15 Ekim 2012 Pazartesi

İslamoğlu Tef. Ders. NEML (001-003)(118-A)






El Hamdu Lillahi Rabbil'Alemiyn Vesselatü Vesselâmü alâ Resulüna Muhammedin ve alâ alihi ve ashabihi ecmaiyn.

Rabbişrah liy sadriy;

Ve yessirliy emriy;

Vahlül ukdeten min lisaniy;

Yefkahu kavliy; (Tâhâ 25-26-27-28)

Rabbim, göğsüme genişlik ver, kolaylaştır işimi, çöz düğümü dilimden, ki anlasınlar beni. Amin! Amin! Vel Hamdu Lillahi Rabbil'Alemiyn.

Değerli Kur’an dostları Kur’an ın yepyeni bir suresi ile daha yüz yüzeyiz. NEML suresi. Her sure insana birkaç heyecan yaşatır, yaşatmalı.

1 - Birincisi; Allah benimle konuşuyor, beni muhatap alıyor, bana tenezzül buyuruyor diye heyecan duymalı, sevinç duymalı.

2 – İkincisi; bilgi alıyorum hem de bilgiyi en sağlam kaynağından, en sahih kaynağından, mutlak bilginin sahibinden alıyorum diye heyecan ve sevinç duymalı.

3 - Üçüncüsü artıyorum, inşa ediliyorum, düzeltiliyorum. Allah tarafından yaratılış amacıma uygun bir biçimde yetiştirilip terbiye ediliyorum diye heyecan duymalı, sevinç duymalı. İşte bu sureye girerken bu sevinçlerin tümünü birden bir kez daha duyuyor, hissediyor ve bu duygular içerisinde Neml suresine giriyoruz.

Bu sure Peygamber Aleyhisselâm ve ashabı tarafından önceleri Tâsin suresi ismi ile anılırdı. Yani surenin ilk ayetinde ki harfler sureye ad olmuştu. Ama daha sonraları surenin içerisinde yer alan Neml vadisi, karınca vadisinin geçtiği 18- 19 ve müteakip ayetlerde anlatılan menkıbeye atfen Neml suresi diye anıldı şöhret buldu.

Surenin iniş zamanı Şuârâ suresinin hemen ardına denk gelir. Ki gerek Hz. Osman, gerek İbn. Abbas, gerek İmam Cafer sure sıralamalarında bu sure ittifakla Şuârâ suresinin arkasına yerleştirilir. Bu da takriben 5, ya da 6. yıla, yani Mekke döneminin. Nübüvvetin 5. ya da 6. yılına tesadüf eder.

Surenin konusuna baktığımızda bu dönemi verir. Çünkü sure ilk muhatabı olan sevgili efendimizin şahsiyetini ve tasavvurunu inşa eden kıssaları ele alır. Peygamberlerin isimleri etrafında anlatılan kıssa ve menkıbelerle ilk muhatap ve tüm muhatapları, onun şahsında tüm muhatapların şahsiyeti inşa edilir.

Mesela bu kıssa da en geniş biçimde yer verilen Süleyman ve Belkıs kıssası bağlamında, ki 16. ve 44. ayetler arasındadır. Bir karıncayı dahi incitmeme tavrıyla güç ahlakı ve iktidar, hikmet ilişkisi sorgulanır. Öyle bir sorgulanma tarzıdır ki bu, verilen karınca örneği bağlamında bir iktidarın adil olması gerektiği, bu adaletinde bir tek karıncayı incitmemesi gerektiği üzerine kurulur.

Aynı menkıbeyle her peygamberin ayrı bir yetenekle, ayrı bir meziyetle taltif edildiğine atıf yapılır. Mesela söz konusu menkıbede Hz. Süleyman’a hayvanların mantığını, hareketlerinden, tavırlarından okuma yeteneği verildiği ifade buyrulur.

Yine bu surede Musa, Salih ve Lût AS. ve kavimlerinin kıssalarıyla inkarın ve imanın tarihi yataklarına işaret edilir. İnkar edenlerin akıbetlerinin hep birbirine benzediği, iman edenlerin de birbirinin devamı olduğu böylece vurgulanır ve en sonunda bu kıssaların şu tüm çağlarda her bir muhataba emir suretinde iletilen şu ayet yer alır.

Kul siyru fiyl Ardı fenzuru keyfe kâne akıbetül mücrimiyn (69) De ki; dolaşın, gezin yer yüzünü. Görün bakalım günahkârların akıbeti ne olmuş. 69. ayette ifadesini bulan bu ilahi emir ve arkasından sure vahiyle başladığı sözü yine vahye getirerek sona erdirir. Bu özetten sonra Neml suresine girebiliriz. Ki bu sure Kur’an ın resmi sıralamasında 27. suredir.




1-) Taa Siiiyn* tilke ayatul Kur'âni ve Kitabin mubiyn;

Ta, Siin... İşte bunlar Kurân'ın (hakikat ve Sünnetullâh BİLGİsinin) ve Kitab-ı Mubiyn'in (apaçık ortada olan Evrenin {KİTAP} sistem ve düzeninin) işaretleridir. (A.Hulusi)

01 - Ta, Sin, bunlar sana Kur'an ın ve mübîn bir kitabın âyetleri.(Elmalı)


Taa Siiiyn bu heca harfleri, hurufu Mukadda diye bilinen harfler Kur’an da 28 harfe tekabül eden bir biçimde gelirler ve manaları konusunda 30. aşkın yorum yapılır. Bunların herhangi bir mana taşıyıp taşımadığından da öte, bir işlevi olup olmadığı ele alınmalıdır ki, mutlaka bu anlamda bir işleve sahiptirler. İşlevi sorgulandığında bu harflerin başında geldiği hemen tüm sureler, ki Ankebut suresindeki gibi 1-2 istisna hariç mutlaka vahye atıf yapılarak başladığı için bu harfler şöyle bir işlevle anlaşılmışlardır.

İşte Kur’an ın indiği dili oluşturan sıradan harfler bunlar. Elif, be, te, se..vs. neyse. İşte bu sıradan harfleri vahiy alıp onların içerisine ilahi anlamları koyarak insanoğluna ulaştırmıştır ve tabii ki sıradan harfler muhteşem bir amacı ifa eden araca dönüşmüşlerdir. Bu bir yorumdur ve buna benzer bir çok yorum yapılabilir. Belki bu yorumların hepsinin hakikati ifade etmede bir parça payı da bulunabilir. Ama nihai tahlilde bu harflerin gerçek manasının ne olduğunu Allah bilir. Hz. Ebu Bekir’in yorumunda olduğu gibi;

- Her kitabın bir sırrı vardır, Kur’an ın sırrı da bu hurufu mukadda, yani bu kesik kesik harflerde yatmaktadır. Buyurur.

tilke ayatul Kur'âni ve Kitabin mubiyn bunlar Kur’an ın, yani açık ve açıklayıcı olan ilahi kelamın ayetleridir. Mubiyn’e bir önceki surenin girişinde de buna benzer bir ayet yer almıştı. Hatırlayalım Şuârâ suresinin. Orada da izah etmiştik, burada da kısaca değinip geçelim;

Mubiyn; iki anlama birden gelir. Özü itibarıyla açık, hem de nesnesini açıklayan, hem bizatihi açık olan hem de açıklayıcı. Kur’an hem müfessir, hem müfesser bir hitaptır. Yani hem tefsir eden, hem de tefsir edilen bir hitaptır.

Peki Kur’an ın mubiyn oluşu neden sık sık ifade buyrulur? Şu iki muhtemel itirazı kökten reddetmek için.

1. si Ona inananlardan gelebilecek şöyle bir yüceltmeci mantık. “Biz onu anlayamayız. Onu anlamak nerde..! biz nerde..!” diyecek sakat mantığı toptan ret içindir. Hayır, bu kitap mubiyndir, sen ne demek istiyorsun ey insan, bu kitap apaçıktır, bunu sen anlayasın diye indirdi Allah.

2. si ise, onu aşağılama babında, “bu ne anlaşılmaz, karma karışık bir kitap” diyecek bugünkü oryantalist mantığında olduğu gibi tüm itirazlara da toptan ret içermektedir.


2-) Hüden ve büşra lil mu'miniyn;

İman edenler için hakikate erdirici ve müjde olarak! (A.Hulusi)

02 - Birer hidayet ve müjde olmak üzere o müminlere. (Elmalı)


Hüden ve büşra lil mu'miniyn insanlar için bir rehber ve bir müjdedir.

Huden; rehber. Hatırlayalım Bakara/2. ayetini; Zâlikel Kitâb'u lâ raybe fiyhi hüden lil muttekıyn (Bakara/2) kendisinde hiçbir kuşkuya yer bulunmayan bu kitap muttakiler için bir hidayettir, bir rehberdir diyordu. Burada da müminler için bir rehber olduğu ifade buyruluyor. Zaten sorumluluk bilinci olan ittika, insanı imana ulaştırır. İmansa insanın sorumluluk bilincini artırır, yüceltir. Sorumluluk bilincinin aşağısı, insanın; varlığın en aşağısına karşı duyduğu sorumluluk, en yükseği ise insanın; varlığın zirvesi olan Allah’a karşı duyduğu sorumluluktur. Aynı zamanda varlığın, mahlukatın Hâlıkı, yaratılmışların Hâlıkı olan Allah’a.

ve büşra aynı zamanda müjde. Vahyin bizzat kendisi ilahi bir müjdedir. Allah’ın insandan umut kesmediğinin ifadesidir. Allah’ın insana vahiy göndermiş olması bizatihi bir muştu, bir müjdedir. Ona olan şefkat ve merhametinin bir göstergesidir. Tabii bir de müjdeyi ulaştırması farklı bir müjdedir, 2. bir müjdedir. Bu müjdeyi ulaştıracak bir peygamber seçmesi farklı bir müjdedir. Görüyorsunuz vahiy müjde üstüne müjde, muştu üstüne muştudur.

Bu ikisinin birlikte anılması; Huden ve büşra. Hem hidayet, hem müjde olarak anılması elbette müjdeyi hak edenin hidayeti bulan olmasından dolayıdır. Hidayete eren müjdeye ulaşmış olacaktır. Müminlerdir bunlar. Yani Allah’a güvenen, Allah’a itimat eden, bu itimadını iman haline getiren ve bu iman ile sonuçta müjdeye ulaşan kimselerdir.

Vahyin; İsra/87 ayetinde (Hayır 82.) buyrulan iki boyutlu tabiatına da bir telmih vardır.

Ve nünezzilu minel Kur'âni ma huve şifaun ve rahmetun lil mu'miniyne, ve lâ yeziyduz zalimiyne illâ hasara. (İsra/82) Biz Kur’an dan şifa ve rahmet olan ayetler indirdik. Fakat kim için bunlar? Elbette Kur’an ın kaynağına güvenen kimseler için. Yani Kur’an kendisine iman edenler için bir şifa ve bir sınırsız rahmet. Yani ilahi bir eczanedir, ilahi bir şifa merkezidir. Hem toplumsal, hem bireysel, hem duygusal, hem fikri, hem akli, hem siyasi, hem ekonomik. Hangi dert olursa olsun Kur’an ın talimatları içerisinde tüm dertlerinize birer deva bulabilirsiniz Allah’ın rehberliği içerisinde. Ama bu tabii ki iman eden ve güvenen kimselere.

Fakat zalimler mi? Yani bilinci ters dönmüş olanlar, yani haddini bilmeyenler, yani Allah’a karşı müstekbirlik yapanlar, müstağnilik yapanlar, onlarınsa sadece hüsranını artırır, aldanışını artırır. Aaa..! bu muymuş vahiy derler. Bu muymuş Kur’an. Evet aldanış budur. Bakışınız yamuksa baktığınız şey en doğru da olsa yamuk görürsünüz. Yamukluğu bakışınızda aramazsanız eğer ömür boyu o yamukluğu baktığınızda sanırsınız. Ve böyle zannederseniz eğer bir ömür sapmaktan geri duramazsınız, doğruyu bulamazsınız. Çünkü yamukluğu bakışınızda değil de baktığınızda gördünüz. Bakışınızı düzeltemezsiniz, çünkü bakışınızı doğru zannediyorsunuz. Baktığınızı düzeltmeye kalkarsınız, düzeltmeye kalktığınız her şeyi de yamul tursunuz, bozarsınız. İşte bunun gibi.


3-) Elleziyne yukıymunes Salâte ve yü'tunez Zekâte ve hüm Bilahireti hüm yukınun;

Onlar ki, salâtı (Allâh'a yöneliş ile mi'râcı yaşama) ikame ederler ve arınıp saflaşmak için varlıklarından verirler; işte onlar ölümsüz geleceklerine kesin yakîn elde etmişlerdir. (A.Hulusi)

03 - Ki namazı dürüst kılarlar ve zekâtı verirler, Âhirette de onlar yakîn edinirler. (Elmalı)


Elleziyne yukıymunes Salâte ve yü'tunez Zekâte ve hüm Bilahireti hüm yukınun onlar ki salâtı ikame ederler, yani Allah’a karşı insanın esas duruşu olan namazı ayağa kaldırırlar.

Salât; es salâ kökünden gelir. Bu kök insanı dik tutan omurga manasına geldiği gibi ateş manasına da gelir. Bu anlama gelmesi salleytül u’d, salleytül a’sa. Değneyi doğrulttum, ateşte bir eğri sopayı ısıtarak doğrultmaya böyle denilir. Demek ki namaz insanı doğrultan bir işleve sahiptir.

Yine E’kame fiili de aynı cümle ile ifade edilir. E’kantül U’d, değneği doğrulttum. Yani değneği düzelttim. Arap dilinde es salâ nın; hem insanı dik tutan omurgaya, hem de ateşe veya ateşte doğrultmaya isim olarak verilmiş olması ilginçtir. 18 manası vardır aslında bu kökün 18 manası. Dua gibi daha sonradan kazandığı manalar yanında etimolojik köken itibarıyla ikinci gelen ata da musalli denilir. Yarışta 2. at. Bu ne demek? İzlemek, öndekinin peşinden gitmek, onu takip etmek.

Tabii size çok ayrıntılı teknik bilgiler vererek zamanımı doldurmak istemem. Fakat salât’ın nasıl anlaşılması gerektiğini, aslında namazın nasıl kılınması gerektiğini de bu köken bize çok güzel biçimde verdiği için bu malumatı vermek ihtiyacı hissettim.

Namazı doğrulturlar. Peygamberimiz de zaten namazı; direk olarak vasfetmiş. “Es salâtu imadud diyn.” Namaz dinin direğidir. Yani aslında salât insanı dik tutar. İnsanın Allah’a karşı esas duruşu. Allah’a karşı aşk hareketi olan secdeye vardırır, eşyaya karşı ise dik tutar, eğdirmez. Kula kul etmez. Kul olma makamında olanlar sadece mutlak İlah olan Allah’a kul olurlar. Namaz kime kul olacağını bilmektir. Kimin önünde eğileceğini bilmektir. Namazın insana kazandırdığı bilinç budur. Onun için namazı doğrulturlar. Ayağa kaldırırlar.

Belki burada destek manasına geldiği için desteği ayaklandırırlar gibi bir anlama da ulaşılabilir. Yani Allah’a karşı Allah’ın dinine, Allah’ın vahyine olan desteklerini önce namazla ifade ederler. “Ya rabbi, ben varlığımı senin vahyine, emrine adadım demek isterler bununla.

ve yü'tunez Zekâte zekâtı verirler. Yani arınmak ve yücelmek için ödenmesi gereken bedeli öderler. Unutmayalım bu surenin, Mekke döneminin 5 yada 6. yılında indiğini. Burada ki zekât fıkhi manada, paranın içinden verilen belli bir miktar olmaktan daha öte ve daha geniş bir anlamıyla insanın, başta mal olmak üzere ödemesi gereken her bedeli ödemesi gerektiği ifade buyrulur. Yani arınmak için yücelmek için, yükselmek için ödenmesi gereken hangi bedel varsa, neye sahipseniz ondan bedel ödersiniz.

ve hüm Bilahireti hüm yukınun yine onlar ahirete gönülden inanırlar. İkağn, yakıyn. Bilginin marifeti aşıp fehme ulaşarak karar kılması halidir. Yani bilginin sadece bir malumat olmaktan çıkıp anlayışta yerleşip kalpte düşünce ve bilinç mekanizmasında karar kılması halidir.

Burada imanla eş anlamlı kullanılmış, bir sonraki ayet dikkate alındığında orada da ahirete iman etmeyenlerden söz ediliyor ki, demek ki burada ahirete iman edenler, yürekten, bilerek iman edenler. Yani tesadüfen değil. Uydum kalabalığa cinsinden değil. Böyle bir hayat amaçsız olamaz. Eğer hayatın bir amacı varsa mutlaka bu hayatın bir hesabı da olmalı. İyi ve kötünün olduğu bir yerde, iyi ve kötüler birbirine karıştırılmamalı. İyi yapanlarla kötü yapanların akıbeti de bir olmamalı. Dolayısıyla hayatın hesabını verebileceğimiz bir hesap günü de olmalı. İşte bilgiye dayalı gaybe iman budur. Yani ikan budur. Ön bilgiye dayalı gayba iman, İkan.


Devam ediyor B sayfasına geçiniz

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder