3 Kasım 2011 Perşembe

İslamoğlu Tef. Ders. Yunus (032-037)(68-D)


C sayfasından devam


32-) Fe zâlikümullâhu RabbukümülHakk* femazâ ba'del Hakkı illedDalal* feenna tusrafun;

İşte Allâh! Hak olan Rabbiniz... Gerçek olan dışında kabulleneceğiniz, dalâlden (sapık fikirden) başka ne olabilir? (O hâlde) nasıl saparsınız? (A.Hulusi)

32 - İşte o Allah, sizin hak rabbiniz; haktan sonra da dalâlden başka ne vardır? O halde nasıl çevrilirsiniz? (Elmalı)


Fe zâlikümullâhu RabbukümülHakk halbuki, işte bu Allah’tır sizin biricik, gerçek rabbiniz. femazâ ba'del Hakkı illedDalal* feenna tusrafun; ve söyler misiniz hakikati çıkarsanız geriye sapıklıktan başka ne kalır. Şu halde nasıl yüz çevirebiliyorsunuz.


33-) Kezâlike hakkat kelimetü Rabbike alelleziyne feseku ennehüm lâ yu'minun;

İşte böylece, Rabbinin inancı bozuk olanlar hakkında: "Onlar iman etmezler" sözü gerçekleşmiştir. (A.Hulusi)

33 - Öyle büsbütün haktan çıkmış fasıklara rabbinin kelimesi şöyle Hakk oldu: onlar artık imana gelmezler. (Elmalı)


Kezâlike hakkat kelimetü Rabbike alelleziyne feseku ennehüm lâ yu'minun; işte böylece yoldan iyice sapmış olanlar için rabbinin sözünün hakikat olduğu ortaya çıkmış oldu. Nedir bu söz; Onlar inanmayacaklar. Bu ortaya çıktı. Neden rabbinin sözü vardı. Aslında bu sözü yasa olarak anlayabilirsiniz. İnsan psikolojisine ilişkin ilahi yasa. Tanrı atama yetkisini kendisinde görenler inanırlar mı, hiç aşkın bir Allah’a inanırlar mı. Onlar eşyaya tanrılık vasfı vermeyi kendi yetkilerinde görürken nasıl Allah’a inanacaklar. Bu muhal bir şeydir. İşte Allah’ın sözünden kasıt bu ilahi yasadır. Bu bir insan psikolojisi ile ilgili ilahi bir kanundur.


34-) Kul hel min şürekâiküm men yebdeül halka sümme yu'ıydühu, kulillâhu yebdeül halka sümme yu'ıydühu feenna tü'fekûn;

De ki: "Ortak koştuklarınızdan, tüm yaratılmışları ibda edip (açığa çıkartıp), sonra onu iade eden (aslına rücu ettiren) kimse var mı?"... De ki: "Allâh tüm yaratılmışları ibda eder (açığa çıkartır), sonra onu iade eder (aslına rücu ettirir)... Nasıl döndürülüyorsunuz?" (A.Hulusi)

34 - De ki: sizin şeriklerinizden halkı ilkin yapacak sonra da çevirip yapacak var mı? De ki Allah, halkı iptida yapar sonra çevirir yine yapar, artık nasıl saptırılırsınız. (Elmalı)


Kul hel min şürekâiküm men yebdeül halka sümme yu'ıydüh sor onlara hayatı yoktan var edipte sonra o yaratışı sürekli yenileyen kimse ortak koştuklarınızdan biri midir..!

Hiçbir müşrik putuyla, putlaştırdığı ile ontolojik bir bağ kuramaz sevgili Kur’an dostları. Yani var oluşsal bir bağ kuramaz. Hiçbir puta tapar, putlaştırdığı bir objeyi, kendi ile o obje arasında kendi varlığına ilişkin herhangi bir şeyi borçlu olmadığını bilir. Hangi putperest taptığı puta var oluşunu borçlu olduğunu düşünür ki. Gözünü, kulağını, hayatını, yüreğini, nefesini, geçmişini, geleceğini, duygusunu düşüncesini, aklını, nesini ona borçlu olduğunu düşünür ki..!

Peki, aslında kulluk size her şeyi verene teşekkür etme makamı değil midir. Eğer hiçbir şeyinizi borçlu değilseniz neden tapasınız ki..! İşte onun için Allah’a kulluk etmekten kaçanlar, kendilerine sahte tanrılar edinenler, başkalarının önünde eğilenler. Allah’tan başka kendilerine kapı arayanlar, onlar birkaç sahtekarlığı birden yapmaktadırlar.

1 - Allah’a olan borçlarını ödememektedirler.

2 – Borçlu olmadıkları birine tapınmaktadırlar.

3 – Tapındıkları şeyle kendi aralarında ontolojik, var oluşsal bir bağ olmadığı için tapınmaları göstermelik olmakta, yani hakikatten bir kaçış bir kaytarma olmaktadır.

4 – Gerçekte onlar kendi heva, kendi heves, kendi içgüdülerine, öz benliklerine tapınmaktadırlar.

Burada sümme yu'ıydüh hayatı yenileyen diye çevirmeyi uygun bulduğum ibare. Hallâk olan Allah’ın bu sıfatına bir gönderme. Varlığı sürekli yaratan Allah. Varlığı yoktan var edip ondan sonra yoktan var ettiği bu yaratılışı sürekli yenileyen, sürekli yaratan rab.

kulillâhu yebdeül halka sümme yu'ıydüh cevap ver, hayatı yoktan var edip de sonra o hayatı sürekli yenileyen Allah’tır de. feenna tü'fekûn; gerçek bu iken nasılda savruluyorsunuz. Tü’fekûn un Türkçeye başka bir, daha münasip bir kelime ile çevrilebileceğini düşünmediğim için nasıl da savruluyorsunuz diye çevirdim. Gerçekten fikri bir savruluş bu. Düşünsel, duygusal bir savruluş, kalbi bir savruluş, ruhsal bir savruluş. Öyle bir savrulma ki; zemini yok, tırnağı ile tuttuğu bir yer yok, dayanacağı bir yer yok, koordinatları yok bu savruluşun. Sadece savruluş, yani kayboluş var. Yolunu yitiriş var, yok oluş var.


35-) Kul hel min şürekâiküm men yehdiy ilel Hakk* kulillâhu yehdiy lil Hakk* efemen yehdiy ilel Hakkı ehakku en yüttebe'a emmen lâ yehiddiy illâ en yühda* fema leküm keyfe tahkümun;

De ki: "Ortak koştuklarınızdan hangisi Hakk'a erdirebilir?" De ki: "Allâh, Hakk'a hidâyet eder... Hakk'a erdiren mi tâbi olunmayı hak eder, yoksa kendisi hidâyet bulmakta yetersiz olan mı? Ne oluyor size? Nasıl hüküm veriyorsunuz?" (A.Hulusi)

35 - De ki sizin şeriklerinizden hakka hidayet eden var mı? Allah de ki: hakka hidayet eder, o halde hakka hidayet eden mi ittibaa ehaktır, yoksa hidayet olunmadıkça kendi kendine iremeyen mi? O halde ne oluyorsunuz? Nasıl hükmediyorsunuz? (Elmalı)


Kul hel min şürekâiküm men yehdiy ilel Hakk sor onlara, Hakk yöne yönelten kimse ortak koştuklarınızdan birimidir.

Burada yol göstermek; gücünü putlaştırdıkları taşlar olmadığına göre ne olabilir? Yol gösteremez taşlar. Putlar yol gösteremez. Bunu herkes bilir. O halde buradakiler insanlardır. Bu ayette bahsedilen gönderme yapılan o obje insanlardır. Kendilerinde ilahi güç vehmedilen meleklerdir, velilerdir, peygamberlerdir, azizlerdir. Yani kendilerine ilahi bir güç atfedilen kim varsa. Ayet bu imayı bize veriyor onlardır.

Onun için bakınız ne deniliyor burada; Yol göstermek, daha doğrusu hidayet etmek. Yoksa her peygamber yol gösterir. Ama buradaki özellikle hidayet etme. Hiçbir peygamberin bile elinde değil.

İnneke lâ tehdiy men ahbebte ve lakinnAllâhe yehdiy men yeşa'.. (Kassas/56)

Sen sevdiğini doğru yola iletemezsin diyor. Hidayete ulaştıramazsın. Fakat Allah dilerse O ulaştırır. Evet, açık, net. Onun için hidayet eğer peygamberlerin elinde olsaydı önce en yakınlarına dağıtırlardı. Neden Hz. İbrahim babasını mahrum bırak sındı ki, Neden Nuh oğlu Kenan’ı mahrum bırak sındı. Neden Hz. Lut eşini mahrum etsindi ki o hidayetten. Neden Hz. Muhammed A.S. çok sevdiği amcası o bir ömür yardım etmiş olan amcası Ebu Talip’i mahrum bırak sındı ki. Görüyorsunuz, hidayet Allah’tandır, ancak Allah, hidayeti dileyeni hidayete erdirmeyi diler. Kendi dilemedikten sonra ona Allah hidayet etmiyor ki başkası edebilsin.

kulillâhu yehdiy lil Hakk Evet, cevap açık; cevap ver, Hakk yöne yönelten sadece Allah’tır de.

Allah yolu nasıl gösterir; Akıl, muhakeme, irade, fıtratla gösterir, göstermiştir de. Vahiy ile bunu hatırlatır. Aslında Allah insana yol gösterici bir mekanizma başında yerleştirmiştir. Onun için Kur’an hep insanı kainatı gözlemeye, gözlemlemeye çağırır. Göğe bakmazlar mı, yere bakmazlar mı, ibret almazlar mı, güneşe, aya, yıldızlara, yere, yer yüzüne, bitkilere, ırmaklara. Bunlara bakmamızı ister. Ne var bunlarda? Bunların hepsi birer ayettir. Yani işaret taşıdır ve Allah’a ulaşan yolu gösterirler. Eğer bunları doğru okursa insan Allah’a ulaşan yolu bulacaktır.

Peki bu yazılı, daha doğrusu hitabi ayetlerin maksadı nedir? Bunlar Allah’ın fıtratındaki mesajı unuttuğumuz için bir hatırlatmadır, bir zikirdir. Bir hatırlatma, unutulanı bir anımsatmadır. Hatırlayanlara ne mutlu.

efemen yehdiy ilel Hakkı ehakku en yüttebe'a emmen lâ yehiddiy illâ en yühdayehiddiy,yehtediy, yehedda gibi farklı formlarla da okunmuştur bu sözcük. Peki, Hakk yöne yönelten mi uyulmaya daha layıktır, yoksa yol gösterilip kendisine kılavuzluk edilmedikçe, kendi başına doğru yolu bulamayacak olan mı. Hangisi; Burada ki; yeheddiy,

Evet, hangisi uyulmaya daha layıktır diyor. Bir tarafta yol göstermedikçe yolu bulamayacak olanlar var. Hepsi;

Ve vecedeke dâ(aaa)llen feheda; (Duha/7) Rabbin seni yol bilmez olarak bulup ta yolu göstermedi mi.      

Kur’an da buna mümasil başka ayetlerde var. Kitap nedir, iman nedir bilmezdin diyor. Rabbimiz bunu sevgili efendimize buyuruyor. Onun için Allah yol göstermezse yolu göremeyecek, yolu kendisi dahi göremeyecek olanlardan beni hidayete ulaştır, bana hidayet ver demeyin diyor Kur’an açıkça.

fema leküm keyfe tahkümun; Şu halde ne oluyor size ve nasıl bir muhakeme taşıyorsunuz siz..!


        36-) Ve ma yettebi'u ekseruhüm illâ zanna* innez zanne lâ yuğniy minel Hakkı şey'a* innAllâhe Aliymun Bima yef'alun;

        Onlardan çoğunluğunun tâbi olduğu, var sandıklarıdır! Muhakkak ki varsayım, gerçeğin yerini tutmaz! Şüphesiz ki Allâh yapmakta olduklarını (Esmâ'sıyla hakikatleri olarak) Bilendir. (A.Hulusi)

        36 - Mamafih ekserisi sırf bir zan ardında gider' fakat zan, haktan hiç bir şey ifade etmez, her halde Allah, onların ne yaptıklarını bilip duruyor. (Elmalı)


        Ve ma yettebi'u ekseruhüm illâ zanna Bir de onların çoğu sadece zannın peşine takılırlar. innez zanne lâ yuğniy minel Hakkı şey'a oysaki hiçbir zan insanı hakikatten hiçbir şekilde müstağni kılmaz. Ne güzel değil mi, manasını tekrar vereyim; Hiçbir zan insanı hakikatten hiçbir şekilde müstağni kılmaz. Çünkü zan yakıynin yerini tutmaz. Zan yakıyn gibi değildir. Onun içinde zan ile iman olmaz. İnsan iman etti mi zannetmez artık. Dolayısıyla imanda zan olmaz. Bu nedenledir ki İbn. Hazm gibi bazı büyük İslam hukukçuları zanne dayandığı için edille-i şeriyyeden olan kıyası kabul etmemişlerdir, reddetmişlerdir ve kıyas sonucu, kıyas yapılarak elde edilen hükümleri de dinin temelleri olarak kabul etmemişler. Yani kendisine din bina edilecek unsurlar, ahkam olarak görmemişlerdir. Bu, böyle düşünen İslam hukukçularına göre dinde zan ile hükmolunmaz. Zan, din olmaz. Onun için bir insan iman ettiği anda o konuda zandan berî olmuştur. Zannın olduğu yerde iman olmaz.

        innAllâhe Aliymun Bima yef'alun; elbette Allah onların yaptıklarını çok iyi bilmektedir.


37-) Ve ma kâne hazel Kur'anu en yüftera min dûnillâhi ve lâkin tasdiykalleziy beyne yedeyhi ve tafsıylel Kitabi lâ raybe fiyhi min Rabbil alemiyn;

Bu Kur'ân, Allâh dûnundakilerin uydurusu değildir! Aksine, Rabb-ül âlemîn'den olduğu şüphe götürmeyen; kendinden öncekini tasdik eden, tafsilâtlı, hakikat BİLGİsi kaynağıdır! (A.Hulusi)

        37 - Bu Kur'an Allahın mâsivasından uydurulamaz ve lâkin o, önündekinin bir tasdiki ve kitabın tafsili olarak rabbül'âlemînden indirilmiştir, bunda hiç şüphe yoktur. (Elmalı)


        Ve ma kâne hazel Kur'anu en yüftera min dûnillâh şimdi  bu, hitabe diye çevirdim, Kur’an diye çevirdim. hazel Kur'an diyor çünkü. Yani bu surenin başında da geçmişti hatırlayacak olursanız. Orada da yine böyle çevirmiştim Kur’an diye çevirmemiştim. Çünkü Kur’an diye çevirirsem kavramlaşmış bir anlam içeriği aklınıza gelecek. Oysa ki bu ayet indiğinde bu sözcükle bu ayetin muhataplarına tam da benim çevirdiğim şey hatırlatılıyordu. Onun için bu hitabe; Allah’tan başkası tarafından tasarlanıp ortaya atılmış olamaz.

ve lâkin tasdiykalleziy beyne yedeyhi ve tafsıylel Kitabi lâ raybe fiyhi min Rabbil alemiyn; aksine, kendisinden önce gelenlerden geriye kalan hakikatleri doğrulayan ve alemlere rabbinden geldiğinden kuşku bulunmayan vahiy öğretisinin ayrıntılı bir açıklamasını yapar bu metin, bu hitabe.

Ne diyor bu ayette sevgili dostlar? Tüm vahiylerin özünün bir olduğunu söylüyor. Bakınız yukarıda;

tasdiykalleziy beyne yedeyhi kendisinden önce gelenlerden geriye kalan hakikatleri doğrular. Yani kendisinden önceki tüm vahiylerin temelleri üzerine kuruludur. Onları hiç inkar etmez, onları kendi bünyesine alır. Neden? Çünkü insanın Allah’tan aldığı tüm vahiyler aynı kaynaktan gelirler, aynı şeyi dillendirirler, aynı temellere yaslanırlar, aynı ilkeler etrafında birleşirler.

Burada bir de şöyle bir ibare var; ve tafsıylel Kitab ne diyor ve tafsıylel Kitab ne demek? Kitabın ayrıntısı, kitabın tefsiri, kitabın açıklanması. Oysa ki başka bir kitaptan söz ediliyor burada. Çünkü bu Kur’an, kitabın açıklamasıdır. Kur’an dan başka bir kitaptan mı söz ediliyor burada. nedir o kitap? Merkezi bellek. Kur’an da levh-i Mahfuz da diye geçen o merkezi, ana kumanda, vahyin ana merkezi, merkez üssü.

Gördüğünüz gibi burada bir şeye dikkat çekiliyor. Kur’an sadece tefsirin objesi değildir. Yani müfesser bir kitap değildir sadece tefsir edilmez. Aynı zaman da Kur’an ın kendisi tefsirin öznesidir. Yani müfessirdir, tefsir eder. Neyi tefsir eder? Burada işte görüyoruz, Ana kitabı tefsir eder. Ana kitabın açıklanmasıdır, açıklamasıdır.

Burada ayrıca sadece bu değil, varlık yasalarını, insanlık yasalarını tefsir eder Kur’an. Sosyal yasaları tefsir eder. Tarihin yasalarını tefsir eder. İnsanlığın yasalarını tefsir eder. Sosyolojik ve psikolojik yasaları tefsir eder. Bütün bunlar harici tefsirlerdir Kur’an ın işte ve burada da bütün bunlara bir atıf vardır. Kur’an işte bütün bu yasaların başta merkezi bellek, vahyin merkezi belleği olmak üzere bütün yasaların bir müfessiridir Kur’an.


Devam ediyor E sayfasına geçiniz.
68. videoyu toplu olarak  http://kurantefsir.wordpress.com/2011/10/28/islamoglu-tef-ders-yunus-021-04668/ bulabilirsiniz

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder