23 Ekim 2012 Salı

İslamoğlu Tef. Ders. NEML (036-039)(119-B)



A sayfasından devam

36-) Felemma cae Süleymane kale etümidduneni Bi mal* fema ataniyAllâhu hayrun mimma ataküm* bel entüm Bi hediyyetiküm tefrehun;

(Hediye getiren elçiler) Süleyman'a geldiğinde, (Süleyman) dedi ki: "Beni mi hediyenizle durdurtacaksınız? Allâh'ın bana verdiği, size verdiğinden daha hayırlıdır! Hediyeniz sizin gibileri mutlu eder!" (A.Hulusi)

36 - Bunun üzerine gönderilen Süleyman’a vardığı vakit siz, dedi: mal ile bana imdat mı ediyorsunuz? Bakın Allahın bana verdiği size verdiğinden daha iyi, hayır siz hediyenize güveniyorsunuz. (Elmalı)


Felemma cae Süleymane kale etümidduneni Bi malin Sebe kraliçesinin elçisi Süleyman’a gelince o şöyle dedi. Güya servetle beni desteklemiş mi oluyorsunuz?

Hz. Süleyman’ın verdiği ders, bambaşka bir ders. Yani paranın satın alamayacağı şeyler vardır. Yüksek servet akide deki yoksullaşmayı kapatamaz. Verdiği derslerden biri bu. Yani beni desteklemiş mi oluyorsunuz servetle. Oysa ben sizi imanla desteklemek istiyorum. Yani benim size sunduğum en büyük hediye imana davet. Dolayısıyla sizin servetiniz akidenizde ki fukaralığınızı örtmüyor, yoksulluğunuzu kapatmıyor demeye getiriyordu. Devam ediyor;

fema ataniyAllâhu hayrun mimma ataküm Ama Allah’ın bana verdiklerinin, sizin bana verdiklerinizden kat kat daha hayırlı olduğunu biliniz. 15. ayete dikkatinizi çekerim. Bu ayette özel bilgi, özel bir ilim verildiği ifade buyruluyordu Hz. Süleyman’a ve tabii ki Hz Davud’a da ve yine ayrıca hüküm verildiğini söylüyordu Kur’an enbiya/79. ayetinde. Ki Hz. Süleyman’a özel bilgi ve hüküm, yani muhakeme yeteneği verilmişti. Daha başka şeylerde verilmişti ki o şeyler burada gözüküyor. Yani hayvanların mantığını okuma yeteneği verilmişti.

Aslında o özel bilginin bir boyutuydu bu. Onun için diyor bana verilen nübüvvet, bana verilen bilgi, bana verilen hüküm senin dünyayı bana vermenden çok daha hayırlıdır. Çünkü rabbim benim için hayırlı olanı verdi. Aslında ben de bir Kralım, benimde servetim var. Fakat ben servetle övünmüyorum. Ama bilgiyi gerçek bir servet olarak görüyorum. Muhakeme yeteneğini gerçek bir servet olarak görüyorum ve bunları hiçbir şeye değişmediğimi söylüyorum demek istiyordu.

bel entüm Bi hediyyetiküm tefrehun ve şöyle tamamlıyordu sözünü. Bilakis sunduğunuz hediyeler, armağanlar sizin gibileri sevindirir diyordu. Yani nereden baktığınıza bağlı kimin ne ile sevindiğine bakınız, onun nereden baktığını öğreniniz. Kimi ne satın alır, kimin gönlünü ne eğler. Haydi Kur’an ın ifadesi ile soralım kimi ne tatmin eder. Ya eyyetühen Nefsül Mutmainneh. (Fecr/27) ey tatmin olmuş nefis. Tabii nesnesi yok cümlenin. Neyle tatmin olmuş. Ama biz anlıyoruz o nesneyi. Yani Allah’ın rızası ile, cennetle tatmin olmuş. Bunun anlamı şu; cennetten daha aşağısına satılmamış olan nefis. Allah rızasından daha aşağına fiyat biçmemiş olan nefis.

İşte bu. Onun için Hz. Süleyman bize bir bakış açısı öğretiyor. Tabii Belkıs’a da, Belkıs’ın adamlarına da bir bakış açısı öğretiyor. İnsan neye giderse ucuz gitmez. İnsanın değerini kim takdir eder onu söylüyor.


37-) İrcı' 'ileyhim felene'tiyennehüm Bi cünudin lâ kıbele lehüm Biha ve le nuhricennehüm minha ezilleten ve hüm sağırun;

"Geri dönün onlara (bildirin)... Yemin ederim ki, karşı çıkamayacakları ordularımla gelirim ve oradan onları âcizler ve aşağılanmışlar olarak çıkarırım!" (A.Hulusi)

37 - Dön onlara, vallahi karşı gelemeyecekleri ordularla varırım da oradan kendilerini zilletler içinde hor, hakir oldukları halde çıkarırım. (Elmalı)


İrcı' 'ileyhim felene'tiyennehüm Bi cünudin lâ kıbele lehüm Biha ve le nuhricennehüm minha ezilleten ve hüm sağırun seni gönderenlere dön ve Allah’ın şu buyruğunu onlara ilet. And olsun karşı konulmaz bir ordu ile biz onların üzerine yürüyeceğiz ve elbette onları küçük düşürülmüş bir halde hor ve hakir olarak oradan çıkaracağız.

Bu cümlede aslında Allah’ın şu buyruğunu ilet ibaresinin karşılığı yok. Yani onsuz bir metin bu. Fakat o ibareyle birlikte anlamamızı mümkin kılacak işaretler var, delaletler var. Nedir onlar? Bu cümlenin öncesinden ve sonrasından bağımsız olarak bu cümlede zamirler birden bire azamet zamirine değişir. Yani “Na” biz. Oysa ki öncesinde doğrudan 1. tekil zamirlerle Hz. Süleyman’a giden zamirlerle konuşuluyordu. Fakat “nun” ile, sonrasında da aynı. Ama bu cümleye gelince azamet zamiri dediğimiz, saygı zamiri dediğimiz Cenab-ı Hakkın kendisine atfettiği fiillerde sık kullandığı “na” zamirini görüyoruz. Yani felene`tiyennehüm, velenühricennehüm. Burada biz zamiri. Yani oradaki isimle, buradaki fiiller fiili muzari olduğu için, mazide “na” gelir. Muzaride ise “nun” gelir. “Nun” ona bedel olarak gelir. Yani biz çıkaracağız, biz gireceğiz, biz çıkaracağız ibareleri haddi zatında bu cümlede hitabın Hz. Süleyman’a değil de Allah’a oluşunun delili olarak rahatlıkla okunabilir.

Bunun tabii ahlaki bir iması da var. Bu menkıbevi kıssanın dili oldukça tevriyelidir demiştim. İşte bu tevriyelerden biri bu. Yani Hz. Süleyman muhatabını Allah adına davet ediyor, Allah adına korkutuyor, ki zaten Belkıs demişti bir kral, ya da krallar, yöneticiler ülkelere zorla girdiklerinde orayı helak ederler, oranın izzetli insanlarını zilletli hale getirirler demişti ya. Aslında bu bir kınamaydı tabii. Hz. Süleyman’ı bir peygamber olarak bununla tehdit etmesi düşünülemez. Kaldı ki Bakara suresinde ve başka surelerde gelen ayetlerde de hiçbir şekilde durduk yerde bir saldırıyı Kur’an ın tecviz (izin) etmediğini cevaz vermediğini görüyoruz.


 38-) Kale ya eyyühel meleü eyyüküm ye'tiyniy Bi arşiha kable en ye'tuniy müslimiyn;

(Süleyman ileri gelenlerine) dedi ki: "Ey önderlerim... Onlar, teslim olmak üzere gelmeden önce, onun tahtını hanginiz bana getirir?" (A.Hulusi)

38 - Ey heyet, dedi: kendileri teslim olarak bana gelmezden evvel o kadının tahtını bana kim getirir? (Elmalı)


Kale ya eyyühel meleü eyyüküm ye'tiyniy Bi arşiha kable en ye'tuniy müslimiyn Süleyman, Kraliçenin davete icabet edeceğini anlayınca. Yani burada sözün akışı içerisinde Kıssa atlayıverdi. Aradaki boşlukları atladı ve yeni bir sahneyi gündeme getiriyor. Biz o aradaki boşluğu böyle anlıyoruz. Yani arada elçiler gitti geldi ve en sonunda Kraliçe daveti kabul etti. Kendisi bizzat gelmeyi kabul etti. İşte bunu anlayınca Hz. Süleyman dedi ki siz ey maharetli kişiler, ey danışmanlar, ya da ey maharetli kişiler. Ki burada bu bağlamda elinden iş gelen, çok özel yeteneği olan kimseler manası vermemiz daha uygun olur. Ey maharetli kişiler, onlar gönülden teslim olmak üzere, yani tamamen teslim olmak üzere bana gelmeden önce onun tahtını bana aranızdan kim getirir. Dedi.

Burada ki kable en ye'tuniy müslimiyn yine tevriyeli. Bana tam bir teslimiyetle teslim olmadan önce manasına geleceği gibi Müslüman olmadan önce, Müslüman olmak için gelmeden önce anlamını da verebiliriz. Onun için, onun tahtını bana kim getirir dedi.

Taht iktidar gücünü simgeler. Bu ayette alınacak ahlaki ders şu; Dünyevi iktidar geçicidir. Mutlak iktidar sahibine teslim ol ki ahiret iktidarı senin olsun. Taht; bir Kral, bir kraliçe için iktidarın simgesidir. Tahtını kaybetti deriz mesela. Aslında tahtını kaybetmemiştir. Yani kaybolan bir şey yoktur ortada. Taht orada duruyordur. Fakat iktidarını kaybetmiştir. Tahta oturdu deriz. Belki tahta falan da oturmamıştır. Ama oturduğu şey iktidardır. Yani o iktidarı temsil eder.

Dolayısıyla burada tahtın getirilmesi, onu iktidarından arındırmak, onu dünyevi iktidardan etmek. Niçin ne maksatla? Gerçek iktidarı göstermek için. Yani Allah’ın mutlak iktidarına boyun eğdirmek için onun dünyevi iktidarını bir anlığına elinden almak. Bu tahtın gelişinden sembolik olarak okuduğumuz kıssadan hisse bu olsa gerek.


39-) Kale 'ıfriytün minel cinni ene atiyke Bihi kable en tekume min mekamik* ve inniy aleyhi le kaviyyün emiyn;

Cinn'den bir ifrit dedi ki: "Sen yerinden ayağa kalkmadan önce onu sana getiririm... Bu iş için yeterli güce sahip olduğuma güvenebilirsin." (A.Hulusi)

39 - Cinden bir ifrit, ben, dedi: onu sana sen makamından kalkmazdan evvel getiririm ve her halde ben buna karşı kuvvetli bir emînim. (Elmalı)


Kale 'ıfriytün minel cinni ene atiyke Bihi kable en tekume min mekamik* ve inniy aleyhi le kaviyyün emiyn cinlerden, yani görünmez varlıklardan, şeytani maharette biri. Sen daha oturduğun yerden kalkmadan onu sana getiririm. Çünkü bu konuda ben güvenilir bir güç sahibiyim dedi.

‘ıfrit, aslında ‘el afer kökünden türetilir bu kelime toprak demektir. ‘el afer. Hatta ‘afirehu ifadesi Arap dilinde güreşte rakibinin sırtını yere getirdi manasına gelir. Tüm anlamları olumsuzdur. Lügatlere baktığımızda bu kelime ‘ifriyt olumsuzdur. Olumsuz çağrışımlar yüklüdür. Şeytani bir deha sahibi, şeytani bir güç sahibi. Hatta Elmalı’nın dediği gibi şeytani desiselere sahip acayip bir kerata diyor Elmalılı bunu açıklarken. Yani acayip bir kerata. Şeytani bir dehaya sahip, yani tuttuğunu koparacak. Ki Ragıp El Isfahani’nin el müfredatında bunu görüyoruz zaten bu manaların hepsini.

İşte burada yine simgesel bir öğüt verilmeye çalışılıyor o da şu; tüm çağrışımları kötü, olumsuz olabilecek bir ‘ıfriyd, yani şeytani zekaya sahip biri de iktidarı ele geçirebilir. İktidarı ele geçirmek iktidar sahibine şeref ve onur yüklemiyor. Onun haklı olduğunun garantisi değil. Hiçbir iktidar, iktidara oturanın haklı olduğunun garantisi değil. Bak, şeytani zekaya sahip bir ifrit bile senin tahtını, iktidarını ele geçirebilir. Onun için eğer sen iktidardan alıyorsan haklılığını, gücünü; güvenme. O gittiğinde senin her şeyin gitmiş olur. Ama gücünü imanından alıyorsan, erdeminden alıyorsan, Allah ile ilişkinden alıyorsan, gerçek iktidara yaslanmışsan hangi şeytani deha senden onu soyutlayabilir ki. İşte aslında verdiği muhteşem ahlaki öğütler var bu menkıbevi kıssanın.


Devam ediyor C sayfasına geçiniz

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder