8 Kasım 2011 Salı

İslamoğlu Tef. Ders. Yunus (052-055)(69-B)



A sayfasından devam


        52-) Sümme kıyle lilleziyne zalemu zûku azâbel huld* hel tüczevne illâ Bima küntüm teksibun;

        Sonra zulmedenlere: "Sonsuz azabı tadın!" denildi... "Sadece yapmış olduklarınızın getirisi olarak sonuçlarını yaşamıyor musunuz?" (A.Hulusi)

        52 - Sonra denilecek o zulüm edenlere ki tadın bakalım huld azâbını, vakti ile kazandığınızdan başka bir sebeple cezalandırılacak değilsiniz? (Elmalı)


        Sümme kıyle lilleziyne zalemu zûku azâbel huld sonra bilinci ters dönmüş kimselere denilecek ki; tadın bitimsiz azabı. hel tüczevne illâ Bima küntüm teksibun; kazanıp durduğunuz şeyler dışında bir karşılık mı bekliyordunuz. Ne yani, beklediğiniz karşılık kazandıklarınızdan başka mı olacaktı.

        Ayette ki; elleziyne zalemu yu, bilinci ters dönmüş kimseler diye çevirdim. Zulüm bir şeyi yerinden etmektir. Bilincin ters dönmesi sonucunda ancak insan hakikati ters algılayabilir. Hakikati ters algılarsa, bilinç ters dönerse hakikati ters algılar. Hakikati ters algılarsa ne mi olur? Geçici; kalıcı gibi gözükür, kalıcı; geçici gibi. Yüce; alçak gözükür, alçak; yüce. Adi; değerli gibi gözükür, değerli; adi. Ebedi olan; geçici olan gibi gözükür, geçici olan; ebedi. Onun için bilinç ters dönmeye görsün; dünya ile ahireti takas eder insan. Ebedi mutluluğu geçici hazza takas eder. Geçici hazzı ebedi mutluluğa tercih edecek kadar ahmaklaşır. Onun için burada ki zulmü, yani bilinci ters dönmüş olanları. Zulmü böyle çevirdim ki daha iyi anlaşılsın diye. Zaten zulüm sözcüğünün kök anlamı da budur.


        53-) Ve yestenbiuneke ehakkun hu* kul iy ve Rabbiy innehu lehakkun ve ma entüm Bi mu'ciziyn;

        "O (azap) gerçek midir?" diye senden haber isterler... De ki: "Evet, Rabbim hakkı için o elbette gerçektir! Siz bundan kaçıp kurtulamazsınız!" (A.Hulusi)

        53 - Sahih doğru mu bu? Diye senden istifsar ediyorlar, de ki: evet, rabbime kasem ederim ki o, dosdoğru, ve siz bundan yakayı kurtaramazsınız. (Elmalı)


        Ve yestenbiuneke ehakkun huve tutup bir de seni; “şimdi bu gerçek mi yani.” Diye sorguluyorlar. kul iy ve Rabbiy innehu lehakkun ve ma entüm Bi mu'ciziyn; De ki; Kesinlikle, kesinlikle, rabbim hakkı için gerçeğin taa..! kendisidir bu. Üstelik sizler büyük sorgulamayı asla atlatamayacaksınız.

        Bir ima var;  Ve yestenbiuneke seni sorguluyorlar diye çevirdim. Buradan böyle çevirimin maksadı biraz da ayetin sonuna uysun diye. Sana soruyorlar, senden cevap istiyorlar diye de çevrilebilir. Fakat sorgular gibi bir soru bu. Yani sıradan öğrenmek için bir soru değil, yani bu şimdi gerçek mi diye soruyorlar. İnkar etmek için, belki biraz da alaya almak için soruyorlar. Fakat vahiy onlara diyor ki; siz peygamberi sorgulamayı bırakın, yarın büyük sorguda ne cevap vereceğinizi hazırlayın, asıl ona hazırlanın. Çünkü bir gün geliyor ki o sorguyu asla, ve ma entüm Bi mu'ciziyn asla atlatamayacaksınız. O büyük sorgulamayı. Dünyaları vermek isteyeceksiniz, fakat yine de beni geçin diyemeyeceksiniz. Sizi kimse geçmeyecek, görmezden gelemeyecek, rüşvet sunamayacaksınız. Buyurun, hemen arkadaki ayet bunu söylüyor;


        54-) Velev enne likülli nefsin zalemet ma fiyl Ardı leftedet Bih* ve eserrun nedamete lemma raevül azâb* ve kudiye beynehüm Bil kıstı ve hüm lâ yuzlemun;

        (Kendine) zulmetmiş her nefs (bilinç), eğer yeryüzünde bulunan her şeye sahip olsaydı, elbette onu fidye olarak vermek isterdi! Azabı gördüklerinde pişmanlıklarını göstermeye hâlleri kalmaz! Aralarında hak ettikleriyle hükmolunmuştur... Hak ettiklerinin dışında bir şey yaşamazlar! (A.Hulusi)

        54 - Zulmetmiş olan her nefis bütün Arzdakine malik olsa idi, azâbı gördükleri vakit hepsi içten içe nedamet ederek kendini kurtarmak için onu fedâ ederdi, fakat beyinlerinde kaza, adalet ile imza edilmiştir, hiç birine zulmedilmez. (Elmalı)


        Velev enne likülli nefsin zalemet ma fiyl Ardı leftedet Bih bilinci ters dönmüş her birey, likülli nefsin zalemet bilinci ters dönmüş her birey, nefsi; birey olarak çevirdim. Bugünkü modern birey tam da nefse tekabül ediyor çünkü. Bilinci ters dönmüş her birey. Eğer yer yüzünde ki her şey kendisinin olsa, onun hesap günü kurtuluş akçesi olarak vermek isterdi.

        Evet, geldi. Biraz önceki ayetin devamı olan bir ibare bu. Müstakil bir ayet ama mana devam ediyor. Adeta onun bir cevabı gibi. Kaçamayacaksınız, atlatamayacaksınız demişti. Sorguyu, hesabı. Neden, kişi neden hesap vermekten çekinir ki, neden kaçar ki hesaptan. Hesabını veremeyecek bir hayat yaşayanlar hesap vermekten kaçarlar. Fakat hesap vermekten kaçmak için ne büyük fedakarlıklara katlanacağını bu ayet söylüyor. Eğer dünya kendilerinin olsaydı, tüm dünyaların hazineleri onların olsaydı yine de hesaptan kaçmak için bunu vermekten çekinmezlerdi.

        İyi de burada şöyle bir soru sormak gerekmiyor mu. Yer yüzünün tüm hazinelerini vermeniz gerekmiyor yaşarken, küçük şeyler vereceksiniz ve hesabı kolay vereceksiniz. Küçük şeyler, sahip olduğunuzun bir kısmını. Hayatınızın bir kısmını, çoğunu kendinize ayırıyorsunuz. Servetinizin bir kısmını, zamanınızın bir kısmını, bilginizin bir kısmını. Bakınız, kocaman sınırsız bir mutluluğu satın alacaksınız. Ama yarın, zaten sahibi değilsiniz de, sahip olsanız dahi, yer yüzünün hazinelerini verseniz yine alamayacağınız şeyler bunlar.  Onun için ahirette ki büyük pişmanlığı bundan daha güzel ifade etmek mümkün değil.

        ve eserrun nedamete lemma raevül azâb asıl onlar en derin nedameti, en derin pişmanlığı, azabı görünce taa..! içlerinde yaşayacaklar.

        Bir de daha ötesi varmış, ayet iki bölümden oluşuyor;

        1 – Hesabı vermemek, daha doğrusu sorguya çekilmemek için çaba gösteren bir zulmetmiş kişilik duruyor,

        2 - Bir de sorguya girmemeyi beceremedi, ama sorgudan kaybederek çıktı. Artık mahkum oldu. asıl pişmanlığı o zaman yaşayacağını öğreniyoruz.

        Eserra kelimesi ve eserrun nedamete asıl pişmanlıklarını, en derin pişmanlığı içlerine gömecekler diye de çevirebiliriz. Eserra; sır, yani gizlemek kökünden gelen bir kelime. Razi ve Beyzavi’ye göre zıt anlamlı müşterek bir kelime imiş. Onlar da Ebû Ubeyde Ma’mer b. el-Müsennâ’dan naklederler bunu. Fakat büyük dilcimiz Ferra, Ebu Übeyde’ye ciddi bir itiraz yöneltir ve der ki; Bu kelimenin zıt anlamlı müşterek bir kelime olduğu gerekçesi olan şiir yanlış okunmuştur, hatalı okunmuştur der. Dolayısıyla bu kelime; hem gizlemek, hem açıklamak anlamına gelmez, yani onlar pişmanlıklarını açıklayacaklar manası veremeyiz der.

        Ben burada ki eserra yı yanlış anlamayı önlemek için ille gizlemek ya da açıklamak manasına değil, derin bir pişmanlık, yani pişmanlığı taa..! iliklerine kadar duymak anlamı verdiğimizde bu problemin kalktığını düşündüğüm için öyle anlam verdim. Taa..! iliklerine kadar pişman olmak. Yoksa bilinçli bir gizleme değil ama, iki ayaklı pişman olmak. Öyle bir pişmanlık ki, hani Kur’an da Furkan suresinde olacak yanlış hatırlamıyorsam

        ..yevme ye'adduzzâlimü alâ yedeyhi yekul.. (Furkan/27)

        Öyle bir pişmanlık tanımlıyor ki Kur’an, tasvir ediyor ki bu tasvir müthiş. O pişmanlık sahibine dişlerini elinin kemiğine geçirtecek diyor. Bu tasvir müthiş. İşte bu pişmanlık. Dişini pişmanlıktan dolayı elinin kemiğine geçirmiş biri hangi pişmanlığı açıklayacak, bu aslında açıklamak değil midir. Daha nasıl açıklayabilir ki. Ağzın konuşmadığı bir yer orası, orası ağızların susup eylemin konuştuğu, ellerin konuştuğu, ayakların şahitlik yaptığı bir yer. Onun için burada ki pişmanlık ille de açıklanması, sözle açıklanması gerekmeyen fakat çok derinlerde yaşanan bir pişmanlık.  

        ve kudiye beynehüm Bil kıstı ve hüm lâ yuzlemun; ne ki onların aralarında tam bir adaletle hükmolunacak ve onlara hiç haksızlık yapılmayacak.

        Niçin haksızlık yapılsın ki zaten onlar zulmetmiş olanlar değiller miydi. Onlar kendi kendilerine kötülük ettiler. Allah onlara kötülük etmez, Allah onlara azap etmedi, onlar kendi kendilerine etti. Peygamber Rabbini böyle okuyor.

        - Hakkul ibad alellah ella yüazzibehum.
       
        Ya Muaz diyor, Ya Muaz Allah’ın kulları üzerinde ki hakkı nedir biliyor musunuz..! Uzun bir sükut, yine bir sükut, yine bir sükut.

        - O’na ortak koşmamaları, O’nun olan bir vasfı başka bir şeye yakıştırmamaları.

Bu sefer tersini soruyor.

- Ya Muaz, ya kulların Allah üzerindeki hakkı nedir?

- Allahu ve Resulühu alem..! Allah ve resulü en iyisini bilir diyen Muaz’a uzun bir sükutun arkasından gelen peygamberi cevap, nebevi cevap şu;

- Ella yüazzibehum. Onlara azap etmemesi.

Oysa Kur’an da bir çok azap ayeti okuyoruz. İşte peygamber bunları böyle okuyor, böyle yorumluyor. Allah’ın azabı geçen ayetlerin hiç birisi böylesine doğrudan bir azap olarak anlaşılmaz. Onlar kendi kendilerine azap edenlere Allah’ın müdahale etmeyeceği şeklinde anlaşılır. Yani eğer kendinize ille ve ısrarla azap etmek istiyorsanız, kötülük etmek istiyorsanız o zaman ben önünüze durmayacağım şeklinde anlaşılır, anlaşılmalıdır.

ve hüm lâ yuzlemun; hiç zulmedilmeyecek onlara. Çünkü onlar zaten kendi kendilerine zulmetmiş olanlardır.


        55-) Ela inne Lillâhi ma fiys Semavati vel Ard* ela inne va'dAllâhi Hakkun ve lakinne ekserehüm lâ ya'lemun;

        Kesinlikle bilin ki, semâlar ve arzda ne varsa, muhakkak ki Allâh içindir (O'nun Esmâ'sının işaret ettiği mânâların açığa çıkışıdır). Kesinlikle bilin ki Allâh'ın bildirimi Hak'tır... Fakat onların çoğunluğu bilmezler. (A.Hulusi)

        55 - Uyan Göklerde ve Yerde ne varsa Allah’ındır, uyan Allahın vaadi muhakkak haktır ve lâkin ekserisi bilmezler. (Elmalı)


        Ela inne Lillâhi ma fiys Semavati vel Ard unutmayın ki göklerde ve yer yüzünde bulunan her şey Allah’a aittir. ela inne va'dAllâhi Hakkun unutmayın ki Allah’ın vaadi kesinlikle gerçekleşecektir. ve lakinne ekserehüm lâ ya'lemun; ve fakat onları çoğu bunun bilincinde değildir. Onların çoğu bu gerçeği göz ardı ederler. Zaten inkarda direnen insan eğer bu gerçeği göz ardı etmese Allah’a asi olmaz. İnkarında direnmezdi. Kendi kendisine yabancılaşmayan Allah’a nasıl yabancılaşsın. Kendi kendine yabancılaşan Allah’la nasıl tanışsın. Onun için onlar hakikate karşı da yabancılaştılar. Onun için var oluşun en kesin yasalarına karşı bile yabancılaşıyorlar. Görmezden geliyorlar. Örneğin her doğanın  öleceği kesin bir yasadır. Fakat nedense ölümsüzmüş gibi davranırlar. İşte yabancılaşmanın en kesin ve keskin hakikate karşı yabancılaşmak demeye geldiğinin çok tipik bir örneği bu.


Devam ediyor C sayfasına geçiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder