7 Kasım 2011 Pazartesi

İslamoğlu Tef. Ders. Yunus (047-051)(69-A)

       

        BismillahirRahmanirRahıym


        Sevgili Kur’an dostları Yunus suresinin 47. ayeti ile dersimize devam ediyoruz. Hatırlayacağınız gibi daha önceki dersimizde işlediğimiz ayetler, dünya ve ahiret, vahiy ve nübüvvetiyle bütün bir Allah – insan ilişkileri çerçevesine giren ayetlerdi. Söz konusu ayetlerde Allah - insan ilişkilerinin bozulması durumunda ne gibi sonuçlar doğuracağı ifade buyruluyordu. Aslında bugün işleyeceğimiz ayetler de yine vahiy ve nübüvvetiyle, dünya ve ahiretiyle Allah – insan ilişkilerine mütealli kıl.


        47-) Ve likülli ümmetin Rasûl* feizâ cae Rasûlühüm kudiye beynehüm Bil kıstı ve hüm lâ yuzlemun;

        Her ümmet için (Hakk'ı bildiren) bir Rasûl vardır... Rasûlleri geldiği vakit aralarında adl üzere (hak ettiklerine göre) hükmolunur... Onlar zulme uğratılmazlar. (A.Hulusi)

        47 - Her ümmet için bir Resul vardır, o Resulleri geldiği vakit aralarında adâletle hüküm verilir, hiç birine zulmedilmez. (Elmalı)


        Ve likülli ümmetin Rasûl her ümmet için bir elçi vardır. Bir elçi ola gelmiştir. feizâ cae Rasûlühüm kudiye beynehüm Bil kıstı ve hüm lâ yuzlemun; ve onlara elçileri geldikten ve tabii ki hakikati tebliğ ettikten sonra ancak o zaman aralarında adil bir yargıda bulunulabilir ve onlara asla zulmedilmez haksızlık yapılmaz.

        Bu ayeti kerime 2 ebedi yasayı hatırlatıyor.

1 – vahyin sürekliliğini. Peygamber ve vahiy aslında birbirinden ayrı değerlendiril memesi gereken iki gerçek. Peygamber Allah – insan ilişkisini düzeltmek için gönderilen bir araç. Hakikatin kaynağına işaret eden bir rehber. İnsanlığı istikamet açısından sapmış olan insanı ve insanlığı yeniden istikamet açısını gösteren bir kılavuz.

Burada  ayeti kerime şu ebedi yasayı hatırlatıyor. Bir toplum hakikatsiz, hakikatin kaynağından habersiz ilelebet kalmamıştır. Buradaki ümmet en geniş anlamıyla uygarlık, en geniş anlamıyla medeniyet. O zaman tarihte hiçbir medeniyetin hiçbir uygarlığın baştan sona ilahi hakikatten habersiz kalmadığı gerçeğini anlıyoruz.

2 - Ve ayetin ifade ettiği 2. yasa; Allah’ın bir toplumu hakkı onlara ulaştırmadan cezalandırmayacağı gerçeği. Bu da ilahi adalet yasası gereğidir. Hakikatin ulaşmadığı bir toplumdan dolayı o toplum cezalandırılmaz. Aslında tarih boyunca medeniyetler ve toplumlara verilen ilahi cezalar, o toplumun Allah’la ilişkisini bilinçli bir biçimde koparması ve kendisine gelen hakikati ısrarlı bir biçimde inkar etmesi sonucunda gerçekleşmiştir. İşte bu ayette de bize bu 2 yasa hatırlatılıyor.

Aslında güzel bir nüktesi de var ayetin; Dünyada Resul olanlar, ahirette şahit olurlar. Her peygamber dünyada elçi, ukbada ise şahittir, şehiyttir. Yani kendisinin gönderildiği insanların hakikate karşı tavırlarına şahitlik yapacaktır.

Bu ayeti kerime eğer ahirete müteallik olarak anlaşılırsa, ki ben hem dünyevi, hem de uhrevi anlamıyla almayı doğru buluyorum ayeti. Dünyaya müteallik anlaşıldığında biraz önce yaptığım açıklamalar kafi. Ahirete müteallik anlaşıldığında kıyamet günü, hesap günü tüm uygarlıklar, tüm toplumlar, yani ümmetler hesabını vermek için hizaya girdiğinde o ümmetlerin şahidi, onlara gönderilen peygamberler olacaktır ve elbette son peygamber de kendisine ümmet olanların şahidi olacaktır kıyamete dek, yer yüzünün son nefesine dek.


        48-) Ve yekulune meta hazel va'dü in küntüm sadikıyn;

        "Eğer doğru söyleyenler iseniz, bu vaat (haşr) ne zaman?" derler. (A.Hulusi)

        48 - Ne zaman bu vaat? Sadıksanız diyorlar. (Elmalı)


Ve yekulune meta hazel va'dü in küntüm sadikıyn; buna rağmen bir de kalkıp; bu tehdit ne zaman gerçekleşecek. Eğer doğru söylüyorsanız cevap verin diyorlar. Küstahça kalkıp diyorlar ki bu tehdit, yani kıyamet, yani hesap ne zaman gerçekleşecek.

Buradaki tehdidin, yani el vaa’d, ayetteki orijinal ifadesi ile tehdidin kıyamete ilişkin bir tehdit olduğunu, özellikle Razi, Zemahşeri ve diğer müfessirlerin beyanına tabi olarak ben de o görüşü nakletmiş oldum. Ki zaten hemen aşağıda gelecek pasajlar içerisinde 52. ayetteki;  zûku azâbel huld tadın bitimsiz azabı ifadesinden biz bu pasajın bu ayette dahil kıyamete ilişkin bir haber taşıdığını anlıyoruz.

Onlar bu tehdidin ne zaman geleceğini sorarken aslında inkari bir biçimde soruyorlar. Yani öğrenmek kastıyla değil, inkar etmek kastıyla soruyorlar. Gelmeyeceğini sanıyorlar, ya da düşünüyorlar. Hiç bitmeyeceğini düşünüyorlar. Sanırım bir inkarcının en büyük aldanışı, ki inkarın bütünü de bir aldanıştır, fakat bir inkarcının kendi kendisine yaptığı en büyük kötülük, bir gün hesap vereceğini aklına getirmemesidir. Zaten inkarı sürdürmek başka nasıl mümkün olabilir ki. Sonuna kadar Allah’la ilişkiyi koparmış bir biçimde yaşamak, “Allahsız bir hayata” mahkum olmak başka nasıl mümkün olabilir ki.



        49-) Kul lâ emlikü linefsiy darren ve lâ nef'an illâ ma şaAllâh* likülli ümmetin ecel* izâ cae ecelühüm fela yeste'hırune saaten ve lâ yestakdimun;

De ki: "Nefsim için Allâh'ın dilediği haricinde bir zarar ve bir faydaya malîk değilim... Her ümmetin bir ömrü vardır... Yaşam süreleri tamam olduğunda, ne bir saat geri kalırlar ve ne de ileri giderler." (A.Hulusi)

        49 - De ki: ben kendi kendime Allahın dilediğinden başka ne bir menfaate ne de bir mazarrata malik değilim, her ümmet için bir ecel vardır, ecelleri geldiği vakit artık bir saat geri de kalamazlar, ileri de gidemezler. (Elmalı)


Kul, bu akla cevap ver, bu akılsız akla, lâ emlikü linefsiy darren ve lâ nef'an illâ ma şaAllâh Allah dilemedikçe ben kendim için dahi ne yarar sağlayacak, ne de zararı önleyecek bir güce sahibim de onlara. Böyle söyle.

Tabii ki bunun zımnında o vaat edilen cezanın zamanını da bilemem, onu da söyleyemem, ben onun bilgisine de sahip değilim. Kur’an ın başka bir çok yerinde geçen ayeti kerimede ifade buyrulduğu gibi. Ben kıyametin zamanını da bilecek güce sahip değilim. Tabii ki kendime dahi fayda ya da zararı önleyecek bir gücüm yoksa ben size gelecek bir zararı da önleyemem demektir. Yani belki de şöyle bir nükte, şöyle bir imâda söz konusu. Eğer aranızda peygamber yaşıyor diye içinizin gizli taraflarında farz edelim ki böyle bir tehdit gerçekleşecek. Fakat eğer bu zat Allah’ın gerçek bir peygamberi ise bizim aramızda durduğu sürece bu tehdit gelmez diye düşünmeyin. Ben eğer böyle bir tehdit gelecek olsa onu bile önleyecek bir güce sahip değilim imâsını içerse gerektir.

likülli ümmetin ecel her ümmet için belirlenmiş bir süre vardır. Kur’an da ecelin kesin olarak ifade edildiği 4 ayet var. Bu 4 ayetin 3 ünde birey eceli değil, sanıldığının tam tersine toplum ecelinden söz edilir. İşte bu ayette de her ümmetin belirlenmiş bir eceli, yani bir süresinin olduğu ifade buyrulmakta. izâ cae ecelühüm fela yeste'hırune saaten ve lâ yestakdimun; süreleri dolduğunda artık onu ne bir an erteleyebilirler ne de öne alabilirler.

likülli ümmetin ecel cümlesinin formuyla hemen yukarıdaki 47. ayette yer alan likülli ümmetin Rasûl cümlesinin formu arasındaki benzerliğe dikkat. Adeta 2 ayrı yasaya dikkat çekilmekte. Nasıl her bir medeniyetin, uygarlığın bir peygamberi, bir yol göstericisi, bir ilahi rehberi varsa, ilahi vahyi onlara taşıyacak rehber, yine her toplumun aynen bu yasa gibi bir yasası daha var ki o da toplumlar bir canlı organizma gibi doğarlar, gelişirler, büyürler, yaşlanırlar ve ölürler.

Tabii vahyin 1. muhatabı Mekke toplumuna bir imâ var, bir gönderme var burada; siz içinde bulunduğunuz bu refahın ebediyen süreceğini mi sanıyorsunuz. Siz, sizden önceki toplumların, uygarlıkların başından geçenleri ve onların tarihin çöplüğüne diktiğini ve tarihin tozlu sayfaları arasında kaldığını görmüyor musunuz imâsı.

Toplumsal ecel, tabii ki toplumsal bir takım yasalara bağlı. Toplumsal değişmenin Kur’an da bahsedilen, Kur’an da geçen bir başka yasası da şu ayet; innallahe Muhakkak Allah bir toplumu, o toplum kendi elinde, kendi nefsinde olanı değiştirmeden o toplumun halini değiştirmez. lâ yuğayyiru ma Bi kavmin hatta yuğayyiru ma Bi enfüsihim (Ra’d/11) bir toplum kendi öz benliğini değiştirmeden Allah o toplumun halini değiştirmez.

Bu müspet değişim ya da menfi, olumlu ya da olumsuz fark etmez. Bu toplumsal değişimin yasası. İşte bu yasalarla birlikte bu ayeti düşündüğümüzde, okuduğumuzda bir toplumun eceli, ancak o toplumun fertlerinin Allah’a karşı duruşuna bağlıdır. Eğer bir toplum çözülme, ahlaki bir çözülme yaşıyorsa, eğer bir toplum Allah’la ilişkisini koparmışsa, eğer bir toplum kendi kendisine yabancılaşmış bireylerden oluşuyorsa, o toplumun eceli gelmiş demektir. Çünkü bir toplum bir organizmaya benzer, toplumu oluşturan bireyler hücre gibidir. Tıpkı bir insanın bedeninin hücresi. Ölüm hücrelerden başlar. Eğer hücreler ölmüşse o hücrelerin oluşturduğu bütününden oluşan toplum diri kalmayacaktır. Onun için bir toplumun dirilişi yine bireylerden başlar. O toplumun hücreleri olan bireylerden.

O sebeple vahiy, eğer ecelinizi geciktirmek istiyorsanız, ya da yeniden bir dirilişe geçmek istiyorsanız o zaman dirilmeniz lazım. Birer birer, teker teker dirilmeniz lazım diye imâ ediyor.


        50-) Kul eraeytüm in etaküm azâbuHU beyaten ev neharen ma zâ yesta'cilü minhül mücrimun;

        De ki: "Gördünüz mü (düşünün bakalım), şayet O'nun azabı gece veya gündüzün bir anında gelmiş olsa, (söyleyin) suçlular neyi acele isterler?" (A.Hulusi)

        50 - De ki: söyleyin bakayım şayet size onun azâbı yatarken veya gündüzün gelecekse mücrimler bunun hangisini istical ediyorlar? (Elmalı)


        Kul eraeytüm in etaküm azâbuHU beyaten ev nehara De ki; Baksanıza, tutun ki O’nun azabı bir gece, ya da bir gündüz çıka geldi. ma zâ yesta'cilü minhül mücrimun;

        Soru çok çarpıcı; Günaha gömülüp gitmiş olanlar ne elde edeceklerini umarak onu çabuklaştırmak istiyorlar. Boyuna kadar günaha batmış olanların akıbetlerini istemesinde ki hikmet ne ola ki diye soruyor.

        Bir insanın sonunu istemesi belki hesabını kolay verecek bir hayat yaşadıysa anlaşılabilir bir şey. Gideyim de rahat edeyim diye ister belki. Fakat ya hesap veremeyecek bir ömür yaşamış, boyuna kadar günaha gömülmüş, suç küpü olmuş birilerinin akıbet ve ahiretlerini çabucak istemelerinde ne hikmet olsa gerektir ki. Neden isterler, neden acele ederler? Kur’an bunu soruyor. Alttan alta bir tehdit ve tabii ki bir istihza demeyeyim de ona yakın bir ironi ile.

       
        51-) E sümme izâ ma vekaa amentüm Bihi, âl'ANe ve kad küntüm Bihi testa'cilun;

        (Azap) başınıza geldikten sonra mı iman edeceksiniz? ŞİMDİ mi? (Oysa) onu acilen yaşamayı istiyordunuz! (A.Hulusi)

        51 - Ya sonra vaki' olduğu zaman mı ona iman edeceksiniz? Ya..! şimdi ha? hani siz bunu acele istiyordunuz, a? (Elmalı)
       

E sümme izâ ma vekaa amentüm Bih tehdit gerçekleştikten sonra mı ona inanacaksınız. âl'ANe ve kad küntüm Bihi testa'cilun; ancak şimdi haa.? Şimdiye kadar inanmadınız, şimdi Kur’an sahneyi kıyametten açtı. Projektörlerini o tarafa çevirdi ve bize kıyametten mücrimlerin, boyuna kadar suça gömülmüş olanların bir sahnesini açıyor gözümüzün önüne ve onlara sesleniyor diyor ki; Tehdit gerçekleştikten sonramı ona inanacaksınız? âl'AN ve kad küntüm Bihi testa'cilun; oysaki siz asla gelmez diye meydan okuyor, onun çabuk gelmesinde ısrar ediyordunuz..! Haydi bakalım. İşte geldi. ancak şimdi ha?

Kıyametten bir sahneyi, tüyler ürpertici bir sahneyi gözler önüne seriyor. Sanki olmuş gibi. İnsana ahiret ve akıbetini hatırlatıyor. Bu ayetler gerçekten insana görür gibi imanı kazandırmıyorsa, insan Kur’an la irtibatı doğru kuramıyor demektir. Ayetin canlandırdığı sahneye bakınız, insan görse ancak bu kadar canlı ifade edebilir. Kur’an bir mümine bundan daha ne gibi bir iyilik yapabilir ki. Ona hesap gününü görür gibi imanını sağlıyorsa, ona ahiretini görür gibi bir iman kazandırıyorsa bundan büyük ikram mı olur. Vahyin bundan daha büyük kazandıracağı bir şey mi aranır. Aslında eğer insan bunu kazanırsa her şeyi kazanmış olur. Ömrünü kazanmış olur. Kendini kazanmış olur. Dahası ebedi hayatını cennetini kazanmış olur.


Devam ediyor B sayfasına geçiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder