16 Ekim 2012 Salı

İslamoğlu Tef. Ders. NEML (004-011)(118-B)



A sayfasından devam

4-) İnnelleziyne lâ yu'minune Bil ahireti zeyyenna lehüm a'malehüm fehüm ya'mehun;

Ölümsüz gelecek yaşamlarına iman etmeyenlere gelince; onların yaptıkları işleri kendilerine süsleyip (keyifli) gösterdik; artık onlar (hakikate) kör ve şaşkın, (ortalıkta) bocalar dururlar! (A.Hulusi)

04 - Çünkü Âhirete inanmayanların yaptıklarını kendilerine müzeyyen göstermişizdir de onlar ilerisini görmezler, kalpleri körelmiştir. (Elmalı)


İnnelleziyne lâ yu'minune Bil ahireti zeyyenna lehüm a'malehüm ahirete inanmayanlara gelince. Biz onlara yapıp ettikleri her bir şeyi süslemişizdir. Süslü göstermişizdir. fehüm ya'mehun bu yüzden onlar kuşku bataklığında körcesine, körü körüne debelenir dururlar.

İman gözü açar, inkar gözü kör eder. İmanın açtığı göz bu göz değil, basirettir, yani kalp gözü. İmansızlığın kapattığı göz de bu göz değil, yine basirettir. İç gözdür, iç görüyü kapatır. İnkar insanın iç dünyasına çöreklenmiş bir virüs bir mikroptur. Orayı tarümar eder, orayı mahveder. Burada da fehüm ya'mehun derken körlüğe bir atıf var. ameh, aslında bir çamura çöküp orada debelenmek, yani kuşku içinde çıkamayacak bir biçimde debelendikçe battığı bir çamura çökmek anlamına gelir. Baktığı yerde yaldız görür, fakat içini göremez. Dışını görür. Çünkü körlük içerden. İç göz olursa eşyanın içini görür. Dış göz dışını, bilinç içini görür. Eğer o olmazsa sadece dışını görür. Dışını gören aldanır, çünkü eşya dışından yaldızlanmıştır.

İşte burada süslenmek budur. Ayette ki zeyyanna lehüm, onlara süslü gösterdik, süsledik, albenili kıldık, cazip kıldık. Günahın dıştan bakınca cazibeli olması budur. Eğer böyle olmasaydı imtihan olmazdı. Eğer böyle olmasaydı gözle, daha doğrusu bakmakla görmek aynı olurdu. Her bakan görürdü eğer öyle olmasaydı. Oysa ki her bakan görmüyor. Hatta bazen gözü kör olanların gördüğünü gözü açık olanlar görmüyor. Onun için bakmakla görmek arasındaki fark, eşyanın dışı ile içi arasında ki fark gibidir. Dışı süslenmiştir günahın. Bu süse aldanan kör olanlardır. Yani iç gözü kapalı olanlar. Akıl yürütme yoluyla onun özüne ulaşamayanlar. Bilinci olmayanlar, sağlam bir bilgiye sahip olmayanlar. İşte böyle bir silsile halinde yukarıdaki ayetlerle bağlantı kurabiliriz.

Bilgiye dayalı imanı, cehalete dayalı, körü körüne inkar ya da inanç ne olursa olsun ayrı tutmak lazım. Ayrı tutuyor işte. Bilgiye dayalı iman, bilince dayalı iman. Eğer iman böyle bir bilgi ve bilince dayalı olursa baktığının kabuğunu aşar ve özüne ulaşır.


5-) Ülaikelleziyne lehüm suül azâbi ve hüm fiyl ahireti hümül ahserun;

İşte bunlar var ya, azabın kötüsü onlaradır! Gelecekteki yaşamda da en çok hüsrana uğrayacak olanlar onlardır! (A.Hulusi)

05 - Bunlar o kimselerdir ki kendilerine azâbın kötüsü vardır ve bunlardır ki Âhirette en çok hüsrana düşenlerdir. (Elmalı)


Ülaikelleziyne lehüm suül azâb azabın en kötüsüne duçar olacak olan kimseler işte bunlardır. ve hüm fiyl ahireti hümül ahserun ve onlar, evet onlardır en büyük kaybı yaşayacak olanlar.


6-) Ve inneke letülakkal Kur'âne min ledün Hakiymin 'Aliym;

Sen (şuurunla) kesinlikle Kurân'a, Hakiym ve Aliym'in ledünnünden (hakikatindeki Esmâ mertebesinden) nail olunuyorsun. (A.Hulusi)

06 - Ve emin ol ki sen bu Kur'an a ilmine nihayet olmayan bir hakîmin ledünlünden irdiriliyorsun. (Elmalı)


Ve inneke letülakkal Kur'âne min ledün Hakiymin 'Aliym ne var ki sen kuşkusuz bu Kur’an a her şeyi bilen o Hakiym’in sayesinde kavuştun. Vahyin kaynağına bir atıf var burada. Yani vahiy; vahyi alanın arzusuyla değil, vahyi verenin arzusu ile iner. Vahiy; Vahyi alan peygamberin isteğine göre değil, vahyi veren Allah’ın dileğine göre iner. Onun içinde isteyen peygamber olmaz. İstenilen ve seçilen, Allah tarafından seçilen, ıstıfa edilen peygamber olur. Ve buradan sözü Hz. Musa’nın vahyine getirecektir ayet. Onun için Resulallah’ın vahyi ile Hz. Musa’nı vahyi arasında bir irtibat kurulacaktır. Bu irtibat haddi zatında vahiylerin kaynağının hep aynı olduğunu, vahiylere yönelik itirazların da birbirine benzer olduğunu bize öğretecektir.


7-) İz kale Musa li ehlihi inniy anestü narâ* seatiyküm minha Bi haberin ev atiyküm Bi şihabin kabesin lealleküm tastalun;

Hani Musa kendi ehline: "Ben bir ateş algıladım... Ya ateşle ilgili bir haber getiririm yahut bir kor ateş getiririm belki ısınırsınız" dedi. (A.Hulusi)

07 - Hani bir vakit Musâ, ehline demişti: ben cidden bir ateş hissettim, ondan size bir haber getireceğim, yahut bir yalın şule alıp geleceğim, gerek ki bir ocak yakar ısınırsınız. (Elmalı)


İz kale Musa li ehlihi inniy anestü narâ hani bir zamanlar Musa ailesine; Gözüme bir ateş ilişti demişti. seatiyküm minha Bi haberin ev atiyküm Bi şihabin kabesin lealleküm tastalun belki ondan size bir haber getiririm, ya da bir ateş koru getiririm de siz bu sayede ısınırsınız demişti.

Hz. Musa’ya inen ilk vahyin kıssası Tâhâ/10 ayetinde yer alır zaten. Burada Hz. Musa’ya vahyin nasıl indiği, ilk vahyin iniş anı resmediliyor. Hz. Musa Medyen’den hem hocası, hem işvereni, hem de kayın pederi olan Hz. Şuayb’ın yanından evlenmiş, çoluk çocuğa karışmış bir halde yola çıkıp tam tiyh sahrasını geçerken işte orada, bugün tûr dağı diye bilinen, ki o bölgenin yüce bir tepesidir, o bölgede vahiy alır. O vahyi aldığı an vahiy tarafından resmediliyor.


8-) Felemma caeha nudiye en burike men fiynnari ve men havleha* ve subhanAllâhi Rabbil alemiyn;

(Musa) ona (ateşe) geldiğinde: "O ateşin içindeki de, onun çevresinde olan da mübarek kılınmıştır! Subhan Allâh âlemlerin Rabbidir!" diye hitap algıladı. (A.Hulusi)

08 - Derken vak tâ ki ona vardı şöyle nidâ olundu: haberin olsun mübarek kılınmıştır bu ateşteki kimse ve bunun havalisindekiler ve sübhandır o âlemlerin rabbi Allah. (Elmalı)


Felemma caeha nudiye en burike men fiynnari ve men havleha fakat oraya gelince kendisine şöyle seslenilir. Bu ışık kaynağı hem içinde, hem de etrafında olan herkes ise kutlu kılınmıştır. Yani hem içinde olan senin gibi, Harun gibi peygamberler için kutlu kılınmıştır, hem de etrafında yer alacak herkes için. Ben ışık kaynağı diye çevirdim oysa ki metinde harfiyen ateş geçiyor. Fakat burada ki nâr ateşin hem ışık verme niteliğine, hem de ısı verme niteliğine bir atıf olsa gerek.

Vahyin de böyle iki boyutu var. Ki girişte İsra/87. (Hayır İsra/82 olması gerek)ayetini okudum vahyin iki boyutu için. Adeta hem ışık verip insanın önünü aydınlatan bir ışık kaynağı, fakat doğru yaklaşmayan doğru bakmayan, iman etmeyen, güvenmeyen içinde hüsranını artıran bir ateş gibi algılanabilir.

ve subhanAllâhi Rabbil alemiyn ve Alemlerin rabbi olan Allah’ın şanı pek yücedir. Yani O yüce olan Allah’tan indirilmiştir bu vahiy. O’nun yüceliğinin en büyük ifadesi vahiy ile kullarına şefkat ve merhametini indirmiş olmasıdır.


9-) Ya Musa inneHU ENAllâhul 'Aziyzül Hakiym;

"Yâ Musa! Kesinlikle Ben O Allâh'ım Aziyz, Hakiym olan!" (A.Hulusi)

09 - Ya Musâ! hakikat bu: benim o azîz, hakîm Allah. (Elmalı)


Ya Musa inneHU ENAllâhul 'Aziyzül Hakiym ey Musa hikmeti ile muamele eden yüceler yücesi Allah var ya, işte o benim.


 10-) Ve elkı asâk* felemma reaha tehtezzü keenneha cânnün vella müdbiren ve lem yu'akkıb* ya Musa lâ tehaf inniy lâ yehafü ledeyYEl murselun;

"Asanı at!"... (Musa) asasının, sanki çevik bir yılan gibi hareket ettiğini görünce, geri dönüp kaçtı ve arkasına bakmadı... "Yâ Musa, korkma! Muhakkak ki benim katımda Rasûller korkmaz!" (A.Hulusi)

10 - Ve bırak asanı, derken onu çevik bir yılan gibi ihtizaz ediyor görüverince dönüp geri kaçtı ve arkasından bakmadı, ya Musâ, kokma, zira benim, korkmaz yanımda Resul olanlar. (Elmalı)


Ve elkı asâk şimdi elindeki değneği, asayı yere bırak. Hz. Musa Hz. Şuayb’ın yanında ki mesleği çobanlıktı. Değneğini de beraber getirmişti. O onu sıradan bir değnek olarak algılıyordu. Rabbimiz ona eşyanın hiç te göründüğü gibi sıradan olmadığını, aslında eşyanın içinde muhteşem potansiyel taşıyan birer potansiyel mucize olduğunu. Bu mucizeyi onun elinde bu potansiyeli kinetize ederek, açığa çıkararak gösterecekti. Onun içinde Musa’ya; eşyaya farklı bir yerden bakması, sadece göründüğü noktadan değil, özü itibarıyla, ki yukarıda görmekle bakmak arasındaki farkı izah etmiştik. Yani sadece bakan değil gören bir gözle bakmasını, öyle baktığında; bak nasıl eşyanın içinde muhteşem bir potansiyel barındırdığını gösterecekti. Ve işte o mucize sergileniyor.

felemma reaha tehtezzü keenneha cânnün vella müdbiren ve lem yu'akkıb fakat o asasının çevik ve kıvrak bir yılan gibi hızla aktığını görünce ardına bakmadan kaçmaya başladı.

Evet, elindeki asa ona göre bir değnekti.fakat değnek birden canlanmıştı. O, onun hızla hareket ettiğini gördüğünde kaçmaya başladı. Aslında birden çok nükte içeriyor. Birçok atıflar içeriyor bu ibare. Bunun içerdiği 1. atıf yukarıda söylediğim gibi eşyanın içinde muhteşem bir potansiyel var, eşyaya öyle sıradan bakma, kabuğuyla bakma. 2. firavunların kamçısına karşılık senin de asan var. seni firavuna peygamber olarak, davetçi olarak göndereceğim. Onun kamçısından korkma. Artık asa sahibisin. Elindeki asa firavun kamçısından daha güçlüdür eğer doğru kullanırsan, eğer adalet için kullanırsan, eğer hikmetle kullanırsan o asa firavunun kamçısını yenecektir.

Firavunun kamçısından söz edişim sembolik bir söz değil, tüm firavunların heykellerinde açıkça görüleceği gibi tek ellerinde kamçı, diğer ellerinde halkalı bir haçla firavunlar heykellerini yaptırırlardı. Bugüne kalan tüm heykellerde bunu görmek mümkündür. O kamçı firavunun halk üzerinde ki ceberutluğunu, otoritesini ve baskısını temsil ederdi.

Burada cânnün diye, nekira olarak, belirsiz olarak geçen yılan, Şuârâ suresinde suresinde sü’ban diye geçer. Büyük yılan. Buradaki keenneha cânnün ile araf ve Şuârâ daki sü’ban sanki birbirinin zıddı gibi. Bunu Razi başta olmak üzere birçok müfessir şöyle izah etmişler. Büyük bir yılandı fakat sanki küçük bir yılan gibi çevik hareket ediyordu, hızla akıyordu şeklinde. Bu böyle de anlaşılabilir.

Buradaki “kâf” teşbih edatı farklı bir biçimde de anlaşılabilir ki görünen nesnenin niteliğine değil, gören öznenin algısına yönelik müdahale olarak ta anlaşılabilir. Yani keenneha cânnün sanki o yılandı, sanki o çevik bir yılan gibiydi. Bu ibare 2. şekilde görülen nesnenin mahiyetinde ki değişiklik değil aslında, gören öznenin bakışındaki, algısındaki müdahale şeklinde. Yani ilahi müdahale görenin algısına yönelik. Görenlerin algısına müdahale edilmiş, onlar keenneha cânnün sanki onu bir yılan gibi algılamışlardı biçiminde de anlaşılabilir. Yani iki anlayışta muteberdir ve geçerlidir ve iki anlayışta da mucizenin mucizeliğinden hiçbir şey eksilmez.

ya Musa lâ tehaf inniy lâ yehafü ledeyYEl murselun Allah buyurdu ki ey Musa korkma. Çünkü benim huzurumda elçiler korkuya kapılmazlar.


11-) İlla men zaleme sümme beddele hüsnen ba'de suin feinnİY Ğafûrun Rahıym;

"Ancak (nefsine) zulmeden müstesna! (Zulümden) sonra yaptığı kötü davranışı düzelten kişi için ise ben Ğafûr'um, Rahıym'im." (A.Hulusi)

11 - Ancak zulmeden sonra da kötülüğün arkasından güzelliğe tebdil eyleyen başka, ona da ben gafûr, rahîmim. (Elmalı)


İlla men zalem ancak zulme bulaşanlar hariç. Zulme bulaşanlar diye çevirdim çünkü buradaki ima Hz. Musa’nın daha önce karıştığı kazalı cinayet olayıdır. Yani bir yumrukla kazaen öldürülen o adamın cinayetine karışma olayına bir atıf vardır. Fakat bu atıf nasıl tamamlanıyor; sümme beddele hüsnen ba'de suin feinnİY Ğafûrun Rahıym fakat o kötülüğün ardından gidişatlarını iyi yönde değiştirirlerse unutmasınlar ki ben merhameti sınırsız bir bağışlayıcıyım. Yani bağışlarım. Yeter ki değiştirsinler gidişatlarını, af dilesinler, Allah’a yani bana yönelsinler, o zaman onları ter temiz ederim.

Hz. Musa’nın karıştığı o kazaya yönelik bir atıf içerdiği açık ve tabii ki tevbeye bir atıf. Yani ey Musa sen Allah’tan gönülden tevbe ettin ve halini düzelttin. Yanlışını savunmadın, yani Adem gibiydin, sen Adem’in izini takip ettin şeytanın değil. Adem hata yaptı fakat hatasını anladı ve itiraf etti vazgeçti adam oldu. Şeytan hata yaptı, hatasını savundu şeytan oldu, iblis oldu.

Onun için sen Adem’in izini talip ettin şeytanın değil onun içinde sen korkma, yani korkmana bir gerekçe yok. Tertemiz eder Allah. Burada tevbenin insanı nasıl temizlediğinin tipik bir örneği gösteriliyor ve aynı zamanda bir insan eğer tevbe etsem dahi yine de kiri ve izi kalacak, yine de ben saf ve temizler arasına karışamayacağım düşüncesinde ise ona bak tevbe edeni Allah peygamber seçmiştir. Yani işlediği bu hataya rağmen, zaten bu hataya ilişkin Hz. Musa’nın tevbesinden farklı surelerde söz edilir. Bu hataya ilişkin Musa’nın tevbesi Musa’yı peygamber seçmemiz konusunda belki de bir vesile oldu.

İşte arkadan gelecek ayette aslında bu tevbenin sembolik değeri konusunda muhteşem bir insana görüş ve bakış açısı sunuyor. Nedir o? Okuyalım;


Devam ediyor C sayfasına geçiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder