30 Ekim 2012 Salı

İslamoğlu Tef. Ders. NEML (064-069)(120-B)



A sayfasından devam

64-) Emmen yebdeül halka sümme yu'ıydühu ve men yerzükuküm minesSemai vel Ard* eilâhun meAllâh* kul hatu burhaneküm in küntüm sadikıyn;

Yoksa yaradılmışları ibda edip (açığa çıkarıp) sonra onu (ilk hâline - hakikatine) iade eden; sizi semâdan ve arzdan yaşam gıdasıyla besleyen mi? Allâh yanı sıra tanrı mı? De ki: "Hadi getirin kesin kanıtınızı, eğer doğru söyleyenler iseniz?" (A.Hulusi)

64 - Yoksa halkı iptida yaratıp duran sonra onu iade edecek olan ve size Gökten ve Yerden rızık veren mi? Bir tanrı mı var Allah la beraber? De ki haydin getirin bürhanınızı (delil) sadıksanız. (Elmalı)


Emmen yebdeül halka sümme yu'ıydüh Allah değilse kimdir yaratılışı ilk defa başlatan ve onu tekrar tekrar yenileyen?

Hatırlayalım o ölümsüz Kur’anî ibareyi; ve "HU"vel Hallâkul Aliym; (Yasin/81) yaratmayı meslek edinen bir O. Yani devamlı yaratandır sürekli yaratandır.

Yine başka bir ayet; külle yevmin HUve fiy şe'n. (Rahman/29) O her an bir şa’nda dır, her an yaratmadadır. İlk yaratış ve sürekli yaratış. Yaratılışın çevrimsel yasasına bir atıf bu ayet. Yani ilk kez yarattı ve bu yaratılışı bir yasaya bağladı. Bağladığı bu yasa gereğince yaratılışı sürekli kıldı ve işte bu süreklilik içerisinde, bu çevrim içerisinde her şey akmakta, hayat O’nun takdir ettiği çevrime göre sürekli dönmekte. Unutmayınız gece ve gündüz, dünya ve ahiret işte bu çevrim çerçevesinde hayat deveran etmekte döne durmakta.

ve men yerzükuküm minesSemai vel Ard dahası kimdir sizi gökten ve yerden rızıklandıran Allah değilse. Yaratmakla yetinmedi yarattıklarını doyurdu. Yarattıklarının yaşaması için gerekli olan her şeyi de yarattı. Bu Er rab sıfatının bir gereği idi. Yaratan, yarattığını görüp gözeten, koruyup kollayan, yarattığını terbiye eden yarattığına hedef koyan, koyduğu hedefe ulaşması için aletler, araçlar veren, akıl gibi, irade gibi, nübüvvet gibi, risalet gibi, vahiy gibi maddi ve manevi bir yığın nimet veren ve o amaca peyderpey, aşama aşama ulaştıran Er rab budur işte. Yani sadece yaratmadı, yarattığı için bir de yaşaması için gereken her şeyi ortaya koydu, rızkını da yarattı, doyurdu.

eilâhun meAllâh şimdi ne yani Allah’tan başka bir tanrı öyle mi? Var mı böyle bir şey. Yani böyle yapan bir insan, Allah’tan başka birine yönelen bir insan aslında bütün bu şeylerin yaratıcısına nankörlük etmiyor mu? Allah versin de başkasına teşekkür etmeye kalksın, Allah versin de O’nu unutup yönünü başka tarafa çevirsin. eilâhun meAllâh Allah’la beraber başka bir ilah ha?

kul hatu burhaneküm in küntüm sadikıyn De ki; eğer doğru söylüyorsanız haydi delilinizi, belgenizi, ikna edici argümanınızı getirsenize? Yani eğer Allah’tan başka bir ilah olduğuna inanıyorsanız veya öyle görüyor öyle hareket ediyorsanız bu konuda ikna edici bir delil getirsenize.


65-) Kul lâ ya'lemu men fiysSemavati vel Ardıl ğaybe illAllâh* ve ma yeş'urune eyyane yüb'asûn;

De ki: "Semâlarda ve arzda gaybı Allâh'tan başka kimse bilmez... Ne zaman bâ's olunacaklarına da şuurları yoktur!" (A.Hulusi)

65 - De ki: Göklerde ve Yerde Allah dan başka kimse gaybı bilmez, onlar da ne zaman ba's olunacaklarını bilmezler. (Elmalı)


Kul lâ ya'lemu men fiysSemavati vel Ardıl ğaybe illAllâh De ki göklerde ve yerde Allah’tan başka hiç kimse insan idrakini aşan hakikatleri bütünüyle kavrayamaz.

Evet değerli dostlar burada özellikle el gayb kavramı, ki Kur’anî kavramlardan biridir. Belki Kur’an ın yeniden kavramlaştırdığı ıstılah olarak kullandığı kelimelerden biridir bu el gayb. Bu kavramı insan idrakini aşan hakikat diye çevirdim. Bu çevirim boşuna değil, bunun böyle açılıma sahip olduğunun en güzel gerekçesi bir sonraki ayettir. O ayeti tefsir ederken irtibatı da kurmaya çalışacağım.

Bu ibare aynı zamanda insan aklının sınırlılığına bir göndermedir. Yani göklerde ve yerde sadece sizin bildikleriniz değil bilmedikleriniz de var. Sırrına eremedikleriniz, bilginizin ulaşamadıkları. Bu manada, peki bu bağlamda niçin gelmiş diyecek olursak, unutmayınız ki bu bağlam Ahirete müteallik bir bağlamdır. Hep ahirete iman ile ilgili ayetler yer alıyor. Bu bağlamda ahiretle ilgili, Allah ile ilgili tüm anlatımlar mutlaka mecazi olmak durumunda. Bunun ötesinde mutlak hakikate insanın aklı kavramaz. Mutlak hakikati tümüyle kavramaz. Onun içindir ki Allah’ı zatıyla değil sıfatıyla biliriz. Allah’ı zatıyla düşünmemiz yasaklanmış hatta. Çünkü zatıyla düşünmeye kalktığınızda bildiğiniz nesnelerden bilmediğimizi çıkarmaya kalktığımız için, insan aklının düşünme mekanizması böyle olduğu için Allah’ı da şeyleştiririz. Cisimleştirmeye kalkarız. Onun içindir ki insan aklı gaybın künhüne vakıf olamaz. Gayba sadece atıflar yolu ile vakıf olur.

İşte burada haddi zatında göklerde ve yerde daha bir çok bilmediğimiz, bilemeyeceğimiz, havsalamızın almayacağı, idrakimizin kapsayamayacağı bir çok varlık olduğu da ima edilmiş olur bu ayette.

ve ma yeş'urune eyyane yüb'asûn hiç kimse öldükten sonra ne zaman dirileceğini de bilemez.

[Ek bilgi; “Gayb oluşu algılayana GÖREdir! Allâh dilerse istediğine, gayb hükmünden çıkartır. (A.Hulusi 75. ayet.)]


66-) Belid dareke ılmuhüm fiyl ahireti, bel hüm fiy şekkin minha* bel hüm minha amun;

Hâlbuki sonsuz gelecek yaşam hakkında onların bilgileri birikmiştir. Hayır, onlar ondan kuşku içindeler... Hayır, onlar ondan kördürler! (A.Hulusi)

66 - Fakat Âhiret hakkında ılımları tevalî etmekte fakat onlar ondan bir şekk içindedirler, daha doğrusu onlar ondan kördürler. (Elmalı)


Belid dareke ılmuhüm fiyl ahireh değilse ahirete ilişkin hakikatler onların idrak edebileceği bir biçimde kendilerine sunulmuştur. Bu ibarenin nasıl anlaşılması gerektiği daha ilk nesilden itibaren problem olmuştur. Onun içinde bize tefsirler İbn. Abbas’tan ve diğer 2., 1. ve 3. neslin müfessirlerinden farklı okuyuşlar ve farklı anlayışlar taşırlar.

Bu ibarenin tam zıddı bir anlamda taşıdığını söylemek mümkün. Şöyle de çevirebiliriz. Hayır onların ahirete ilişkin bilgileri yeterli değildir. Benim çevirim ahirete ilişkin hakikatler onların idrak edebileceği bir biçimde kendilerine sunulmuştur şeklindeydi. Hayır onlar ahirete ilişkin bilgileri yeterli değildir. Yani ahirete ilişkin bilgi konusunda yeterli değillerdir şeklinde de çevrilebilir. Ama itiraz şöyle edilir bu çeviriye; “Bel” edatı sonrasını olumsuzlamaz. Dahası bereke yüksek bir şeyi alçak olan bir şeyin seviyesine indirmeye denir. İddareke, tedarük kelimesinin kökeni olan dereke yüksek bir şeyi alçak bir şeyin seviyesine indirmektir.

Aslında burada ayetin de anlamı ortaya çıkıyor. Yüksek hakikatler, yani kâinatın hakikatleri yüksek hakikatler. Allah’a ilişkin özellikler en yüksek hakikat. Allah’a ilişkin en yüce hakikati insan zihnine indirmeden insan zihni nasıl kavrayacak. O nedenle bu hakikati insan zihnine indirmiştir vahiy. Vahyin inmesi aynı zamanda böyle manevi bir inişe de tekabül eder. Yani sadece mekansal bir iniş değil, sadece makami bir iniş değil aynı zamanda, bir de insanın idrakine indirilmesi. Mutlak hakikatin mukayyet akla indirilmesi. Sınırsız hakikatin sınırlı aklın anlayacağı bir seviyeye getirilmesi. İşte aslında Berake bu.

Yine tedarük tedareke fiil olarak en arkadaki en öndekine yetişti demektir. Tebareke; en arkadaki en öndekine yetişti. Bu durumda burada söylenen şu; Onlara idraklerini aşan hakikatler bütünüyle, yani en arkadaki de dahil, baştan sona idraklerine indirildi. Zaten ayetin devamında ki ibare de bu tercümemizi doğruluyor onu da okuyalım;

bel hüm fiy şekkin minha ger gör ki onlar, ondan yana hala şüphe içindedirler. bel hüm minha amun daha beteri ondan yana kördürler.

Yine 66. ayetin ilk cümlesi İbn. Abbas tarafından farklı bir okumayla istihza içerdiği de söylenmiştir. Hatta soru içeriği ile anlayan da olmuştur. Bu ayeti. Bu ayetin söylemek istediği şey aslında açık. Eğer tabiata bakarsanız ey insanoğlu, eğer tabiata bakarsan hayatı okuyabilecek bir zihinle bakarsan o zaman ahiretin varlığına aklen kani olursun. Yani şöyle bak etrafına. Allah’ın varlığına ahiretin varlığına, yani gözünle göremediğin hakikatlerin varlığına eğer aklınla doğru biçimde okursan aklınla görürsün. Gözünle göremediğin mutlak hakikatleri aklınla kavrayabilirsin. Ama doğru bak.

Bak yere bak göğe. Suyu kimin indirdiğini düşün, bu yer yüzünü kimin dizayn ettiğini düşün. Bu geceyi ve gündüzü kimin dizayn ettiğini düşün. Bunların insana vermeye çalıştığı dersleri düşün. Bütün bunları doğru okursan eğer Allah’ı da layıkıyla bilirsin ahireti de. O zaman görür gibi inanırsın. Görmezsin, göremezsin, çünkü göz sınırlıdır. Fakat görür gibi inanırsın. Görmek için gitmen lazım, gidemezsin. O halde gidebileceğin bir yerin var; akıl. İntikal edebilirsin. Bilinç gözün aşamadığı duvarları aşar. Onun için bilincinle aşabilirsin. İşte burada bu ayetin hepimize söylediği gerçek bu.


67-) Ve kalelleziyne keferu eizâ künna türaben ve abaüna einna lemuhrecun;

Hakikat bilgisini inkâr edenler dediler ki: "Biz ve atalarımız toprak olduğumuzda, gerçekten çıkarılacak mıyız?" (A.Hulusi)

67 - Ve o küfredenler şöyle dediler: bir toprak olduğumuz vakit mı biz ve atalarımız? Hakikaten bizler mutlak çıkarılacak mıyız? (Elmalı)


Ve kalelleziyne keferu bu yüzden inkârda direnen kimseler şöyle dediler eizâ künna türaben ve abaüna einna lemuhrecun ne yani biz ve atalarımız toprağa karışıp gittikten sonra yeniden çıkarılacağız öyle mi? Yani bu mümkün olacak mı?


68-) Lekad vu'ıdna hazâ nahnu ve abaüna min kablü in hazâ illâ esatıyrul evveliyn;

"Andolsun ki biz de önceki atalarımız da bununla tehdit edildik! Bu eskilerin masallarından başka bir şey değil." (A.Hulusi)

68 - Yemin ederiz ki bu bize de vaad olundu bundan evvel atalarımıza da, bu, eskilerin esatîrinden başka bir şey değil. (Elmalı)


Lekad vu'ıdna hazâ nahnu ve abaüna min kabl doğrusu bu vaad bize ve atalarımıza önceden de yapılmıştı. Yani daha önceden de böyle şeyler vaat edenler olmuştu. Demek ki bu ayetlerin ilk muhatapları daha önceden gelmiş olan vahiylere ilişkin azda olsa, kıt ta olsa bu bilgilere sahipler. Daha önce de yapılmıştı diyorlar. in hazâ illâ esatıyrul evveliyn bu eskilerin masallarından başka bir şey değil.

Kur’an da nerede eskilerin masalları ifadesi gelirse orada mutlaka bağlam olarak ahirete atıf vardır. Onun için çoğunluğun zannettiği gibi eskilerin masalları, Kur’an da anlatılan peygamber kıssalarına gitmiyor, ona ima içermiyor. Aksine ahiret hayatına ima içeriyor. Yani bunu söyleyen inkârcı mantık eskilerin masalları diye peygamber kıssalarına demiyor Ahiret hayatına diyor,ahiretin varlığına diyor.

Eskilerin masalları..! Yani insanoğlu neden ahireti inkâr için bu kadar direnir?Ahireti inkâr etmek insana ne kazandırır? Oysa ki aksine kaybettirir. Çünkü insan eğer üstünde düşünürse kendi varlığını bir sürüngenin, bir haşaratın bir solucanın varlığıyla eşitlemiş olur ahireti inkâr ederse. Yani insan yaratılmışların en zirvesinde oturan bu bilinçli, akıllı varlık, kendisi üzerine düşünebilen yegane varlık nasıl olurda yani mahlukat içerisinde kendisi üzerine düşünebilen, kendisi hakkında düşünebilen, nede, niçin, nasıl diye sorabilen ender varlık. Böyle bir varlık nasıl kendi varlığını haşaratlarla eşitleyebilir.

İşte bu sorunun cevabını bulmak için insanoğlunun ahireti neden inkar ettiğinin delillerine bakmak lazım. İnsanoğlu ahireti sorumluluktan kaçınmak için inkâr eder. Yani hesap vermemek için. Bu ne demektir? Kısacı bir hayatın hesabını vermemek için sonsuz bir hayatı reddetmek gibi büyük bir ahmaklık. Kısacık bir hayatın lezzetinden zevkinden mahrum kalmamak için ebedi hayatı satmak, aslında satamamaktır tabii. Satmaya kalkmaktır. İnsanın kısa lezzetleri uğruna, geçici hazları uğruna nasıl bir ihanet edebileceğinin de göstergesidir bu. Kendisine ihanet edebileceğinin. Çünkü ahireti inkâr insanın kendisine ihanettir, ruhuna ihanettir, ölümsüz tarafına ihanettir. Ölümlü olan tarafını hoşnut edeceğim diye, ölümsüz olan tarafını satıyor, satmaya kalkıyor.

Düşün, bu en değerli şeyini, en ucuza satan bir ahmak gibi. İnsan geçici dünya hayatını daha da lezzetleştirmek, daha da zevklendirmek için ebedi hayatını satabiliyor. Onun için inkâra yöneliyor. Yoksa ahireti inkârdan insanın çıkarı ne olacaktır. İnsan kendisine hakaret etmektedir aslında. Kendi varlığını sürüngenlerin varlığı ile eşitlemektedir. İşte vahiy ahireti inkâr üzerinde bu kadar şiddetle durması aslında insana bu gerçeği öğretmek için.


69-) Kul siyru fiyl Ardı fenzuru keyfe kâne akıbetül mücrimiyn;

De ki: "Arzda seyredin de, suçluların sonu nasıl oldu, bir bakın." (A.Hulusi)

69 - De ki; hele, Arzda bir gezinin de bakın mücrimlerin akıbeti nasıl olmuş? (Elmalı)


Kul siyru fiyl Ardı fenzuru keyfe kâne akıbetül mücrimiyn de ki; yeryüzünde dolaşın da günahı tabiat haline getirenlerin sonu ne olmuş görün.

Kur’an da yaklaşık 7 – 8 yerde geçer, tam sayısını hatırlayamıyorum bu çağrı. Gezin yer yüzünü, dolaşın yeryüzünü, görün suçluların sonu ne olmuş, görün sahtekarların sonu ne olmuş, görün hainlerin sonu ne olmuş. Hep bu çağrıyı yapar. Aslında bu seyahati bir bilgi objesi olarak görmektir. Yani seyahati sadece zevk, sadece insana keyif veren bir şey olarak değil, amaçsız değil amaçlı bir bilgi objesi olarak görmektir seyahati. Seyahat aynı zamanda bir kitap okumaktan daha değerli bilgiler verebilir insana. İşte burada yıkılmış uygarlıkların kalıntısı ibret vesikası olarak okunursa insan için aslında hakikate doğru insanı yönelten bir parmak olur. Bir işaret, bir levha olur.

Devam ediyor C sayfasına geçiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder