlaka ecirlendirileceği, ücretlendirileceği bir cennet gibi bedel verileceği konusunu müjdelemek için can atarlar.
172-) Elleziynestecabu Lillahi verRasuli min ba'di ma esabehümül karh* lilleziyne ahsenu minhüm vettekav ecrun azıym;
Hele o, kendilerine yara değdikten sonra Allahın ve Peygamberin emrine icabet eyleyenler: müminler içinden bilhassa böyle ihsan ve ittika edenler için pek büyük bir ecir var. (Elmalı)
Kendileri yara aldıktan sonra (bile) Allâh ve Rasûlün davetine icabet ettiler ki, onlardan ihsan sahibi olanlar ve korunanlar için aziym mükâfat vardır. (A.Hulusi)
Elleziynestecabu Lillahi verRasuli min ba'di ma esabehümül karh Onlar ki kendilerine dokunan zarardan sonra Allah’ın ve elçisinin çağrısına uydular. Kim bunlar? Uhut savaşından bir gün sonra Resulallah’ın düşmanı takip etmek için oluşturduğu ordunun erlerine söyleniyor. Bu ayetin muhatabı, birinci muhatabı onlar.
Tabii ki bu ayetler tüm zamanlar için geçerli olan insani durumlara birer atıftır. Ancak birinci muhatapları için bu ayetlerin bize hatırlattığı tarihi vakıa; Uhut yenilgisinin hemen ertesi gün Resulallah Medinelileri toplamış ve düşmanı takip etmek için bir ordu hazırlanmasını emretmişti. Kimse çıkmadı. Çünkü ciddi bir korku duyuyorlardı. Unutmayın hem yenilmiştiler, hem de karşılarında sayıca, gerçekten de orantının kurulamayacağı kadar büyük bir ordu vardı. Resulallah’ın şu sözü üzerine 1500 kişi toplanmıştı.
- Aranızdan hiç kimse gitmese de ben tek başıma giderim.
İşte, Hamra Ul Esed denilen yere kadar gittiler. Medine’ye 8 millik bir mesafede Hamra Ul Esed. İşte bu seferin ismi tarihlere; Hamra Ul Esed seferi olarak geçti. Bu ayette ifade edilen de bu. Kendilerine dokunan zarardan, yani yara aldıktan sonra Allah’ın ve elçisinin çağrısına uydular.
lilleziyne ahsenu minhüm vettekav ecrun azıym; Bunlardan iyilikte sebat gösterenleri ve sorumluluk bilincini kuşananları muazzam bir karşılık beklemektedir. Müjdeliyor ayet.
173-) Elleziyne kale lehümün Nasu innen Nase kad cemeu leküm fahşevhüm fezadehüm iymana* ve kalu hasbünAllahu ve nı'mel vekiyl;
Onlar ki nâs kendilerine haberiniz olsun nas sizin için tahşidat yaptılar onun için onlardan korkun dediler de bu kendilerinin imanlarını artırdı «Allah yetişir bize o ne güzel vekil» dediler. (Elmalı)
"Sizinle savaşmak için bir ordu oluşturdular, korkun onlardan" dediklerinde; bu haber onların bilakis imanını arttırdı da şöyle cevapladılar: "Allâh yeter bize, O ne güzel Vekiyl'dir!" (A.Hulusi)
Elleziyne Onlar ki; kale lehümün Nasu innen Nase kad cemeu leküm fahşevhüm Bir takım insanlar kendilerine; “Bakın düşmanlarınız size saldırı için toplandılar. Onlardan sakınmanız gerek.” Demişlerdi de; fezadehüm iymana işte
Bu haber üzerine onların imanı artmıştı. Bu haber onların imanını artırmıştı.
ve kalu hasbünAllahu ve nı'mel vekiyl; Ve onların bu korkutma propagandasına karşı verdikleri cevap şu oldu. “Allah bize yeter. O ne güzel vakiyldir.”
Burada bahsedilen ve müfessirlerin ortaklaşa bize naklettikleri olayda Ebu Süfyan’ın şu meydan okumasına karşılık, - Ki Ebu Süfyan şöyle demişti. Mekke ordusu komutanı, Mekke reisi Ebu Süfyan; Bedr’in rövanşını yapmaya ne dersiniz. Demişti. Bedr’in yıl dönümünde, Bedr’in rövanşına davet etmişti. Müşrikleri.- Bedr’in yıl dönümü geldiğinde Medine üzerine Münafıklar arasından gönüllü propagandacılar salmıştı. Bu propagandacılar Mekke’li müşriklerin yaklaşık 20.000 e yakın insanla Medine üzerine yürüdüklerini yayıyorlar ve korkutuyorlardı insanları.
İşte bu sırada Resulallah Asker toplanması için emir verdi. Gerçekten de bu korku o kadar da iliklerine işlemişti ki Medinelilerin, gönülsüzlük gösterdiler. Resulallah bu sefer sırasında da kendisini savunanların kendisi ile gelmelerini, eğer kendisi ile beraber olmuyorlarsa kendisinin onlarla ilişkisinin kalmadığını ilan etti. Ve bunun üzerine yaklaşık 1.500 kişilik bir müminler grubu Resulallah’la birlikte Bedr-us Sura, küçük bedir denilen yere kadar gittiler.
İşte bu sefere bir atıftır bu ayet. Ve bu ayette bu propaganda müminlere yapılınca onların imanını arttırmıştı diyor ve demişlerdi ki; “Allah bize yeter. O ne güzel vakiyldir.”
174-) Fenkalebu Bi nı'metin minAllahi ve fadlin lem yemseshüm sûun vettebeu rıdvanAllah* vAllahu zû fadlin azıym;
Sonra da kendilerine hiç bir keder dokunmaksızın Allah dan bir nimet ve bir fazl ile avdet ettiler ve Allahın rızası ardınca gittiler, daha çok büyük bir fazlın sahibidir Allah. (Elmalı)
Bu inanç nedeniyle kendilerine hiçbir zarar dokunmadan Allâh'ın nimet ve fazlıyla geri döndüler. Allâh rıdvanına tâbi oldular. Allâh Aziym fazl sahibidir. (A.Hulusi)
Fenkalebu Bi nı'metin minAllahi ve fadlin lem yemseshüm sûun Onlar Allah’ın nimeti ve lûtfu sayesinde kendilerine hiçbir zarar dokunmadan geri döndüler. Evet, olayları anlatıyor ayet tamamen. Hemen belki bu Bedr-i Sura’dır, belki de Hamra Ul Esed gazvesidir, yani iki konuda da farklı farklı rivayetler var. Bu ayetlerin hangisine ait olduğu konusunda müfessirler mütereddit davranmışlarsa da ben bu ayetin ve bundan önceki ayetin yine Uhut çerçevesi içerisinde, Uhut gününden bir gün sonraki Hamra Ul Esed’le ilgili olduğunu sanıyorum.
Fenkalebu Bi nı'metin minAllahi ve fadlin lem yemseshüm sûun Onlar Allah’ın nimeti ve lûtfu sayesinde kendilerine hiçbir zarar dokunmadan geri döndüler. Evet, hiçbir zarar dokunmamıştı. O takibe giden müminler ordusu zararsız bir biçimde geri döndüler.
vettebeu rıdvanAllah Zira onlar Allah’ın rızasına taliptiler. Çünkü onlar Allah’ın rızasına taliptiler.
vAllahu zû fadlin azıym; Allah ise sınırsız lûtuf sahibidir. Yani Allah ve Resulü ile değil de, nefis ve şeytanla ittifak kuran, amaç birliğine girenler gibi davranmadılar. Onlar Allah ve Resulü ile ittifak kurdular onun içinde ondan ayrılmadılar. Allah ve Resulü kendileri ile ittifak kuranla ittifak kurar. Siz Allah’ın davası ile ittifak kurarsanız, Allah’ta sizinle ittifak kurar;
İnnAllahe yudafiu anilleziyne amenu (Hac/38) ve Allah inananları savunur.
Eğer siz şeytanla ittifak kurarsanız, iç güdülerinizle ittifak kurarsanız, geçici menfaatlerinizle ittifak kurarsanız, nerede olduğunuza bakılmaksızın Allah’ın yardımı sizden esirgenecektir. Çünkü siz Allah’ı müttefik olarak kabul etmediniz. Allah’ın davası ile ittifak kurmadınız. Onun içinde Allah’tan yardım beklemeye hakkınız kalmamıştır.
175-) İnnema zâlikümüş şeytanu yuhavvifü evliyaehu, fela tehafuhüm ve hafuni in küntüm mu'miniyn;
Size o haberi getiren Şeytan sade kendi dostlarını korkutur, siz ondan korkmayın da bana isyandan korkun eğer müminlerseniz. (Elmalı)
O şeytan (haberi getiren), ancak kendi dostlarını korkutur... O hâlde onlardan korkmayın; benden korkun, eğer iman ehliyseniz. (A.Hulusi)
İnnema zâlikümüş şeytanu yuhavvifü evliyaehu Şeytan yalnızca kendi dostlarından korkmanızı telkin eder. Şeytanın telkini, sizi kendi dostları ile korkutmaktır.
fela tehafuhüm ve hafuni in küntüm mu'miniyn; Allah’ın telkini de nedir peki şeytanınkine karşılık? Şudur; O halde onlardan korkmayın, yalnızca benden korkun eğer gerçekten inanıyorsanız. Allah’ın telkini de budur. Şeytan kendi dostları ile korkutur. Dikkatinizi çekerim, kendisi ile değil. Allah ise sizi kendisi ile korkutur.
Daha doğrusu bu korku nasıl bir korkudur? Sevgiyi kaybetme korkusu. Allah beni sevmez diye korkmaktır. Allah’ın sevgisini yıpratır mıyım acaba korkusudur. Allah beni sevmezse dünya alem sevse ne olur ki korkusudur. Allah beni severse, dünya alem sevmese ne olur ki rahatlığını size kazandırır. Allah severse sizi herkese sevdirir. İşte bu rahatlığı kazandırır.
176-) Ve la yahzünkelleziyne yüsariune fiyl küfr* innehüm len yedurullahe şey'a* yüriydullahu ella yec'ale lehüm hazzan fiyl ahireti, ve lehüm azâbün azıym;
Sana da o küfürde yarışanlar hüzün vermesin çünkü onlar Allaha bir zarar edebilecek değiller, Allah onlara Ahirette bir hazz vermemek istiyor, onlara azîm bir azab var. (Elmalı)
Hakikati inkârda yarışanlar seni üzmesinler. Kesinlikle onlar, Allâh'a hiçbir zarar veremezler. Allâh onlara sonsuz gelecek sürecinde bir nasip vermemeyi diliyor (onun için böyleler). Onlar için aziym azap vardır. (A.Hulusi)
Ve la yahzünkelleziyne yüsariune fiyl küfr küfürde birbirleri ile yarış halinde olanlardan dolayı üzülme. Bu da Resulallah’ın şahsında tüm İslam davetçilerine, tüm alimlere, tüm İslami önderlere bir uyarı. Küfürde birbirleri ile yarış halinde olanlardan dolayı üzülme, üzülmene değmez bunlar. Yani kendisi için üzüleceğiniz insanlar, en azından küfürde olsalar dahi cehaletleri sebebiyle küfürde olanlar olsun. Ama küfürde önderlik yapıyorlar ve cehaletleri, değil de bile bile küfürde direniyorlar ve küfürde yarışmaya başlıyorlarsa bunlar, kendisi için üzülmeye bile değmeyecek insan müsvetteleridir.
innehüm len yedurullahe şey'a Kesinlikle onlar Allah’a hiçbir zarar veremezler. yüriydullahu ella yec'ale lehüm hazzan fiyl ahireti Evet, burası çok önemli. Allah onların ahiretten hiçbir pay almamalarını murad eder. Allah’ın muradı onların, ahirette bir pay sahibi olmamalarıdır. Allah dünyada onların önünü açmıştır. Sınırsızca açmıştır. ve lehüm azâbün azıym; Ve onları şiddetli bir azap bekler.
177-) İnnelleziyneşterevül küfre Bil iymani len yedurullahe şey'a* ve lehüm azâbün eliym;
Şüphesiz iman bedeline küfrü satın alanlar Allaha zerrece zarar verecek değiller ve onlar için elîm bir azab var. (Elmalı)
Hakikatlerine iman yerine, inkârı satın alanlara gelince, Allâh'a hiçbir zarar veremezler. Onlara feci yanış vardır. (A.Hulusi)
İnnelleziyneşterevül küfre Bil iymani len yedurullahe şey'a İman karşılığında küfrü satın alanlar, Allah’a hiçbir zarar veremezler. İman karşılığında küfrü satın almak. Bunun için öncelikle imanınızın olması gerekiyor. Yani önce imanı varken sonra o imanı küfür karşılığında satanlar. Ne korkunç bir alışveriş değil mi? Ne zararlı bir alış veriş. Sonunda cennet verip cehennem almaya benziyor bu alışveriş.
ve lehüm azâbün eliym; Ve onları şiddetli bir azap bekler.
178-) Ve la yahsebenneleziyne keferu ennema nümliy lehüm hayrun lienfüsihim* innema nümliy lehüm liyezdadu isma* ve lehüm azâbün mühiyn;
Bir de o küfredenler kendilerini bırakışımızı zinhar kendileri için bir hayır sanmasınlar biz onları sırf günahlarını artsınlar diye bırakıyoruz, hem onlara zillet verici bir azap var. (Elmalı)
Hakikati inkâr ederek yaşayanlar, kendilerine süre tanımamızın hayırlarına olduğunu sanmasınlar! Sadece suçlarını büyütmeleri için süre tanıyoruz (bu Allâh'ın mekridir onlara). Onlara zilleti yaşatacak bir azap vardır. (A.Hulusi)
Ve la yahsebenneleziyne keferu ennema nümliy lehüm hayrun lienfüsihim zira kafirler sanmasınlar ki onlara mühlet vermemiz kendi hayırlarına değildir. Evet, küfründe direnen kimseler kendilerine süre tanımamızı, kendi hayırlarına zannetmesinler. Kendilerinin önünü açmamızı, kendilerine dünyanın bin bir nimetini sememizi, hayırlarına zannetmesinler.
innema nümliy lehüm liyezdadu isma onlara yalnızca günahlarını arttırsınlar diye mühlet verdik. Evet, onlara yalnızca günahlarını arttırsınlar diye süre tanıdık, izin verdik. Yani tabir caiz ise; iplerini boyunlarına dolayıp saldık. Saldık ki, kendilerinin cehennemlerini büyütsünler. Çünkü her yaptıkları kendi aleyhlerine oluyordu.
Onun için Allah’ın dalalete göndermesi Kur’an da Allah’ın dalalete göndermesi, dalalete sokması ibareleri var. Bunlar hep böyle anlaşılır. Allah bizatihi hiç kimseyi saptırmaz. Ama Allah bırakır. Terk eder. Allah terk ederse zaten kişi kendi ayartıcı güdüleri ile baş başa kalır. Kendi güdüleri ile baş başa kalınca da güdüleri insanı Allah’tan uzaklaştırır. İnsanı kendisinden uzaklaştırır. Kişiyi öz benliğinden uzaklaştırır, kendisine karşı yabancılaştırır. Kendisine karşı yabancılaşan hakikate karşı yabancılaşır, hakikate karşı yabancılaşan da Allah‘a karşı yabancılaşır.
ve lehüm azâbün mühiyn; Sonunda onları da alçaltıcı bir azap bekler. Günahların artmasını Allah’a izafe edilmesi bu ayette, sebep sonuç yasasının bütün mahlukat için geçerli kılanın Allah olduğu gerçeğine bir atıftır. Yani günahların artması Allah’a izafe ediliyor. Çünkü günahı artan cehennemine yaklaşmış olur. Eylemi ile kendi cehennemini kazanmış olur. Bunu takdir eden, bu yasayı koyan, yani kişinin sonucunu kendisi belirler. Sebebi eylemidir, sonucu eyleminin sonucudur. İşte bu kanunu koyan Allah olduğu için burada Allah’a atfediliyor. Günahlarının artmasının Allah’a atfedilmesi, Allah arttırdı denmesi bu yüzdendir.
179-) Ma kânAllahu li yezeral mu'miniyne alâ ma entüm aleyhi hatta yemiyzel habiyse minettayyib* ve ma kânAllahu liyutliaküm alel ğaybi ve lakinnAllahe yectebiy min RusuliHİ men yeşau, feaminu Billahi ve rusuliHİ, ve in tu'minu ve tetteku feleküm ecrun azıym;
Allah müminleri bulunduğunuz hal üzere bırakacak değildir, nihayet murdarı temizden ayıracak, Allah sizleri gaibe muttali' kılacak da değil ve lâkin Allah ona Resullerinden dilediğini seçer, onun için Allaha ve Resullerine iman edin ve eğer iman eder ve korunursanız size de azîm bir ecir var. (Elmalı)
Allâh, iman edenleri olduğu gibi bırakmayacaktır. Pis ile temizi ayıracaktır. Allâh sizleri gayba (Zât'ına) erdirecek değildir. Ne var ki, Rasûllerinden dilediğini seçer (size göre gayb olanı bildirmek isterse). Öyle ise, Allâh Esmâ'sının tüm âlemleri ve hakikatinizi var ettiğine ve Rasûllerine (bu bilgiyi size açıklamak için irsâl ettiklerine) iman edin. Eğer iman eder ve korunursanız, aziym mükâfata erersiniz. (A.Hulusi)
Ma kânAllahu li yezeral mu'miniyne alâ ma entüm aleyhi hatta yemiyzel habiyse minettayyib Ey kafirler, ittifakla tüm müfessirler bu ayetin hitap ettiği kitlenin küfründe direnenler olduğudur. Ey kafirler güruhu, ey inkarcılar, Allah müminleri sizin yaşadığınız hayat tarzı üzere bırakacak değildir. Evet, Allah müminleri, sizin yaşadığınız hayat tarzı üzerine bırakacak değildir. Ya da Allah’ın müminleri sizin hayat tarzınız üzere bırakması düşünülemez. Böyle bir şeyi kimse düşünemez.
Hatta yemiyzel habiyse minettayyib Nihayet Allah iyiyi kötüden ayıracaktır.
Buradaki ma entüm aleyh ibaresi, dikkatinizi çekerim, hemen ondan önceki yarım cümlede zamirler çoğul, gaip zamiri iken, çoğul gaibe hitap edilirken burada hemen entüm muhatap zamirine geçildi. Muhataptan söz ediliyor. Siz, zamir değişiverdi. Hitap muhatabın şekli değişti hemen. Muhatap gaipken, hemen muhataba dönüştü burada. Bizatihi bir diyaloga dönüştü. Siz ifadesi kullanılıyor. Onun için ma entüm aleyh kalıbı hadislerde de geçer. Hayat tarzı diye çevirmek çok daha doğru bir çeviridir. Üzerinde bulunduğunuz şey manasına gelir. Yani yaşadığınız sistem, yaşadığınız hayat biçimi. İşte Allah müminler için bir hayat tarzı çizmiştir. Müminler kafirlerin hayat tarzını yaşayamaz. Bu, bu anlama gelir.
ve lakinnAllahe yectebiy min RusuliHİ men yeşau Fakat Allah bu amaçla elçilerinden dilediğini seçer.
feaminu Billahi ve rusuliHİ Şu halde Allah ve elçilerine iman edin. Allah ve elçilerine iman etmeniz gerekir.
ve in tu'minu ve tetteku feleküm ecrun azıym; Zira eğer inanır ve sorumluluk bilincini kuşanırsanız o zaman sizi muazzam bir ecir bekler. Karşılık bekler.
Biz, sorumluluğunun bilincinde olan ve iman eden kimselerden olmamızı Rabbimizden, can-ı gönülden diliyoruz. Ve Rabbimiz bize kamil bir iman ve sorumluluk bilinci ver diyoruz.
“Ve ahiru davana velil hamdülillahi rabbil alemiyn”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder