"Euzü Billahi mineş şeytanir racim"
Sevgili Kur’an dostları bugün dersimize yeni bir sure ile başlıyoruz. Kur’an ın te’vin’inde 4. sırayı alan Nisa suresi ile.
Nisa, kadınlar demektir. Bu sureye bu isim girişinde ve sonuç bölümünde kadın hakları ile ilgili bir takım devrim niteliğinde hükümler içerdiği için sure bu ismi almıştır. Tabii bu devrim niteliği bu surenin indiği zaman diliminde o toplumun kadına tanıdığı hak ve hukuka göre bir devrim niteliği taşıyor idi.
Bu sure kendisinden önceki Alu İmran suresi ile adeta bir konu bütünlüğüne sahiptir. Alu İmran suresi hatırlayacağınız gibi yoğun olarak Uhut savaşının tam sıcak bir biçimde yaşandığı gönlerde inmişti. Bu sure ise bazı ayetleri ihtilaflı olmakla birlikte çoğunlukla hicretin 4. yılında indirildi.
Hicretin 4. yılında indirilmesi şu anlama geliyordu. Bir savaş yaşanmış, hem de savaşa giren tarafların kapasiteleri göz önüne alındığında bayağı kanlı ve kayıplı bir savaş. Bu savaşın ardından bir takım problemler çıkmış. Savaşın doğal olarak getirdiği problemler. Örneğin savaştan geriye kalan yetimler. Yine savaşta ölenlerin geriye bıraktığı mallar, yani miras.
İşte bu sure giriş bölümünde savaştan geriye kalan yetimlerle ve savaşta şehit olanların geriye bıraktığı malların taksimatı yani miras hükümleri ile ilgilenir.
Yine bu surede karşıt cinslerin birbirlerine karşı ahlaki davranış ve eşler arası ilişkiler ele alınır. Daha sonra bu surede mümin - kafir, mümin – münafık ilişkileri ele alınır ve kafirlerin, münafıkların bir takım özellikleri vurgulanır.
Yine bu surede geçmiş toplumlardan, özellikle İsrail oğullarından bahisle Müslümanlara; Bakarada, Alu İmran surelerinde yapılan Yahudileşmeyin uyarısı bu surede de sürdürülür.
Bu sure yine giriş kısmında olduğu gibi feraize ilişkin, yani İslam miras hukukuna ilişkin hükümlerle ve ayetlerle son bulur.
1-) Ya eyyühen Nasutteku Rabbekümülleziy halekaküm min nefsin vahıdetin ve haleka minha zevceha ve besse minhüma ricalen kesiyran ve nisaen, vettekullahelleziy tesaelune Bihi vel erham* innAllahe kâne aleyküm Rakıyba;
Ey o bütün insan kömeleri! Sakının o Rabbinize karşı gelmekten ki sizleri bir tek nefisten yarattı, ondan eşini yarattı da ikisinden bir çok erkekler ve dişiler üretti, sakının o Allaha karşı gelmekten ki siz onun ve o rahimlerin hürmetine birbirinizden dilek dilersiniz, çünkü o Allah üzerinizde gözcü bulunuyor. (Elmalı)
Ey insanlar, sizi tek bir nefsten (benlikten) yaratan (bütün beyinlerde tek bir "BEN" kavramı vardır. Bu "BEN" daha sonra beynin açılımlarına göre çeşitlenen özelliklerle farklı "benlik"ler hâlini alır. Ki bu oluşmuş "benlik"tir. Ana "ben" ise tektir, orijin "ben"dir. A.H.) ve ondan da kendi eşini (bedensel benlik) halk eden ve ikisinden pek çok erkek ve kadın üretip (Dünya'ya) yayan Rabbinizden korunun! Korunun O Allâh'tan ki, siz O'nun hürmetine (kişinin hakikatinin Esmâ olması sebebiyle hakikatte Allâh'tan) ve de Rahıymlerin hatırına (Esmâ mertebesinin oluşturduğu insanî hakikat dolayısıyla) birbirinizden istersiniz. Çünkü Allâh, Esmâ'sıyla sizi her an kontrolünde tutandır (Rakıyb'dir). (A.Hulusi)
Ya eyyühen Nas ey insanlar, utteku Rabbekümülleziy halekaküm min nefsin vahıdetin ve haleka minha zevceha ve besse minhüma ricalen kesiyran ve nisaen sizi bir tek canlıdan yaratan, ondan da eşini var eden ve her ikisinden de bir çok erkek ve kadın üreten rabbinize karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun.
Böyle bir giriş, böyle bir konu için gerekliydi. Unutmayın ki bu sure kadın hakları ile ilgili bir takım hükümler içeriyordu. Yine hemen ilk ayetlerinde ele aldığı özellikle yetim kadınlar konusunu açmak için böyle bir giriş yapıyor sure. Bu giriş kadın hakları konusunda kadın problemini ele alırken zihinlerimizin hangi zemine oturması gerektiğini de ele veriyor. Bu zemin insanlık zemini. Eğer siz kadınla ilgili bir problemi tartışıyorsanız, bunu önce insanlık zemininde ele almanız gerekiyor.
İşte Kur’an bu manada bir zihniyet devrimi yapıyor. Çağının insanının, indiği çağdaki insanın zihninde kadının, 2., 3., 5. kategoride bir varlık olarak yer bulması nedeniyle Kur’an işte bu zihniyeti bir yerde yerden yere vuruyor ve yepyeni bir bakış açısı getirerek kadın sorununu, özelde yetim kadınlar, yetim kızlar problemini insanlık zemininde Ya eyyühen Nas siz ey insanlar hitabıyla ele alıyor. Ve burada şunu hatırlatıyor.
Bu hitap ne erkeğe, ne de kadınadır. Ey insanlar, bu hitap sizedir. Kadın sorunu varsa bir yerde, orada insan sorunu var demektir. Onun için kadın problemini, ya da insana ilişkin herhangi bir problemi, insanlıktan bağımsız olarak ele almak, çözmeye çalışmak, o problemi çözümsüzlüğe mahkum etmektir.
İşte ayet bu gerçeği ima ve ihsas ederek tüm insanlığa hitap ediyor. Böyle bir problemin sadece belli bir dinin, belli bir grubun, belli bir sosyal çevrenin değil, insanlığın temel bir problemi olduğunu ve bu problemin ele alınış biçiminin de insani olması gerektiğini ima ediyor.
Kadın problemini ele alacak bu ayetler, insanlık ortak paydasında bir buluşmayı da ön görüyor ve müfessirlerin dediğinin tersine, ki müfessirler bu ayetteki; utteku Rabbekümülleziy halekaküm min nefsin vahıdetin sizi bir tek candan yaratan rabbinize karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun cümlesi ve onu takip eden diğer cümlelerden, Tevrat, ve Talmut’ta, Tevrat’ın tefsiri sayılan Talmut’ta ki yaratılış üzerine verilen öğretiler ele alınıyor tefsirlerde ve bu ayet Tevrat ve Talmut’un bize aktardığı yaratılış teorileri ile tefsir edilmeye çalışılıyor. Oysa ki burada tamamen farklı bir şey söyleniyor. Yani insanlığın köken olarak birliğine, insanlığın yaratılıştaki eşitliğine. İnsanlığın Allah tarafından tek bir kökten yaratıldığına delalet ediyor.
Burada ki; min nefsin vahıdetin ibaresini müfessirler, Hz. Adem olarak algılamışlar. ve haleka minha zevceha ve ondan da eşini üretti ibaresini de Havva olarak algılamışlar.
Tabii ki bu bir yorum. Bu yorum genellikle Tevrat ve Talmut’un yaratılış teorilerine dayanıyor. Ama Reşit Rıza, tefsiri el menar da bu yorumun dışında bir yorum yapıyor ve üstadı Muhammed Abduh’un da bu ayete getirdiği farklı bir açılımı zikrediyor, naklediyor bize.
O açılıma göre burada sözü edilen müşahhas bir şahsiyet değil, kişi değil. Burada sözü edilen insanlığın ortak özüdür. Ortak insanlık paydasıdır. Onun için burada ki işaret edilen hakikat te insanlığın köken birliğidir. Ve insana ilişkin bir problemi ele almak, bu problemi çözmek için ele alan her bir insanın öncelikle zihnini oturtacağı zemin, insanlık ortak paydası olmalıdır mesajını veriyor.
vettekullahelleziy tesaelune Bihi vel ehram Kendisi adına birbirinizden yardım ya da hak talebinde bulunduğunuz zata ve bu insanlık bağına karşı sorumluluk duyun.
Burada vettekullahelleziy tesaelune Bihi kendisi adına birbirinizden hak talebinde bulunduğunuz ibaresi açık. Özellikle bölge insanının Allah adına istediği öteden beri birbirinden hak talep ederken Allah’ın adını kullandığı ima ediliyor. Ki burada; Aslında çelişkiye düşmeyin, birbirinizden hak talep ederken, yani haksızlığa uğradığınızda insan oluşunuzu hatırlatıyor. Allah’ın kulu oluşunuzu hatırlatıyor, ben de Allah’ın bir kuluyum niçin hakkımı gasp ediyorsunuz diyorsunuz ey bölge insanları ey insanlar.
Peki kendiniz zulme uğradığınızda insan oluşunuzu, Allah’ın bir kulu oluşunuzu, yani Allah’ı hatırlatarak hak talebinde bulunuyorsunuz da, niçin kadınları, zayıfları ezmeye kalkıyorsunuz. Çocukları yetimleri, öksüzleri ezmeye kalkıyorsunuz. Yani burada yine insani bir paydaya dikkat çekiş var.
Bir de vel ehram ifadesi çok daha ilginç. Ehram kadın doğurganlık organı olan rahimden geliyor. Rahmin çoğulu. Rahim de rahmetten geliyor. Yani bu manada ehram insanlık bağıdır. Ben onu öyle çevirdim. Kadın rahmi bu bağın sembolüdür. İnsanlık bağının. Çünkü rahmetin, merhametin, şefkatin organa dönüşmüş biçimine rahim denir. Ki bu tespit bana ait değil. Hz. Peygambere ait. Buharinin naklettiği sahih bir haberde;
- İnner rahme şecnetün min rahman.
Kadın rahmi, rahmandan bir daldır. Buyurmaktadır.
Gerçekten bu çok ilginç tespitin bizim zihnimizde birçok çağrışımı var. Allah’ın kendisine rahman sıfatını seçip bu sıfatı da hem besmelenin içinde, hem de fatiha da bize her gün onlarca kez tekrar ettirilmesinin hikmeti galiba merhamet vasfının insandaki temel ve vazgeçilmez bir vasıf olması gerektiğine bir işaret olsa gerek. Onun için burada ki rahim hatırlatılmış.
Bu insanlık bağıdır dedim. Sadece akrabalık değil. Çünkü Hz. Ali’nin dediği gibi;
- Herkes ya insanlıkta eştir, ya dinde kardeştir.
Eğer dinde kardeş ise iki kez hakkı vardır. Hem insani hakkı, hem imani hakkı. Onun için bu temel bağı, insanlık bağını hiç unutmamamız gerekiyor ve hatırlamamız gerekiyor.
innAllahe kâne aleyküm Rakıyba; Bu hatırlatmanın arkasından, böyle bir insanlık ortak paydasının, insanlığın tüm sorunlarını çözümde temel olması gerektiği hatırlatıldıktan sonra, hemen niçin bu ortak paydayı sürekli zemin yapmalıyız işte onun dayandığı daha temel bir güç hatırlatılıyor. Ki bu ortak paydayı koyan Allah hatırlatılıyor.
Kuşkusuz Allah üzerimizde daimi bir gözetleyicidir. Yani insanlık ortak paydasına ilişkin tüm ihlalleri, tüm insanlık ihlallerini, insanın haysiyetini, şerefini, insanın insanlık onurunu zedeleyecek tüm davranışları gözetleyecek Allah’tır. Onu cezalandıracak ta Allah’tır. Çünkü İnsana insanlığını bahşeden, insanı bulunduğu o yüce konuma koyan yani insanı insan eden O’dur. Kendi verdiği bu şerefi iki paralık edenleri de elbette ki cezalandıracaktır. Onun için gözlemektedir denilmektedir.
2-) Ve atül yetama emvalehüm ve la tetebeddelül habiyse Bittayyibi ve la te'külu emvalehüm ila emvaliküm* innehu kâne huben kebiyra;
Allah dan korkun da yetimlere mallarını verin ve temizi murdara (helâli harama) değişmeyin, onların mallarını kendi mallarınıza katıp yemeyin çünkü o büyük bir vebal bulunuyor. (Elmalı)
Yetimlere mallarını verin; (hakikatinizin) temizliğini (nefsaniyetin) pisliğine değiştirmeyin. Onların mallarını, mallarınıza karıştırarak yemeyin. Muhakkak ki o çok büyük suçtur. (A.Hulusi)
Ve atül yetama emvalehüm İşte bu insanlık ortak paydasının hatırlatılmasının hemen ardından daha alt bir sorun gündeme getiriliyor. Aslında 1. ayet, bu 2. ayete giriş için bir zihni hazırlık idi. Bu zihni zemini hazırladıktan sonra Kur’an, şimdi özel bir probleme dikkat çekiyor. Bu ayetlerin indiği gün gerçekten de ciddi bir problem olarak ortaya çıkan, savaşın getirdiği bir problem olarak ortaya çıkan ama, tüm insanlık tarihi boyunca, tüm toplumlarda, tüm coğrafyalarda hiç eksik olmayan bir problem. Yani yetim, öksüz, kimsesiz ama kendisinde mal bulunan, malı olan insanların çocukların, kimsesiz, yetim, öksüzlerin mallarının korunması ile. Onlara ait olan her bir şeyin muhafazasıyla ilgili gayet insani bir problem ele alınıyor ve deniliyor ki;
Ve atül yetama emvalehüm O halde yetimlere mallarını verin, teslim edin.
ve la tetebeddelül habiyse Bittayyib değersizi değerli ile değiştirmeyin.
İbn. Abbas’ın tefsirine göre kendi değersiz mallarınızı, velisi olduğunuz, size emanet edilen yetimlerin değerli mallarıyla takas etmeyin. Böyle bir problem var. O çağda özellikle babası harpte şehit olmuş, kendisi yetim kalmış kız ya da erkek çocuklarının babasından kalan mallarına göz diken bir takım akrabalar, mesela amcalar veya amca çocukları veya dayı çocukları, bir takım akrabalar o yetimin mallarına el koymak için ona sahip çıkar gibi duruyorlar ama gerçekte ona değil malına göz koyuyorlardı, sahip çıkıyorlardı.
İşte bu temel insani problemi ele alan Kur’an burada iki şeyi birden hatırlatıyor. Hem fiili olarak onların iyi malları ile sizin kötü ve kalitesiz mallarınızı değiştirmeyin diyor, Hem de manevi olarak daha değerli olan ahlaki ilkeleri, değersiz olan ahlak dışı ilkelerle değiştirmeyin, ya da değerli olan ahiret saadetini, değersiz olan dünya malıyla değiştirmeyin. Ya da değerli olan Allah’ın rızasını, O’nun karşısında bir hiç olan dünya menfaatiyle takas etmeyin deniliyor.
ve la te'külu emvalehüm ila emvaliküm Onların mallarını kendi mallarınıza katıp ta boğazınıza geçirmeyin. Yemeyin. Demek ki diğer problemin bir devamı olarak bu da var. Zaten bir insan onların, yetimlerin, kimsesizlerin, öksüzlerin malına göz koyuyorsa, bu doğal olarak arkasından gelecektir. Onun malını kendi malına katıp boğazına geçirme.
innehu kâne huben kebiyra; Ve böyle bir ahlak dışı davranışın hükmü ortaya konuluyor ve deniliyor ki, çünkü bu büyük bir vebaldir.
Burada sevgili dostlar, bu ayetlerin sebeb-i Nüzulü olarak anlatılan bir yığın rivayeti nakletmeyeceğim. Ama siz de anlıyorsunuz ki bu ayetler sebepsiz yere indirilmiyor. Toplumda bir problem var, her toplumda olabileceği gibi. Ayet toplumsal bir probleme bigane kalmıyor. Çünkü Allah insanın mutluluğunu istiyor. Çünkü Allah hayata müdahildir.
Allah, insanın mutluluğunun kendisinden bağımsız gerçekleşmeyeceği ima ve ihsasında bulunuyor ve onun içinde insanın gündelik hayatında karşılaşacağı bir takım insani problemler, toplumsal, sosyal problemlere ilahi reçeteler sunuyor. Bu reçetelerin bir görünen yüzü var ne dediği, bir de satır araları var, ne demek istediği. Ne demek istediği üzerinde yoğunlaş ılırsa rabbimizin maksadı, murad-ı ilahi iyi anlaşılacaktır.
Burada ne denilmek istendiği açık. Elbette bu hak ve hukuka riayet, insan vicdanının kabul etmeyeceği bir takım haksız davranışları reddetmek yapmamaktır. Burada tüm sahipsiz, tüm korunmaya muhtaç olan insanların velisinin zımnen Allah olduğu hatırlatılıyor. Ve şu söyleniyor; “Eğer onlara karşı, korunmaya muhtaç insanlara karşı bir haksızlık yaparsanız, hiç aklınızdan çıkarmayın ki Allah tarafından gözleniyorsunuz, gözetleniyorsunuz. Allah sizin korunmaya muhtaçlara karşı yaptığınız haksız davranışları bir bir kaydediyor.
Bundan kasıt ta sevgili dostlar, insanın vicdanına hitap etmektir. İnsanda vicdani bir zemin hazırlamaktır ahlaki davranışa. Çünkü Ahlaki davranış vicdani zeminden bağımsız olarak gerçekleşmez.
Burada Rabbimizin insanın en alır, en insani, en derin yerine hitap ettiği bir gerçek. Yani ahlaki ilkeleri polisle Jandarma ile, yasayla kanunla değil, ahlaki ilkelerin en garantili koruma yöntemi olan vicdanla, yürekle, insanın içindeki o susturulamayacak vicdanla oturtulması hedefleniyor.
3-) Ve in hıftüm ella tuksitu fiyl yetama fenkihu ma tabe leküm minen nisai mesna ve sülâse ve ruba'a, fein hıftüm ella ta'dilu feVahıdeten ev ma meleket eymanüküm* zâlike edna ella te'ulu;
Eğer yetimlerin haklarını gözetemeyeceğinizden korkarsanız size helâl olan kadınlardan ikişer, üçer, dörder nikâh edin ve eğer bu surette adalet yapamayacağınızdan korkarsanız o zaman bir tane veya milkiniz cariye alın, ağmamanız için bu daha muvafıktır. (Elmalı)
Eğer yetimler (kadınlar) konusunda haklarını vermede korkunuz yoksa, o zaman sizin için temiz olan (şirk ehli olmayan) kadınlardan ikişer, üçer, dörder nikâhlayın. Eğer (aralarında) adaletle davranamayacağınızdan korkarsanız, o zaman bir tane ile veya ellerinizin maliki ile (yetinin). (Nikâhsız {evlilik anlaşmasız} birlikte yaşamayın.) Zulmetmemeniz için bu en ehven olanıdır. (A.Hulusi)
Ve in hıftüm ella tuksitu fiyl yetama fenkihu ma tabe leküm minen nisai ve eğer yetimlere adil davranamamaktan korkuyorsanız o zaman size helal olan diğer kadınlardan biri ile evlenin.
Aslında bu ayet, bir üstteki ayeti de bir parça açıklıyor. Yani yukarıdaki ayetin ifade ettiği şu imiş demek ki; İnsanlar nikahları düşecek olan yetim yakınlarını, yetim kızları koruma maksadı ile yanlarına alıyorlar, ama daha sonra onların gerek fiziksel güzellikleri, gerek malları gözlerini kamaştırarak onlarla evlenmeye kalkıyorlar. Onlarla evlenmekteki amaçları onların mutluluğunu hedeflemek değil, tek taraflı menfaati hedeflemek. Ki biz bu hedefi Hz. Ayşe’nin rivayetinden öğreniyoruz. Hz. Ayşe’ye göre bu ayetin anlamı şu. Diyor ki Annemiz Ayşe;
- İnsanlar yakınları olan, velisi oldukları yetim kızları yanlarına alıyorlar, onlarla evleniyorlardı. Fakat onlara gerekli olan insani muameleyi göstermiyorlar, hatta onların hak ettikleri mehirleri bile ödemekten kaçınıyorlardı. Yani bir tür onları “ucuza getirmeye, ucuza kapatmaya” kalkıyorlardı.
İşte aslında Hz. Ayşe’nin bu yorumunu, bu surenin 127. ayeti de destekliyor. Ki bu ayetin yorumu konusunda daha başka yaklaşımlar da var. Katade’nin, İbn. Abbas’ın ve daha başkalarının daha farklı yorumları olmakla birlikte Hz. Ayşe’nin yorumu en tutarlı olanı. Ki bu surenin 127. ayeti de b u yorumu desteklemekte. Onun için anlıyoruz ki biz o dönemde bir takım insanlar, kendilerine nikahı düşen yetim kızların gerek fiziki güzelliklerine, gerek mallarına sahip olabilmek için onlarla evlilik yapıyorlardı. Bu evlilikte amaç onların huzuru değil, tamamen kendi menfaatleri idi.
İşte Kur’an adeta suçüstü yakalıyor ve bu gayri ahlaki davranış ve tavırların olmaması gerektiğini hükmünü veriyor.
Ve in hıftüm ella tuksitu fiyl yetama ve eğer yetimlere adil davranmamaktan korkuyorsanız fenkihu ma tabe leküm minen nisai o zaman size helal olan diğer kadınlardan biriyle evlenin.
mesna ve sülâse ve ruba'a Hatta 2 si, 3. ü ve 4 üyle. Yani burada şu anda okuduğum ibare günümüz itibarıyla yoğun bir biçimde tartışılan, en çok tartışması yapılan Kur’an i hükümlerden bir tanesi. 2 iyle, 3 üyle, 4 üyle dahi evlenebilirsiniz. Ki ben klasik çevirilerden daha farklı bir çeviri yöntemini tercih ettim. Size helal olan diğer kadınlardan biriyle evlenin.
Bu doğru bir çeviri. fenkihu ma tabe leküm minen nisai Ondan sonra da mesna ve sülâse ve ruba'a hatta “ 2, 3, 4 üyle evlenin.”
fein hıftüm ella ta'dilu feVahıdeten ev ma meleket eymanüküm ama eğer onlara adil davranamamaktan korkarsanız o zaman 1 tane ile ya da meşru olarak sahip olduklarınızla yetinin.
zâlike edna ella te'ulu; Bu doğru yoldan sapmamanız için, ya da te'ulu yu zulmetmemeniz, cevretmemeniz, başkasının hakkını gasp etmemeniz için en doğru olandır. Doğruya en yakın olandır. Uygun olandır.
Evet sevgili dostlar, ele alacağımız bir problem, İslam’ın temel referansı olan bu kelam’ı ilahinin birden fazla evliliğe izin vermiş olması. Yani poligamiye izin vermiş olması.
Tabii öncelikle Kur’an a modern bir zihinle yaklaşmamanın şart olduğunu hatırlatmalıyım. Çünkü içinde yaşadığımız ve kökü sadece 300 yıllık olan modern çağı, insanlığın değişmez değerleri ile kıyaslamaya kalkmak çok yanıltıcı olur. Bu insanlığın uzun destanı içerisinde bir yol kazasıdır. Bu yol kazasında gördüklerimizi, insanlığın değişmez değerleri olarak zannetmek insanın en büyük yanılgısı olacaktır. Onun için modern zihinle, tahrif edilmiş zihinlerimizle Kur’an ı yargılamaya kalkmak aslında insanoğlunun yapabileceği en büyük şaşkınlıktır.
Bunu hatırlattıktan sonra, Kur’an ın bu hükmünün, daha doğrusu bu vakıanın tescilinin ne anlama geldiğini kısaca açmak istiyorum.
Bir kere burada ne yapılmak isteniyor. Bir evlilik dört emi yükseltilmek isteniyor, yoksa tersimi. Öncelikle Allah’ın muradını anlayalım. Allah’ın muradı burada evlilik sayısının düşürülmesidir. Sınırlanmasıdır. Yani aşağı çekilmesidir. Öncelikle bunu tespit edelim.
Bu tespiti nasıl yapıyoruz? Bu tespiti şuradan yapıyoruz. Çünkü o dönemde 5, 7, 9, 10 hatta 15 kadınla evli olan insanlar vardı. Hem de bunlar hayli çoğunluğu oluşturuyordu. Onun için Kur’an öncelikle evlilik sayısını sınırlandırmaya çalışıyor. Aşağı çekiyor. Ve bu ayet indikten sonra birçok insan bu sayıdan fazla olan eşlerini boşuyor. Bunlar içerisinde örneğin Taif kabilelerinin lideri 9 kadınla evli imiş. Bu zat 9 dan fazla olan eşlerini boşuyor ve sadece 4 tane bırakıyor. 4 ten fazla olan eşlerini boşuyor. Bu zatın dışında 11 evli olanlar var. 13 evli olanlar var. 7 evli olanlar var. 4 ten fazla olanları hepsi boşuyorlar, sadece 4 bırakıyorlar. Yani bu da gösteriyor ki bize, bu ayet evlilik sayısını aşağı çekiyor. Evlilik sayısını yukarı çıkarmıyor aşağı çekiyor. Bu bir.
İkincisi; Bu ayette ne dendiğini anlamamız için şöyle bir tasnif yapmamız lazım. Nas’ın olguyu değiştirmesine harika bir örnektir bu ayet. Nas’ın olguyu değiştirmesi, yani bir hüküm geliyor bir metin geliyor, ilahi bir kelam. Mevcut bir olguyu değiştiriyor.
Bu iki şekilde yapılıyor Kur’an da;
1 – Vahiy süreci ile sınırlı olarak yapılıyor. Nas olguyu vahiy süreci içinde değiştiriyor. Bunun en tipik örneği içkinin yasaklanmasıdır. Yani vahiy süreci içerisinde içki meselesi tamamen halledilmiş oluyor. Mesela faiz de böyle. Vahiy süreci içerisinde, 10 senelik Medine dönemi içerisinde faiz meselesi hallediliyor. En son yasak en son yılda, veda hutbesinin yapıldığı yılda iniyor ve bu mesele de vahiy süreci içerisinde bitiriliyor.
2. Ama bir de 2. kategori var. Nas’ın olguyu değiştirmesi vahiy süreci içerisinde değil de, vahiy sürecini taşan hususlar var. Yani vahiy bitiyor ama o süreç tamamlanmıyor. Hala o süreç sürmeye devam ediyor. İşte buna da göstereceğimiz en tipik örnek bu evlilik, birden fazla evlilik, poligami meselesi ve yine kölelik meselesi. Buna Kur’an ın üslubundan da bir örnek verebilirim. Vahyin olguyu görmesi hadisesine.
Bakınız tüm kültürü sözlü kültüre dayalı olan Mekke toplumunda vahiy kısa ayetlerle iniyor. Mekke’de. İlk inen ayetler çok kısadır. Seciyelidir. Hafızada kalacak biçimdedir. Formları tamamen şiirsel formlarda indirilmiştir, çünkü o form hafızada çok kolay yerleşir. Ama bu sırada Kur’an bir şey yapıyor. Bu toplumu sözlü kültürden yazılı kültüre doğru evrim içine sokuyor. Eviriyor. Toplum Kur’an la beraber evriliyor. Kur’an toplumu bir noktadan alıyor sözlü kültürden, ama onları yazılı kültüre doğru götürüyor.
Medine’de inen surelere bakıyorsunuz Mekke’de inen surelerin ayetleri gibi değil. Uzun detaylı ve şiirsellik, seci, kafiye daha az. Niçin? Çünkü artık yazılı kültüre geçirdi Kur’an. Bir toplumu terbiye etti. Bir yerden aldı, öbür yere götürdü. Bu işte Kur’an ın toplumu terbiye etmesi. Kur’an ın bir toplumu bir noktadan alıp, daha üst, daha yüce bir noktaya yönlendirmesidir.
Kur’an bunu sadece üslup olarak, kültür olarak yapmıyor, hüküm olarak ta yapıyor. İşte bunlardan ikisi, dediğim gibi 2 ye ayırıyoruz;
1 – Kur’an bunu kendi iniş süreci içerisinde tamamladığı meseleler. Ki içki ve faizi buna örnek olarak verdim.
2 – Bir de Kur’an ın bitiş süresine kadar tamamlanmayan, Kur’an nazil olup bittikten sonra dahi o sürecin devam ettiği kimi hadiseler. İşte bu ikisine ben birden fazla evliliği ve kölelik meselesini gösterdim ki kadın hakları da buna dahi. Genel olarak kadın hakları.
Kölelik meselesinde Kur’an iniş süreci içerisinde köleliği yasaklamadı. Lakin köleliği bitirecek öyle hükümler getirdi ki kölelik belki 3 – 5 yüzyıl sürdü ama bu süre içerisinde tamamen bitti. Çünkü Kur’an ın getirdiği hükümler, köleliği bitirmeyi sosyal bir kangrene, sosyal bir hastalığa dönüştürmedi. Amerika da olduğu gibi.
Amerika da 18. yy. sanırım kölelik ilga edildiğinde köleler 3 gün bayram yapmışlardı, 4. gün efendilerinin, eski efendilerinin kapısına gelip yalvarmaya başlamışlardı. Ne olur bizi alın, açız diye. Bu bir sosyal yara. Çünkü toplumsal bir sınıf böyle bir günde 3 günde, 5 günde yok edilemez. Toplumsal dönüşümler uzun zamanlara yayılarak yapılırlar.
İşte Kur’an da bu gerçeği bilen rabbimizin kelamı olan Kur’an da bu olguyu görüyordu. Onun için burada özellikle birden fazla evliliğin bire indirilmesi mümkün değildi. Öyle bir toplumda mümkün değildi. Çünkü Evlilikte, birden fazla evlenme zorunda olan bu insanlar sadece bu zorunluluğu cinsellik sebebiyle yapmıyorlardı. Harplerde yoğun bir erkek kaybı yaşanıyordu. Ve tabii bu erkek kaybı Allah’ın koyduğu, insanlık için koyduğu cinsiyet dengesini erkek aleyhine, kadın lehine bozuyordu.
Bu harika denge uzun süredir yapılan gözlemlere göre %51 dir. %51 erkek, %49 kadın. Yaklaşık yeryüzündeki bu denge, Allah’ın koyduğu bu denge eğer ciddi bir müdahale olmazsa böyle gidiyor. Siz bu dengenin % 30 erkek, %70 kadın lehine bozulduğunu düşünün. Bu durumda bu toplumda fuhşu, bu toplumda toplumsal bozulmayı, kokuşmayı, çözülmeyi engellemenin yolu nedir? Doğal olan nedir, ne yapılmalıdır. Bu tabii ki gerekçelerden sadece biri.
Hatta Almanya bile savaşın hemen ertesinde kadın nüfusunun fazla olup cinsiyet dengesinin erkek aleyhine bozulmasından dolayı bir ara birden fazla evliliği sadece serbest bırakmamış teşvik etmişti. Bu sosyal bir gerçeklik.
Yine iyi hatırlıyorum, 1. dünya savaşının arkasından Sultan Reşat’a yazılmış bir mektubu hatırlıyorum. Anadolu kasabalarının birinden. Kasabanın en yaşlı ihtiyarı yazıyordu bu mektubu. Diyordu ki; Sultanım Kasabamızda benden başka erkek kalmadı. Evet..! Böyle bir durumda elbette ki Kur’an tüm toplumsal problemlere çözüm önermeliydi. Çünkü Allah yarattığını bilirdi. Ela ya'lemu men haleka (Mülk/14) Allah yarattığını bilmez mi.
Onun için işte birden fazla evlilik problemini ele alırken modern bir kafayla yaklaşmayıp tamamen toplumsal bir takım problemleri, sadece toplumsal değil bireysel bir takım problemleri de ele almak gerekiyor.
Bireysel problemler, onlarda mümkündür. Örneğin bir insanın cinselliğinin çok çok, başına bela olacak kadar aşırı olması mümkün olabildiği gibi aynı zamanda bir insanın elinde bulundurduğu eşinin kısır olması gibi, doğum yapamaması gibi, ya da daha başka problemler de söz konusu olabilir.
Herhalde günümüzün modern erkek ve modern kadınlarının özellikle İslam’ın getirdiği bu esnekliği anlamamakta direnen ve Allah’ın iradesine karşı çıkmak için bunu bir bahane olarak kullanan modern zihinlilerin nasıl dört evliliğe, 2 evliliğe karşı çıkarken 40 metresli yaşadıklarını, ömürleri boyunca tanımadıkları veya tanıdıkları bir çok insanla gayri ahlaki bir biçimde toplumun çözülmesine neden olacak bir biçimde yatıp kalktıklarını hepimiz biliyoruz.
Onun için Kur’an ın sosyal problemlere ve bireysel problemlere getirdiği bu harika esneklik karşısında söz söylememesi gereken ilk kimseler onlardır. Onlar gerçekten de bu konuda ağızlarını açmaya hakları olmayan kişilerdir. Onun için özellikle bu ayet-i kerimeyi şöyle anlamıyoruz. Yani Kur’an dörde kadar emrediyor. Kimse böyle anlamıyor. Hayır. Aksine Kur’an ın tavsiyesi şudur;
fein hıftüm ella ta'dilu eğer onlara adil davranamamaktan korkuyorsanız feVahıdeten o zaman bir tane ile yetinin.
Kur’an ın tavsiyesi budur. Hatta b u surenin sonlarında Onlara karşı adil davranamayacağınızı Allah biliyor. Ya da ne yaparsanız yapın yine de adil davranamayacaksanız mealinde bir ibare de var. Onun için ne kadar çalışırsanız çalışın adil davranamayacağımıza göre burada tavsiye edilen en az rakamdır. Kur’an ın tavsiyesi haddi zatında budur. Dediğim gibi bu hedefi gerçekleştirmeyi yüz yıllara bırakmıştır. Ve bugün bu hedef en ideal biçimiyle gerçekleşmiştir. Ve bugün birden fazla evlilik mazerete meşru toplumsal ya da bireysel mazeretlere binmiştir. Onun için bence Kur’an ın hedefi de bu idi.
ev ma meleket eymanüküm Birde bu ibare var tefsire gereken. Bu ibare de şu; Ya da meşru olarak sahip olduklarınızla yetinin. Bu ibarenin biraz önce söylediğim şeyle alakası var. Sağ ellerinizin sahip bulundukları ile demektir. Literal olarak lafzen. Bu işte Kur’an ın bitirmek istediği köleliğe getirdiği bir kısıtlamadır. Çünkü insanlar eğer ellerinde bulunan kadın kölelerle, cariyelerle evlenirlerse, ve bu evlilikten çocukları olursa otomatik olarak hukukumuza göre o anne kölelikten çıkar. Umul veled olur ve otomatik olarak özgürleşmiş olur. Bu da köleliğin düşürülmesi ve sonunda yok edilmesi için alınmış ilahi bir önlemdir.
İşte bu önleme de Kur’an aynı zamanda başvuruyor. Yani hem çok evliliği aşağı çekiyor, hem de kölelik müessesesini bitirmek için ciddi bir kayıt getiriyor. Ciddi bir kapı açıyor. Bu da çok önemli. İşte bunlar ikisi de o çağda ve her çağda devrim sayılması gereken iki hükümdür.
zâlike edna ella te'ulu; Bu doğru yoldan sapmamanız için daha uygundur.
Aslında bu edna yı biz bu en aşağı rakam olarak ta algılayabiliriz. Yani bu bir rakamı bir evlilik doğru yoldan sapmamanız için, ya da ella kelimesinden türediğini sayarsak te'ulu ibaresinin, o zaman bu aynı zamanda açlık, yoksulluk manasına da gelir. Yoksulluğa düşmemeniz için, ekonomik sıkıntı çekmemeniz için de bu en aşağı rakam en uygun olandır biçiminde de anlayabiliriz.
Taif başkanı Gaylan’ın 10 a yakın karısı vardı mesela. Bu ayet indikten sonra 4 ten fazlasını bırakmak zorunda kaldı. Bırakmayanlara Resulallah özel olarak emir gönderiyordu. Yani burada bile ciddi bir toplumsal problem çıktı. 4 le sınırlarken bile ciddi problem çıktı. Çünkü boşanan bu onlarca yüzlerce kadın ne olacaktı. Burada bile sosyal bir problem var. Düşünün ya bir de bunu bir le sınırlasaydı. O zaman Kur’an’ ın hükümleri bir rahmet değil, bir eziyete dönüşmüş olacaktı.
İşte buradan yola çıkarak Allah’ın muradını ve maksadını daha kolay anlayabiliriz.
4-) Ve atün nisae sadukatihinne nıhleten, fein tıbne leküm an şey'in minhu nefsen feküluhu heniy'en meriy'a;
Ve aldığınız kadınlara mihrlerini efendicesine verin, şayet ondan birazını kendileri gönül hoşluğu ile bağışlarlarsa onu da içinize sine sine yiyin. (Elmalı)
Kadınlara mehrlerini (evlilik bağışı - hediyesi) severek bağışlayın. Şayet gönül hoşluğuyla bağışladığınızdan bir kısmını geri verirlerse, onu da içinize sinerek yiyin. (A.Hulusi)
Ve atün nisae sadukatihinne nıhleten Kadınlarınıza mihrlerini gönül rızası ile karşılıksız olarak nıhleten gönül rızası ile karşılıksız, karşılık beklemeksizin verin.
Bugünkü erkeğe de hitaptır bu. Her çağın müminine hitaptır. Kadınlarınıza mehir verirken onlara evlilik hediyesi sunarken bunu zorsuna zorsuna değil, onların bir hakkı olarak, onların bir hukuku olarak gönül rızası ile verin.
fein tıbne leküm an şey'in minhu nefsen feküluhu heniy'en meriy'a; ve fakat kendi rızaları ile bir kısmını size bırakırlarsa onu afiyetle yiyebilirsiniz. Yani eğer mihr verdiğiniz eşleriniz, verdiğiniz mihrin bir kısmını ya da tamamını size gönül rızası ile bırakırlarsa onu yemenizde de bir sakınca yoktur.
5-) Ve la tü'tüs süfehae emvalekümülletiy cealellahu leküm kıyâmen verzukuhüm fiyha veksuhüm ve kulu lehüm kavlen ma'rufa;
Mamafih Allahın sizi başına diktiği mallarınızı sefihlere vermeyin de bunlarda yapacağınız tasarruf ile onları besleyin ve giydirin ve kendilerine güzel güzel nasihat edin. (Elmalı)
Allâh'ın size yönetme hakkı verdiği mallarınızı sefihlere (anlayışı sınırlı, fazla düşünmeden yaşayanlara) vermeyin, teslim etmeyin. Ancak o mallardan onları besleyin, giydirin ve onlara yararlı öğütler verin. (A.Hulusi)
Ve la tü'tüs süfehae emvalekümülletiy cealellahu leküm kıyâmen Allah’ın koruyasınız diye sizin sorumluluğunuza bıraktığı, size verdiği değil, sizin emanetinize bıraktığı malları, muhakeme yeteneği zayıf olan, burada sefih muhakeme yeteneği zayıf olan kişi demektir. Sefih, hakaret kastı ile kullanılmamıştır. Sadece tespittir bu. Yani, sadedil, hafif akıllı, ya da henüz daha temyiz kabiliyetine kavuşmamış küçük yaşta olan çocuk anlamına. Yani malın üzerinde tasarruf yapamayacak kadar henüz daha yetkinleşmemiş, ya da kar zarar hesabını bilemeyecek kadar akli olgunluğa ulaşmamış insanların, size, sorumluluğunuza bırakılan mallarını, mal sahiplerine terk etmeyin.
Bu da önemli bir uyarı. Çünkü yukarıdaki ayet-i kerimeler indikten sonra sahabeden bazıları korku ile yani hak geçer korkusu ile, Allah karşısında mahcup olurum korkusu ile bakmakta oldukları yetimlerin malları ile birlikte onları kapı dışarı etmişlerdi. Yani el sürememişlerdi. Burada Kur’an makul davranmaya çağırıyor. Yani mantığınızı bir tarafa atarak anlamayın demek istiyor Kur’ani emirleri. İlahi emirleri dinlerken Allah’ın maksadının makul olanı, mümkün olanı yapmak olduğunu hiç hatırdan çıkarmamamızı ima ediyor.
Onların mallarını bir tarafa koyarsanız bu çocukların, örneğin yoğun bir mala sahip olan, henüz daha akil ve baliğ olmamış bir çocuğu malı ile birlikte baş başa bırakırsanız ona iyilik mi etmiş olursunuz kötülük mü. İşte bunu soruyor Kur’an ve böyle yapmayın diyor.
verzukuhüm fiyha veksuhüm ve kulu lehüm kavlen ma'rufa; Fakat bu mallarla onları yedirin, onları besleyin. Kendi malları ile besliyorsunuz. Giydirin ve onlarla kibarca konuşun.
Bu da çok önemli. Yani insanca muamele edin. Bu mal sahibi olan çocuklara, sizin korumanıza verilen, sizin velayetinize verilen, velisi ve korumacısı siz olduğunuz bu mal sahibi akıl ve baliğ olmamış, henüz daha kar zarar hesabı yapamayacak olan küçüklere karşı sadece malları üzerinde haksızlık yapmamakla yetinmeyin, onlara kötü söz de söylemeyin. Yüreklerini kıracak bir söz de söylemeyin.
Burada tabii 15 yaş temyiz yaşı olarak bilinir genelde. İmam Ebu Hanife 18 yaşı temyiz yaşı olarak almış, temyiz yaşının üst sınırını 18 yaş olarak kabul etmiş. Ama 18 yaşına geldiği halde hala saflığı devam eden, yani hala kar zararı hesap edemeyen bir insanın 25 yaşına kadar malları emaneten tutulur, 25 yaşından sonra kendisine ne olursa olsun o hal devam etse de iade edilir denilmişse de doğrusu bu mallar üzerinde adil ve hakkaniyetle tasarruf yapmak şartıyla kendi malı üzerinde akıllıca tasarruf yapamayacak insanları malları ile karşı karşıya bırakmamak esastır. Ne zaman olursa olsun, yaşına bakmaksızın. Eğer 40 yaşında da olsa, eğer karını zararını bilmiyorsa, eğer malının üzerinde tasarruf yapabilecek kadar akli olgunluğa sahip değilse, çok aşırı saf, ya da bir zihni problemi varsa, akli problemi varsa, bu insanı büyük bir malla, servetle baş başa bırakmak o insana yapılmış bir kötülük sayılmalıdır. Bu mutlaka bir vasi, bir veli elinde malının kontrol altında bulunması esas olmalıdır.
6-) Vebtelül yetama hatta iza beleğun nikah* fein anestüm minhüm rüşden fedfe'u ileyhim emvalehüm* ve la te'küluha israfen ve bidaren en yekberu* ve men kâne ğaniyyen felyesta'fif* ve men kâne fakıyren felye'kül Bil ma'ruf* feizâ defa'tüm ileyhim emvalehüm feeşhidu aleyhim* ve kefa Billahi Hasiyba;
Ve yetimleri nikâh çağına ermelerine kadar gözetip deneyin, o vakit kendilerinden bir rüşt hissettiniz mi hemen mallarını kendilerine teslim edin, büyüyecekler de ellerine alacaklar diye o malları israfla yemeğe kalkmayın ihtiyacı olmayan tenezzül etmesin, muhtaç olan da meşru' surette bir şey yesin, mallarını kendilerine teslim ettiğiniz zaman da karşılarında şahit bulundurun, hesabınızı doğru tutmak için Allahın harekâtınızı hesaba çekmekte olması yeter. (Elmalı)
Yetimleri nikâhlanabilecekleri yaşa gelene kadar gözetip deneyin. Şayet onların olgunlaştığını gözlerseniz, mallarını kendilerine teslim edin. Onlar büyüyünce mallarına sahip olacaklar diye, acele edip mallarını israf etmeyin. Zengin olan iffetli davransın (yetim malını yemekten uzak dursun). Yoksul olan ise, ondan örfte olan kadarıyla (haddi aşmadan) yararlansın. Mallarını kendilerine iade ederken de şahit bulundurun (yaptıklarınızın değerlendirilmesi için). Hakikatiniz olan Allâh Esmâ'sından Hasiyb isminin özelliği size yeterlidir. (A.Hulusi)
Vebtelül yetama hatta iza beleğun nikah yetimleri evlenme çağına gelinceye kadar gözetleyin. fein anestüm minhüm rüşden ve eğer aklen olgunlaştıklarını tespit ederseniz fedfe'u ileyhim emvalehüm mallarını kendilerine geri verin.
Bunlar açık kendisi zaten bir tefsir, tefsire ihtiyacı yok. Eğer aklen olgunlaştıklarını görürseniz yetimlerin, mallarını kendilerine iade edin. Yani hala mala sahip çıkmaya kalkmayın. Ya da aklen olgunlaşmadıklarını yönünde keyfi bir gerekçe ileri sürmeyin. Eğer ortalama olarak kendi malına sahip çıkacak bir fikir düzeyine bir akıl düzeyine, muhakeme düzeyine gelmişlerse bırakın malları üzerindeki tasarruf yetkisini kendilerine iade edin.
ve la te'küluha israfen ve bidaren en yekberu büyüyüverecekler diye mallarını alel acele ve saçıp savurarak yemeye kalkmayın. ve men kâne ğaniyyen felyesta'fif ihtiyacı olmayan kimse bu yetimlerin malına tenezzül etmesin. Ne kadar hoş bir ibare.
ve men kâne fakıyren felye'kül Bil ma'ruf Muhtaç olanda münasip bir biçimde yararlansın. Gerçekten de Rabbimizin hükümleri ne kadar adil, mutedil, ne kadar dengeli, her tarafı görüp gözeten biçimde. Düşünün ki bir yetimin tarlası var, bu tarlayı ekip biçecek gücü yok zaten, kendisi çocuk. Ama kendisine ait babasından, annesinden kalmış bir malı var. Çok verimli bir tarla. Şimdi yetimin hakkını yerim endişesi ile bu tarlayı olduğu gibi bırakmak mı ona iyiliktir, yoksa ekip, dikip hem kendisi istifade etmek, hem de gelirinden ona bir pay ayırmak mı. Elbette ikincisi. İşte Kur’an makul olanı emrediyor derken bunu kastetmiştim.
feizâ defa'tüm ileyhim emvalehüm mallarını kendilerine iade ettiğinizde feeşhidu aleyhim onlar adına şahitler bulundurun. Bu talimatta çok önemli. Yani size de ilerde bir laf, bir töhmet, bir iftira gelmesin. Yanınızda şahitler bulundurun. Kardeşinizin çocukları olabilir. Önemi yok. Yakınınız olabilir. Zaten onlara veli olabilmeniz için böyle bir akrabalık bağı gerekir. Ama bunun hiç önemi yok. Yine de siz mutlaka bunu töhmetten kurtulmak için şahitler huzurunda yapın. Belgeleyin. Bu emir aslında belgeleme emri değil mi? Belgesiz iş yapmayın emri değil mi? Bugünkü bir çok insanın da problemi buradan kaynaklanmıyor mu?
Bakıyorsunuz ortak oluyorlar, alıyorlar veriyorlar ama belgelemiyorlar. Gerekçe olarak ta efendim biz birbirimize güveniyoruz, ya da akrabayız, biz yakınız diyorlar. Hayır, Allah’ın tavsiyesi bu değil. Mutlaka belgeleyin.
feeşhidu aleyhim Onlar adına şahitler bulundurun.
ve kefa Billahi Hasiyba; Ama şunu hiç unutmayın ki, mutlak hesap sorucu olarak ise Allah yeter.
[Ek bilgi; Kadınların (bizzat) kendilerine (evlenmeleri hususunda) fikir beyan etmelerini emredin. (Yani onlarla istişare edin) Dul kadın isteğini açıklar, bekâr kızın rızası susmasıdır. (Ramuz-ül ehadis-20)]
[Ek bilgi; Kadınların (bizzat) kendilerine (evlenmeleri hususunda) fikir beyan etmelerini emredin. (Yani onlarla istişare edin) Dul kadın isteğini açıklar, bekâr kızın rızası susmasıdır. (Ramuz-ül ehadis-20)]
7-) LirRicali nasıybün mimma terekel validani vel akrabune, ve linnisai nasıybün mimma terekel validani vel akrabune mimma kalle minhu ev kesür* nasıyben mefruda;
Erkeklere bir pay var: ana baba ve en yakın akrabanın bıraktığından, dişilere de bir pay var: ana bana ve en yakın akrabanın bıraktığından, azından da çoğundan da, farz kılınmış birer pay. (Elmalı)
Ana-babanın veya akrabaların (ölümüyle) arkada bıraktıklarından, erkekler için bir pay vardır. Ana-baba ve akrabaların geride bıraktıklarından, kadınlar için de bir pay vardır, az veya çok, ki bu Allâh hükmü olan paydır. (A.Hulusi)
LirRicali nasıybün mimma terekel validani vel akrabune Şimdi bu problemden bir başka probleme geçti Kur’an. Yetimlerin mallarıyla olan muamele ve yine yetimlerle evlilik probleminden, yine savaş hukuku ile ilgili olan, savaştan sonra ortaya çıkan sosyal bir problem olan miras konusuna geçti ve diyor ki;
LirRicali nasıybün mimma terekel validani vel akrabune Ana, baba ve akrabanın bıraktıklarında erkeklerin zaten bir payı vardır. O zaten “Ben” kullandım. Ama gerçekten de metnin tahtında bu var. Yani zaten bir payı öteden bir vardır erkeklerin. Çünkü bu ayet gerçekten indiği toplumda müthiş bir devrim yapan bir ayettir. Bu ayetin toplumda ne büyük bir devrim yaptığını algılamak için o toplumun geçmişini göz önüne getirmemiz lazım. Evet, ayeti bitireyim ondan sonra tefsirine geçeyim.
ve linnisai nasıybün mimma terekel validani vel akrabune mimma kalle minhu ev kesür Ana baba ve akrabanın bıraktıklarında az ya da çok kadınların da bir payı olacaktır. İşte bu ibaredir devrim. İlk defa siz bir şey düşünün. O güne kadar hiçbir kadın mirastan pay almıyor. O güne kadar tüm miraslar, kocaların mirasları olsun, babaların mirasları olsun, ailenin erkeklerine kalıyor. Yüz yıllardır böyle uygulanmış bir toplumda bir gün ilahi bir emir geliyor ve diyor ki;
“Bundan böyle artık mirasa kadınlar da ortak olacaktır.”
Bunun ne büyük bir sosyal toplumsal bomba olduğunu kavrayabiliyor musunuz..! Gerçekten de bu büyük sosyal dönüşüm, sosyal devrimi kavramakta zorlanan Medineliler bir araya gelmişler;
“Şimdi artık çocuklara da mı miras bırakacağız. Çocuk mirastan ne anlar ki, şimdi kalanın yarısını kadınlara mı vereceğiz..”
Taberi’nin rivayet ettiği bir haberden bunu öğreniyoruz. Hatta Resulallah’a geliyorlar ve diyorlar ki;
“Ya Resulallah, kız çocuğuna, hem kız, hem yarısını vereceğiz öylemi?”
Öyle diyorlar. Anlayamıyorlar, kavrayamıyorlar. Kadına miras verilir mi..!, Kıza miras verilir miymiş..! diyorlar. Böyle bir şey nasıl olur diyorlar. Tabii bu itiraz sadedinde değil, şaşkınlık sadedinde. Çünkü o güne kadar böyle bir uygulama yok ve hatta gerekçe de gösteriyorlar.
“Şimdi kıza yarısını mı vereceğiz, oysa ki ya Resulallah kız ata binemez, kız savaşa gidemez, savaşta ölen kız değil. Dolayısıyla ganimeti kazanan da kız değil. Kadın değil. Savaşta biz ölüyoruz, biz canımızı ortaya koyuyoruz, biz malımızı ortaya koyuyoruz ve savaşın sonucunda elde ettiğimiz serveti de nasıl götürüp kadına verelim.”
Mantık bu. Kendi içerisinde tutarlı gibi gözüküyor. İşte böyle baktığınızda nasıl sosyal bir devrim saymazsınız bunu.
nasıyben mefruda; Allah tarafından zorunlu kılınan bir paydır bu.
Evet, böyle bir şaşkınlığı Kur’an da, ilahi kelam da tahmin ettiği, bildiği için nasıyben mefruda; ibaresini de ayetin sonunda getiriyor. Yani Allah tarafından zorunlu kılınan bir paydır. Keyfinize bırakılmış değil. Yani keyfe bırakılmayan şey burada nedir? Oran değildir, kadınlara da mirastan pay verilmesidir. Bu bir ilkedir. İşte Kur’an ın getirdiği ilke mirastan kadınlarda artık pay alacaklardır.
Bu çok önemli, bu temeldir. Tıpkı bu da biraz önce Kur’an ın yaptığı o devrime benziyor, yani evlilik sınırlaması devrimine. Köleliği aşağı çekme devrimine, evliliği aşağı çekme devrimine.
Kadın haklarından söz eden bir sure bu, onun içinde kadınlar ismi verilen bir sure. Kur’an bir suresini kadınlara ayırmış ve onların hukuku ile ilgili hükümler indiriyor. Hem de çağının çok daha ilerisinde bir hüküm. Unutmayın daha geçen yüzyıla kadar batıda kadınlar mirasçı olamıyordu.Bırakın mirasçı olmasını, mülk edinme hakkı yoktu. Batıda kadınların mülk edinme hakkı 18. yüzyıldan sonra başlamıştır. Özellikle bazı ülkelerde daha geçtiğimiz yüz yılın sonlarına kadar kadının mülkiyet hakkı yoktu. Onun için Kur’an ın bu hükümlerinin çağına göre ne ileri devrimler olduğunu kavramamız gerekiyor.
Cahiliye de ölenin mirasına sadece erkek akrabası varis olurdu çünkü. Kadın haklarında devrim olması da bu yüzden.
Bunun bir de sebep-i nüzulü var. Ölen ve geride bir dul 3 yetim bırakan ve yüklü bir de servet bırakan birinin amcaoğlu onun malına konmak istemiş. Vefat edenin geride bıraktığı dul, çocukları ile birlikte Resulallah’a gelmiş ve bu durumu şikayet etmişti.
Yine bir başka sebep-i nüzul rivayetinde Saad bin Rebi Uhut’ta şehit olmuştu. Geride bir dul hanım, 2 yetim kız ve bir de servet bırakmıştı. Ama kardeşi, yani çocukların amcası onun bıraktığı bu servete sahip çıkmak istiyordu. İşte bunun üzerine ilahi kelam bu konuda da adil olan hükmü veriyor ve ilk defa toplumda bir devrim niteliği taşıyan kadına da mirastan pay ayırıyordu.
8-) Ve izâ hadarel kısmete ulülkurba vel yetama vel mesakiynu ferzukuhum minhu ve kulu lehüm kavlen ma'rufa;
Miras taksim olunurken uzak karabeti bulunanlar ve yetimler, miskinler de hazır bulunuyorlarsa hem kendilerine ondan biraz bir şey verin hem de gönüllerini alacak sözler söyleyin. (Elmalı)
Mirasın paylaştırılması sırasında (miras hakkı bulunmayan) akrabalar, yetimler ve yoksullar da orada bulunuyorlarsa, onlara da az bir şey verip gönüllerini hoş edin. (A.Hulusi)
Ve izâ hadarel kısmete ulülkurba vel yetama vel mesakiyn Miras taksimi sırasında diğer akraba yetimler ve yoksullarda hazır bulunurlarsa ferzukuhum minhu onlara da bir şey verin. ve kulu lehüm kavlen ma'rufa; kendilerine gönül alıcı sözler söyleyin.
Tabii ki burada kanuni mirasçı olamayan kimselerin ahlaki esasları dikkate alarak mirastan yararlandırılmaları gündeme getiriliyor. Kanunen mirasçı değiller ama, onlara da mirastan ahlaki temellere göre yararlandırmanın güzel bir davranış olduğu dile getiriliyor ve mirasın aslında tüm akraba, yakınlar, yoksullar, düşkünler, borçlulara az ya da çok bir yarar sağlaması ve adil bir paylaşımı öngörülüyor.
Tabii burada herhangi bir oran da konmuyor. Oran konmuyor, bu oran gönüllerin belirleyeceği bir oran olmalı. Bu oran karşıdaki insanın ihtiyacına göre tespit edilecek bir oran olmalı. Tabii ki hukuki mirasçı olanlar dışındaki yakınlar, yoksullar ve muhtaçlar için.
9-) Velyahşelleziyne lev tereku min halfihim zürriyyeten dı'afen hafu aleyhim* felyettekullahe velyekulu kavlen sediyda;
Hem titresin o kimseler ki arkalarına elleri ermez, güçleri yetmez bir zürriyet bırakacak olsalardı onlara karşı korkacaklardı, o halde Allah dan korksunlar ve sağlam söz söylesinler. (Elmalı)
Arkalarında, kendilerini koruyamayacak çocuklar bıraktıkları takdirde, onlar için nasıl endişelenecek olurlarsa, öylece endişe duysunlar Allâh'tan. Allâh'tan korksunlar ve mertçe doğruyu konuşsunlar. (A.Hulusi)
Velyahşelleziyne lev tereku min halfihim zürriyyeten dı'afen hafu aleyhim Burada da gerekçesini, insani gerekçesini izah ediyor Kur’an bu davranışın. Yani hukuki mirasçılar dışındaki yakınların yoksullara mirastan pay verilmesinin gerekçesi tamamen vicdani ve ahlakidir. Ne diyor bakın;
Artık korksun onlar ki eğer kendileri arkalarında korunmaya muhtaç çocuklar bıraksalardı onlar için endişelenirlerdi. Yani siz diyor, ey mirasçılar. Aynı duruma siz düşseniz, arkada çocuklar bıraksanız, hem de korunmaya muhtaç çocuklar. Çocuklarınız için endişe duymaz mıydınız. Siz onların yerine kendinizi koyun. Sizin çocuklarınıza yapılmasını istediğiniz muameleyi, siz de başkalarının korunmaya muhtaç geride bıraktığı insanlara yapın. Bu ahlaki ilkeyi hatırlattıktan sonra;
felyettekullahe velyekulu kavlen sediyda; Allah’a karşı sorumluluk duysunlar da doğru dürüst konuşsunlar.
10-) İnnelleziyne ye'külune emvalel yetama zulmen innema ye'külune fiy butunihim nara* ve seyaslevne se'ıyra;
Yetimlerin zulmen mallarını yiyenler muhakkak karınlarında sırf bir ateş yerler ve yarın bir çılgın ateşe yaslanırlar. (Elmalı)
Yetimlerin mallarını haksız olarak yiyenler var ya, onlar karınlarını ateşle doldurmuş olurlar! Alevli ateşe sokulacaklardır. (A.Hulusi)
İnnelleziyne ye'külune emvalel yetama zulmen Doğrusu yetimlerin mallarını haksız yere boğazlarına geçirenler, innema ye'külune fiy butunihim nara Karınlarını sadece ateşle doldurmuş olurlar. Evet, yetimlerin mallarını haksız yere boğazlarına geçirenler, karınlarını başka bir şeyle değil yalnızca ateşle doldurmuş olurlar ve seyaslevne se'ıyra; ve üstelik gelecekte çılgın bir ateşe mahkum edilirler.
11-) Yusıykümullahu fiy evladiküm lizzekeri mislü hazzıl ünseyeyn* fein künne nisaen fevkasneteyni felehünne sülüsâ ma tereke, ve in kânet vahıdeten felehen nısf* ve liebeveyhi likülli vahıdin minhümessüdüsü mimma tereke in kâne lehu veled* fein lem yekün lehu veledün ve verisehu ebevahü feliümmihissülüs* fein kâne lehu ıhvetün feli ümmihissüdüsü min ba'di vasıyyetin yusıy Biha ev deyn* abâüküm ve ebnâüküm* la tedrune eyyühüm akrabu leküm nef'a* feriydaten minellah* innAllahe kâne Aliymen Hakiyma;
Allah size miras taksimi şöyle ferman buyuruyor: Evlâdınızda: Erkeğe iki dişi payı kadar, eğer hepsi dişi olmak üzere ikiden ziyade iseler bunlara terekenin üçte ikisi, ve eğer bir tek kız ise o zaman ona yarısı; ebeveyni için: Her birine ölenin terekesinden altıda bir şayet çocuğu varsa, amma çocuğu yok da anası babası varis bulunuyorsa anasına üçte bir, eğer ölenin kardeşleri de varsa o vakit anasına altıda bir, hep ettiği vasiyetten veya borcundan sonra; babalarınız ve oğullarınız bilmezsiniz ki onların hangisi menfaatçe size daha yakındır, bütün bunlar Allah dan birer fariza, her halde Allah alîm, hakîm bulunuyor. (Elmalı)
Allâh, evlatlarınız hakkında size (şöyle) vasiyet ediyor: Erkeğin payı, iki kadının payı kadardır... Eğer (çocuklar) ikiden fazla kadın iseler, (o takdirde) onlar için (miras bırakan) ne terk etti ise, onun üçte ikisidir; eğer (mirasçı) bir tek (kadın) ise, mirasın yarısı onundur... Eğer miras bırakanın (ana-babası yanı sıra) çocuğu varsa, ana-babanın her birine mirasın altıda biri verilir; şayet hiç çocuğu yok, sadece ana-babası kendisine vâris olmuşsa, (bu takdirde) anasına mirasın üçte biri düşer (babasına da kalan üçte ikisi)... Eğer (miras bırakanın) kardeşleri varsa, anasının (miras payı), yaptığı vasiyetten ve borcundan sonra (kalanın) altıda biridir... Babalarınız ve oğullarınız (var)... Mirasınıza hangileri daha lâyıktır, siz bilemezsiniz. (İşte bu yüzden bunlar) Allâh'tan bir farîza... Muhakkak ki Allâh Aliym'dir, Hakiym'dir. (A.Hulusi)
Yusıykümullahu fiy evladiküm Allah size çocuklarınız konusunda şunu tavsiye eder. Allah’ın tavsiyesi ne demektir? Onun üzerinde düşünmek gerekiyor.
lizzekeri mislü hazzıl ünseyeyn Erkek iki kadının payına denk alır.
Modern zihnin kavramakta zorlandığı Kur’an i hükümlerden biri de budur. Erkeğin payının iki kadının payına denk olması. Hatta modern zihin buradan yola çıkarak şöyle bir sonuca varıyor. “İki kadın bir erkek eder.” Kur’an bu demiyor. Yukarıda da açıkladım. Kur’an bir devrim yapıyor. Hiç pay verilmeyen kadına, ilk defa pay ayırıyor. Yani burada Kur’an ın yaptığı nedir. Denk veriliyor da onu mu aşağı çekiyor ki böyle düşünüyoruz. Hayır hiç verilmiyor da ona pay ayırıyor.
Peki şöyle bir şey düşünülemez mi o zaman. Ayette bu ibarenin literal manası bir erkeğin payı iki kadının payına denk olacak. Kur’an kadına mirastan pay vermeyi ilke olarak alıyor. Peki bu oran Kur’an ın belirlediği üst limit mi? Son limit mi? Yoksa bu oran minimum limit mi. Yani bu oran mutlak mı mukayyet mi. Kadına mutlaka mirastan, pay ayrılmalı diyor Kur’an. Bu payı da o gün için 2 ye 1 olarak koymuş. Peki 1 e 1 olarak verilebilir mi sorusu gündeme geliyor.
Bu soruyu cevaplamak için önce şu soruların cevabını bulmak lazım.
İslam’ın kadına ve erkeğe yüklediği hak ve sorumluluklar nedir. Unutmayınız ki İslam’ın tüm alanlarını belirlediği, İslam’ın tespit ettiği hayat tarzının yaşandığı bir toplumda bu adil olan bir taksimdir. Çünkü İslam’da aileye bakmak, çocuklara bakmak, kadına bakmak tamamıyla aile reisi olan erkeğe verilmiştir.
Düşünün bir babanın bir kızı bir oğlu var. Bu baba öldükten sonra mirası 2 oğluna gitti, 1 kızına gitti. Bir başka babanın da bir oğlu ve bir kızı var. O da baba öldükten sonra mirasının 2 si oğluna gitti, biri kızına gitti. Şimdi bu oğlan öbür babanın kızı ile evlendi. Söyler misiniz, paylaşım, toplumsal sosyal paylaşım, global olarak nasıl dağılır. Adil bir biçimde dağılmaz mı. Aslında çocuğa bakmayı, kadına bakmayı, ev, barınma, yeme, içme, yaşamanın tüm giderlerini erkeğe yükleyen bir hukuk eğer eşit verseydi o zaman erkeğe zulmetmiş olmaz mıydı.
Ama şu soru sorulabilir. İslam’ın, hayatın tüm ekonomik verilerini belirlemediği bir toplumda yine aynı oran korunmalı mı? Bu sorunun cevabı da şu soruların cevaplarına bağlı.
O günkü kadının toplumsal konumu ve kadın hakları. Bu ayetin doğru anlaşılması için bu sorunun da iyi düşünülmesi lazım.
1 - O günkü kadının toplumsal konumu nedir..! Gerçekten “sıfır.” Ve kadını tutup İslam yukarı kaldırıyor.
2 - Sosyal hakları nedir? Hiçbir hakkı yok. İslam ilk defa onlara hak veriyor.
3 – Servetin elde ediliş yolları nedir o günkü toplumda? Bu çok önemli. Tüm serveti erkekler, özellikle savaşlarda ganimetle ve ticaretle elde ediyorlar. Ticaret %99 erkeklerin elinde, savaş %100 erkeklerin elinde ve malın elde ediliş yolları tüm erkeklere ait. İşte bu da önemli bir faktör.
4 – Hükmün, vakıaya uygun ve adil olması bu noktada gerçekleşmiş midir. Evet biraz önce söyledim. Hüküm vakıaya uygundur. Çünkü tüm gelirlerin erkekler tarafından elde edildiği, savaşlarla, ganimetlerle ve erkeklerin yaptığı ticaretle elde edildiği bir toplum. Yine İslam’ın hukukuna göre, aile hukukuna göre aile giderlerinin tümünün barınma, yeme, içme, kadın ve çocuklar da dahil tümümüm erkeğe yüklendiği bir sistemde elbette adil olan hüküm bu olmalıdır.
5 – Yine bu orak mutlak sınırı mı, minimum sınırı mı belirler. Bu da önemli bir sorudur ve cevabı verilmelidir. Yani bu kadına verilecek minimum sınır mıdır. ½ oranı. Bu sınırı aşarsa aslında Kur’an ın lafzen değil ama manen arka planındaki ruhuna uygun bir şekilde yapmış olur mu, olmaz mı. Bu soru cevap bulmalıdır.
6 – Bu hüküm illete mebni bir hüküm müdür. İllet ise Nisa suresi 32. ayette;
Ve la tetemennev ma faddalAllahu Bihî ba'deküm alâ ba'd.. Allah’ın birbirinizden üstün kıldığı noktalara gözünüzü dikmeyin diyor. Yani kadının da bazı taraflarını üstün kıldı, erkeğin de bazı taraflarını üstün kıldı. İkisinin de birbirine farklı olan, üstün olan yanları var. Bunlar konusunda birbirinizi kıskanmayın diyor ayet.
lirRicali nasıybün mimmektesebu ve linnisai nasıybün mimmekteseb erkekler için kazandıklarında bir pay vardır. Kadınların için de kazandıklarında bir pay vardır. Yani bu iktisap meselesi. İktisap. mimmektesebu ve linnisai nasıybün mimmektesebne Evet, erkeklerin iktisabı, kazancı değişirse, ya da kadınların kazancı fazlalaşırsa. Bu ayeti illet sayarsak, illet değişince hüküm de değişir mi. Bu sorunun da cevabının da bulunması gerekiyor.
Her şeyden öte bu soruların cevapları şu temel ilkeyi görmememizi gerektirmiyor. Allah’a teslimiyetin sınandığı bir hükümdür bu. Mümin erkekler ve kadınlar Allah’a teslimiyetlerini nasıl ifade edecek, nasıl gösterecekler.
fein künne nisaen fevkasneteyni felehünne sülüsâ ma tereke Fakat ikiden fazla kadın varsa onlara bırakılan mirasın 2/3 ü verilir. ve in kânet vahıdeten felehen nısf sadece bir kadın varsa o halde yarısını alır.
ve liebeveyhi likülli vahıdin minhümessüdüsü mimma tereke in kâne lehu veledun ve eğer ölenin çocuğu varsa onun anne babasından her biri mirasın 1/6 sını alır. Geriye kalan 2/3 diğerleri arasında paylaştırılır yani. Bu açıklamayı yapmalıyım; Anne babası hayatta olanın malından kardeşlerin pay alamayacağı burada anlaşılmış oluyor.
fein lem yekün lehu veledün ve verisehu ebevahü feliümmihissülüs Ama eğer çocuğu yoksa ve anne babası onun tek varisi ise işte o zaman annesi 1/3 ünü alır terekenin. Tabii ki geri kalanını diğer varisler alır.
fein kâne lehu ıhvetün Eğer kız ve erkek kardeşler varsa, ıhve kız ve erkek tüm kardeşlere ıtlak olunur, feli ümmihissüdüs o zaman annesine 1/6 verilir.
min ba'di vasıyyetin yusıy Biha ev deyn Tabii ki yaptığı vasiyet ve ettiği borçtan arta kalandan verilir bu. Yani önce vasiyet, sonra borç verilir, ondan sonrada geriye kalan miras paylaştırılır.
abâüküm ve ebnâüküm babalarınız ve oğullarınız. Burada çok daha temel bir probleme değiniyor Kur’an.
la tedrune eyyühüm akrabu leküm nef'a Hangisinin menfaatçe size daha yakın olduğunu bilemezsiniz. Demek ki bugünkü toplum olarak düşünmeyelim. Kur’an ın bu taksimatında yerleşik baba ve evlada verilen, geçmişte verilen taksimata aykırı bir şey var ki, geçmişe aykırı bir hüküm, bu noktada Kur’an yapılan bu ilahi taksimatın gerekçesi olarak bunu ileri sürüyor. Hangisinin hayırlı olduğunu siz bilemezsiniz diyor.
feriydaten minellah İşte bu yüzden Allah’tan gelen talimattır bunlar. Yani şöyle çevirebiliriz, işte bu yüzdendir Allah’tan gelen talimat. Yani Allah sizin menfaatinize nasıl daha güzel onu bilir. Yani sizin kendi menfaatinizi Allah sizden daha iyi korur.
innAllahe kâne Aliymen Hakiyma; Hiç kuşkunuz olmasın ki Allah her şeyi bilendir, hikmet sahibidir.
12-) Ve leküm nısfü ma tereke ezvacüküm in lem yekün lehünne veledün, fein kâne lehünne veledün felekümür rubu'u mimma terekne min ba'di vasıyyetin yusıyne Biha ev deyn* ve lehünner rubu'u mimma terektüm in lem yekün leküm veledün, fein kâne leküm veledün felehünnes sümünü mimma terektüm min ba'di vasıyyetin tusune Biha ev deyn* ve in kâne recülün yuresü kelaleten evimraetün ve lehu ehun ev uhtün feli külli vahıdin minhümes südüs* fein kânu eksere min zâlike fehüm şürekaü fiys sülüsi min ba'di vasıyyetin yusa Biha ev deynin ğayra mudarr* vasıyyeten minellah* vAllahu Aliym'un Haliym;
Size ise zevcelerinizin terekesinin yarısı bir çocukları yoksa, ve eğer bir çocukları varsa o zaman size dörtte bir, ettikleri vasiyetten veya borçtan o zaman size dörtte bir, ettikleri vasiyetten veya borçtan sonra, onlara da sizin terekenizden dörtte bir eğer bir çocuğunuz yoksa, ve eğer bir çocuğunuz varsa o zaman onlara sekizde bir, ettiğiniz vasiyetten veya borçtan sonra; ve eğer bir erkek veya kadının (çocuğu ve babası yok ta) kelâle cihetinden (yan koldan) mirasına konuluyor ve (ana) bir biraderi veyâ bir hemşiresi bulunuyorsa her birine altıda bir, ve eğer bundan ziyade iseler o zaman üçte birinde ortaklar, ızrar kasti olmaksızın edilen vasiyetten veya borçtan sonra ki bütün bunlar Allah dan ferman, Allah ise hem alîmdir hem halîm. (Elmalı)
(Erkekler); eğer çocukları yoksa karılarınızdan kalanın (miraslarının) yarısı sizindir; şayet çocukları varsa, içlerinden gelen şekilde yaptıkları vasiyetten ve borçlarından sonra (kalanın) dörtte biri sizindir... (Erkekler); eğer sizin çocuğunuz yoksa, bıraktığınızın dörtte biri eşlerinizindir; şayet çocuğunuz varsa, içinizden doğan vasiyetten (hadise göre 1/3'ü aşmamalıdır vasiyet; Buhari, Müslim) ve borcunuzdan sonra (kalanın) sekizde biri onlarındır... Eğer (kendisine) vâris olunulan erkek veya kadın KELALE (ana-baba ve evlat mirasçısı yok) ise ve onun bir erkek veya bir kız kardeşi varsa, bu iki kardeşten her birine altıda birdir... (Kardeşler) bundan çok ise, (bu takdirde) onlar, içlerinden gelene göre yapılmış bulunan vasiyetten ve borçtan sonra (kalanın) üçte birinde ortaktırlar... (Bu taksim) zarar verici de olmamalıdır... Allâh'tan bir vasiyettir (bu)... Allâh Aliym'dir, Haliym'dir. (A.Hulusi)
Ve leküm nısfü ma tereke ezvacüküm in lem yekün lehünne veled Eğer çocukları bulunmuyorsa eşlerinizin miraslarının yarısı size aittir. fein kâne lehünne veledün felekümür rubu'u mimma terekne fakat onların çocukları varsa, terk ettiklerinin ¼ alacaksınız. min ba'di vasıyyetin yusıyne Biha ev deyn tabii ki ettikleri vasiyet ve borçtan sonra. Yani vasiyet ve borç ödenir ondan kalacaklardan bu paylar verilecek.
Vasiyet kişinin serveti üzerindeki tasarruf hakkıdır. Miktarı 1/3 ü geçmemelidir Resulallah’ın kimi uygulamalarına göre. Ki ulema öncelikle ölünün cesedinin kefenlenmesi, cenaze masraflarını 1. çıkarılacak pay olarak görmüşler ölünün geriye bıraktığı servetten. Ondan sonra vasiyet, ondan sonra borç. Bazı alimler, bazı müçtehitler vasiyet ve borcu yer değiştirmişler, borca öncelik tanımışlar, ki bu da toplumsal bir gereklilikten dolayı böyle düşünmüşler.
ve lehünner rubu'u mimma terektüm in lem yekün leküm veled eğer çocuğunuz yoksa terekenizin ¼ ü eşlerinize aittir. fein kâne leküm veledün fakat eğer çocuğunuz varsa, felehünnes sümünü mimma terektüm min ba'di vasıyyetin tusune Biha ev deyn ettiğiniz vasiyet ve borçlardan sonra terekenizin 1/8 i alacaklardır. ve in kâne recülün yuresü kelaleten evimraetün eğer kadın ya da erkek 1. dereceden bir mirasçıya sahip değilse, yani baba ve anne, ya da oğul ve kız herhangi bir usul ve fürudan hiçbir mirasçısı yoksa yukarıdan ve aşağıdan, ve lehu ehun ev uhtün kız ya da erkek kardeşleri de varsa, feli külli vahıdin minhümes südüs her birine !/6 düşer.
fein kânu eksere min zâlike fehüm şürekaü fiys sülüs Fakat kız ve erkek kardeş 1 den fazla iseler, mirasın 1/3 ünü alırlar. Ki, bütün müfessirler bu ayetteki erkek ve kız kardeşlerle sadece anne tarafından olanların kastedildiğini söylüyorlar ki bunda ittifak etmişler. Öz kız ve erkek kardeşler hakkındaki hüküm surenin sonunda gelecek.
min ba'di vasıyyetin yusa Biha ev deyn Tabii ki bunda da yine yapılan vasiyet ve edilen borçlardan geriye kalandan verilecek. ğayra mudarr bu her iki durumda da zarar verilmemelidir diyor. Yani vasiyette de borçta da zarar verilmemeli. 1/3 ü aşmamalı mesela vasiyet. Malın 1/3 ü aşmamalı.
Borçta nasıl zarar verilir mirasçılara? Gerçek dışı ve sırf varisi mağdur etmek maksadı ile yapılmamalı borç. Varis mahrum olsun diye, hatta borçlanmadığı halde birine danışıklı dövüş mesabesinden, varisine kızdığı için. Ya da uzak akrabalarım benim malımdan pay almasın diye danışıklı dövüş kabilinden birine borcu olmadığı halde borçlu imiş gibi ifade etmek, borçlu olduğunu söylemekte buna giriyor. Ebu Hanife bu tür bir borçlanmayı, yani ölüm hastalığında, o güne kadar borcu olmadığı halde ölüm hastalığında borcum var diyen kimsenin bu borcunu kabul etmez. Yani o güne kadar kimsenin bilmediği bir borç, tam ölüm anında ortaya çıkmışsa bunu, bu tür zarar verici borçtan sayar.
vasıyyeten minellah Bunlar Allah’ın size tavsiyesidir.
vAllahu Aliym'un Haliym; Allah Aliymdir, Haliymdir.
Haliymdir, Allah’ın hükümleri sert ve katı değildir. Kurallarında yumuşak ve müsamahalı olduğunu ima için Haliym gelmiş ayetin sonunda.
http://panteidar.wordpress.com/2009/10/27/kuranda-matematik-hatasi/ ]
[Ek bilgi; HESAP HATASI MI VAR?
…Aslında problemin kaynağı
Kuran’ın bu ayetlerinde verilen oranları “mutlak” oranlar olarak kabul etmekten
kaynaklanıyor. Yani örneğin 3 kız kardeş için verilen 2/3 oranı “mutlak” bir
oran farz ediliyor. İyi de gerçekten öyle mi? Bu oranlar mutlak oranlar mı,
yoksa bir tür “tavan” ya da “taban” değerler mi? Bu oranların “mutlak”
olmadığını iddia etsek bile, buna Kuran’dan delil getirmediğimiz takdirde
kimseyi ikna edemeyeceğimiz çok açık.
Bu amaçla öncelikle Nisa/11 ve
Nisa/12 ayetlerini incelememiz gerekiyor. Bu ayetlerin sonunda yer alan
ifadeler bu açıdan oldukça önemli: “ferıdatem
minellah” ve “vesıyyetem minellah”.
Sadece 2’şer tane Arapça kelime! Bu ifadelerden yola çıkarak bu oranların
mutlak olduğu kesinlikle iddia edilemez. Ancak buna rağmen bazıları örneğin A.
Yusuf Ali İngilizce mealinde “bu sabit oranlar Allah tarafından
emredilmiş/belirlenmiştir” şeklinde bir çeviri yapmış. Bu 2 kelimenin neresinde
“sabit oranlar” lafzını gördü
bilmiyorum, ona sormak lazım! Örneğin M.H. Shakir “ferıdatem minellah” ifadesini “bu Allah’tan bir
buyruk/düzenlemedir” şeklinde çevirmekle yetinmiş. Yukarıya aldığım
Nisa/11-12’nin Türkçe çevirileri ise Y. Nuri Öztürk’e aittir.
Bu ifadelerle ilgili bir diğer
nokta da şu: Her 2 ifade de verilen oranlardan hemen sonra gelmiyor. İlk ayette
araya “Babalarınız var, oğullarınız var
…” diye başlayan 2 cümle giriyor, ikincisinde ise arada “Kimseye zarar verilmemelidir” şeklinde
bir ifade mevcut. Şu halde “Allah’tan
bir buyruk” ya da “Allah’tan bir
görev” olan şey nedir? Bu oranları sabit kabul edip aynen uygulamak mı?
Babalar ve oğullar ve diğer mirasçılar arasında ayırım yapmayıp adaletli bir
dağılım yapılmasına izin vermek mi? Bence ikincisi! Aslında bu “emrin” ne olduğunu anlamak için bu
ayetlerin devamına bakmak gerekiyor….(Devam ediyor)
13-) Tilke hududullah* ve men yutı'ıllahe ve RasuleHU yudhılhu cennatin tecriy min tahtihel enharu halidiyne fiyha* ve zâlikel fevzül Azıym;
İşte bütün bu ahkâm Allahın kestiği huduttur, ve her kim Allah ve Resulüne itaat ederse Allah onu altından ırmaklar akar Cennetlere koyar, içlerinde ebedî kalmak üzere onları, bu ise o Fevzi azîmdir. (Elmalı)
Bunlar, Allâh'ın hükmü olan sınırlardır. Kim Allâh'a ve Rasûlüne tâbi olursa, onu altında ırmaklar akan cennetine sonsuza dek yaşamak üzere sokar. İşte bu aziym kurtuluştur. (A.Hulusi)
Tilke hududullah bütün bunlar Allah tarafından çizilen sınırlardır.
ve men yutı'ıllahe ve RasuleHU yudhılhu cennatin tecriy min tahtihel enharu halidiyne fiyha Kim Allah’a ve Resulüne itaat ederse, Allah onu içerisinde kalmak üzere altından, içinden ırmaklar akan cennetine koyar. ve zâlikel fevzül Azıym; işte muhteşem kazançta budur.
14-) Ve men ya'sıllahe ve RasuleHU ve yeteadde hududeHU yudhılhu naren haliden fiyha* ve lehu azâbün mühiyn;
Her kim de Allaha ve Resulüne âsî olup hududunu aşarsa onu da bir ateşe sokar içinde ebedî kalmak üzere o, Hem ona tezlil edici bir azabı var. (Elmalı)
Kim de Allâh ve Rasûlüne isyan eder, haddi aşarsa, onu da sonsuza dek kalmak üzere ateşe sokar. Onun için alçaltıcı azap vardır. (A.Hulusi)
Ve men ya'sıllahe ve RasuleHU ve yeteadde hududeHU yudhılhu naren haliden fiyha Kim de Allah’a ve Resulüne isyan ederse ve onun sınırlarını çiğnerse, koyduğu sınırları geçerse, Allah’ta onu; içinde ebedi kalmak üzere ateşe sokar. ve lehu azâbün mühiyn; Onu da alçaltıcı bir azap bekler.
Allah’ın koyduğu sınırlar, çizdiği ilkelerdir. Allah’ın çizdiği ilkeleri aşan aslında kendisine yabancılaşır. En korunması gereken sınırlar Allah’ın sınırlarıdır. Allah bizi kendi sınırlarına riayet eden, koyduğu sınırlara tecavüz etmeyenlerden etsin. Amin.
“Ve ahiru davana velil hamdülillahi rabbil alemiyn”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder